CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR
makaleler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
makaleler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BİLGİ OLMADAN CUMHURİYET’İ SAVUNAMAZSINIZ


Atatürk Millî Mücadele yıllarında, Cumhuriyet döneminde, Devletimizi iki temel taşı üzerinde kurulduğunu sık sık vurgulamıştır: Millî Egemenlik ve Tam Bağımsızlık. Kısaca anlatmak gerekirse, Millî Egemenlik ülkenin varlık ve yazgısını yalnızca milletin belirlemesi, Tam Bağımsızlık ise bu kararların iç ve dış herhangi bir yabancı müdahale olmaksızın alınmasıdır. 

Devletimizin temel taşları bunlardır; Milliyetçilik, Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Devletçilik Laiklik, Devrimcilik, Bilimcilik, Sosyal Ahlak gibi diğer bütün esaslar iki temel ilkeyi tamamlayıcı ve destekleyici niteliktedir.
O zaman, iki temel ilke Cumhuriyetimize sahip çıktığını söyleyen her yurtseverin her zaman zihninde hazır bulunmalıdır. Her yurtsever her an, şu kaygıyı taşımalıdır ruhunda: Benim devletimin üzerinde yükseldiği iki temel taşa bir zarar verilmiş midir?


Ne yazık ki, 75 yıldır yapılanlara bakarsak görürüz ki, bütün uygulamalar bu temelleri güçlendireceği yerde, yerinden oynatmış, yıpratmış, harap etmiştir.
**
Peki, neden? Çünkü aydınlar ve yöneticiler dahil, toplumda yaygınlaşan cehalet ve ahlak düşüklüğü, Cumhuriyetimizin temellerini sahipsiz bırakmıştır. Neticede iç ve dış millet düşmanları meydanı boş bulmuş, sahte Atatürkçülerin de bilinçli bilinçsiz desteğiyle ortada neredeyse temel diye bir şey bırakmamıştır.


Bu acı gerçeği gördüğüm içindir ki, ben kendi çapımda, Atatürk ilkelerini tanıtmaya yönelik bir sanal okul açtım: Birinci Görev Okulu…


Bu okulda kısa metinler halinde Millî Egemenlik ve Tam Bağımsızlık dersleri vermeye başladım. Yavaş yavaş bunlara Atatürkçülüğün diğer ilkelerini anlatan dersleri de ekliyorum.
**
Bilgi olmadan, fikir olmaz, arkadaşlar; fikir olmadan da iş olmaz.


Üstelik o bilginin düzenli ve ortak olması gerekir ki, tutarlı olsun, işe yarasın. Hem kendiniz, hem başkaları ikna olsun. Ortak fikirler, yürekleri, yürekler de elleri harekete geçirsin.


Bilgili ve çok iyi yetişmiş olduğunuza, her şeyi zaten bildiğinize inanmış olabilirsiniz. Ancak siz yine de,
Bugün farklı bir şey yapın:


Birinci Görev Okulu’na uğrayın. İlkinden başlayarak dersleri notlardan takip edin. Ailenizle veya birkaç arkadaşınızla beraber okuyup öğrenin.
**
Cumhuriyetimizin üzerinde yükseldiği temelleri tam ve sistemli bir şekilde öğrenmedikçe:
-Asıl düşmanı fark edemezsiniz.
-Düşmanın asıl tahribatını göremezsiniz.
-Düşmana nasıl karşı koyacağınızı bilemezsiniz.
-Devletimizi ve vatanımızı koruyamazsınız.
-Çocuklarınıza, mutlu olacakları bir yurt bırakamazsınız.


**
Birinci Görev Okulu:
https://www.facebook.com/pages/Birinci-G%C3%96REV-OKULU/1588996111367381?ref=hl

Beylerbeyi'nde gizli anlaşma (2) Deniz Bey, o fotoğrafı çıkarıp bakmanın zamanı geldi!











[Editörün notu: 15 temmuz öncesi ülekemizde neler olmuştu? 
15 temmuz 2106 ve sonrasında neler oluyor? Bunları soruların yanıtı için, meselelere her açıdan -mümkünse 360 dereceden- bakıp tabloyu tam görebilmek lazım… 
Sürekli beyin yıkama ve subliminal etki ve de çeşitli kanalarla yapılan algı operasyonları var.. Aklımızı ele geçirme faaliyeti bunlar, malum. Yüksek Türkiye idalimize olan sorumluluğumuz için kendi aklımızı özgür kılmak, bağlamamak gerek. Bu da farkındalığın genişliği ve yüksekliği ile olur] 



Beylerbeyi'nde gizli anlaşma




Hürriyet Haber
24 Temmuz 2007 - 12:03Son Güncelleme : 24 Temmuz 2007 - 19:50

Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.


Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Çünkü bir faydası olacağına inanmıyorum.

Vatan Gazetesi yazarı Zülfü Livaneli'den şok açıklama. Livaneli, CHP lideri Deniz Baykal'ın Başbakan Tayyip Erdoğan'la gizlice buluşup anlaşma yaptığını iddia etti. Livaneli'nin Baykal'a ağır eleştiriler yönelttiği işte o yazı.

İşte o yazı

Seçimler öncesi CHP’ye zarar vermemek için bildiğim birçok konuyu içime gömerek sustum, bundan sonra da bu parti ve liderine ilişkin hiçbir şey yazmayacağım.

Ama bu konudaki son yazımda size bir tanıklığımı aktarmak zorundayım.

Bunu bir borç olarak görüyorum:

***


Deniz Bey lütfen hatırlayın:

19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik.

Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum.

Abdullah Gül Başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı.

Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti.

Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.”

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.”

İki ay dayanamaz iddianızı, “görüşleri gereği IMF ile anlaşma yapmaz, ekonomiyi zora sokar ve dayanamazlar.” tezine oturttunuz.

Ama bunların hepsi bahaneydi çünkü siz iki partili rejimin işinize yaradığını anlamış ve seçim sonuçlarına sevinmiştiniz. Çünkü size ana muhalefet partisi lideri olmak ve soldaki rakiplerinizi yok etmek yetiyordu. Bu iş birliğini daha sonra da sürdürdünüz.

O zaman ben sizin Tayyip Erdoğan’la seçim öncesinde Beylerbeyi’nde gizlice buluştuğunuzu ve bir anlaşma yaptığınızı bilmiyordum.

Bu gecenin tanıkları var: Önder Sav, Eşref Erdem, Mehmet Sevigen, Bülent Tanla, Yaşar Nuri Öztürk.

Belki bazıları sizden korkar ve tanıklık etmez ama bir kısmı da bu sözlerin doğru olduğunu açıklar. Yani tanıklar var. Ötekiler de söylemese bile içten içe bunun doğru olduğunu bilir. Siz de bilirsiniz.

Tartışmanın sonunda dediniz ki: “Bu gece birbirimizin fotoğrafını çektik. İki ay sonra çıkarıp bakalım. Ama rotuş yapmadan. Hangimiz haklı çıkmışız?”

Şimdi, 2007 seçimlerinin ardından o fotoğrafı cebinizden çıkarıp bakın Deniz Bey.

Ve düşünün; Meclis grubunda “Erdoğan’ı başbakan yapıyor diyorlar. Evet yapıyorum. Var mı itirazı olan!” diye bas bas bağırmanıza değdi mi?

Erdoğan’la Beylerbeyi’nde gizlice buluşmaya ve size oy veren milyonları hiçe sayarak gizli anlaşmalar yapmanıza değdi mi? (Deniz Bey, biliyorsunuz ki bu gizli buluşmanın da tanığı var.)

Başbakan olmak, elbette Erdoğan’ın demokratik hakkıdır. Ama bunun için olağanüstü çaba harcamak CHP’nin birinci görevi değildir. Üstelik dokunulmazlık kaldırılmadan.

Bir milletvekilinin mazbatasını iptal ettirip, Anayasa’yı değiştirip, grubu baskı altına alıp, Siirt seçimlerini es geçip Erdoğan’ı meclise sokmak ve dokunulmazlık zırhına kavuşturmak için verdiğiniz canhıraş çabanın yüzde birini partiniz için verseydiniz sonuç bambaşka olurdu.

Size o gün söylediğim gibi, Türkiye’nin kaderini değiştirdiniz.

Deniz Bey; sözlerimde en ufak bir çarpıtma varsa çıkıp söyleyin. “Öyle değildi. Böyle konuşmadık.” deyin.

