BİZ, "TÜRKİYE'Yİ HER BİRİSİ BİLGİNİN ÇELİK ZIRHLARINI KUŞANMIŞ MİLLİ ŞUUR SAHİBİ TÜRK GENÇLERİNİN YÖNETMESİNİ İSTİYORUZ" DERKEN BU GENÇLİĞİN YOĞUN TARİH BİLGİSİNDEN VE ŞUURUNDAN MAHRUM BULUNMASI DÜŞÜNÜLEMEZ.
TARİHİMİZİ SEVEREK OKUYALIM
ARAP ACEM KAYNAKLARINA GÖRE TÜRKLERİN ÖZELLİKLERİNİ ANLATIYORUZ:
TÜRK, HEM ÇOBAN, HEM SEYİS, HEM BİR BAYTAR HEM BİR SÜVARİDİR. TÜRK BAŞLI BAŞINA BİR MİLLETTİR.
TÜRK, EDEPLİ, TERBİYELİ, AKILLI VE TEMİZ KALPLİDİR, AZİMLİDİR; HOŞGÖRÜLÜDÜR;TEDBİR SAHİBİDİR.
TÜRK, SAĞLAM YAPILIDIR, CESURDUR, KAHRAMANDIR, İYİ SAVAŞIR.
TÜRK TEMİZ KALPLİDİR, AÇIK SÖZLÜ VE AÇIK YÜREKLİDİR.
TÜRK NAMUSLUDUR, GÜVENİLİR İNSANDIR.
TÜRK, TEŞKİLATÇIDIR, İTAATİN, EMİR-KOMUTANIN NE OLDUĞUNU BİLİR.
TÜRK ZAYIF VE ACİZLERİ KORUR; SAVAŞ ZAMANLARINDA KORKUNÇ BİR MUHARİP GÖRÜNÜMÜNDE İSE DE O BARIŞ ZAMANLARINDA EN SAKİN İNSANDIR.
TÜRK BARIŞ DÖNEMLERİNDE GELENE GİDENE YEMEK YEDİRİR-İÇİRİR, YARDIM EDER.
“TÜRK. ELİ KOLU BAĞLI OLARAK BİR KUYUYA ATILSA, MUT-LAKA BİR ÇARESİNİ BULUP KURTULUR"
TÜRK, TABİATA KARŞI ÇOK TAHAMMÜLLÜDÜR. HAYATIN GÜÇLÜKLERİNİ GÜLER YÜZLE KARŞILAR. TÜRK ATI DA AYNI ZAMANDA ÇOK TAHAMMÜLLÜDÜR.
TÜRK, DURMAK NEDİR BİLMEZ; O HER ZAMAN ÇALIŞIR. HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ DURMAKSIZIN KENDİSİNİ AŞMAK VE YENİLEMEK İSTER.
TÜRK, “SADE” İNSANDIR:
O KISA VE ÖZ KONUŞUR; UZUN VE BOŞ SÖZLERDEN NEFRET EDER.
BU SEBEPLE “SADELİK, AÇIK VE YALIN” OLMAK ONUN EN BELİRGİN VASIFLARINDANDIR.
TÜRK, ATA ERKEN ZAMANLARDA SAHİP OLDUĞUNDAN, ATIN SÜRATİ VE HAREKETLİ OLUŞU SEBEBİYLE KOMŞULARINA BÜYÜK ÜSTÜNLÜK SAĞLAMIŞTIR.
“TÜRK’ÜN ÖMRÜNÜN AT ÜZERİNDE GEÇEN GÜNLERİ, YER ÜZERİNDE OTURARAK GEÇİRDİĞİ GÜNLERDEN DAHA ÇOKTUR.
Sevgili Okurlar,
Bu gün 9 şehidimiz var.Acımız büyük diğer tarafta MHP kongresi ile ilgili arda arda Mahkeme kararları geliyor Karmaşa diz boyu..
Böyle bir dönemde neden Türk Tarihi derseniz Atatürk'ün 1911-18 arasında tüm cephelerde en yoğun ateşlerin altında kaldığı günlerde dahi Tarih okuduğu bu sebeple Milli his ve heyecanını diri tuttuğunu bu sebeple hiç bir liderde bulunmayacak özelliklere sahip bulunduğunu sizlere hatırlatmak isterim.
Tarih sadece geçmiş değil geleceğimizdir. İnceledikçe tüm olayların anahtarının tarihte bulunduğunu Tarihi öğrendikçe geçmişte olabilecekleri okuma özelliğine sahip olacağını hatırlatmak isterim.
Regis Debray bile "Tarih bir önceki perdenin maskesini takarak sahneye çıkar" diye başlayan deyişinde bu gün yaşamakta bulunduğumuz tüm olayların Emperyalist boyutunu dile getirmekte "Aslında geçmişteki sahnelerin değişik maskelerle yeniden bize seyrettirildiğini" söylemektedir.
Sevgili Okurlar,
Biz "Türkiye'nin geleceğini her birisi bilginin çelik zırhlarını kuşanmış Milli Şuur sahibi Türk gençlerinin oluşturmasını istiyoruz" derken bu gençliğin yoğun Tarih bilgisinden ve şuurundan mahrum bulunması düşünülemez.Tarihimizi severek okuyalım Milletimizi tanıyalım yaşanılan olayların arkasındaki asıl sebepleri öğrenelim.
İşte o zaman bu günkü yaşanılan olayların nasıl kurgulandığını da çok daha iyi görürüz
Sevgili Okurlar bundan önceki iki gün Türk Adıile ilgili iki bölüm çalışma yayınladık.Bugün üçüncü bölüm çalışmamızı bunun yanında Arap ve Acem kaynaklarına göre Türklerin özelliklerini anlatacağız.
KUTSAL KİTAPLARDA TÜRK ADI
Tevrad’a dayanan rivayetlerde, Türk’ün, Hazreti Nuh’un oğullarından Yafes’in oğlu olarak görülür. Ancak Nuh ile ilgili bu rivayetin Göktürkler tarih sahnesine girdikten sonra ortaya çıktığı anlaşılıyor. Zira eski Tevrad metinlerinde Türk’ün ne şahıs ne de kavim ismi olarak yer almadığı tesbit edilmiştir.
İSLAM KAYNAKLARINDA TÜRK ADI
Arapların Türk ülkelerine yaptığı insafsız ve acımasız ve aynı zamanda kendi üstünlüklerini kabul ettirmek isteyen şovence akınları, soylu Türk aydınlarını daha çok bilinçlendiriyordu. Bu aydın bilim adamlarından birisi olan Kaşgarlı Mahmud “Bize, ad olarak Türk adını ulu Tanrı vermiştir” diyerek Türklerin Allah katındaki önemini işaret etmekte, sahih olduğunu iddia ettiği hadiste “Yüce Tanrı, benim bir ordum vardır, ona Türk adı verdim. Onları doğuda yerleştirdim. Bir ulusa kızarsam, Türkleri o ulus üzerine musallat kılarım” diyor. İşte bu Türkler için bir üstünlüktür. Çünkü, Tanrı onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Bununla beraber, Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlık, edep büyükleri ağırlamak, sözünü yerine getirmek, sadelik, öğünmemek, yiğitlik, mertlik gibi öğülmeğe değer sayısız iyilikler görülmektedir.” (Bkz. Atalay, Ankara 1939, I, 250 vd.) Diyerek önce Türklerin Yüce Allahın Ordusu olduğu iddiasıyla Türk Milletinin diğer millEtlere olan üstünlüğünü vurgulamakta ve Türk Milletinin üstün vasıfları ilave etmektedir.
KAŞGARLI DA TÜRK ADI
Sevgili Okurlar,
Kaşgarlı Mahmut Türk milletinin yaratılışını Tufan efsanesine bağlıyor: “Türk, Nuh’un oğlunun adıdır. Tanrının, Nuh oğlu Türkün oğullarına verdiği bir addır. Türk sözü, Nuh’un oğlunun adı olduğundan, bir tek kişiyi bildirir. Oğullarının adı olduğundan, “beşer, insanlık” sözü gibi, çokluk ve yığını bildirir.
Türkler arasında İslâmiyetin yayılmasına ve Maveraünnehrin kati surette Türkleşmesine hizmet eden Hakaniye devletinin tarihi tetkikten evvel, bu hanedan kurucularının ve devletinin kuvve-i merkeziye ve asliyesin teşkil eden Türk zümresinin kavmi mahiyetini sarahaten anlamak icap eder. Bu devletinin mebadisine ait tarihi tafsilat adeta mefkut olduğu için, bu yolda bir etnolojik tetkike lüzum şüphesiz daha fazladır. H. III-IV. Asırlara ait coğrafi menbaların izahına ve V. Asırdaki Türk zümre lehçeleri hakkındaki tetkikata nazaran, Karahanlılar devletinin kuvve-i asliyesini teşkil edenlerin mutlaka Karluk Türkleri olması icap eder
“Türk” adının bir de XI. Asırda Kaşgarlı Mahmud’un zikrettiği bir izah tarzı vardır. Bu ünlü Türk dilcisi, Türk milletine Tanrı tarafından verildiğini belirttiği “Türk” adının “Olgunluk çağı” demek olduğunu ifade etmiştir.
Uygur-Türk yazılarında Türk’ün Olgun anlamında kullanıldığını görürüz.
Türk yiğit kızlar: “...Sen sayısız, olgun (Türk), genç (yiğit) kızların, oluşup yaratıldığı (etigin yaratıgın) gibi, olmuş ve yaratılmış görünüyorsunuz!...”
KUTAD KUBİLİG DE TÜRK ADI
“Dünyanın en iyileri, Türk beyleri: “Görü verirsen şimdi, bugünkü Türk beyleri; dünya beyleri içinde, en iyileridir (yigler)!
Türk beylerinin adı ve ünü, belli ve belgeli!: “Türk beylerinin adı, ünü belgeli (belgülüg)! Tonga Alp Er’in ise, kutluğu belgeli!”
“Türk adının tarih sahnesine çıkışı VI. Asırda Gök-Türk devletinin kuruluşuna bağlıdır. Nitekim bu kavmi Çinliler Tu-kiu Bizanslılar da Turkoi adı ile tanıyorlardı ki Orhun kitabelerinin keşfinden önce bu isimlerin “Türk” olduğu anlaşılmıştı.
İslam’dan önce Cahileyye şairleri (A’şa ve Nabiga gibi) ve Hazret-i Peygamberin hadisleri de Türkleri kendi isimleriyle tanınıyor ve kaydediyorlardı. Gök-Türk kağanları tabiiyetlerinde bulunan ve hatta kendi devletlerine karşı isyan eden Oğuz, Türkeş ve Kırgız uluslarını da Türk adı ile zikrediyor ve bunları “kendi Türk milletim idi” (Türküm budunum erti) ifadesi ile gösteriyorlardı.
Bu durum Türk adının sadece Gök-Türk hakanları hanedanın, mensup oldukları bir boya veya devlete ait olmayıp bütün bir millete şamil bulunduğunu ifade eder. Türk adının bu kadar geniş bir mana kazanması onun Gök-Türklerden önce mevcut olduğuna bir delil teşkil eder. Nitekim eski İran ve Arap kaynaklarında Ak-hunlar (Hayatile) de Türk adı altında gösterilmiş; destani Turan isminin Türk’ten geldiği anlaşılmıştır. I. asır Latin müellifi Pompenius Ural (Yayık) ve İtil nehirleri arasında bir Turkae kavminin yaşadığını kaydeder. Hatta meşhur sinoloji âlimi De Groot Hunlardan önce Çin’in Kuzeyinde Tik adlı bir kavmin bulunduğunu ve bu adın da Türk ile ilgili olduğunu ileri sürmüştür.”
