CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

RTE' a "Yılbaşı Hediye Sepeti" ?!



BUSH’TAN ERDOĞAN’A MESAJ: İNCİL’DEKİ 7 ÖLÜMCÜL GÜNAHI İŞLEDİN! 

Tayyip’in 7 ölümcül günahı?! 
Yer; Ankara... 
Günlerden; çarşamba.... 
Zaman; ikindi vakti... 

Bir avukat dostumun, “Yeni Dünya”dan ziyaretçileri vardır. 
Sohbet, Erdoğan’ın son ABD ziyareti üzerinde hararetle devam etmektedir. 

ABD’li uzman arkadaşıma dönüp, şöyle der: 
“Her şey sizin medyanın gösterdiği gibi toz pembe değil! 
Türk gazeteleri, gezi iyi geçti diye yazıyor; ama gerçekler çok farklı!” 

Bunun üzerine avukat dostum “Ne gibi?!” diye sorar. 

ABD’li uzman, “Burasını iyi dinle” der ve sözlerine şöyle devam eder: 
“Erdoğan, 50 dakikalık Beyaz Saray ziyaretinin, 30 dakikası Başkan Bush’u beklemekle geçirdi. 
Geriye 20 dakika kalıyor. 
O sürede de Oval Ofis’e geçildi, davetsiz misafir ‘At sineği’ öldürüldü, ardından medyaya poz verildi. 
Ziyarette hal hatır sormanın dışında, hiçbir şey konuşulmadı. 
Net görüşme süresi, tercümeler dahil 7 dakika!” 

Avukat dostum, bunun üzerine misafirinin sözünü keser. 
Çekmecesinden bir yazı çıkarır! 
Bush-Erdoğan görüşmenin ertesi günü Milliyetçi İnsiyatif’te yayınlanan “Yedi?!” başlıklı yazımı muhatabına uzatır. 

Yayınlanış tarihine işaret ederek, “Biz görüşmenin kaç dakika geçtiğini biliyoruz, siz tam olarak bunlardan desteğinizi çektiniz mi, ondan haber verin!” der. 

Bu defa da, aldığı cevap karşısında şaşırma sırası arkadaşıma gelmiştir. 
Çünkü ABD’li konuğun cevabı bir hayli nettir: 
“Her şey 7 dakikanın içinde gizli. 
Bundan daha net ne mesaj bekliyorsunuz, anlamadım!” 

NEDEN, NET 7 DAKİKA?! 
Nitekim... 
Beyaz Saray’da, Bush-Erdoğan görüşmesinin ardından “diplomasi koridorları”na sızan bilgiler de aynı mahiyetteydi! 
Israrla görüşmenin “Net 7 dakika” sürdüğünün altı çiziliyordu! 

Ankara’da, güvenlik bürokrasisinden dostlarımla görüştüğümde de, karşıma aynı rakam çıkıyordu: 
“Net 7 dakika!” 

ABD Dışişleri Bürokratları da Erdoğan-Bush görüşmesi ile ilgili yaptıkları değerlendirmede de, nazikçe aynı hususun altını çiziyorlardı: 
“Net 7 dakika!” 

Avukat dostumu ziyaret eden ABD’li misafirler de, aynı rakama dikkat çekmişti: 
“Net 7 dakika!” 

Ha “7” ha “20”, ha “50” ne fark eder ki?! 
Büyüklük küçüklükten öte, önemli olan işlev değil mi?! 

Acaba, “At sineği”nden sonra, “Net 7 dakika”nın altında da “Da Vinci’nin Şifresi” gibi bir başka mesaj mı gizli?! 

Bu kadar dar zaman aralığında, art arda not düşülen “Net 7 dakika” sözleri, bir raslantı olmasa gerek! 

Al Capone yasası, burada da işliyor! 
“Mutlaka bunun içinde bir mesaj gizli olmalı?!” 

O halde mesaj neydi?! 