Genel Sekreterinizin ve en yakınlarınızın tanık olduğu bu konuşmayı inkâr edin.

Ya da başınızı önünüze eğin ve tarihin hakkınızda vereceği yargıyı düşünün.

Deniz Bey; çok ağır şeyler yazdığımın farkındayım. O akşamki tartışmaya kadar bir dostluğumuz vardı, bunları yazmak istemezdim.

Ama hem duruma doğru teşhis koyamamanız, hem de aşırı derecede inatçı olma huyunuz yüzünden hepimizi tehlikeye attınız.

Tayyip Erdoğan’ın yüzde 34 oyla meclisin üçte ikisini ele geçirmesinin manivelası oldunuz.

Daha önce Refah Partisi’nin belediyeleri ele geçirmesi de sizin oyları bölmeniz sayesinde gerçekleşmişti..

Tayyip Erdoğan’ların ve yine çok yakın dostunuz olan Melih Gökçek’lerin en büyük şansı sizdiniz.

CHP’nin ise en büyük şanssızlığı oldunuz.

Bu ülkenin sola şiddetle ihtiyaç duyduğu bir dönemde, bütün uyarılarımıza rağmen partiyi sağa çekmekte, Kürtlerden, Alevilerden, solculardan ayırmakta ısrarlı oldunuz.

Erdal İnönü, Hikmet Çetin, Murat Karayalçın, Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay, Celal Doğan ve daha birçok sosyal demokratla el ele tutuşup halkın karşısına çıkmanız gerekirken; eski MHP’lileri, eski ANAP’lıları, idamla yargılanmış sağcı militanları parti vitrinine çıkarmakta ısrar ettiniz.

Size defalarca “Bir şeyin aslı varken kopyasına kimse bakmaz!” dememize rağmen, sol politikaları değil, MHP çizgisini tercih ettiniz.

Sağcıları ve sekreterinizi Meclis’e sokarken, İsmet Paşa’nın Avrupa Konseyi’nde komisyon başkanı olma başarısını gösteren torunu Gülsün Bilgehan’ı Meclis dışında bıraktınız.

İnanın ki bunları yazarken samimi olarak üzülüyorum. Keşke haklı çıkmasaydım, keşke sizin tahminleriniz doğrulansaydı diyorum ama durum ortada.

Yazık oldu Deniz Bey, hem size, hem partinize, hem de size inanan temiz yürekli sosyal demokratlara.

Artık bundan sonra istifa etseniz de bir etmeseniz de.

Bad-el harab-ül Basra!



http://www.hurriyet.com.tr/beylerbeyinde-gizli-anlasma-6950221

.

Tapınma Kongresi


Dün ma­sa­ya otur­dum…
De­niz­ci­lik sek­tö­rü kan ağ­lar­ken, na­sıl olu­yor da Bi­na­li Yıl­dı­rı­m'­ın ço­cuk­la­rı 13 yıl­da “ge­mi­cik­le­riy­le­” zen­gin­leş­ti; bu­nu ya­za­cak­tım.
Ama…
Gör­müş­sü­nüz­dür.
İz­le­miş­si­niz­dir.
Evet, AKP kon­gre­sin­den bah­se­di­yo­rum…
AKP kon­gre­sin­de­ki top­lu aya­ğa kal­kış gö­zü­mün önün­den git­mi­yor bir tür­lü:
Bu bir kül­t'­tür. Ya­ni; ta­pın­ma­dır!
Fa­ni bi­ri­ne ta­pı­lır mı?
Ta­rih­te ör­nek­le­ri var; ör­ne­ğin, fi­ra­vu­na ta­pı­lır!
*  *  *
Oy­sa…
Ku­r'­an-ı Ke­rim, “fi­ra­vu­n” ko­nu­sun­da in­sa­noğ­lu­nu sü­rek­li uya­rır; 74 yer­de “fi­ra­vu­n” adı­nı ge­çi­rir.
Fi­ra­vu­nu şöy­le an­la­tır:
Fİ­RA­VUN; on­dan ön­ce­ki­ler gi­bi hep ay­nı su­çu iş­ler. (Hâk­ka, 9)
Fİ­RA­VUN; kuş­ku­suz tan­rı­ya, va­hi­ye, pey­gam­be­re kar­şı de­ğil­dir. (İs­ra, 102)
Fİ­RA­VUN; ege­men­li­ğin kay­na­ğı ola­rak ken­di­si­ni gö­rür. Ya­ra­tı­cı adı­na iş­le­ri yü­rüt­tü­ğü­nü dü­şü­nür. (Mü'­min, 29)
Fİ­RA­VUN; öl­dür­me ve ya­şat­ma ko­nu­sun­da tam yet­ki­li ol­du­ğu­na ina­nır. Ül­ke­nin sa­hi­bi ol­du­ğu­nu sa­nır. (Zuh­ruf, 51)
Fİ­RA­VUN; ha­ya­tın her ala­nın­da tam bir zor­ba­dır; ken­di kon­tro­lün­de ol­ma­yan hiç­bir şe­ye izin ver­me­yen bir ki­bir abi­de­si­dir. (Du­han, 31)
Fİ­RA­VUN; ki­min ne ka­dar dü­şü­ne­ce­ği­ne, na­sıl ya­şa­ya­ca­ğı­na ve ne ka­dar ina­na­ca­ğı­na ken­di­si ka­rar ve­rir. (A'­raf, 123)
Fİ­RA­VUN; in­san­la­rı çe­şit­li sem­bol­le­re-put­la­ra ve ken­di­ne ita­ate zor­lar; ta­ğut­la­şır. (Na­zi­at, 17)
Fİ­RA­VUN; ken­di­ne ve oluş­tur­du­ğu sem­bol­le­re ita­at de­re­ce­le­ri var­dır; uy­ma­yan­la­rı ez­me­nin yol­la­rı­nı arar. Hal­kı­nı bir­ta­kım grup­la­ra ayı­rıp bö­ler; ve on­lar­dan bir bö­lü­mü­nü güç­ten dü­şü­rür; is­yan­cı er­kek ço­cuk­la­rı “boz­gun­cu­” di­ye bo­ğaz­la­tır. (Ka­sas, 4)
Fİ­RA­VUN; hal­kı için ça­lı­şan­la­rı, “yer­yü­zün­de fe­sat çı­kar­mak is­te­yen­le­r” di­ye hal­ka “ye­m” yap­tır­mak is­ter; hak­ka­ni­yet­li in­san­lar­dan öl­dü­re­si­ye nef­ret eder.
(Mü'­min, 26)
Fİ­RA­VUN; gü­cü­nün tan­rı ka­tın­dan gel­di­ği­ni gös­ter­mek için bü­yük sa­ray ve bah­çe yap­tı­rır. (Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; ken­di mev­ki­si­ni ve zen­gin­li­ği­ni öne çı­ka­ra­rak hal­kı kü­çüm­ser.
(Zuh­ruf, 54)
Fİ­RA­VUN; ma­kam-kol­tuk, pa­ra-ser­vet, ha­zi­ne-iha­le da­ğı­tı­mı­nı biz­zat ken­di ya­par. Ka­ri­yer ve kon­for grup­la­rı oluş­tu­rur; hal­kı da bu­nun ha­yal­le­ri­ni kur­du­ra­rak kö­le­leş­ti­rir. (Yu­nus, 88 ve Şua­ra, 57-58)
Fİ­RA­VUN; hal­kın ka­fa­sı­nı ka­rış­tı­ra­rak on­la­rı ap­tal­laş­tı­rır. Halk, fi­ra­vu­na ita­at ede­rek yol­dan çı­kar. (Zuh­ruf, 54)
Fİ­RA­VUN; kur­du­ğu zu­lüm he­ge­mon­ya­sın­dan ne­ma­la­nan ve ken­di­ne akıl ve­ren ke­sim­le bir­lik­te sür­dü­rür sis­te­mi­ni. (A'­raf, 127)
Fİ­RA­VUN; ya­la­nın ik­ti­da­rı için “bü­tün us­ta si­hir­baz­la­rı-bü­yü­cü­le­ri ba­na ge­ti­ri­n” di­ye em­re­der. On­lar Fi­ra­vu­n'­a ge­lip der­ler ki: “E­ğer biz ga­lip olur­sak, her­hal­de bi­ze bir kar­şı­lık (ar­ma­ğan) var, de­ğil mi?” Fi­ra­vun, “e­ve­t” de­di; “en ya­kın­la­rım siz­ler ola­cak­sı­nız.” (Yu­nus, 79 ve A'­raf 113-114)
Fİ­RA­VUN; iti­raz eden­le­ri, mu­ha­le­fet ya­pan­la­rı; “ra­hat ya­şa­mı boz­mak is­te­yen, in­san­la­rın key­fi­ni ka­çı­ran şer ha­re­ket­le­ri­” ola­rak gö­rür. (A'­raf, 110)
Fİ­RA­VUN; ken­di­si­nin izin ver­me­di­ği­ni bir si­ya­sal ha­re­ke­tin-ide­olo­ji­nin-gö­rü­şün or­ta­ya çık­ma­sı­na şid­det­le kar­şı çı­kar. Böy­le bir ha­re­ke­ti, ken­di var­lı­ğı­na ve oluş­tur­du­ğu sis­te­mi­ne kar­şı ha­yır­sız bir ey­lem ola­rak gö­rür. (A'­raf, 123)
Fİ­RA­VUN; ger­çe­ği hay­kı­ran­la­rı hal­ka düş­man gös­te­rir; “si­zi yur­du­nuz­dan sü­rüp çı­kar­mak is­ti­yor­la­r” di­ye hal­kı kor­ku­tur. (Şua­ra, 35)
Fİ­RA­VUN; sis­te­mi­ne ve fi­kir­le­ri­ne kar­şı çı­kan­la­ra iş­ken­ce yap­tı­rır, hap­se at­tı­rır ve öl­dür­tür. (A'­raf, 124)
Fİ­RA­VUN; ken­di­si­ne ve kur­du­ğu sis­te­mi­ne kar­şı olan­la­rın kuv­vet kay­nak­la­rı­nı yok eder ve her­ke­si ken­di­ne muh­taç bir sü­rü­ye dö­nüş­mek is­ter. (A'­raf, 127)
Fİ­RA­VUN; ki­şi­li­ği­ni, fi­kir­le­ri­ni, sis­te­mi­ni her alan­da tek güç kay­na­ğı, tek söz sa­hi­bi ola­rak be­lir­ler. “Ey ön­de ge­len­ler, si­zin için ben­den baş­ka li­de­ri­niz yo­k” der.
(Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; din adam­la­rı­na ve din­dar grup­la­ra de­ğer ve­rir; bun­la­ra, sis­te­mi­ni top­lum­sal ya­şam­da meş­ru­laş­tı­ra­cak -halk için­de ko­nuş­ma gi­bi- gö­rev­ler ve­rir. On­lar da sa­da­kat­le gö­rev­le­ri­ni ye­ri­ne ge­ti­rir. (Ka­sas, 38)
Fİ­RA­VUN; dü­ze­ni­ni de­vam et­ti­rir­ken, bir gün ge­lip ik­ti­da­rı­nı yı­ka­cak is­yan çığ­lık­la­rı­nı duy­maz. (Du­han, 31 ve Ka­sas, 7-14)
Fİ­RA­VUN; hiç­bir uya­rı­yı, na­si­ha­tı din­le­mez. (Na­zi'at, 17)

