CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Atatürk'ü Okült ve Ezoteri Diliyle Anlamak... Atatürk, bir Gök Kurt / Boz Kurt'tur.

Kadim hikayelerde kurt ile ilgili sayısız gönderme vardır. Yuzuklerin efendisi’nde de, Aldueren`in bahsettiği şu kurt hikayesi Bir Etrüsk Şehri olan Roma mitolojisinin de temelini
oluşturur. Kurt, Roma mitolojisinde de kutsal bir varlıktır.
Ve, Türk efsanelerinde anlatıldığı şekliyle anlatılır. Kurdun beslediği çocuk, kral olur.
Hatta daha eski mitlerde, yine Kurt Başı şeklinde kafaları olan Tanrılara tapılır. KURT’un başı TANRI BAŞI olarak resmedilerek anlatım yapılmıştır.

Baş, ezoterizmde ve okultizmde daima yukarıyı (ama kaadir i mutlak yaradanı değil) temsil eder.

Bu Tanrılar, göksel varlıklardır. Bilindiği gibi Gök Kurt da, göksel bir varlıktır. Mitolojilerden de bilindiği üzere, Gök Kurt, yeryüzü yüksek varlıklarının rehberidir.

Mit ve sembollerin gayesi, insanın yüksek merkezlerine ulaşmak, mutad zihin tarafından kavranamayan bilgileri ona iletmek ve bilgilerin yanlış anlaşılma ihtimalini ortadan kaldıracak formlar içersinde nakletmektir. (2)

Mitler, yuksek duygu merkezlerine, semboller ise yüksek düşünce merkezlerine hitap etmek içindir.

Kurt tıpkı Kartal, Aslan, Yılan hayvan simgeleri ile Şeytanın Yabası gibi Sirius’u temsil eder. Büyük Köpek Takım yıldızının içinde yer alan Sirius ise, üç bileşenlidir: Sirius A, Sirius B, Sirius C.

- Bu bilgi yani Sirius’un üç bileşenli olduğu bilgisi, uygarlığımızın ilk kez 1930 yılında tanıştığı Dogon kabilesi tradisyonlarında mevcuttur. Dogonlar’ın yuksek teknoloji araç gereçleri olmadan onbinlerce yıldır bildiği, üstelik günümüz astronomisini aşan bilgilerindendir. (1) 1930 dan beri birçok bilim adamının kafasını kurcalayan ve Dogonların bilgilerinde dünya dışı bir köken görmek istemeyen bilim adamları, bugünkü keşiflerini bu tür tardisyonlara, mitoslara, kutsal kitaplara borçludurlar. Yani kafalarında birden yanan ampullere değil. (6)-

Alegorik yapıtlarda, öğretmek, “ders vermek”, bilicaltına telkinde bulunmak vb maksatlı olarak hayvanlarla ilgili sunumların kişileştirilmesi sıkça yer alır. Astoloji de bunlardan biridir. Ancak, sembol ve simgelerinin manası kasıtlı olarak çok çarpıtılmıştır. Hatta astrolojinin simgesel sunumları, Hristiyan, Müslüman görünümüne giren Ferisiler tarafından ahlak ve benliği istediği yönde etkilemek maksatlı olarak tamamen değiştirilmiştir. İncil’in başına gelenler gibi. Simgelere zorla taşıttırılmaya çalışılan “alakasız bilgi”, gerçeğin üzerinin örtülmesi içindir.

Oysa simge ve semboller, ne ise o olarak kalmadıkları sürece, gerçeği anlatan olamazlar:

Simge ve semboller, örneğin bir “gerçek Kurt ” olduğunu ve gördüğümüz kurdun ikinci bir diğer kurt olduğunu, ya da daha doğrudan bir ifadeyle, Kurt’ta mistikler tarafından elde edilebilen ve elde edene zarar verebileceği durumlarda bir örtü ile örtülen, saklanan veya engellenen bir etki veya gücün olduğunu işaret eder. Bu açıklama, zarar vermeyeceği durumlarda yararlı işlerde kullanılabilecek bir etki veya gücün olduğuna dair, kadim zamanlardan bugüne değin tüm gerçek okültistlerin inançları için bir referanstır.