Beyaz Saray, Erdoğan’a “At sineği” ile “Bize yapıştın, sürekli taciz edip rahatsız ediyorsun, midemizi bulandırıyorsun” derken... 

“Net 7 dakika” ile de İncil’de bahsi geçen “7 Ölümcül Günah”a atıf yapıyor olmasındı?! 

Yeni Ahit’te “7 ölümcül günah” şöyle sıralanır: 
1- Oburluk 
2- Açgözlülük 
3- Tembellik 
4- Şehvet 
5- Kibir 
6- Öfke 
7- Kıskançlık 

ABD’yi, “Evangelist” olduğunu açıklayan, koyu dindar bir Başkan’ın yönettiği düşünülecek olursa, “Net 7 dakika” mesajı daha bir önem kazanıyor! 

David Fincher’ın yönettiği, başrollerini Morgan Freeman ve Brad Pitt’in oynadığı “7/Seven” filmini izleyenler hatırlayacaktır. 

“7” filminde “7 ölümcül günah”ı işleyenleri, kendi yöntemleriyle öldüren bir seri katil ve onun peşindeki iki polis dedektifinin çabaları anlatılıyordu! 

Beyaz Saray da diplomasi koridorlarına “At sineği” ile birlikte sızdırdığı, “Görüşme net 7 dakika sürdü” mesajı ile Başbakan Erdoğan’a “Bizim için önemli 7 günah işledin, şimdi de cezasını çekeceksin!” demek istemiş olabilir mi?! 

Neden olmasın?! 

Çünkü son günlerde Ankara ve İstanbul’da dolaşan bazı ABD’li ziyaretçiler, görüşmenin ısrarla “Net 7 dakika” sürdüğünün altını çiziyorlar. 

O halde, Erdoğan’ın ABD’yi kızdıran günahları neler olabilir?! 

İşte, Washington’dan Ankara’ya yansıyan Erdoğan’ın “7 Büyük Günahı”YEDİ BÜYÜK GÜNAH!? 

1- Oburluk: 
Belediye Başkanlığı döneminden kalma kötü alışkanlıklarını, Başbakanlık görevine geldiğinde de sürdürdün. 
Belediye Başkanı olmak ile Başbakan olmak arasındaki farkı anlayamadın. 
Akçeli ihalelerden gözünü alamadın. 
Rant getiren işlerin peşini bırakmadın. 
Yedikçe şiştin, şiştikçe göze battın! 
Biz seni hızlı icraat yapabilesin diye iktidara güçlü getirdik! 
Ama sen “obur”luğun yüzünden sürekli taviz verir duruma düştün! 
Bıraktık Türkiye’yi kabinene bile hakim olamadın. 

2- Açgözlülük: 
Sana verilenle, verdiklerimizle yetinmedin. 
Daha fazlasını istedin. 
Verdiklerimize karşılık bir de bizimle pazarlık yapmaya kalktın. 
“Açgöz”lülük yaptın. 
Senin iktidara gelmen için bizim yaptığımız çalışmaları küçümsedin. 
Ucunu gördüğün her hediyenin peşinde koştun! 
Dokunulmazlık zırhına fazla güvendin! 

3- Tembellik: 
3 Kasım seçimlerinde, AKP’nin iktidara gelmesi için çok çaba sarf ettik. 
Sana neredeyse dikensiz gül bahçesi içinde bir Başbakanlık koltuğu hediye ettik. 
Muhalefetinden TÜSİAD’a, TOBB’a, medyaya, sivil-asker bürokrasiye dek senin icraat yapman için tam anlamıyla büyük bir konsensus sağladık. 
Ama sen tüm bunları gözardı ettin. 
İşleri savsakladın. 
Hediye peşinde koşturmaktan, bize verdiğin sözleri tutmaya sıra gelmedi! 
Tembellik ettin. 
Bu desteğin ilahinahiye süreceğini zannettin. 
Enerjini yanlış yerde harcadın! 
Sabrımızı taşırdın! 
Sabırları taşırdın! 

4- Şehvet: 
Bizim Kissinger, “İktidar en büyük afrodizyaktır” der. 
Sende iktidar koltuğuna oturunca, hızla “güç zehirlenmesi”ne uğradın. 
Dünyanın etrafında döndüğünü zannettin. 
Dün küfrettiğin Avrupalı liderlerle aynı fotoğraf karesine girmek, senin ve eşinin başını döndürdü. 
Sana sağladığımız iktidar koltuğunun “şehvet”ine kapıldın. 
Kendini dahi kontrol edemez hale geldin! 

5- Kibir: 
Çevrendeki bazı dalkavukların etkisiyle de kendini “bulunmaz Hint kumaşı” zannetmeye başladın. 
İşi “Mehdi”liğini ilan etmeye dek vardırdın. 
Atatürk’ten sonra Türkiye’nin yeni kurucu lideri olacağın safsatasına fazlasıyla inandın. 
Menderes kadar iktidarda kalacağını zannettin. 
O yüzden de icraat yapmak yerine “Japon turist” hastalığına yakalandın. 
Bulduğun her fırsatta yabancı liderlerle Japon turistler gibi bol bol fotoğraf çektirdin. 
İş poz vermekle olsaydı, tüm modeller Başbakan olurdu! 
Aradaki farkı anlamadın! 

6- Öfke: 
Kendi beceriksizliğini örtmek için her kesimle kavga ettin. 
İşadamlarını “mama” istemekle, medya mensuplarını “iş takip etmek”le suçladın. 
Bir Başbakan’ın görevinin her kesimin derdini dinlemek olduğunu unuttun. 
Sivil-asker bürokrattan tut da, ekonomik sıkıntısını anlatan sade vatandaşa dek, karşında kimi bulursan fırçaladın. 
Yıllardır aylık 10 bin dolar limitinde yaşadığın, gerçek anlamda işhayatının içinde bulunmadığın için sokağın nabzını iyi tutamadın. 
Bu yüzden de seni iktidara taşıyan kesimle arandaki köprüleri kolayca attın. 
Siz Türkler’in (Pardon sen Türk değildin unuttuk, kusura kalma) atasözüdür, “Öfke, baldan tatlıdır” dersiniz. 
Demek ki, milleti fırçalamayı sevdin. 
Ama Türkler’in bu anlamda “keskin sirke küpüne zarardır” diye bir başka atasözü olduğunu unuttun! 
Öfken yüzünden “sabır küpü”nü çatlattın! 
Bu yüzden de seni iktidara taşıyanları öfkelendirdin. 

7- Kıskançlık: 
Devleti hiç tanımıyorsun. 
Senin devleti tanımadığını bildiğimiz için, iktidara gelmene yardımcı olduk. 
“Elmas ustaları”nın yapamadığını, belki “elmas çırağı” olarak sen başarabilirsin diye! 
Ama olmadı, başaramadın! 
Okuduğu şiir yüzünden hapisten çıkmış, sade bir Belediye Başkanı’yken seni Beyaz Saray’da ağırladık. 
Ama Başbakan olunca, bize verdiğin sözleri unuttun. 
Yanına verdiğimiz adamları da dinlemedin. 
Devleti ve yönetimi senden daha iyi bilenlerin öğütlerini kulakardı ettin. 
Her kesim sen başarılı olabilesin, reformları gerçekleştirebilesin diye sustu! 
Askerler dahi ağızlarını açmadılar. 
Sen buna rağmen bir şey yapmadın. 
Senden bilgili olanları kıskandın. 
Gücendirdin! 
Sana “yanlış yapıyorsun”, diyen herkese düşman gözüyle baktın. 
Desteğimizi sonsuz zannettin. 
Biz, icraat üreten, Özal örneğinde olduğu gibi, yönetimin arkasında dururuz. 
Hiçbir şey yapmasa da yapabilme ihtimalini satın alır, medyamızda destekler, parlatırız. 
Ödüller veririz. 
Ama sen bunu da anlamadın. 
Bu yüzden yıldızın hızla sönmeye başladı. 
Ampulu sen patlattın. 
Başarısız oldun. 
Şimdi senden Türkiye’de yapamadıklarının hesabını soracaklar. 
Sakın bizden yardım bekleme. 
Çünkü hem seçmenine, seni iktidara taşıyanlara hem de sana büyük destek veren bize ihanet ettin! 
Artık kendinle başbaşasın!.. 

Mesaj net değil mi?! 

Erdoğan’ın günah defteri hem içte hem de dışta bir hayli kabarık! 

Son ABD ziyaretinde Beyaz Saray, Erdoğan’a net olarak şu mesajı veriyor: 
“Seni iktidara taşıyan şartları, geçmişini unuttun! 
Şimdi sıra bu büyük 7 günahın bedelini ödemeye geldi. 
Balayı bitti! 
Kendine barınmak için yeni bir kapı ara!” 

METRES HAYATI 
ABD, hükümetlerin iyi ve kötü gününde yanında olan nikahlı eşleri değildir. 
Hiçbir yönetimle “Katolik nikahı” kıymaz. 
İktidara gelmesine destek verdikleri yönetimlerle “metres” hayatı yaşarlar! 

Temel kural bellidir: Sadece “sağlıkta ve iyi günde”
İstekleri gerçekleştiği, kamuoyu desteği devam ettiği sürece... 

Görünen o ki, Erdoğan bu gerçeği ıskalamanın bedelini, hem “itibar”ından olarak hem de aldığı“hediye”leri yitirerek ödeyecek!.. 

Her ne kadar Erdoğan, şimdilerde kendine yeni barınma adresi olarak Almanya’yı seçmiş olsa da, bu ona aradığı huzuru vereceğe benzemiyor! 

Son olarak kamuoyuna perde arkası Almanya olan medya üzerinden verdiği mesajda, bu paniğin derin izleri seziliyor! 

AB’ye de, 17 Aralık’la başlayan, bayrak indirmekle devam eden, Ermeni soykırımını tanımakla Türk kamuoyunda “infial” çıtasını yükselten bir siyasi iklim hakim! 

3 Ekim müzakereleri başlamadan heyecanı yitti, gitti! 
Gelişmeler böyle devam ederse, Başmüzakereci Babacan’ın Brüksel’e gitmesine gerek bile kalmayabilir?! 

Erdoğan’ın Tercüman ve atv’nin düzenlediği “Beyaz İnci” ödül törenine, neredeyse kabinenin yarısı ile katılması, gövde gösterisinde bulunmasının ardında da bu psikoloji yatıyor! 

Kendine yeni kapı bulma telaşı! 

“Siz bana sırtınızı dönerseniz, bende Almanya’nın içerde ve dışardaki bağlantıları üzerinden iktidarda kalmaya devam ederim!” 

Bu yüzden Belediye Başkanı olduğu dönemde cenaze arabalarını bile Mercedes yaptığını bir anda kamuoyuna hatırlatma ihtiyacı hissediyor. 

Hülasa; Erdoğan’ın başbakanlığındaki Hükümet gidici! 
AKP’nin içinden gelen çatırtının sesini sağır sultan dahi duydu! 
Yerine yol haritasını Ankara’nın belirlediği yeni bir yönetim hazırlanıyor! 
Kimse bir anda mucize beklemesin! 
Ama devlet yere düşen itibarını “adım adım” ayağa kaldırıyor! 
Herkes kendini yeni dönemde buna göre hazırlasın! 

Son sözSatanı satarlar! 
Kayıtsız kalana kayıtsız kalırlar! 
 
(Hayrullah Mahmud, 20 Haziran 2005)
.

Hiç yorum yok:

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...