So­nuç­ta:

Ku­r'­an, fi­ra­vu­nu ve fi­ra­vun dü­zen­le­ri­ni des­tek­le­yen­le­ri la­net­ler.
Ne ya­zık ki, in­sa­noğ­lu bu­na rağ­men her fır­sat­ta yol­dan çı­ka­ra­rak fi­ra­vu­na ta­par.

.

ERMENİ SORUNU VE TÜRKLER

Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurul’unda, Türkiye Raporu kabul edildi. Raporda, Türkiye’de; temel hak ve özgürlükler alanında, ilerleme ve duraklama bir yana “gerileme” olduğu yer aldı. Yargı bağımsızlığı, toplanma özgürlüğü, ifade özgürlüğü, insan haklarına saygı ve hukukun egemenliği alanlarında bozulmalar olduğu belirtildi.

Tayip Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi ve yargıya yönelik beyanları eleştirildi.

Ayrıca Vizesiz seyahat işinin de öyle kolay kolay olmayacağı söylendi.

Kıbrıs konusunda eleştiriler yapıldı.

Ermeni soykırıma atıfda bulunuldu.

Geriye ne kaldı.

Hiçbir şey.

Buna karşın Türk Hükümeti ve Avrupa Birliği Bakanı-Başmüzakereci Volkan Bozkır “raporun yok hükmünde” olduğunu ve “iade edileceğini” söyledi.

Rapor “yok hükmünde” denilince yok oluyor!.

Üstüne üstlük “iade edilince”, Avrupa Parlamentosu (AP) çok üzülecek, raporu geri alacak ve özür dileyecek, belki de istifa edecekler!.

Türkiye, son senelerde “asılsız ve uydurma ermeni soykırımı” tezini çürütmek için ne yaptı.

Hiçbir şey.

Ermeni lobi, örgüt ve çeteleri bırakın yurt dışını, Türkiye’de bile toplantı üstüne toplantı yapıyorlar.

Biz haklı olan davamızı savunmuyor ve sesimizi duyurmuyoruz.

Ermenistan’ın, Rusya’nın yönlendirmesi ile kurulduğu yakın tarihlerde, Başkenti olan Erivan’da, ermeniden çok Türk vardı. Türklerin buradaki sayısı 400.000 binin üzerinde idi. Bu gün tek bir Türk bile kalmadı. Bu insanlar buhar olup uçmadılar, Ermeniler tarafından soykırıma uğradılar.

Ermeni çetelerinin, Türkiye’de yaptığı soykırım ve cinayetler, tarafsız batılı gözlemci ve tarihçilerinin dahi eserlerine yansımıştır.

ABD’li tarihçi Guenter Lewy, “İngiliz, Alman ve Amerikan arşivlerinde yaptığı araştırmalarda, Ermenilerin 1915 olaylarına ilişkin soykırım iddialarının doğru olmadığını, bu iddiaları doğrular tek bir belgenin bulunmadığını” söylemiştir.

Hollanda’lı tarihçi Eric Zurcher, “ermeni soykırımı iddialarının gerçek bir temele ve geçerli bir delile dayanmadığını” belirterek, “soykırıma ilişkin olarak ermeniler tarafından dünyaya yayılan belgelerin sahte olduğunu” kanıtlamıştır.

Ünlü tarihçi Prof.Dr.Norman Stone; “Ortada ermeni soykırımı değil, soykırım olduğunu ileri süren uydurma uzman ve örgütler vardır. Ermeni soykırımı olmadığını söylerim ve bunu yasaklayan bir yasa varsa, bunun için hapse bile girerim.” demiştir.

ABD Başkanlık Danışmanı Bruce Fein; “Ermeniler 1.Dünya Savaşı sırasında 2 milyon Türk’ü öldürmüşlerdir. Özellikle ABD’de yaşayan ermeniler, soykırım yalanı ile büyük bir getiri sağlamaktadırlar” demektedir.

Ermenilerin sonraki kuşakları bile, kendi yazdıkları sanal tarihin peşine takılarak, daha yakın tarihlerde, çeşitli ülkelerdeki “Büyükelçilerimizi ve elçilik görevlilerini” öldürme yoluna gitmişlerdir. Bulundukları ülkelerin güvencesi altında olan Büyükelçilerimize karşı işlenen suçlar ve bu masum insanların öldürülmesi olayları da soykırım suçundan başka bir şey değildir. Kendi elçilerinin öldürülmesi halinde, kıyameti koparacak olan ülkeler, Türk temsilcilerinin öldürülmesi karşısında kıllarını bile kıpırdatmamış, üstelik bu suçları işleyen kişileri sudan bahanelerle beraat ettirmişlerdir.

Bütün bu konuları, kolay ve çabuk okunması için topladığım “Ermeni Sorunu ve Türkler” isimli küçük bir kitapçık vardır.

Uluslararası bir sorun olması bakımından Türkçe, İngilizce, Fransızca ve Almanca olmak üzere dört dilde bastırdığım bu kitapta, aranan bir çok sorunun yaşanmış öykülere dayanan cevapları bulunmaktadır. Piyasada satılan bu kitabı, ücretsiz olarak verme isteğime karşı, kamu kurumları sessiz kalmışlardır.

Türk bilim adamlarının bu konudaki değerli araştırma ve bulguları, üzülerek belirtmek gerekir ki, kasıtlı bir karanlığa mahkum edilmek istenmektedir. Bütün bu bilimsel görüşler karşısında, hiçbir temele dayanmayan bizim sözde “aydıncıklarımızın” neye ve kime hizmet ettikleri ise bilinmektedir.