Emziren, yol gösteren Kurt’a karşı yapılan şeytani çalışmalarla engellenen bir etkinin, bir gücün olduğu görülmektedir:

Kırmızı başlıklı kız masalı, Tanrısallar ile Şeytanlar arasındaki çelişkiyi bilenlere göstermektedir ki, subliminal etkileme metoduyla, EMZİREN, YOL GÖSTEREN KURT ’a karşılık “kırmızı başlıklı kızı” yiyen canavar kurt ile, Kurt ve temsil ettiği sistem kötülenmektedir.

Bu anlatımla amacımız, bu genel ve yararlı simge ve sembollerin çözümlerinin yani aktardığı bilgi enerjisinin, okültizm ve ezoterizmde önemli bir yeri olduğunun bilinmesidir. Ve, sadece bunlarla bağlantılı olarak gerçek öğretinin, öğrenimin, orjinal bilginin ulaşılmasının engellenilebildiği hakkında bir fikir sunmaktır.


Gökyüzündeki Sirius’ (Kur'an'daki adı Şi’ra. Güneş hariç tutulursa Kur'an 'da adı geçen tek yıldız) un bir sembolü ve kısmi bir yansıması olduğu gerçek bir merkez vardır. Sembolü Kurt - Türklerde Gök Kurt -yansıdığı merkez eskide Gök Türkler Ergenekon , şimdide Türkiye’dir.

Ergenekon’daki mağara da hem somut hem de sembol olarak, İbrahim Peygamber, Muhammed Peygamber vd lerinde kullanılan manalardadır.

Ergenekonda, özel maksatlarla Siriusyenler tarafından yetiştirilmiştir Türkler. Yani Ergenekon, adeta çok yönlü (genetik dahil) bir laboratuvar çalışmasının yapıldığı bir merkezdir. Bunun en güzel anlatımını, çok yüksek bir labaratuvar dili olan nefis üretken Türkçe ‘de görmekteyiz.

Gök Kurt’un-Boz Kurt’un rehberliği, gene Sirius'un - Siriusyen bir varlığın yol göstericiliğinin anlatimidir. Türk’e eşlik eden, rehberlik eden hep Sirius'tur.

Samanyolu ve ondan başka üç galaksininde yöneticisi ve görüp gözeticisi olan Sirius, her şeyi bilir ve öyle güçlüdür ki mücadelesi devam eden bir öğrenci (dünyada ve şimdide Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti halkıdır bu) henüz hazır olmadan onun huzuruna çıktığı takdirde hem bedenen hem de ruhen tükenir. Huzura çıkmak yani doğrudan irtibat kurabilmek, ruhsal gerçeklerin bilgisini alabilmek demektir. Ve bizim uğruna çabaladığımız hedef budur. Pek çoğumuz henüz yarışın başındayken bile bunu görmeyi istemekteyiz.. Oysa, gerekli donanımları elde etmeden bu mümkün değidir.

Ergenekondan çıkmak için yol, demirleri eritmekti. Bugünün amansız halinden kurtulmak için yol, gene demiri yani karanlık, cahillik, ıstırap ve esaret hayatını eritmektir. Bu, spiritüel kudretin çok bariz olarak, bütün şu beşeriyeti, belirli bir şekilde ele geçirme vasıtasıdır.

İşte bizlerin yani şuur ve vicdanı yüksek Türk’ün ödevini yapabilmesi için, Atatürk vasıtası ile, Türkiye Cumhuriyeti Şemsiyesi yerleştirilmiştir. Bu şemsiye, emperyalizme karşı şemsiyesidir. Bu şemsiye, Tanrısal Ruh Gücü’nün tezahürü içindir. İnsanoğlu önleyebilir ve geciktirebilir, insanoğlu engelleyebilir ve kısa bir süre için duraklayabilir, ama insanoğlu sonsuza kadar ruh gücünün tezahürünü engelleyemez. Ruhsal gerçeklerin bilgisini aldığımızda, insanoğlunun tüm problemlerinin kapılarını açacak bir anahtara sahip olacağız.

Bu kapının kolu herkesin elindedir ve her birey tanrısal ilhamı almakta aracısız bağlantılıysa veya bağlantılı olacaksa, kapının koluyla kendisine uzanan gerçek merkezin yani Sirius’un etkilerini de alabilir. Tıpkı Atatürk gibi. Büyük bir Atatürk hayranı ve spiritüel açıdan takipçisi olan Dr. Bedri Ruhselman gibi.

Mustafa Kemal Atatürk bir Siruslu'dur ve bu defa sadece Dünya gezegenini değil, Güneş sistemini de içeren şuurların değişimi ile ilgili bir ödevle Dünya'ya doğmuştur. Ve dünyaya, bitiş realitesine dair olan ödevini de teslim ederek, ödevin takibine geçmiştir.(3)

(Atatürk, Atlantis zamanında, anne karnında iken belial oğulları tarafından anneyle birlikte öldürülerek Atlantis'i kurtarmak için doğması engellenmişti. Ve Muhammed peygamber de, İsa ve Musa peygamberler de Siriusludurlar)

Mustafa Kemal Atatürk Güneşi'nden ve semsiyesinden sızan ışık, hayat, bilgi ve güç, altındaki tüm insan kitlelerinin oluşturduğu sayısız nehire, Mustafa Kemal Atatürk’ün öğrencisi olsalar da olmasalar da nüfuz etti. (4)Yani Atamızın bize manevi mirası olan yeni dünyanın (2) gerçekleştirilmesine Dünya Vatandaşı herkes yardımcı olabilir.

Özetle, çok ıstırap, çok acı, çok göz yaşı eşlik etsede Türk’ün ödevini yerine getirmesine, hiç kuşkunuz olmasın ki sonunda Atamızın bize manevi mirası olan yeni dünya gerçekleştirilecektir. (5). HERŞEYE RAĞMEN MUHAKKAK BİR NUR'A DOĞRU YURUMEKTEYİZ.

Notlar:
(1) Dogonlar, Afrika'nın ücra bir köşesinde Mali'de, tarım ve hayvancılıkla uğraşan, sade bir yaşantı sürdüren kendi halinde bir kabiledir. Dogon tradisyonları ile uygarlığımızın ilk tanışma 1930'da bölgeye giden Fransız bilgin Prof. Marcel Griaule vasıtasıyla gerçekleşmiştir.

Totemik inançlara sahip ve uygarlığımızla karşılaştırıldığında çok geri yaşam satandartlarında yaşayan Dogonlar'ın evren hakkında binlerce, onbinlerce yıldır bildikleri bilgiler, bizlerin bugünkü astronomik bilgilerimizle hemen hemen aynıdır. Ornegin dogonlar, Dünya gezegeninin hareketlerini, Jüpiter'in uyduları, Saturn'un halkası olduğunu, Ay'da kraterler bulunduğunu vb. bilmektedirler. Bu bilgileri teleskop gibi, yuksek bir teknolojinin ürünü olan araç ve gereçleri olmadan bilebilmek imkansızdır. Oysa dogonlar ne teleskopa ne de gözlemevine sahiptir. Üstelik evren bilgileri Güneş Sisteminin dışına da taşmaktadır. Örneğin, 8.6 ışık yılı uzaklıkta bulunan Sirius'un bir çift yıldız sistemi olduğunu, bir akcüce olan bileşeni Sirius_B yıldızının çok ağır olduğunu, yörüngesinin eliptik olup dolanma süresinin 50 yıl olduğunu, spirial galaksimizin dışında başka spiral galaksilerin de bulunduğunu vb. bilmektedirler.

Fakat Dogonlar'ın bilgisi bu kadarla da kalmamakta, kimi noktalarda bugünkü astronominin de sınırlarını aşmaktadır. Çünkü verdikleri bilgilerin bir kısmı bugünkü astronomide bir varsayım durumuna gelebilmiş; bir kısmı da astronomi bilimimiz henüz yeterli düzeye gelemediği için henüz doğrulanamaıştır. Örneğin, Sirius'un aslında ikili bir yıldız sistemi olmayıp, üçlü bir yıldız sistemi olduğunu, yani, görünmeyen üçüncü bir bileşeninin var olduğunu bildirmektedir. Oysa bu konuda 1970'lerde bir varsayım ortaya atılmıştır. Kaldı ki Dogonların bildirdikleri bildiklerinin yalnızca bir kısmıdır. Dogom rahip ve inisiyelerinin deyişiyle "kelam"ın açıklanabilecek kısmıdır.

Gerekli hiçbir teknik araç gerece sahip olmayan ve uygarlığımızın ancak 1930'lar da temasa geçtiği Dogonlar bu kadar bilgiyi nerden biliyorlardı? Bu soru, yaklaşık 1930'dan beri birçok bilim adamının kafasını kurcalayan ve Dogonlar'ın bilgilerinde dünya-dışı bir köken görmek istyemeyen bilim adamlarıca açık bir cevap verilememiş bir sorudur.

Dogonların bilgilerini dünya-dışı kökene bağlayan birçok araştırmacı, Dünya'mızın geçmişte Sirius sistemindeki bir gezegenden kalkan ve ışık hızına yakın bir hızda yolculuk yapan bir uzay gemisince ziyaret edildiği görüşünde birleşmişlerdir. Dogonlar, içinde Nommo adında bir varlığın, "insanların atalarının" ve dünyadaki insanların yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli olan herşeyin bulunduğu, Sirius-B yıldızından po taneleri almış olan bir uzay gemisini somut bir biçimde betimlemektedirler.

