CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

toplumsal sorunlar ve hayat hakkında

1- DOĞADAKİ YÖNLENDİRİCİ GÜÇ SİSTEMİNİN YANLIŞ YORUMLANMASI
Önce yaşanmış bir örnek vererek vatandaşın toplumsal sistemin sevk ve idaresi konusunda ne tür bir genel düşüncede olduğunu göstermek istiyorum.
Bir öğretim üyesi yaş-haddi nedeniyle emekliye ayrılır. Ancak kendisini henüz çok dinç ve üretken gördüğünden ve de bulunduğu bölümün öğretim üyeleri de bu görüşte olduklarından, hocanın odasını boşaltmazlar ve hocaya bazı ders ve uygulamalarda görev verirler. Hoca bölüme gidip-gelmeye devam eder. Hocanın oturduğu mahalledeki bir komşusu bu durumu öğrenince Hocaya şöyle der: Aferin Rektörünüze, sizin hala çalışmanıza müsaade etmiş der. Hoca, görevlendirme isteminin bölümdeki elemanlarca teklif edildiğini belirtince, olsun, rektör istemeseydi bu iş olmazdı-ya!
Görüldüğü üzere, vatandaş, bir toplumun sevk ve idaresinin tamamen tepedeki bir yerden olması, tabandakilerin bir yetkisi olmaması gerektiği konusunda kesin önyargılı bir düşünceye sahiptir.
Halkın böylesine önyargılı bir düşünceye sahip olmasının nedeni, geleneksel hayat anlayışı görüşünden kaynaklanır. İnsanların bilinçaltına işlemiş olan bu düşünce ve davranış sisteminde, varlıkları yönlendiren güç-kuvvet, varlıkların kendileri dışında, ayrı bir sistemdedir. Bu nedenle kişiler toplumsal sistemin sevk ve idaresinde de kendileri dışında bir harici yönlendiricinin bulunmasını çok doğal karşılamakta, kendisi bizzat pasif kalmaktadır.
Önceki bölümlerde açıklamaya çalıştım ve şimdi tekrar üzerine bastıra-bastıra vurgulamak istiyorum: Doğadaki tüm oluşum ve gelişimler, bizzat varlıkların kendilerinden kaynaklanır; her varlık nasıl daha rahat duruma ulaşabileceğinin hesaplamaları peşindedir. Bizlerin düşünce ve davranışları, bendimizdeki hücrelerimiz tarafından belirlenirler; bedenimizde işlerin yolunda gitmesi için hücreler geceli-gündüzlü, dur-durak bilmeden çabalarlar.
Özet olarak vurgulayacak olursak: Varlıkları yönlendiren güçler, onların içlerinden kökenlenirler. Dolayısıyla toplumsal sistemde de bu böyle olmalıdır. Toplumsal sistem, biz ona sahip çıkarsak ayakta kalır, yoksa dağılır.

2- HER ŞEY BİLGİ İLE OLUŞTURULMAKTADIR.
Bir elma ağacını oluşturma bilgisinin elma çekirdeğinde, bir koyun oluşturma bilgisinin, koyun yumurtası (+sperminde) olması gibi, bir şey yapma, oluşturma bilgisi ve yeteneği o şeyin bileşenlerindedir. Toplumlar da iş-ve-meslek mensupları arası ortaklık sistemi olduğuna göre, toplum oluşturma bilgisinin de bu kişilerde bulunması şarttır. Ama maalesef insanlığa bu bilgi verilmemektedir. Tam tersi yönde bir bilgi insanlığa çocukluk evresinde aşılanmakta ve bu bilgiye göre simetri-kırılması + sabitleştirme + köleleştirmeye uğrayan insanlar bu önyargıdan kurtulamamaktadır.
DOM (Doğadaki Oluşum Mekanizması) sistemi bilgilerini ilk defa okuyan birçok arkadaş düşünce sistemlerinde değişiklikler olduğunu ifade etmektedirler:
Yazınızı okuduktan sonra kafamda muğlak olan bir takım bilgiler yerine oturdu, yeni bir bakış açısı ve farkındalık oluştu.
İşte bu nedenle DOM sistemi bilgilerinin mümkün olduğunca çok insana ulaştırılması, insanların bilgilendirilmesi ve toplumsal davranacak şekilde düşünmeleri için şarttır.
►Doğada tüm olaylar information & self-organisation usulüyle gelişir. Kuantlardan başlayarak tüm varlıklar çevrelerini algılayıp, çevreleriyle uyumlu olacak davranışa geçerler, yani salınım sistemlerini, vs. değiştirirler. Bizlerin bilgi = information oluşturması da, öğrenme dediğimiz olayla olur. Bu olay sırasında hücrelerimiz yapısal-dokusal durumlarını değiştirerek, doğadaki değişim-dönüşümlere uyumlu olacak davranış sergileme yeteneğine kavuşurlar (anizotropilerini değiştirmiş olurlar).
►Varlıkların, kuant > atom > molekül > hücre > beden şeklinde değişik madde kombinasyonları halinde ortaya çıkmalarıyla da, zaman dediğimiz değişim-dönüşüm göstergesi ortaya çıkar.
►Değişim-dönüşümler tavuk-yumurta (doğum-ölüm) döngülü bir hayat sistemi oluşumuna yol açar ki, bu da ömür = zamanın bir dilimi ilişkisini doğurur.
► Tüm bilgiler, tavuk-yumurta (doğum-ölüm) döngüsü çerçevesinde, alt-bileşenlere (taban öğelerine) aktarıldığından, her yeni oluşturulacak varlık, taban öğelerine aktarılan bu gelişmiş bilgilere muhtaçtır. Aksi takdirde doğadaki değişim-dönüşümlere uyum sağlayamaz, çünkü bir önceki nesile ait yapısallaşmalar (bilgiler) artık değişmiştir.
►Bu nedenle beynimizdeki 100 milyar sinir hücresinden her biri on-binlerce faktörü değerlendirip, bir karar oluşturmak mecburiyetiyle karşı karşıyadır. Bu faktörler arasında 92 temel kimyasal element (atom), 2 bin kadar inorganik molekül, on binlerce organik molekül, binlerce bakteri + virüs, binlerce bitki + hayvan türü, vs.de gerçekleşen değişim-dönüşüm kayıtları bulunmaktadır.
►Durum böyle olunca, bizler hücrelerimizdeki anizotropik değişimlere (bilgilere), hücrelerimiz moleküllerdeki, moleküller atomlardaki anizotropik değişimlere bağlı olarak gelişmek zorundayız.
►Toplum hayatı iş-ve-meslek mensupları arası bir ortaklık sistemi olduğuna göre, toplumsal sistem (devlet, vs) oluşturma yetkisi ve bilgisi de, iş-ve-meslek mensuplarında bulunmak zorundadır. Ama maalesef böyle bir bilgi insanlarda bulunmamaktadır. Bu nedenle de, arılar-karıncalar gibi hayvan dediğimiz varlıklar mükemmel işleyen toplumsal sistemler oluştururlarken, kendisini en akıllı canlı olarak gören insanlık doğaya uyumlu bir toplumsal sistem oluşturamamaktadır. Bunun tek nedeni de, doğadaki oluşturucu güç sistemini kendi içinde değil, kendisi dışında aramasında, bu nedenle de tepeye bağımlı sistem oluşumlarına olanak sağlamasındadır.
2.1. Kullanılan bilgi doğruysa (doğal sisteme uygunsa), canlılar sorunlarını çözerler, yanlışsa çözemezler
Toplumsal denge ve düzenimiz tepeye yerleştirilen liderlere bırakılamayacak kadar önemlidirler, çünkü toplumsal sorunlarımızın hepsinin nedeni Tepeye Bağımlı Örgütlenmelerdir (TBÖ):
1- TBÖ bireyler sadece tepeye karşı sorumlu ve bağımlılık içinde yetiştirildiğinden, insanların birbirlerine karşı bağımlılık duyguları gelişmemiş, birbirleriyle anlaşıp-uzlaşma yetenekleri körleşmiştir. Bu ise, insanların birbirleriyle anlaşıp-uzlaşmaları için gerekli olan en temel yeteneğin yok edilmesi anlamına gelir.