Av.A.Erdem Akyüz

.

ATATÜRKÇE DÜŞÜNMEK VE YORUMLAMAK: BAYRAMLARIMIZ NEDEN KALDIRILIYOR?

Prof. Dr. Cihan Dura
18.4.2016


İdeal düşünme ve eylem; bilinçlilik, düzen ve süreklilik ister. İnsanın kafasında doğru bulduğu, hazır bir fikir sistemi olmalıdır. Bir Atatürkçünün düşünme sistemi Atatürk öğretisidir. Atatürkçülüğün ilkeleri, kavramları, ilişkileri ve sonuçlarıdır; sadece bunlar kullanılarak yapılan muhakeme süreçleridir. Öyle ki, bir kavramla, bir önerme veya bir sonuçla karşılaştıklarında Atatürkçüler ondan genellikle aynı şeyi anlamalıdır. Herhangi bir olayı, sorunu aynı araçları kullanarak yorumlamalıdır. 


 **

 Medyada bir haber: AKP hükümeti yine boş durmadı. Meclis’teki 23 Nisan resepsiyonunu “terör” gerekçesiyle iptal etti, kutlamalara kısıtlama getirdi. Bu karar, akıllara Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen 13 Mart’ta Ankara’da 36 kişinin öldüğü bombalı saldırının ardından yaptığı açıklamayı getirdi. Erdoğan, Tıp Bayramı kutlamalarına katılmış ve ‘Teröristleri mi sevindireceğiz, yolumuza devam ederiz’ demişti. Son olarak da, stadyum açılışı yapıp kendi aralarında keyifle top çevirmişlerdi.

Gerçekten, bu talihsiz uygulamayı AKP hükümetleri gelenek haline getirdi: AKP dö­ne­min­de res­mi bay­ram kut­la­ma­la­rı­nın ço­ğu “te­rör” bahanesiyle ip­tal edi­lir­ken, ba­zı­la­rı­ da kısıtlandı. 2011’den beri bütün ulusal bayramlarımız, 30 Ağustos Zafer Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, 19 Ma­yıs Ata­tür­k’­ü An­ma Genç­lik ve Spor Bay­ra­mı ve bugün de 23 Nisan Bayramı resepsiyonu ve kutlamaları bu düşmanlıktan nasibini aldı.

Soru şu: Bu olay bir Atatürkçü için ne anlama geliyor? Örneğin, Atatürkçülüğün Milliyetçilik ilkesi açısından nasıl yorumlanmalı; tabii Atatürkçü öğretinin doğruları, kavram ve görüşleri temel alınarak yanıtlanacak. Sorumu bu kez Birinci Görev Okulu öğrencilerine yönelttim. Büyük ilgi gösterdiler, değişik yanıtlar aldım. Tek tek not ettim, sınıflandırdım. Özetleyerek, aşağıda bir düzen dahilinde sunuyorum. 

1- Türk Milliyetçiliği nedir? “Türk milliyetçiliği Türk toplumunun kendine özgü karakterini ve bağımsız kimliğini korumaktır. Türk ulusu bir yandan çağdaşlaşırken, bir yandan da kendi varlığını ve benliğini koruyacaktır. Ulusal bayramlarımız bizim tarihimizdir. Bize özgüdür, bizim varlık ve benliğimizin birer parçasıdır. Onların kaldırılması bizim kimliğimize düşmanlıktan, o kimliği silmeye çalışmaktan başka ne anlama gelebilir?

2- Milliyet duygusunu düşünelim. Bu duygu bir topluma başlı başına kuvvet ve sağlamlık kazandırır, onun hayat yeteneğini genişletir. Bayramlar Milliyet duygusunun önemli araçlarındandır. Bir bayramı birlikte kutlayanların özgüveni artar, birbirlerine yaklaşır ve bütünleşir, kendilerini çok daha güçlü hissederler. Bayramların kutlanmasını engellemek, onları unutturmaya çalışmak, genç kuşakları bu konuda cahil bırakmaktır. Bu ve benzeri yollardan Milliyet duygusunu zayıflatmak,  toplum çürümeye götürür, dağılmaya sürükler.

AKP hükümetinin ulusal bayramlarımızı yasaklaması hiç kuşkusuz devletimizin iç ve dış düşmanlarının çok hoşuna gidiyor, onlara adeta bayram yaptırıyor. Çünkü Milliyetçilik, Milliyet duygusu emperyalizmin, hiç işine gelmez. Emperyalistler Milliyet duygusuna yönelik saldırılarını hiç durdurmuyorlar. Bu saldırılar küreselleşme aldatısı çerçevesinde, küresel şirketler tarafından, onların hizmetlisi Batı hükümetleri tarafından gerçekleştiriliyor. Çünkü refah ve zenginliklerini sürdürmelerinin önündeki tek engel olarak milliyetçiliği, “ulus devlet”leri görüyorlar. Çünkü dünyaya dayattıkları neoliberal politikalara karşı direnişi yalnızca ulus-devletler gösterebiliyor.

3- Bir milletin meydana gelmesinde rol oynayan başlıca unsurlar; ortak tarih, ortak dil ve ortak kültürdür. Diğer bir deyişle ortak fikirlerdir, ortak ahlaktır, ortak duygu ve heyecanlar, hatıra ve geleneklerdir. Millî bayramlar bizim ortak tarihimizin hatırlatıcılarıdır. Ortak duygu ve heyecanları harekete geçiren, ortak hatıra ve geleneklerin anılıp uygulanmasını sağlayan etkinliklerdir. Eğer bir iktidar 23 Nisan gibi millî bayramlarımızı yasaklıyorsa, bu; ortak duygu ve heyecanların yaşanmasını engelliyor, ortak tarihimizi, hatıra ve geleneklerimizi unutturmaya çalışıyor, ortak kültürümüzü fakirleştiriyor demektir. Bu kayıplar da doğrudan milletin oluşturucu unsurlarına büyük zararlar verecektir. Demek ki iktidarın sinsi niyeti, Milleti zayıflatmak, dağıtmaktır. Bu tutum bir yönetimin kendi milletine düşmanca bir tavrıdır ve ancak düşmanların ekmeğine yağ sürer.

4- Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı bir ''kültür milliyetçiliği''dir. Ülkemizde bin yılda oluşmuş -ve oluşmakta olan- bir kültür ortaklığı üzerinde inşa edilmiştir. Amacı, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar arasında “biz” duygusu yaratmak, bir dayanışma alışkanlığı oluşturmaktır. Bayramlar da ortak kültürümüzün önemli bir unsurudur. Kaldırılması veya kutlamalarının kısıtlanması, “biz” duygusuna, dayanışma olgusuna bir darbedir. Bir ülkenin seçilmiş hükümetleri bunu kendi milletine nasıl reva görebilir?

5- Bir devletin, milletin bekası, toplumda ulusal bilincin güçlü olmasına bağlıdır. Eğer toplumda ulusal bilinç zayıflığı varsa, devlet ve millet büyük bir tehlike ile karşı karşıya demektir. Atatürk bu ilişkinin önemini iyi bilen bir önder olarak, sorunun üzerine gitmiştir.

Bir toplumda ulusal bilincin mevcudiyetinin oluşturucu gerekleri nelerdir, bunun için ne yapmalıdır? İlk yapılacak iş milletin kendini tanımasını, bu yoldan ulusal benliğini bulmasını sağlamaktır. Bunun türlü yollarından biri o milleti, tarihsel varlığı hakkında bilinçlendirmektir. İşte ulusal bayramlar bunu sağlayacak başlıca etkinliklerden biridir. Yurttaşlara ulusal bilinç aşılamak, bu bilincin gelişmesini sağlamak millî bayramların birinci işlevidir. Demek ki, AKP hükümeti bayramların kutlanmasını engellemekle, milletimizin kendisi hakkındaki bilinçlenme sürecini de engellemiş, ona ölümcül bir darbe indirmiş oluyor. Şu bir gerçektir ki, Atatürk Milliyetçiliği Türk ulusunu Avrupalı emperyalistler karşısındaki aşağılık kompleksinden kurtararak, diğer bir emperyalizm olan Araplaşmadan önemli ölçüde uzaklaştırarak milletimize özgüven kazandırmıştır. Milli bayramları bu özgüveni tazelemek içindir, yasaklanmaları ise o özgüveni tahrip etmekten başka bir şey değildir.