[Nommo’nun GemisiMali Cumhuriyeti’nde yaşayan Dogon yerlilerinin mitolojisinde Sirius yıldız sisteminden Dünya gezegenine “gönderilenler”i ifade eden bir terimdir.
Nommo’nun gemisi terimi, Dogon inanışında, kimi zaman Sirius sisteminden Dünya’ya gelen maddi bir uzay gemisinden söz ediliyormuş gibi, kimi zaman da manevi anlamlar içeren bir sembol olarak kullanılmaktadır.
Kuşaktan kuşağa aktarılagelmiş Dogon geleneklerine göre, bu gemi, insan soyunun birer imalat olan atalarını içermektedir. Fakat atalar gemiye insan formunda değil tohum halinde koyulmuşlardır; geminin Dünya’ya iniş yolculuğu boyunca, embriyonun, insan cenininin ana rahminde geçirdiği oluşum evrelerini andıran çeşitli dönüşüm evreleri geçirirler ve gemi yeryüzüne konduğunda gemiden insan biçimine gelmiş olarak çıkarlar. Altmış bölmeli bu gemi yalnızca ataları değil, yirmi iki kategoride sınıflanan “yaratılış unsurları”nı ve “kelâm”ı da içerir. Gemideki bölmelerde tüm varlık türleri ve “oluş usulleri” vardır; fakat bunların yalnızca bir kısmı yeryüzüne indirilmiştir, dolayısıyla insanlar yalnızca bir kısmını bilmektedir.
Dogon tradisyonunda Nommo’nun gemisiyle ilgili olarak belirtilen inanışlar şöyle özetlenebilir:
  • Tanrı Amma dört erkek insanı dört unsurdan oluşturdu.
  • Amma bu dört erkek insanın dişi ikizlerini de yaptı. En yüksek gök katında imal edilen, yeryüzüne nakledilecek olan atalar dört çift idi. Bu dört çift insanlığın “Oğullar” denilen sekiz atası oldular. Onlar O-nommo’nun oğulları olarak kabul edilirler. O-nommo’nun plasentasının temsilcisi Sirius-A yıldızıdır.
  • Bu “Oğullar” gemiye tohum halinde koyuldular.
  • İniş hareketine geçmeden önce gemiye Sirius-B yıldızından po tohumu yüklendi. Amma’nın po’ya yerleştirdiği ve po’nun gemiye boşalttığı yaratılış unsurlarının oluşturduğu bütün 22 kategoriden oluşur.
  • Amma, zamanı geldiğinde, tüm yaratmış olduklarıyla dolu gemiyi rahminden çıkarttı ve yeryüzüne indirtti.
  • Gemi yeryüzüne sekiz dönemde (aşamada) indi.
  • İniş hareketi sırasında “parlayan Sirius-A yol gösterdi”. Yıldızların ilki, başlangıcı, en yüksek ‘Gök katı’nın merkezini kaplayan, “yıldızların direği” olan Sirius-B yıldızıdır; Amma’nın rahminden çıkan yıldızların sonuncusu ise, “alemin göbeği” ve “O-nommo’nun göbek kordonunu temsil eden” Sirius-A yıldızıdır.
  • Geminin iniş yolculuğu sırasında insanlar Sirius-A’nın parladığına tanık oldular.
  • Gemi, inişi sırasında bir ufuktan ötekine kadar tüm göğü kaplayan bir yay oluşturmuştu.
  • Gemi yere konduğunda ise insanlar ilk kez Güneş’in doğuşuna tanık oldular.
  • “Güneş doğduktan sonra Sirius yol gösterdi.” Güneş sistemimiz Sirius sistemi ile evlendi.
  • Oğullar en yüksek gök katından O-nommo ile çıktılar, iniş yolculuğunda anagonno-bile oldular, yeryüzüne konarken anagonno-sala oldular, yürümek için gemiden ayrıldıklarında ise “kişiler” haline geldiler. Gemi yere konduğunda dünyasal kirli toprak ile Nommo’nun saf toprağı karşılaşmış bulunuyordu.
  • Geminin asılı olduğu zincirin ucu Amma’nın elinde bulunuyordu. Bu zincir, Amma’nın “Oğullar” ve soylarından gelenler arasına yerleştirdiği çözülmez bir bağdır.
  • O-nommo aldığı kelâmı bağırarak bildirmesinden sonra, kelâmı insanlara aktarmakla da görevliydi.
  • Geminin 60 bölmeli içeriğinden şimdiye dek insanlara ancak 22 kategorisi açıklanmış, verilmiştir. Kelâmın insanlığa gelecekte aktarılacak kısmı Dünya’yı değişikliğe uğratacaktır. Nommo “kelâm” günü yine ortaya çıkacaktır. Bir zaman gelecek, Sirius-B yıldızı vaktiyle po tohumunun parıldamış olduğu gibi parıldayacak ve belirli bir dönem boyunca görünür olacaktır.]

Dogon tradisyonları ile uygarlığımızın ilk tanışma 1930'da bölgeye giden Fransız bilgin Prof. Marcel Griaule vasıtasıyla gerçekleşmiştir. 1931 de, Prof. Marcel Griaule'ün ilk incelemeleri soncunda keşfettiği Dogonların şaşırtıcı bilgileri karşısında, pek çok uzmandan oluşan bir ekibin Etnoğrafik incelemelerde bulunulmasına karar verilmiştir. 1931 yılından beri Fransa Milli Eğitim Bakanlığı, Bilimsel Ararştırma Milli Merkezi gibi pek çok önemli kuruluşun düzenlediği ve desteklediği bu incelemeler, Prof. Marcel Griaule ve Prof. Germaine Dieterlen denetiminde gerçekleşmiştir. Prof. Marcel Griaule 'ün 1956 da ölümünden sonra, incelemeler, Fransa uygulamalı yuksek İncelemeler Okulu Müdürü ve Bilimsel Araştırma Milli Merkezinde araştırma başkanı olan öğrencisi Prof. Mme Germaine Dieterlen denetiminde sürüldürülmekteydi.