2- TBÖ saygın ve saygın olmayan meslekler gibi ayrımcılık ortaya çıkar, çünkü kimi meslekler emir verici, kimisi emir alıcıdır. Bu nedenle, kişilerin mesleklere yönlenmeleri, yeteneklerine göre değil, toplumdaki saygınlık değerine göre olduğundan,
a)İnsanlar hep SAYGIN varsayılan mesleklere yönelirler; o mesleğe yeteneği olmayan insanlar bu mesleklerde gerekli başarıyı gösteremezler ve toplumsal kalkınma engellenir.
b)İnsanların doğal yetenekleriyle meslekleri birbirine uyumsuz olduğunda, insanlar kendilerini mutsuz hissederler; mutsuz insanların çevrelerine yarardan çok zararı olur, vs.
3- TBÖ sorumluluk tamamen liderlerin sırtında olduğundan, halk düşünme tembelliğine mahkûm edilmiştir. Sorunlarının çözümünü bir kurtarıcıdan bekleyen halk, fikir üretme ve sorunlarını çözme çabalarına girişmez. Dolayısıyla halkın bilgi üretme kapasitesi otomatik olarak sınırlandırılmış olunur. Bilgi ise, verimli üretimin, kalkınmanın temel direğidir.
4- TBÖ, tepedekiler hem yönetici hem de toplum mallarının sahibidir. Tepedekiler toplum mallarına sahip çıkınca, halk toplum mallarına sahip çıkmaz ve devletin malı deniz, yemeyen domuz sistemi ortaya çıkar. Toplum malları hor kullanılmaya başlanır ve 10 yıl dayanması gereken bir araç bir yılda bozulur ve toplumsal kalkınma engellenir.
5- TBÖ tepedekiler kendilerini devletin sahibi olarak görürler ve kendi görüşlerine uymayanları cezalandırma yetkisine sahip olduklarını sanırlar. Bu nedenle gizli-sinsi eylemlere girişirler. Bunun sonucu, derin-devlet mekanizmaları oluşturulur, insanlar şantaj, tehdit, suikast, vs. gibi yöntemlerle susturulmaya çalışılır.
6- TBÖ yükselme, bilgiden ziyade, tepedekilere yakınlıkla sağlandığından, insanlar bir şey öğrenerek bu bilgiye dayalı bir üretim ve karşılıklı hizmet alışverişi içine girmek yerine, tepedekilerle yakın ilişki kurmaya (yağcılığa) yönelirler. Bu ise üretimin düşmesine ve toplumun geri kalmasına yol açar.
7- TBÖ toplumsal sorunların çözümü, karşılıklı etkileşimlerle değil, tepedekilerin yönlendirmesine bağlı olduğundan, insanlar arasında sana ne; bana ne, babanın malı mı? gibi davranışlar yaygındır. Bu ise vatandaşın kendisini toplumun sahibi olarak görmediğinin delilidir.
8- İnsan sosyal bir canlıdır ve her sosyal canlının içinde, bir sisteme ait olma, bir grup içinde bir araya gelme dürtüsü vardır. Toplum bürokratik bir zümre tarafından sahiplenilince, kendilerini dışlanmış hisseden halk, çeşitli şekillerde birlikler oluşturarak, aidiyet duygusunu tatmin edeceği gruplaşmalar oluşturur. Bu durum, mevcut toplumsal sistemlerin en zayıf noktasıdır ve toplumu içten içe kemiren, parçalayıcı bir hastalık oluşturur. Her tür anarşi, mafya, çete, etnik veya dinsel gruplaşmanın kökeninde bu aidiyet dürtüsü yatar.
9- TBÖ, toplum malları tepedekilerce sahiplenilir. Halk kendini toplumsal sistemin bir ortağı olarak görmediğinden, yaptığı işlerde sadece kendi çıkarını gözetecek davranışlara yönelir; devleti yönetenler ise herkesin başına bir bekçi dikmek zorundadırlar, bu ise olanaksızdır; vs..
10- TBÖde farklı görüş sahipleri yönetimi (devleti) ele geçirme yarışı içindedirler. Bu nedenle, bürokrasi çarkının içine kendi görüşlerine uygun adamlar yerleştirirler. Bürokrasi çarkı bu şekilde farklı görüşlerce parsellenmiş olur. Her biri kendi görüşündekilerin çıkarını savunacak, diğerlerini baltalayacak tutum içinde olduklarından, hak-hukuk sistemi yaralanır: Herkes kendini vatansever görüp, karşıtlarını yok edecek tutum-ve davranışlara girdiğinden, bir sürü çeteleşme ortaya çıkar. Susurluk, Ergenekon-davası, faili-meçhul cinayetler, sonuç alınamayan davalar, yolsuzluklar, çeteleşmeler, vs. kaçınılmaz olurlar. Bu durum sadece bir devlet içinde değil, dünya çapında da geçerlidir. Güçlü devletler, kendilerine bağlı medya kuruluşları, vs. vasıtasıyla diğer toplumları yönlendirecek şekilde lider pazarlamaları yaparlar. Kurtuluş savaşı sırasında İngiltere veya Amerika mandacılığını savunan siyasetçiler; demokrasiye geçişle birlikte, Amerika tarafından desteklenerek liderlik koltuğuna oturan ve Amerika yanlısı politikalar izleyen siyasetçileri hatırlamak yeterlidir. İsrail devletinin kurulmasını planlayan ABD, 1946 yılından itibaren önce bu bölgede İsrail'i koruyacak hami bir devlet aradı ve Menderes ve yandaşları ile anlaşarak bu devletin Türkiye olmasına karar verdi. İlk iş olarak, çok partili döneme geçiş için Türkiye'yi zorladı. Bu arada, 1948 yılında Filistin devletini ortadan kaldırdı. Sonra, 2 yıl gibi kısa bir sürede, Menderes ve yandaşlarını çok büyük paralarla ve barış gönüllüleri adı altında Türkiye'ye soktuğu ajanları vasıtasıyla destekleyerek, iktidara taşıdı ve hemen gizli birçok anlaşmaya imza attırdı. Bu anlaşmalardan sadece bir adedi, 50 yıllık olup 2000 yılında süresi dolan, Türkiye'nin güneydoğu bölgesinde petrol çıkarma haklarının ABD şirketlerine verilmesiydi. Daha birçok gizli anlaşmadan sadece birisi bile tam bir ihanet belgesidir. Bundan sonra işbaşına gelen tüm hükümetlere ABD tarafından vize verilmesinin ilk koşulu İsrail'in hamiliğiydi. Haydar Ateş http://www.odatv.com/n.php?n=recep-bey-niye-boyle-konusuyor-0806101200
Liderler güç ve kuvvetlerini halktan alırlar, yani liderlerin enerji kaynağı halktan aldıkları oylardadır. Bizler oylarımızla tüm toplumsal güç ve enerjimizi belli bir süre için belli liderlere veririz. Liderlerin bizden aldıkları bu gücü ne derecede halkın yararına kullandığı ise, liderden-lidere değişmekle birlikte, asla tamamen toplumun yararına değildir. Örneğin hükümetlerin yaptıkları son icraatlara bakarsak:
►1- Devlete ait bankalar satıldı;
►2- Şeker fabrikaları satıldı;
►3- Pektim satıldı;
►4- Limanlar satıldı;
►5- Hava meydanları satıldı;
►6- Tekel fabrikaları satıldı;
Vs. vs. satıldı ve oralarda çalışanlar kısmen de olsa perişan duruma düştüler;
►7- Üstelik bu milli değerleri satın alanların çoğu yabancı uyruklu kişi veya kuruluşlar ve çoğu satışlar pek de ulusal yararımıza değil. Örneğin Türk Telekom adlı Milli Şirketimiz; 1,5 Milyar Dolar peşin, kalan 5 Milyar Dolar ise 5 yıl taksitle satıldı. Türk Telekom satıldığında kasasında 1,8 Milyar Dolar vardı. AKP Hükümeti, şirkete 5 yıl vergi muafiyeti tanıdı. Satış anında Türk Telekomun yıllık karı 2 Milyar Dolar idi. Satış sözleşmesine göre şirket, üzerindeki gayrimenkulleri satamayacak ve devir anında devlete teslim edecekti. Fakat Türk Telekomu satın alanlar, çok sayıda gayrimenkulü sattılar. Satılmaması yönündeki Danıştay kararlarını ve Devlet Denetleme Kurulu kararlarını dinlemediler.