6- Millet birbirine tarih, dil, kültür ve ülkü birliği ile bağlı olan yurttaşların oluşturduğu siyasal bir topluluktur. Millî Birlik; işte bu “alt birlikler” diyebileceğimiz tarih, dil, kültür, ülkü birliklerinden doğan bir tür “üst birlik”tir; denebilir ki, adı geçen alt birliklerin toplamı veya bileşkesidir. Millî Birlik ne kadar kuvvetli olursa, o kadar iyidir. Ulusal bayramlarımız saydığım alt birliklerden tarih ve kültür birliklerinin birer unsurudur. Bayramların kaldırılmasının esas hedefinin Millî Birlik olduğu, bu yoldan da Türk milletinin kendisine yöneltilmiş bir yumruk olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü Türk milleti, her millet gibi varlığını sürdürmek için iç ve dış düşmanlarına karşı kendini koruma gereksinimi duyar. Bunu da toplu yaşama yoluyla, bunun güçlenmiş şekli olan Millî Birlik yoluyla sağlar.

7- Peki, bugün Türkiye’de durum nedir? Gönül isterdi ki, millî birliğimizi zayıflatmaya yönelik bu tür saldırılar karşısında halk şiddetli bir tepki göstersin. Tehlikeyi önlemek ve yok etmek üzere bir araya gelme yeteneği göstersin. Peki, öyle mi oluyor? Ne yazık ki, öyle olmuyor. Ulusal bilinç bakımından ülkemizin görünümü hiç de iç açıcı değildir. Neden böyle? Sebebini öncelikle geçmiş yıllarda aramak gerekir: Atatürk’ün aramızdan ayrılışından hemen sonra geri dönüşler başlamış, ideolojik ihanetler görülmüş, bunlar günümüzde artık doruk noktasına ulaşmıştır. Öyle ki, bugün Türkiye’de hem de devleti yönetenler tarafından Türk ulusal bilincine ve birliğine karşı, sinsice yürütülen bir savaş sürmektedir. Başlıca iki kaynağın eseri olarak: Birincisi, Emperyalizm canavarının sinsi çalışmaları; ikincisi, bu canavarın aramızdaki ortakları... Kısacası, Atatürk’ün Nutuk’ta bizi uyardığı iç ve dış düşmanlar… Bugün bütün yurdu kaplamış bulunan ümmetçilik propagandası ülkenin her yerinde, her kurumunda eyleme geçmiş bulunuyor. İç bedhahlar arasına “sahte Atatürkçüler”i de katabiliriz.

Kısacası, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve bütünlüğü büyük, sinsi bir tehlike ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla Millî Birliğimizin üzerinde yeniden durmak, onu canlandırmak, onu yeniden güçlendirmek zorundayız. Artık kabak tadı vermiş olan eleştirilerle yetinmeyi bir yana bırakarak, somut çareler üzerinde kafa yormamız gerekmektedir.

.

SORUNLARIMIZA ULUSAL ÇÖZÜMLER ÜRETELİM -28-


SORUNLARIMIZA ULUSAL ÇÖZÜMLER ÜRETELİM -28-

"Milli benliğini yitirmiş uluslar, başka milletlerin avıdır."
Mustafa Kemal ATATÜRK

12 ülke, Akdenizde güç gösterisi yapıyor (9.12.2015-Milliyet)


Değerli arkadaşlar,

Daha önceki SORUNLARIMIZA ULUSAL ÇÖZÜMLER ÜRETELİM başlıklı yazılarımda birçok sorunumuzu dile getirmiş ve
Şimdi bu olayları ve sorunları oluşturan etmenleri düşünelim;
·         Neden ve niçin ve de hangi amaçla bu sorunlar karşımıza çıkıyor?
·         Bu sorunlara verilen tepkiler ve üretilen çözümler uygun mu?
·         Bu ortamda, bu çözümlerin dışında daha neler yapılabilir?
·         Daha uygun ve daha akılcı çözümler için kimlerle iş birliği yapılabilir?
diye sormuştum. Ne yazık ki bırakın sorunlarımıza ulusal çözümler üretmeyi, sadece sonuçlarla ilgilenip sorunların esas nedenleri de araştırılmamaktadır. 

Değerli arkadaşlar,
Özellikle de AB-D emperyalizminin, BOP projesi adıyla anılan kirli amaçları nedeniyle, Suriye de iç savaş yaklaşık 5 yıldır devam ediyor. Bu savaş ve IŞİD belası yüzünden, hem sınırımız büyük bir tehdit altında hem de ülkemize gelen Suriyeliler yüzünden, halkımızın işsizlik sorunu arttı ve güncel yaşantısı huzursuz hale geldi. 

Bazı yöneticilerimiz ve danışmanları geçmişten ders almasını bilmediği için tüm halkımız boşu boşuna stress altında kalıyor. Kişiler gelip geçicidir, kurumlar ise kalıcıdır. O nedenle kurumlarımızı korumalıyız. Ayrıca yasama, yürütme ve yargının birbirine saygısı yıpratılmamalı, birbirinden bağımsız ve bağlantısız çalışması sağlanmalıdır. En önemlisi, bağımsız ve tarafsız yargının, herkesin güvencesi olduğu unutulmamalıdır.

Bu aşamada, dünyamız büyük bir siyasi ve ekonomik sarsıntı geçirirken, güzel ülkemizin de hem içte hem de dışta birçok önemli sorunu var ve halkımız ulusal çıkarlarımıza uygun çözümler bekliyor. Örneğin;
  • ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI ÇIKABİLİR. “Kriz kahini” olarak tanınan dünyaca ünlü iktisatçı Roubini’den korkutan uyarı geldi (6.12.2015-SÖZCÜ)
  • ÜÇÜNÜ DÜNYA SAVAŞI BAŞLAMIŞTIR. YENİ SYKES-PİCOT ANLAŞMASI UFUKTA. Emekli Büyükelçi Uluç ÖZÜLKER: “Esad bölgesi Rusya’nın mandası oldu. Cenevre’ye buradan bakın” dedi (1.2.2016-Cumhuriyet)
  • 12 ÜLKE AKDENİZDE GÜÇ GÖSTERİSİ YAPIYOR. Doğu Akdeniz, Rusya’nın da Suriye’deki savaşa dahil olmasıyla 12 ülkenin güçlü savaş gemileriyle boy gösterdiği sıcak bölge haline geldi. Türk donanması da 14 muharip, 14 lojistik destek gemisiyle tedbirlerini artırdı (9.12.2015-Milliyet)
  • KATARDAKİ TÜRK ÜSSÜNDE 3 BİN ASKER GÖREV YAPACAK. Katarla 2014 de imzalanan anlaşma ile üssün kurulması kararı alınmıştı. Türkiye’nin Ortadoğu’daki ilk üssünde, hava ve deniz birlikleri ile birlikte eğitmen ve özel operasyon kuvvetlerini de içeren 3 bin askerin hazır bulunacağı açıklandı. (17.12.2015-Milliyet). 
  • TÜRKİYENİN EN BÜYÜK SORUNU TERÖR VE İŞSİZLİK. Ekonominin gidişatını iyi görmeyen vatandaşın en büyük sorunu “terör” olurken ardından “işsizlik ve yolsuzluk” geliyor (13.1.2016-SÖZCÜ).
  • YASAK YARIN BAŞLIYOR. Rusya, 1 Ocaktan itibaren Türk şirketlerinin devlet ve belediyelerin ihtiyaçlarına yönelik inşaat, otel işletmeciliği ve hizmetleri alanında çalışmasını yasakladı. (3.12.2015-Cumhuriyet). 
  • RUSYA KRİZİNİN FATURASI YILLIK 11 MİLYAR DOLARI AŞACAK. Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı’na göre, Rusya ile yaşanan uçak krizi; Türkiye’de en çok gıda, turizm, inşaat, konut ve perakende sektörünü vuracak (26.1.2015-Cumhuriyet).
  • İHRACAATÇI 6 YILIN EN BÜYÜK FİRESİNİ VERDİ. Bir yıldır kan kaybeden ihracat yılın ilk ayında %14,4 düşerek 9,2 milyar $’la son 6 yılın en düşük seviyesine indi. Kur baskısı altındaki ihracatçının parite kaybı 317 milyon $ oldu (2.2.2016-SÖZCÜ).
  • SURİYELİ İŞE GİRDİ, İŞSİZLİK6 AYIN ZİRVESİNE ÇIKTI. İşsizlik oranı kayıt dışı Suriyeli göçmenlerin istihdam edilmesiyle Eylül 2015 döneminde %10,3 ile 6 ayın zirvesine çıktı. İşsiz sayısı 3,1 milyonu aştı (16.12.2015-Cumhuriyet)
  • İŞSİZLİK 77 AYLIK DÖNEMİN EN YÜKSEK SEVİYESİNDE. İşsizlik 10,5’e çıktı. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki işsiz sayısı, geçen yılın Ekim’inde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 104 bin kişi artarak 3 milyon 147 bin oldu (16.1.2016-Cumhuriyet).
  • TERÖR GÖLGESİNDE BİR YIL GEÇİRDİK. Savcı Kiraz öldürüldü, ardından Suruç ve Ankara patlamaları yaşandı. PKK terörü onlarca can aldı. Son olarak Tahir Elçi öldürüldü. Özgecan Aslanın öldürülmesi, Sancarın Nobel ödülü de çok konuşuldu (31.12.2015-Milliyet). Giderek artan terör sonucu yine evlatlarımızı yitiriyoruz. Birileri de bize silah satmak için dört gözle bekliyor.
  • HENDEK VE BARİKATLARIN TEMİZLİĞİ AYLAR ALABİLİR. Bir barikatın tamamen devre dışı bırakılmasının en az 2 gün sürdüğünü belirten Mete YARAR, “Barikatlar 1-2 saatte yıkılmıyor. Hem militanları etkisiz hale getireceksin, hem de barikatı yıkacaksın… Zaman alan iş. Cizre’de henüz müdahale edilmeyen 300 barikat var. Nusaybin’de daha işin başındalar “ dedi (24.12.2015-SÖZCÜ).
  • TÜRKİYEYE 2,5 MİLYON SURİYELİ GELDİ, 8 MİLYON DAHA GELEBİLİR. Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Başkanı Fuat Oktay, Suriye’deki karışıklıktan dolayı 8 milyon kişinin daha ”potansiyel olarak” Türkiye’ye gelme ihtimali olduğunu açıkladı (23.1.2016-SÖZCÜ). 
  • ABD DIŞİŞLERİ BAKANINDAN TARTIŞMA YARATAN AÇIKLAMA: Suriye sınırını kapatmak için Türkiye ile ortak operasyon yapacağız. Suriye’nin kuzey sınırının %75inin güvenceye alındığını söyleyen John Kerry “Geri kalan 98 km’lik kısmı, Türklerle operasyona girerek kapatacağız“ dedi (18.11.2015-SÖZCÜ)

