Ezoterik bilgilerimize göre; Doğu ve Batı uygarlığının iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri Atlantis, diğeri de büyük anavatan Mu Uygarlığıdır. Bu kaynaklar, artık kendilerini maddesel olarak da yavaş yavaş kabul ettirmektedir. Mu kıtası; Pasifik Okyanusu’nda, kuzeyden güneye kadar, Avustralya’nın doğu kıyılarını içine alacak kadar Güney Pasifik’e kadar inen büyük bir bölge üzerinde yer almıştı. Tam anlamıyla pırıl pırıl bir ışık, bir bilge ülkesiydi. Teozoflar, bu Mu kıtasına 1850-1880 yıllarında, her zaman olduğu gibi ayrıcalık kazandırmak için kendi kendilerine Lemurya adını verdiler. O da bir ilhama dayanarak verilmiştir. Kökende, ne bir tablette ne de bir yazıtta herhangi bir Lemurya kelimesi yoktur. İlhama dayalı bu kelime Madam Blavatsky’nin almış olduğu tebliğlerde kendisine bilgiler veren rehberin ifadesidir. Hâlbuki Albay James Churchward’ın bizzat bulmuş olduğu, Kara Maya diliyle yazılmış tabletler üzerinde yazılı isim Mu’dur, ya da bir şive farkından dolayı Muhanda da denilebiliyor. Mu Uygarlığı nın en buyuk evladı Atlantis tır. Atlantis de, Gronland’a yakın bölgelerden İrlanda’yı içine alacak şekilde bütün Kuzeydoğu Amerika kıyılarından aşağıya doğru, Güney Amerika’nın doğu kıyılarını kapsayacak şekilde bir bölgede yer almaktaydı.
Bu iki uygarlığın birbirleriyle senkronizasyonu (eşleme) çok büyüktür. Onlar kendilerinden önceki büyük kozmik uygarlığın birer merkezi hâlinde çalıştıkları için birbirlerine bağlı olarak gelişmişlerdir. Hem gelişmelerindeki hem de çöküşlerindeki çizgi hemen hemen birbirine paraleldir. İki kardeş kıta olarak gelişmişlerdir. Bütün insanlığın uygarlık adına yaptığı her şeyin temel bilgisi ve ilkeleri bu iki büyük merkezden yayılmış veya onların öğretileriyle nakledilmiştir. Mesela, Duyular Dışı Algılamalar esasında Atlantis kökenlidir. Oradaki varlıklar binlerce yıl itibarıyla kendilerinde böyle bir kalıtımı geliştirmiş; böyle bir DNA’yı meydanagetirebilmiştir. Kendi yaşamlarında Duyular Dışı Algılama’yla yaşamak gayet normal bir hayat şekli hâline gelmiştir. Görüşmeleri bizim gibi telefonlarla, radarlarla değildi. Dünyanın her tarafıyla irtibat halindeydiler. Çünkü onlar için maddesel bir araca gerek yoktu. Bünyeleri, bu algılama ile ilişkili enerjetik yayınları alıp verebilecek yetenekte olan varlıklardı. Bütün psi enerjilerini hızlı bir şekilde alıp verebiliyorlardı. Duru görü yetenekleri, telepatik olaylar, önseziler, psikokinezi (Zihnin Maddeye Egemenliği) denilen olaylar onlar için normal bir yaşam şekliydi.
Acaba Anadolu halkı manevî köken olarak nasıl bir realiteye sahiptir? Tarihçiler fizikî kökeni kendilerine göre bir yerlere bağlayabilirler. Ama Anadolu’ya göçüp gelmiş atalarımızın getirmiş oldukları genetik kodun niteliğini bilemezler ve onların konuları da değildir. Bu genetik kod hakkında elbette yüzyıllardan beri intikal eden bir bilgi akışı var. Ezoterik çalışmalarımızın sonucunda oluşan kanaat şöyledir:
MU ve ATLANTİS GÖÇLERİ
Anadolu topraklarına gelen varlıkların bir özelliği var. Burası hem Atlantis’ten hem de Mu’dan göç edenlerin birleştikleri, harman olup girdaplaştıklan bir bölgedir. Ege Denizi ve İskenderiye’ye kadar uzanan bölge çok önemli bir kavşak noktası hâline gelmiştir. Atlantis’in üç devreli olarak su içine gömülüşü sırasında büyük göçler meydana gelmiştir. Teozoflara göre ilk batışı 800 bin yıl önce meydana gelmiştir. Ama bu güvenilir bir rakam değildir. Çünkü Mısır’da, güneşin ardındaki güneş olan Sirius’un hareketlerine göre yapılan özel hesaplamalara göre, papirüslerdeki kayıtlar birinci batışı en fazla 75-80 bin yıl öncesine götürmektedir. Bu kayıtlar Atinalı Solon’a (M.Ö. 638 – M.Ö. 559) gösterilmiştir. Atlantis, ikinci baüşmda iki büyük ada hâline gelmiş, ardından gelen üçüncü batışta ise tümüyle okyanus dibine gömülmüştür. O batış daha sonra yeryüzünde pek çok yerde etkisini gösteriyor. Ve bizim meşhur tufan öykümüz anlatılmaya başlanıyor.