Eski dönemlerdeki devlet yöneticilerinin icraatlarına bakarsak, devletin sahibi olduğuna inanılan padişahlar (ve devlet erkânı) bile, kişisel çıkarları uğruna, toplumu yabancılara peş-keş çekmeye kalkışmışlardır.
Örneğin son padişah Vahdettin: İngiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecitten miras aldım. Ümidimi Allahtan sonra İngiltereye bağladım.
İngiliz Karadeniz Ordu Komutanı General Milnenin Londraya İngiliz Genelkurmayına yazdığı raporda: Sultan Vahdettin, İngilizlerin Osmanlı topraklarında idareyi mümkün olduğu kadar süratle ellerine almasını istiyor.1919
Hariciye Nazırı Mustafa Şerif Paşa: Kendim, kabinedeki arkadaşlarım, Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki, umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmektir. 16.12.1918, İngiliz Ordu Komutanı General Milneye..
Sadrazam Tevfik Paşa: Tevfik Paşa İngiltere ile gizli bir anlaşmaya varılarak Osmanlı Devletinin İngiltereye bağlılığının sağlanmasını istedi. Yüksek Komiser Amiral Calt Horpeun raporundan. 06.06.1919.
Yazar Refi Cevat Ulunay: "Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngilizler elimizden tutup bizi kurtaracak." - 21.05.1919

Toplum denilen ortak yaşam şekli, iş ve meslek dalları arası bir ortaklık sistemidir. Bir daktilograf bir sayfa yazıyı, yaklaşık bir dakikada yazar, hem de klavyeye hiç bakmadan. Bir marangoz bir çekiç darbesiyle bir çiviyi dibine kadar çakar. Bir elektrikçi bir kabloyu 1-2 dakikada duvarın içindeki borudan geçirip, elektrik hattını tamamlar, vs.. Ama bir insan hem daktilo işlerini, hem marangozluk işlerini, hem elektrik işlerini, vs. kendisi yapmaya kalkarsa, bir sayfa yazıyı en az bir saatte yazar; bir-iki saniyede çakılacak bir çiviyi birkaç defa eğip-doğrulttuktan sonra 1-2 dakikada ancak; vs. Görüldüğü üzere, her bir iş için harcadığı zaman en az 60 katına çıkar. İşte bu tam bir zaman savurganlığı örneğidir ve hiç ekonomik değildir.
Tek başına yaşayan bir insan sürekli bir koşuşturma içinde olmak zorundadır. Hem ihtiyacı olan sebzeleri, tahılları üretecek, hem tahılları öğütüp un yapacak, hem yiyeceği eti sağlayacak, hem ateş yakacak, hem yemek pişirecek bir fırın yapacak, hem tabak, kaşık yapacak, vs… Bu kadar farklı görevin hepsini bir insanın tek başına yapması imkânsızdır, çünkü buna ne zamanı, ne bilgisi ne de enerjisi yeterli değildir. Toplumsal bir sistem içinde yaşayan bir insan ise, bu görevlerden sadece birini yapar ve diğer insanlarla ürününü veya hizmetini takas ederek yaşar. Bu sayede hem daha az koşuşturur ve hem de çok daha rahat bir yaşam düzeyine kavuşmuş olunur.
Riehl (2010) da gösterildiği üzere, karşılıklı ortaklık tüm canlılar âleminde de yaygındır. Karşılıklı ortaklıkların varlıkların yararına olması şu noktadan kaynaklanır. Her varlık bir iş yapmak için enerji kullanır. Ancak her varlığın kullandığı enerji türü farklı farklıdır. Kuant dediğimiz foton düzeyindeki enerji kaynağını maddeye dönüştüren ilk canlılar prokaryotik bakterilerdir. Kloroplast adlı bir bileşik bu işlemi yapan temel modüldür. Ondan sonra oluşan deniz yosunları, otlar, ağaçlar, vs. hep bu temel kloroplast modülünü kullanmak, onunla ortaklık yapmak zorundadırlar. Kloroplast modüllerinin oluşturdukları karbonhidrat moleküllerini oksitleyerek, ATP, ADP gibi fosfatlı moleküllere dönüştüren mitokondria adı verilen organel de, proteobacteria denilen bir başka temel varlık temsilcisidir. Bu nedenle, tüm eukaryot hücreli canlılar, enerji dönüştürme işlemlerinde bu proteobacteria temsilcisi olan mitokondria ile ortaklık yapmışlardır. Görüldüğü üzere, tüm hayat sistemleri, bir önceki evrede (zamanda, dönemde) oluşturulmuş eski bilgi-sahipleri (çeşitli bileşimlerdeki madde kombinasyonlarının oluşturdukları farklı anizotropik yapısallaşmalar) ile ortaklık yapılarak oluşturulmaktadır.
Bu nedenle toplum (devlet) iş ve meslek sahipleri arasındaki bir ortaklık sistemi olarak işlev görür. Dolayısıyla yapısallaşması ve yönlendirilmesi tamamen iş-ve meslek dalları arası ilişkiler çerçevesinde olmak zorundadır.
İnsanlık farkında olmadan, karşılıklı hizmet ortaklıklarından yararlanmaya başlamıştır. Farkında olmadan diyorum, çünkü yaptığı bu hizmet-değiş-tokuşlarının kendi yararına olduğunu, yani toplumun kendisi için bir ortaklık sistemi olduğunu bilmez. Bilseydi, hiçbir insan asla işine-ürününe hile katmazdı (manav çürük elmayı poşete koymazdı, inşaatçı kötü malzeme kullanmazdı, vs.).
Yukarıda gösterildiği üzere liderli sistemler toplumsal sisteme zararlı oluşumlardır. Onun için toplumsal sisteme sahip çıkılmasının gereğini halkın öğrenmesi gerekir.

3. BİRİNCİ AMAÇ VE HEDEFİN BELİRLENMESİ ÇOK ÖNEMLİDİR
Amaç ve hedef belirgin olmadıkça, kuvvetlerin odaklanması kaybolur, enerji boşa harcanır. Onun için temel amaç ve hedef çok belirgin olmalıdır. Hedefimizin ne olması gerektiği konusunda üzerinde anlaşıp-uzlaşmamız gereken temel nokta şudur:
►1- Doğada bir denge ve düzen vardır. Atalarımız bu denge ve düzen oluşturucu gücü Tanrı veya Allah olarak tanımlamıştır.
►2- Fizik-kimya-biyoloji-jeoloji-nörofizyoloji gibi temel doğa bilimlerinin henüz yeterince gelişmediği eski zamanlarda, doğadaki denge ve düzen oluşturucu bu güç sistemi, kuantsal kökenli düşünülemediği için, varlıkların dışında, ekstra bir varlık, görülmeyen ebedi ömürlü, sabit, değişmeyen, büyük bir canlı (felsefecilerin tanımıyla vis plastica = yontucu-şekillendirici güç) olarak tasarlanmıştır.
►3- Doğa bilimlerindeki yeni araştırmalar sonucunda ise, doğadaki bu güç sisteminin varlıkların içinde (temel bileşenlerinde, yani kuantsal sistemde) olduğu ortaya konulmuştur. Temeldeki bu güç sistemi hem yapıcı, hem yıkıcı olabilen sürekli bir değişim döngüsü içindedir, yani sabit değildir. Dolayısıyla doğada ebediyet, sabit ömürlülük diye bir şey yoktur, bu nedenle zaman değişim-dönüşümlerin göstergesi olmaktadır.

Özetleyecek olursak, üzerinde uzlaşılması gereken temel hedef
►a) Doğadaki denge ve düzen oluşturucu güç sisteminin varlıkların bedenleri dışında değil, varlıkların bedenleri içinde olduğunun,
►b) Ebediyet (ebedi hayat, vs) diye bir şeyin olmadığının, her şeyin sürekli bir değişim-dönüşüm içinde olması gerektiğinin
bilinmesi, ona göre düşünülüp-davranılmasıdır.
Bu temel hedefe ulaşmadan yapılacak tüm işler boşuna çabalar olacaktır, çünkü beynindeki hücre bağlantıları geleneksel bilgilere göre yapılmış insanların, simetri-kırılması + sabitleştirilme + köleleştirme üçlüsü, doğal-sistem-mantığı ile düşünmesi ve davranmasını olanaksızlaştırmaktadır. Beynimizde yeni bir by-pass hattı oluşturup, eski bağlantıyı devre dışı bırakmadan, doğal-sistem-mantığı ile düşünüp, sorunlarımızı çözebilmemiz olanaksızdır.
Doğadaki denge ve düzen varlıkların bizzat aktif katılımlarıyla sağlanmaktadır. Bedenlerinin hücrelerince oluşturulduğunu fark edemeyen insanlar gerçek toplum oluşturamazlar.
Bu sitenin amacı, insanlara doğadaki oluşum mekanizmasını açıklamak ve aynı mekanizmayı toplumsal sisteme uygulayacak şekilde davranmasını sağlamaktır. Toplum, insanların oluşturacağı bir üst-sistemdir. Aynen bedenlerin hücrelerce oluşturulması gibi oluşturulmak zorundadır. Hücreler aynı genetik bilgileri içermiyorlarsa, karşılıklı olarak kromozomların birbirlerine yapışıp- ortak bir beden oluşturmak üzere davranmaları olanaksızlaşır, yani döl tutmaz. Bu nedenle toplumlarda insanların aynı amaç ve hedef uğrunda bir araya gelmeleri ve bu hedefe ulaşmak için de ortak davranışta bulunmaları şarttır.
Bu sitede herkes görüşünü açıklayabilir, ancak öne sürülen görüşün tüm toplumsal sorunları çözecek nitelikte olması şarttır. Yoksa bir şeyi yapayım derken, başka şeyler yıkılacaksa, o görüşle toplumsal birliktelik sağlanmaz.
Sitenin files kısmına Doğadaki Oluşum Mekanizması adında bir dosya yerleştirilmiştir. O dosyada, doğadaki sisteme uygun bir toplumsal sistemin nasıl olması ve nasıl oluşturulacağı konusunda, moderatörün görüşleri yer almaktadır. Bu dosyada hatalı veya eksik noktalar varsa, bunları sitemizde tartışmaya açacağız. Buna benzer şekilde başkalarının başka tür toplumsal birlik oluşturma modelleri varsa, onları ortaya koymalarını isteyeceğiz. Barika-i hakikat müsademe-i efkardan doğar = gerçek-kıvılcımı fikirlerin çarpışmasından doğar deyimi uyarınca, toplumsal sistemimizin nasıl oluşturulacağını ortaya koyacağız.
Yani bizler toplumsal hayatın bizzat sahibi olduğumuzu gösterip, aktif rol alarak sistemimizin nasıl işletilmesi gerektiğine karar vereceğiz. Demokrasi halk idaresi olduğuna göre, halk nasıl idare edilmesi gerektiğini de belirlemelidir. Yasa ve yönetmeliklerin oluşturulma hakkı artık tepedekilere bırakılmamalı, halk toplumunun sahipliğini bizzat üstlenmelidir.
Demokrasiye ve toplumumuza sahip çıkmak üzere bu girişime destek vermenizi beklerken,
Sevgi ve saygılarımı sunarım.
Prof. Dr. İsmet Gedik
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...