Değerli arkadaşlar,
Birleşmiş milletler güvenlik konseyi de almış olduğu kararla, sınırlarımızı Suriyeli göçmenlere açmamızı istedi. Ayrıca Almanya ve Yunanistan’ın önerisi ile Nato Daimi Deniz Kuvvetleri de Ege Denizinde nöbet tutarak, Yunanistan’a geçmeye çalışan göçmenleri engelleyip, Türkiye’ye iade edecekmiş. Sonuç olarak, güzel ülkemiz Suriye de diğer ülkelerde yaşanan kaos nedeniyle göç eden milyonlarca Arap için bir sığınma ülkesi olacak. 

Umarım sizlerde, yukarıdaki kaygı ve uyarılarıma ekleyecek, geliştirecek ve de ulusal çıkarlarımız doğrultusunda çözecek, yeni öneriler üretebilirsiniz. Emeklerinizin boşa gitmeyeceğine eminim. Çünkü kazanan güzel ülkemiz, ulusal birlikteliğimiz ve saygıdeğer halkımız olacaktır.

Değerli arkadaşlar,
Demokratik ve çağdaş yaşama kavuşmak kolay değildir. Hele de laik bir demokraside barış içinde yaşamak herkese nasip olmuyor. 53 tane İslam ülkesi içinde tek Laik ve demokratik ülke olarak, tüm dünyaya örnek olduğumuzu bir kez daha vurgulamak isterim. Yüce önderimiz ve kurucu liderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüze ne kadar şükran borçluyuz.

Sevgi ve saygılarımla (11.2.2016).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

Türklerin Kozmik Kökenleri : MU ve Atlantis

http://assets.natgeotv.com/Shows/12856.jpg


Ezoterik bilgilerimize göre; Doğu ve Batı uygarlığının iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri Atlantis, diğeri de büyük anavatan Mu Uygarlığıdır. Bu kaynaklar, artık kendilerini maddesel olarak da yavaş yavaş kabul ettirmektedir. Mu kıtası; Pasifik Okyanusu’nda, kuzeyden güneye kadar, Avustralya’nın doğu kıyılarını içine alacak kadar Güney Pasifik’e kadar inen büyük bir bölge üzerinde yer almıştı. Tam anlamıyla pırıl pırıl bir ışık, bir bilge ülkesiydi. Teozoflar, bu Mu kıtasına 1850-1880 yıllarında, her zaman olduğu gibi ayrıcalık kazandırmak için kendi kendilerine Lemurya adını verdiler. O da bir ilhama dayanarak verilmiştir. Kökende, ne bir tablette ne de bir yazıtta herhangi bir Lemurya kelimesi yoktur. İlhama dayalı bu kelime Madam Blavatsky’nin almış olduğu tebliğlerde kendisine bilgiler veren rehberin ifadesidir. Hâlbuki Albay James Churchward’ın bizzat bulmuş olduğu, Kara Maya diliyle yazılmış tabletler üzerinde yazılı isim Mu’dur, ya da bir şive farkından dolayı Muhanda da denilebiliyor. Mu Uygarlığı nın en buyuk evladı Atlantis tır. Atlantis de, Gronland’a yakın bölgelerden İrlanda’yı içine alacak şekilde bütün Kuzeydoğu Amerika kıyılarından aşağıya doğru, Güney Amerika’nın doğu kıyılarını kapsayacak şekilde bir bölgede yer almaktaydı.

Bu iki uygarlığın birbirleriyle senkronizasyonu (eşleme) çok büyüktür. Onlar kendilerinden önceki büyük kozmik uygarlığın birer merkezi hâlinde çalıştıkları için birbirlerine bağlı olarak gelişmişlerdir. Hem gelişmelerindeki hem de çöküşlerindeki çizgi hemen hemen birbirine paraleldir. İki kardeş kıta olarak gelişmişlerdir. Bütün insanlığın uygarlık adına yaptığı her şeyin temel bilgisi ve ilkeleri bu iki büyük merkezden yayılmış veya onların öğretileriyle nakledilmiştir. Mesela, Duyular Dışı Algılamalar esasında Atlantis kökenlidir. Oradaki varlıklar binlerce yıl itibarıyla kendilerinde böyle bir kalıtımı geliştirmiş; böyle bir DNA’yı meydanagetirebilmiştir. Kendi yaşamlarında Duyular Dışı Algılama’yla yaşamak gayet normal bir hayat şekli hâline gelmiştir. Görüşmeleri bizim gibi telefonlarla, radarlarla değildi. Dünyanın her tarafıyla irtibat halindeydiler. Çünkü onlar için maddesel bir araca gerek yoktu. Bünyeleri, bu algılama ile ilişkili enerjetik yayınları alıp verebilecek yetenekte olan varlıklardı. Bütün psi enerjilerini hızlı bir şekilde alıp verebiliyorlardı. Duru görü yetenekleri, telepatik olaylar, önseziler, psikokinezi (Zihnin Maddeye Egemenliği) denilen olaylar onlar için normal bir yaşam şekliydi.

Acaba Anadolu halkı manevî köken olarak nasıl bir realiteye sahiptir? Tarihçiler fizikî kökeni kendilerine göre bir yerlere bağlayabilirler. Ama Anadolu’ya göçüp gelmiş atalarımızın getirmiş oldukları genetik kodun niteliğini bilemezler ve onların konuları da değildir. Bu genetik kod hakkında elbette yüzyıllardan beri intikal eden bir bilgi akışı var. Ezoterik çalışmalarımızın sonucunda oluşan kanaat şöyledir:

MU ve ATLANTİS GÖÇLERİ
Anadolu topraklarına gelen varlıkların bir özelliği var. Burası hem Atlantis’ten hem de Mu’dan göç edenlerin birleştikleri, harman olup girdaplaştıklan bir bölgedir. Ege Denizi ve İskenderiye’ye kadar uzanan bölge çok önemli bir kavşak noktası hâline gelmiştir. Atlantis’in üç devreli olarak su içine gömülüşü sırasında büyük göçler meydana gelmiştir. Teozoflara göre ilk batışı 800 bin yıl önce meydana gelmiştir. Ama bu güvenilir bir rakam değildir. Çünkü Mısır’da, güneşin ardındaki güneş olan Sirius’un hareketlerine göre yapılan özel hesaplamalara göre, papirüslerdeki kayıtlar birinci batışı en fazla 75-80 bin yıl öncesine götürmektedir. Bu kayıtlar Atinalı Solon’a (M.Ö. 638 – M.Ö. 559) gösterilmiştir. Atlantis, ikinci baüşmda iki büyük ada hâline gelmiş, ardından gelen üçüncü batışta ise tümüyle okyanus dibine gömülmüştür. O batış daha sonra yeryüzünde pek çok yerde etkisini gösteriyor. Ve bizim meşhur tufan öykümüz anlatılmaya başlanıyor. Elbette Atlantis’in sular tarafından kaplanarak batışının sebebi başkadır. Yani Atlantis durduğu yerde batmamıştır. Bir eksen kaymasının sonucudur. Eksen kayması kutupların yer değiştirmesidir. Kutupların ekvatoral, ekvatorların kutupsal bölge hâline gelişidir. Mesela dinozorların ortadan kalkışının sebebini bir türlü öğrenememiştir bilim adamları  Dinozorlar, eksenlerin kayması sonucu ölmüştür. Ekvatoral bölgede yaşamakta iken, ağızlarındaki otlarla birlikte donmuşlardır. Mağma üzerinde dünya kabuğu anîden kayınca anında bir soğuma olmuştur. Eksen dönücü olunca birdenbire kuzey güneye, güney kuzeye intikal ediyor. Mısır’da bulunan bazı papirüsler bu olayın dünya çapında birtakım büyük değişikliklere neden olduğunu yazmaktadır. İşte o zaman Atlantis’in ışık çocukları bulundukları yerleri terk ederek göç etmek zorunda kalmışlardır. Arî veya Keltler tarzında birtakım ırklar, kuzeyden güneye inmişlerdir.

Bir kısmı ise kuzeyde kalmakla birlikte bu sefer bir mağara hayatına çekilmek zorunda kalıyor. İşte bugünkü arkeolog ve paleontologların saptadığı varlıklar bunlardır. Atlantis’in en büyük göçü Kuzey Amerika, Orta Amerika ve Güney Amerika’nın kuzey kısmına olmuştur. Meksika ve Yucatan bölgesi, Mississipi nehrine kadar uzanan kısım Atlantis göçmenlerinin yerleştikleri yerdir. Buraya Mu kıtasının göçleri de ulaşmıştır. İnkalar ve Mayalar her iki uygarlığı da bir arada taşır. Hem anavatan Mu hem de Atlantis kültürünü barındırırlar. Her ikisi birbirinin içine girerek efsaneleriyle, inançlarıyla çok güzel bir melez kültür meydana getirmiştir. Anadolu halkının en eskisinden en yenisine, yani en son göç olan Oğuzların göçüne varana kadar bütün asıl beslenme kaynağı Moğolistan’dır. Atlantislilerin göçü nasıl Mısır’ı meydana getirmişse, orayı kendileri için büyük bir göç yeri ve temel bir vatan yapmışlarsa, Mu uygarlığının insanları da Uygurları temel olarak seçmişlerdir. Dolayısıyla iyilik ve güzellikle, felsefeyle ilgili bütün bilgilerini oraya nakletmişlerdir. Uygur uygarlığının kaynağı bugünkü Moğolistan ve Gobi Çölü’nün dağ yamaçlarına yakın olan bölgelerdir. Uygurların inanç, bilim, sosyolojik yaşam, insan ve doğa arasındaki denge, insan ve kozmos arasındaki yapılar bakımından getirip bıraktıkları esaslar çok doğrudur. Zaman içinde Uygur uygarlığı içinde dallanmalar meydana gelmiş, Hindistan’a, Çin’e, Afganistan ve İran yoluyla Anadolu’ya ve Balkanlar’a göçler olmuştur. Hatta Fransa’nın içlerine ulaşan göçler bile söz konusudur. Bugün oralarda yaşayan Katarlar, bir çeşit Drüid mezhebine bağlıdır ve birçok inançları temelde Uygur kökenlidir.

Onlardan bir kısmı İngiltere’ye göçerek Stonehenge anıtları etrafında törenlerini sürdürmüşlerdir. Uygur kökenli göçler, birtakım doğal olaylar sebebiyle olmuştur. Bugün bir çöl olan Gobi bir zamanlar bir iç denizdi ve bölge zengin ağaçlarla, meyvelerle ve hayvanlarla doluydu. Yeni oluşumların ardından meydana gelen yükselişlere paralel olarak oralarda çöküşler oluşmuştur. Gobi’nin çölleşmesine sebep olan iki büyük deniz Hazar ve Karadeniz’dir. Hazar ve Karadeniz o zamanlar dağlık bölgelerdi. Çökmeler başlayınca Gobi’nin suları da çekildi. O sular Karadeniz ve Hazar Denizi’nin meydana gelmesine sebep oldu. Bugün Karadeniz’in dibi hayvan cesetleriyle doludur ve bu yüzden zehirlidir. Büyük Uygur göçüyle birlikte Mu bilgeliği ve Atlantis teknolojisiyle yetişmiş olan büyük insanlık güçleri de, zekâsı ve zihni de göç etti. Onların içinde karışmış birçok varlıkta tohum halinde kapasite mevcuttur. Atalarının yapmış olduğu Şeyleri şu anda yapamıyorlar ama cevher olarak butıu korumuşlardır. 4-5 bin yıllık firavun mezarlarından alman buğdaylar nasıl filiz verdiyse, o tohumlanma özelliklerini 5 bin yıl boyunca korumuşlarsa, o insanlar da kendi DNA’larından, kendi kalıtımlarında bunları naklettiler ve getirdiler. Bu kalıtımın artık ne Atlantis’te ne de Mu’da olmayışı, bunların sadece bir kısmının Mısır taraflarında, bir kısmının da Uygurlarda kalışı çok önemlidir. Bu insanların en çok taşıdıkları özellik, Duyular Dışı Algılama’yla ilgili kodlardır. Bunlar mükemmel bir şekilde hiçbir bozulmaya ve eksilmeye yer bırakılmadan o varlıklar tarafından o göçlerle bu ülkeye, Anadolu’ya yeniden getirilmiştir. Kaybolmuş o yetenekler o insanlar tarafından tekrar yayılmıştır.

Kaynak : Türklerin Kozmik Kökenleri – Burhan Yılmaz

.

BÜRÜKSEL’İN ŞEFAATİ HENDEĞE GÖMÜLDÜ..



BÜRÜKSEL’İN ŞEFAATİ HENDEĞE GÖMÜLDÜ..

Devlet düşmanlarının, yabancı istihbarat ajanlarının, kriptoların kulaklarına fısıldadığı, “bilgi ve belgeye dayanmayan” yalanlara; “çok özel gizli bilgiler(!)” diye sarılan zır cahiller;
“Ankara’nın şerrinden Bürüksel’in şefaati iyidir” deyip, Bürüksel’e sığınmıştı.
Bürüksel, Yahudi lobileri, Evangelist Bush’un şefaatine sığınınca; emperyalizm, bu cehalet ve devlet düşmanlığını fırsata dönüştürdü. Türk, Türkiye Cumhuriyeti devletine düşman olan dinsiz dinciler, kriptolar, milliyetsiz solcular, kripto milliyetçilerin ortak paydası olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk düşmanlığı” paydasında birleştiler. 
Devleti ele geçirince ilk işleri, bölünme yasası olan “İKİZ YASALARI” çıkarmak oldu. Diyarbakır’da “Kürt sorunu” diyen şahıs, ikiz yasalar ile temeli atılan bölünmeye bodrum kat çıktı. Askere yapılan operasyonlar da, bölünme motoruna uçak benzini koymuş oldu. 
Askeri kışlaya, polisi karakola hapseden AKP, PKK için bütün engelleri kaldırma çalışması yürüttü. PKK’ya dikensiz bir alan sunup yol verdi. PKK PİÇ bir devlet kurmak için rahat rahat alt yapıyı oluşturdu. Kalkışmaya hazırlandı. 
Tıpkı ana-baba baskısından kaçıp ortaya düşen çocuklar gibi “şefaatine sığındıkları” dış güçler, bol bol şefaatte bulundu(!).. Habur’da, Oslo’da PKK’nın kucağına oturttu. 80 yıldır iddia ettikleri ne varsa hepsini kendilerine TEK TEK YEDİRDİ…
Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Müslüman coğrafyaya sırtını dönmekle suçlayan, Avrupacı diye suçlayan ortalık çocukları, Avrupa’nın oyuncağı oldu. Haçlı savaşlarını bile övdüler. Müslüman coğrafyanın şeref ve onurunu çiğneyen Haçlı ittifak içinde yer alıp, Iraklı-Suriyeli-Libyalıların satıcısı durumuna düştüler. Misyonerliği “dinsiz dedikleri partiler” değil, kendileri serbest bıraktı.  Anadolu’yu Evangelist kiliselerle donattılar. Misyonerlik çalışmalarının din sorunu değil, siyasi bir sorun olduğunu söyleyenleri Silivri esir evine tıktılar. Fuhuşu suç olmaktan çıkardılar. Fuhuş patlama yaptı. Bilimle barışık, aydınlığın yolu olan gerçek İslam Maturidiliği İngiliz uyarlaması olan Selefi Müslümanlığa evirdiler. Vip cami yaparak Peygamberimizin yıktırdığı camiyi Türkiye’de inşaa ettirdiler. Camilere siyaseti soktular. Yezit-Muaviye anlayışını güncellediler. Bu güncellemeden sonra ABD istihbaratı “Türkiye’de İslam bizim için tehlike olmaktan çıktı” diye rapor verdi. Böylece Lawrence’ın ruhunu şad ettiler. 80 Yıldır savundukları ne varsa Bürüksel’in kucağında TEK TEK YEDİLER. En son yedikleri ise;
Yıllarca yaptıkları Yahudi düşmanlığı oldu. O düşmanlığı el altından çoktan yemişlerdi de, şefaat edenler muta nikahını reddedip,  “böyle olmaz, nikah aleni olmalı” deyince, gelinliği giyip; “damat da pek yakışıklı ama… “demeye başladılar. Biz bu utanılası ve acınası duruma;
SÜBYELEŞMEK diyoruz. Yani KEMİKSİZLEŞMEK… 
BOP sirkinde kılıktan kılığa girdiler… Katiller, sapıklar, ruh hastaları dostları oldu. Yabancı istihbaratların kucağında piçleşen ruh hastaları da tarihçileri…
Bu rezillikleri “dindar insanlar” diye destekleyen zavallılara gelince, durumu bir kıssa ile anlatalım;
“Müslüman olan bir şahıs kendine yeni dostlar bulur. Yeni dostları ile karanlık basınca buluşur. Sabaha kadar o arkadaşları ile zaman geçirir. Kendisine durumu soranlara ise; “biz dostlarla sabaha kadar dini sohbetler yapıp cennet taamları yiyoruz” der. Bunu duyan bir gönül ehli o kişiye şöyle bir haber gönderir;
‘Ona selamımı söyleyin. Tam cennet taamı yerken Euzu Besmele okusun’.
Haberi alan ve kendini çok özel, mertebe almış Müslüman sanan şahıs, gecenin ortasında cennet taamları(!) önüne geldiğinde euzü besmele okur ve o anda her şey değişir. Cennet taamı sandığı yiyecekler gerçekte pisliktir. Mümin sandığı arkadaşları da gerçekte ŞEYTANDIR. “
Bu kıssa bize yalan örtüsü kaldıramayanların şeytanla dostluğa devam edeceğini anlatır.
Ve Türkiye üzerine serilen yalan örtüsü mecburen kalkacaktır. Çünkü Emperyalist ülkelerin PKK kılıfıyla Türk Milletine karşı sürdürdüğü kirli savaş artık kapımıza dayandı. 2016 Yılının bahar ayında büyük kalkışmanın olacağı söyleniyor. Öcalan BİT vasıtasıyla Kandil yılanlarına gönderdiği mesajda ne söylemişti?
“İstediğimiz olmazsa 50 bin kişiyle savaş başlatırız, rahat olun” demişti değil mi?
Bu günlere gizli değil, gözümüze sokula sokula gelindi ama, GÖRENE!!. Görmek istemeyen KÖRE NE?
Türkiye ajan kaynıyor. PKK’yı besleyen, silah veren, akıl veren devletlerin askerleri Türkiye’ye girdi.  Kendi ordusundan rahatsız olanlar, yabancı devletlerin askerlerine sesini çıkarmıyor. Yabancı istihbarat ajanları bin bir kılıkta çalışıyor. Dün “darbeci” diye suçlanan Ordu şimdi can simidi oldu. Ordu vesayetinden şikayet edenler, PKK vesayetine girdi. Acı gerçek işte budur!!.
Güvenlik güçleri bir milletin bağışıklık sistemi gibidir. AKP+F-CİA ve ortakları bağışıklık sistemine saldırdı. Bağışıklık sistemine kim saldırır? Tıbbi cevabı: Virüsler, mikroplar, bakteriler….
Tabii bu büyük ihanetin ters ve düz destekçilerini, muhalefetin katkılarını, bazı Genelkurmay Başkanlarının ihanetini de unutmamak gerekir.  
AKP halkı fakirleştirip borçlandırdı. Fakirleşen ve borçlanan halkın direnci kırıldı. Halk kendi derdine düştü. Halkı kendi derdine düşürenler, Güneydoğu’da PKK’nın güç kazanmasına katkı sundu.
Medya BOP’un borazanı haline geldi. Ahlak çökertildi. Yalan olmazsa olmaz kural haline geldi. Hırsızlık en üst kademeden “maharet” tanımlamasına sokuldu.
Bugün yaşadıklarımız Bürüksel’in şefaatine sığınan ortalık çocuklarının Oslo-Bürüksel’de oturdukları kucağın doğurduğu sonuçtur. 
Güneydoğu’da kalkışma provaları yapılırken askere tam olarak istediklerinin verilmediğini biliyor musunuz? Güneydoğu’da mücadele eden askerin yukarıya tepkilerinin başladığı haberlerini alıyoruz.
PKK üzerinden Türkiye’ye başkanlık dayatılıyor. Yeni Anayasa dayatılıyor. İlla Anayasanın dört maddesini değiştirecekler ya? Oslo’yu, Habur’u, Ege Adalarını Yunanistan’a hibe etmeyi suç olmaktan çıkaracaklar ya? İşledikleri yüzlerce suçu suç olmaktan çıkartıp rejimi değiştirecekler ya? Bebek katilliğine devam eden Artin Agopyan’ı salıverecekler ya? “Amaca giden yolda papaz elbisesi bile giyerim” diyenler, PKK pelerini altında Başkanlığa giden yol hesabını neden yapmasın?
13 Yıldır yaşadıklarımız bizlere bundan sonra yaşayabileceklerimiz konusunda çok dikkatli olmamız gerektiğini söyler. 
Devlet aklını bir tarafa bırakıp, asker ile konuşmak yerine;
Bülent Ersoy, Hülya Avşar, Hülya Koçyiğit, Kadir İnanır gibi zavallıları vitrine koyup, illa da açacağm(!) diyenler, barikatlara da bu güruhu yollasın. Kılıçdaroğlu’nun utanmadan “biz önerdik” dediği akilleri bombalanan hastane, okullara yollayın. Bebek katilinin piçlerinin öldürdüğü bebeğin mezarına yollayın…
Demirtaş’a gelince;
Demirtaş görevini yapıyor. PKK emperyalizmin maşaları olduğuna göre, PKK’nın kravatlı uzantıları da görevini yapacaktır. Demirtaş’a değil, Demirtaş’a bu cesareti verenlere bakın!!.  Amerika’da; “Öcalan’ı övmeyi suç olmaktan çıkardık, PKK paçavralarını taşımayı suç olmaktan çıkardık” diye övünen, bebek katilini “şerefli” ilan eden Arınçgiller familyasına iyi bakın. Neymiş? At sahibine göre eşinirmiş… Biz bu sözü zamanın ruhuna uygun bir biçimde güncellersek;
“Çakal sahibine(sübyeye) göre ulur.”
Demirtaş Bürüksel’in şefaatine sığınanların Habur ve Oslo’da oturduğu kucaktan doğan gayrimeşru çocuğudur. 
Başkanlık dayatması bu gayrimeşru çocukları millete evlat aldırma dayatmasıdır.
Milli söyleme dönüş mü?
Papaz elbisesi canım, papaz elbisesi…

Zahide UÇAR
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...