GÖKTÜRKLERDE, UYGURLARDA VE DİĞER KAVİM - DEVLETLERDE TÜRK ADI
Sevgili Okurlar,
Türk adının bu derece yaygın ve şümullü manası onun Gök-Türklerden önce mevcut olduğuna delalet eder. Türk Adının etimolojisi de onun eskiliği ile alakalı olsa gerek. Çin kaynakları Türk ismini Gök-Türklere bağlamakta isabet göstermekle beraber onun etimolojisini verirken de o derece masal kabilinden izahlar yapmışlardır.
Filhakika bir rivayete göre Altay dağlarının cenubunda, Avar’lara tabi olarak, yaşayan Gök-Türkler onlara demirden silahlar yapıyorlardı. Yakınında bulundukları dağlardan biri tulgaya benzediği ve Türkçe buna Tu-kiu denildiği için bu millet bu adı almış imiş. W. Thomsen ve G. Nemeth gibi meşhur Türkologlar Uygurca kuvvetli manasında ve sıfat olarak kullanılan Türk veya Türük kelimesinin isim haline gelip Türk milletini ifade ettiği kanaatini ileri sürmüşlerdir.
Halbuki Munkacsi ve Vambery gibi âlimler Türk adının türemek kökünden gelmiş olduğu düşüncesinde idiler. Nitekim nizam, örf ve anane manasında kullanılan türe kelimesi de bu köke bağlıdır.
Bu görüşün isabeti bakımından göçebe Yürük isminin de yürümek kökünden doğduğunu kayda değer buluruz. Bu izah Türk adının türemiş, yaratılmış, yani mahlûk ve insan manasında (türük, türk) olduğunu belirtir.
Bu münasebetle yabancıları barbar sayan eski kavimlerin telakkisine uygun olarak Türklerin de kişi ve insan manasında bu kelimeyi kendilerine tahsis ettiği ve her Türk kavim ve devletine ait isimler üstünde Türk adının bütün Türkleri ifade için kullanıldığı kabule şayan gözükür.
Nitekim “Türk Uygur tili” tabiri de her iki hususu ifade eder. Gök-Türkler ismin başına gök (kök) sıfatını ekleyerek ona semavi ve kendilerine delalet eden bir mana vermiş oluyorlardı.
Türk adının kuvvet manasını kazanması ise Türk milletinin kudreti dolayısı ile asli değil muahhar bir manayı gösterir.
Sevgili Okurlar,
Türk Adı yalnız bütün Türk kavimlerini değil zamanla komşu ve akraba kavimleri de şümulüne alıyordu. Hatta Oğuz destanı ve İslam coğrafyacıları Türklerin hâkimiyetinde yaşayan tüm kavimleri de Türklük camiası içine almışlardı. Araplar önce Amu ve daha sonra da Sır nehri ötesinde yaşayan Tüm Türk boy ve budunları ile Türk asıllı Sogd ve Toharların tamamına birden - Türk dedikleri gibi Türklerin İslamlaşması ile birlikte Türk adı Şamani veya Müslüman olmayan bütün diğer Türklere de tahsis edilmişti. Müslüman Türkler de bu telakkiye uymuş ve nitekim Müslüman Karahanlılar kendilerine Türk ve memleketlerine Türkistan adını verdikleri halde cihad yaptıkları ırkdaşları Uygurları, kendilerinden ayırmak için, “Türk”veya“Kafir Türk” ve kendilerini de “Müslüman” İsmi ile gösteriyorlardı. Bu münasebetle Arapların ilk defa İranlılara verdikleri Acem (Yabancı) adını sonraları bütün Arap olmayan kavimler için kullandıklarını hatırlatmak yerinde olur. Bu sebepledir ki Harizmşah Alaeddin Muhammed, askerleri ve teb’ası arasında henüz çok miktarda Şamani, Kıpçak ve Kanglı ulusları yaşadığı halde, gayrimüslim Türkleri, hatta Karahıtay ve Moğolları “Türk” ve hükümdarlarını da “Türk hanı” sayıyor; kendisine de “Padişah-i Acem” ve “İskender-i sani” unvanlarını veriyordu. Türkiye Selçukluları sultanı Alaeddin Keykubad’ın denizaşırı Kırım ve Kıpçak seferi münasebeti ile de Şamani Kıpçaklar “Türk” adı ile gösterilirken kendileri de “İslam” umumi ad veya sıfatı ile anılıyordu. Selçuklu ve Osmanlılar Oğuz han veya Afrasyab soyuna mensup olmakla, Türklük şuuru ve gururuna bağlı bulunmakla beraber “Türk” adını “Eskiden Şamani olan uruğdaşlarına, sonra da İslam kültürü zayıf bulunan göçebelere ve köylülere” tahsis ediyorlardı.
Bununla beraber göçebe ve köylüler dışında Türk adını asil, doğru ve kendilerini gayrimüslim Türklerden ayırmak endişesinden ileri geliyor; ve Türk adı da daha ziyade bu gibi ahvalde meydana çıkıyordu.
İlk Osmanlı kaynakları derin bir İslam mefkûresine rağmen daima ve gururla kendilerini Türk adı da daha ziyade bu gibi ahvalde meydana çıkıyordu. İlk Osmanlı kaynakları derin bir İslam mefkûresine rağmen daima ve gururla kendilerini Türk adı ile adlandırıyorlardı.
Nitekim Bizanslılar ve Avrupalılar da Selçukluları ve Osmanlıları, umumiyetle, Türk adı ile anıyor ve hanedan veya devlet isimlerine pek az yer veriyorlardı. “Mevlana Celaleddin Rumi”, Anadolu’da Selçuklu-İlhanlı devlet nizamının müdafi olarak, “Türk”adını “yağmacı” manasında kullanıyordu.
Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in Türk Adı başlığı altında yaptığı açıklamaları Türk Tarihinin ilk dönemlerini ve Bilim adamlarımızın Türk tanımlamasıyla birlikte değerlendirmeniz bakımından aktarıyoruz.
Göktürk çağında Türk adı, yalnızca Türk kavmini adı olarak değil; daha çok Türk devletini karşılayan geniş bir deyim olarak söylenmişti. 585 yılında ünlü Göktürk kağanı İşbara ya Çin İmparatoru tarafından yazılan mektupta “Büyük Türk Kağanı” diye söze başlanıyordu.
Artık bu çağlarda Çinliler de Türklerin büyüklüklerini kabul etmişlerdi. İşbara Kağan ise, Çin İmparatoruna verdiği cevapta, “Türk devletinin Tanrı tarafından kuruluşundan bu yana elli yıl geçti”, diyordu.
Çin grameri bakımından, bu her iki belgede de Türk sözü, bir kavim grameri bakımından, bu her iki belgede de Türk sözü, bir kavim adı değil; ancak “Türk devleti” olarak anlaşılabilirdi.
Bu görüş, kesindir. Ancak bu mektuplardan 150 yıl kadar sonra yazılmış olan Göktürk yazıtlarında ise, “Türk” sözünün bir kavim için mi; yoksa devlet adı olarak mı söylendiği, açık olarak anlaşılamıyordu.
“Türk töresi, Türk Kağan, Türk Bilge Kağan, Türk ili, Türk beyleri ve budunu, Türk Sir budunu, Türk Tanrısı, Türk yeri, Türk ıduk yeri subı, -(yani Türkün mukaddes yer ve suları)-, Türk adı” gibi sözler de, Göktürk yazıtlarında geçmektedir.
Bunlar, yalnızca devleti kuran küçük bir Türk kesimi için söylenmiş sözler olarak görünmüyorlardı. Bunlar büyük bir devlet, Göktürk imparatorluğu için söylenmiş tanıklar olsa gerekti. Ayrıca “kutlu devlet; kutlu toprak ve kutlu bir halk”, Türk devlet anlayışının temelini meydana getiren üç şey idiler.
Biz böyle bir sonuca, ancak bütün bilgileri istatistik bir metotla incelendikten sonra varabiliyoruz. Zaman zaman Çin tarihlerinde, Türk kağanları ile Göktürklere bağlı Tarduş’lar gibi büyük Türk kavimleri de “Türk Tarduş” diye, “Türk” devletini adı ile tanıtılıyordu.
Şehirli Uygurlarda, devlet ve millet anlayışı, artık oldukça zayıflamış ve gevşemişti. Türk adı onlarda çoğu zaman yalnızca “erk”, yani “güç ve kuvvet” sözü ile birlikte geçmeğe başlamıştı: “Erk, Türkleriniz” veya “Erkler, Türkler” gibi...
Uygurlara göre “erkler ve Türkler”, halk içinde okumuş, yükselmiş, güçlü kimseler demekti. Ayrıca Türk sözü, “erk” yani “güç” lü karşılığı olarak da, söylenmiş olabilirdi.
Ancak bir gerçek varsa, bu çağda da, Türk sözünün, “güç, kudret” manasında söylenmiş olması idi. Güçlü kimseler de bu anlayışın içinde kalıyorlardı.
“Olgunluk”da bir “Türklük” idi. Olgunlaşmış gençler itçin, “Türk yiğit” veya “Türk kızlar”, gibi sözler söyleniyordu. Uygurların bu anlayışı Kaşgarlı Mahmud çağında da devam etmişti.
TÜRK’ÜN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Sevgili Okurlar,
İlk bakışta etkili olan fizikî Özelliklerinin yanında, dışarıdan görülmeyen, fakat onu Türk yapan özellikleri vardır. Bu türden özellikleri, Türk’ü yakından tanıdıktan sonra herkes kabul ve teslim edecektir.
Arap müellifi Cahiz’den (ö. 869) itibaren, Türk’e verilen ve yüklenilen özelliklerin başlıcaları şunlardır:
Türk, edepli, terbiyeli, akıllı ve temiz kalplidir, azimlidir; hoşgörülüdür;
tedbir sahibidir.
Türk yerini, yurdunu çok sever. Ondan ayrı düştüğünde orasını her zaman özler.
Türk, sağlam yapılıdır, cesurdur, kahramandır, iyi savaşır. Türk ancak korkulması gerekenden korkar.
Türkler iyi savaşçı oluşları sebebiyle, bütün Orta Çağlar boyunca, dünyanın da en seçkin askerlerinden sayılmışlardır.
Türk temiz kalplidir, açık sözlü ve açık yüreklidir. Onun bazen “saf’ ve “sade-dü” olarak ifade edilen bu güzel özelliği, zamanla yadırganacak, adeta ‘alımak’ gibi bir anlama, kadar gidecektir.
Türk namusludur, güvenilir insandır.
Türk, teşkilatçıdır, dolayısıyla itaatin, emir-komutanın ne olduğunu bilir. O yalnız olduğunda iyi bir önder olduğu halde, başında kendisinden daha üstün yetenekli birisi olduğunda ona severek itaat eder.
Türk zayıf ve acizleri korur; savaş zamanlarında korkunç bir muharip görünümünde ise de o barış zamanlarında en sakin insandır. Bu zamanlarda gelene gidene yemek yedirir-içirir, yardım eder.
Türk tabiatın içinden geldiğinden, küçük yaşlarından itibaren hayat kavgasına alışmıştır. Hayatın ve yaşamanın zorluklarını bilir ve onları çözmeye yatkındır.
Cahiz’in dediğine göre “Türk, eli kolu bağlı olarak bir kuyuya atılsa, mutlaka bir çaresini bulup kurtulur”. Belki bu sebepten daha doğuştan iyi mücadeleci ve kavgacıdır.
Türk gerçi kimi zaman rahata kavuşunca gevşer, hatta bazen komşularının etkisinde kalır. Ama çok geçmeden kendi özelliklerine dönmesini bilir.
Türk, çoğunlukla et yemekle birlikte sağlık bakımından bunu dengelemesini bilmiştir.
Türk, tabiata karşı çok tahammüllüdür. Hayatın güçlüklerini güler yüzle karşılar. Türk atı da aynı zamanda çok tahammüllüdür.
Türk, hem çoban, hem seyis, hem cambaz, hem bir baytar hem bir süvaridir. Cahiz’in dediği gibi “hulasa Türk başlı başına bir milletdir”.
Türkler, dünya coğrafyasında sayıca çok kalabalık bir millet olmamakla birlikte, komşularına göre üstün Özellikleri sebebiyle Cihan tarihinde seçkin ve çok Önemli bir yer tutmuşlardır. Bunun belli başları sebeplerini de şöyle sıralayabiliriz:
Türk, teşkilatçıdır; teşkilatçı özelliği onun sadece halkını değil, özellikle silahlı kuvvetlerini seçkin bir hale sokar.
Türk, durmak nedir bilmez; o her zaman çalışır. Hepsinden önemlisi durmaksızın kendisini aşmak ve yenilemek ister.
Türk, “sade” insandır: O kısa ve öz konuşur; uzun ve boş sözlerden nefret eder. Bu sebeple “sadelik, açık ve yalın” olmak onun en belirgin vasıflarındandır.
Türk, ata erken zamanlarda sahip olduğundan, atın sürati ve hareketli
oluşu sebebiyle komşularına büyük üstünlük sağlamıştır. Bu sebeple olsa gerek Cahiz şöyle diyordu:
“Türk’ün ömrünün at üzerinde geçen günlerinin, yer üzerinde oturarak geçirdiği günlerden daha çok olduğunu görürsün”. Türk, bir maden olarak “demiri erken bir zamanda bilmiş, demiri çelik haline sokarak güçlü silahlara sahip olmuştur. Böylesine üstün silahları ve yukarıda sözünü ettiğimiz “at”ı ile komşularına karşı başarılı olmuştur.
Türk böylece kendisine mahsus özellikleriyle, dünya üzerinde ve komşuları arasında seçkin bir yere sahip olmuştur,
Türk ile ilgili olarak Afrasiyab’dan (yani Alp Er Tunga) nakledilen bir söz varmış: “Türk, sedef içinde deryada bulunan bir inci gibidir. Kendi yerinde (yurdunda) bulunduğu zaman kadir ve kıymeti bilinmez. Lakin oradan çıkınca, denizden ve sedeften çıkmış bir inci gibi kıymetlenir”
Yukarda Türk ile ilgili ilk bilgileri verdiğimiz sırada. Türk’ün bazı temel özelliklere sahip olduğunu belirtmiş, bunun oluşmasında coğrafyanın, iklimin ve hat a hayat tarzının belirleyici özelliklerine temas etmiş idik. Türk’ü belirleyen özerklerde coğrafyanın, yani Türk’ün yaşadığı yerin etkili olduğunu VIII yüzyıl insanı Cahiz başta olmak üzere pek çok gözlemci (Reşideddin gibi) dikkat etmişlerdir. Hatta Cahiz, Türk’ün sonradan geldiği Ön Asya’daki yerlerde de etkisini gösterir.
Bu sebepledir ki Türk’ün Yurdu’nu, yani Türklerin asıl hayat sahalarım kısaca belirlemek gerekir.
Değerli Arkadaşlarım,
Türk Tarihinin az bilinenlerini anlatmaya devam edeceğiz
Sevgiler saygılar 13 MAYIS 2016
TANER ÜNAL
.