(2) AKVADİ MİTOLOJİSİ
Ezelden beri bütün kainat, iyi ile kötü tanrı ve tanrıçalar arasındaki çekişmeye sahne olmuştur. İyi tanrı ve tanrıçalar, evrendeki dünyalara aydınlık ve barış getirmeye çabalarken, kötü tanrı ve tanrıçalar onlardan çok daha fazla karanlık ve yıkım getirmiştir. Tarafsız Tanrı ve Tanrıça ise iyiler ve kötüler arasındaki dengeyi kurmaya çalışmakta ancak bu ezeli çekişmenin sonu gelmemektedir. Bu çekişmelerin sonunda iyi tanrı ve tanrıçalar, kötülerden gizli olarak tüm evrene ışık ve güç sağlayacak özel bir yer yaratmaya karar verirler ve sonsuz boşluğun uzak köşelerinde bir yerde harikalarını yaratmaya başlarlar... Ak şelaleler masmavi sulara akarken, gümüşi binalar yükselir yemyeşil çimlerden... Bembeyaz köprüler toprakları birbirine bağlar... Gümüşten kuleler ak bulutları delerek göğe yükselir... Yaratıcılarının yüceliğini gösterircesine... 'Akvadi' ismini koyarlar yarattıkları bu olağanüstü bölgeye. Dört bir yanını topraklarla, büyülerle çevirir saklarlar. Kötü tanrı ve tanrıçaların bu yeni dünyayı keşfetmesi uzun sürmez. Üstelik keşfettiklerinin sadece basit bir dünya olmadığını, içinde zamanın başlangıcından bu yana görülmemiş olağanüstü bir ilahi güç kaynağının bulunduğunu da fark ederler. Tarafsız Tanrı ve Tanrıça ise yeni bir çatışmanın doğacağını fark ederek Akvadi Dünyası'na gelirler. İyi tanrı ve tanrıçaların Akvadi'yi saklama ve koruma, Kötü'lerinse bulma ve ele geçirme için birinden biri pes edene dek bu dünyada kalacaklarını gördüklerinde, kendileri de yine dengeyi sağlamak amacıyla bu dünyada kalırlar. Binlerce yıl sonra hala hiçbir taraf pes etmemiş, Akvadi bulunamamış, Tanrı ve Tanrıça'lar arasındaki bu efsane yaşayanlara kadar öyküler ve masallar eşliğinde uzanmıştır...


(3) Ataturk 'un gec yatmasindan ve perhiz yapmamasindan sikayet yollu, kendisine soz gecirir arkadaslarindan biri, bir gun dedi ki:- Eger olurseniz, inklilabi bir tarafa birakiniz, heykellerinizi bile parcalayacaklarini biliyor musunuz? Derin ve engin bakislari gozlerimizi iclerine kadar kaplayarak:- Siz hepiniz uyudugunuz zaman, ben uyanik kalirim, dedi. Nobette imisim gibi bir duygum var. Sizler uyaninca, rahat sirasi bana geliyor. " (FALIH RIFKI ATAY)


(4) “ Atatürk sağ olsaydı, dünyanın görüntüsü başka olurdu. Gerçekten Atatürk sağ olsaydı ya da biz o büyük insanın yolundan gidebilseydik, dünyadaki Türkiye başka olurdu. ” WINSTON CHIRCHILL

“ BÜTÜN İNSANLIK İÇİNDE GERÇEK BİR ONUR SİMGESİ" UNESCO-1963
Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu. UNESCO Genel Kuruluna katılan156 ülkenin 1981 yılında oybirliği ile kabul edilen kararı

ATATÜRK VE BARIŞ “ YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ”· “ Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” düşüncesi ölümsüzdür. Atatürk’ün son zaferini, savaşta kazanılan zafer olarak değil, bütün dünya uygarlığı için önem taşıyan sosyal kültüre sahip bir insanın zaferi olarak adlandırıyorum. ”Prof. Dr. Vitali ŞEREMET (Rusya Bilimler Akademisi)


(5)" Bugün, aynı iman ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu, bütün medeni alem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla, atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş doğacaktır." MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...