Bir kısmı ise kuzeyde kalmakla birlikte bu sefer bir mağara hayatına çekilmek zorunda kalıyor. İşte bugünkü arkeolog ve paleontologların saptadığı varlıklar bunlardır. Atlantis’in en büyük göçü Kuzey Amerika, Orta Amerika ve Güney Amerika’nın kuzey kısmına olmuştur. Meksika ve Yucatan bölgesi, Mississipi nehrine kadar uzanan kısım Atlantis göçmenlerinin yerleştikleri yerdir. Buraya Mu kıtasının göçleri de ulaşmıştır. İnkalar ve Mayalar her iki uygarlığı da bir arada taşır. Hem anavatan Mu hem de Atlantis kültürünü barındırırlar. Her ikisi birbirinin içine girerek efsaneleriyle, inançlarıyla çok güzel bir melez kültür meydana getirmiştir. Anadolu halkının en eskisinden en yenisine, yani en son göç olan Oğuzların göçüne varana kadar bütün asıl beslenme kaynağı Moğolistan’dır. Atlantislilerin göçü nasıl Mısır’ı meydana getirmişse, orayı kendileri için büyük bir göç yeri ve temel bir vatan yapmışlarsa, Mu uygarlığının insanları da Uygurları temel olarak seçmişlerdir. Dolayısıyla iyilik ve güzellikle, felsefeyle ilgili bütün bilgilerini oraya nakletmişlerdir. Uygur uygarlığının kaynağı bugünkü Moğolistan ve Gobi Çölü’nün dağ yamaçlarına yakın olan bölgelerdir. Uygurların inanç, bilim, sosyolojik yaşam, insan ve doğa arasındaki denge, insan ve kozmos arasındaki yapılar bakımından getirip bıraktıkları esaslar çok doğrudur. Zaman içinde Uygur uygarlığı içinde dallanmalar meydana gelmiş, Hindistan’a, Çin’e, Afganistan ve İran yoluyla Anadolu’ya ve Balkanlar’a göçler olmuştur. Hatta Fransa’nın içlerine ulaşan göçler bile söz konusudur. Bugün oralarda yaşayan Katarlar, bir çeşit Drüid mezhebine bağlıdır ve birçok inançları temelde Uygur kökenlidir.
Onlardan bir kısmı İngiltere’ye göçerek Stonehenge anıtları etrafında törenlerini sürdürmüşlerdir. Uygur kökenli göçler, birtakım doğal olaylar sebebiyle olmuştur. Bugün bir çöl olan Gobi bir zamanlar bir iç denizdi ve bölge zengin ağaçlarla, meyvelerle ve hayvanlarla doluydu. Yeni oluşumların ardından meydana gelen yükselişlere paralel olarak oralarda çöküşler oluşmuştur. Gobi’nin çölleşmesine sebep olan iki büyük deniz Hazar ve Karadeniz’dir. Hazar ve Karadeniz o zamanlar dağlık bölgelerdi. Çökmeler başlayınca Gobi’nin suları da çekildi. O sular Karadeniz ve Hazar Denizi’nin meydana gelmesine sebep oldu. Bugün Karadeniz’in dibi hayvan cesetleriyle doludur ve bu yüzden zehirlidir. Büyük Uygur göçüyle birlikte Mu bilgeliği ve Atlantis teknolojisiyle yetişmiş olan büyük insanlık güçleri de, zekâsı ve zihni de göç etti. Onların içinde karışmış birçok varlıkta tohum halinde kapasite mevcuttur. Atalarının yapmış olduğu Şeyleri şu anda yapamıyorlar ama cevher olarak butıu korumuşlardır. 4-5 bin yıllık firavun mezarlarından alman buğdaylar nasıl filiz verdiyse, o tohumlanma özelliklerini 5 bin yıl boyunca korumuşlarsa, o insanlar da kendi DNA’larından, kendi kalıtımlarında bunları naklettiler ve getirdiler. Bu kalıtımın artık ne Atlantis’te ne de Mu’da olmayışı, bunların sadece bir kısmının Mısır taraflarında, bir kısmının da Uygurlarda kalışı çok önemlidir. Bu insanların en çok taşıdıkları özellik, Duyular Dışı Algılama’yla ilgili kodlardır. Bunlar mükemmel bir şekilde hiçbir bozulmaya ve eksilmeye yer bırakılmadan o varlıklar tarafından o göçlerle bu ülkeye, Anadolu’ya yeniden getirilmiştir. Kaybolmuş o yetenekler o insanlar tarafından tekrar yayılmıştır.
Kaynak : Türklerin Kozmik Kökenleri – Burhan Yılmaz
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder