CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Devrimci önderler çocuklarını cepheye göndermişti

GÖKÇEN’İ DERSİM’E ATATÜRK YOLLADI

Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen, Eskişehir Hava Komutanlığı’nda askeri pilot olarak görev yaparken, 1937 yılında Dersim isyanı çıkar.
Gökçen, isyanı bastırmak için düzenlenecek operasyona katılmak için gönüllü olur.
Komutanları Atatürk’ün iznini isterler, Atatürk tereddütsüz kabul eder.

Atatürk Gökçen'e şunları söyler:
“Alacağın görev oldukça çetin! Aldatılmış bir eşkıya çetesi ile karşı karşıya kalacaksın.
Onların da ellerinde bir takım silahlar var.
Uçağın arıza yapacak olursa mecburi inişe geçecek ve sonunda onlara teslim olacaksın.”

Bu sırada kendi silahını çıkarıp Gökçen’e uzatan Atatürk şöyle der:
“Ya karşındakini vuracak ya da kafana sıkacaksın! Teslim olmak yok!”

Gökçen görevini başarıyla tamamlayıp Dersim’den döner. Madalya alır. Dünyanın ilk kadın savaş pilotu olarak tarihe geçer.

 Sabiha Gökçen

ALMANLAR STALİN'İN OĞLUNU KURŞUNA DİZDİLER

İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya, Rusya’ya saldırdığında milyonlar cepheye koşar.
Gönüllüler arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği lideri Stalin’in oğlu Yakov da vardır.
Yakov, 1941 yılında onbaşı olarak Batı Cephesi’ne gider. Bir süre sonra Almanlara esir düşer.

Almanlar bir ‘ganimet’ ele geçirdiklerini düşünerek hemen Stalin’e haber gönderirler:
“Yakov’un karşılığında, esir düşen Alman generalleri geri istiyoruz!”

Stalin şu yanıtı verir:
“Benim oğlum onbaşı rütbesindedir. Karşılığında size ancak bir onbaşı gönderirim.”
Almanlar kabul etmez, tekliflerinde ısrarcı davranınca Stalin bu kez şu yanıtı verir:
"Benim oğlum bir general etmez!"

Daha sonraki yazışmalar da sonuç vermez. Almanlar Yakov’u kurşuna dizerler.
Yakov, tarihe, İkinci Dünya Savaşı’nda ölen 20 milyon Sovyet vatandaşından sadece biri olarak geçer.

Yakov Çugaşvili, Stalin'in oğlu

MAO: OĞLUM BİNLERCESİNDEN BİRİYDİ

Mao Anjing, Çin devriminin önderi Mao Zedung'un en büyük oğlu idi.
Mao Anjing'in annesi Yang Kayhui, Kuomintang gericileri tarafından 1930'da idam edildi.
Anjing, çocukluğunun bir kısmını sokaklarda yetim olarak geçirdi.
Daha sonra Moskova'da okudu, İkinci Dünya savaşı sırasında Sovyet Ordusu'na katıldı.
1946'da Çin'e döndü.

Moskova’da eğitim aldıktan sonra Pekin’e dönen Anjing, halkını tanımak için köylerde ve fabrikalarda çalışır.
ÇKP yöneticisidir. 1950'de Kore Savaşı başladığında gönüllü yazılır. Daha 23 yaşındadır.
Anjing, General Peng Dehuay’ın piyade birliğine gönderilir. Rusça bildiği için irtibat subayı olarak burada görev yapar.
Çin birlikleri, Kore sınırını sessizce geçer; bundan sonraki saldırılarda ABD uçakları Anjing’in karargâhını bombalar.
24 Kasım 1950’deki bombardımanda Anjing’in birliği bir tünelin içine sığınır.
O ise, açık alanda bulunan bir barakada mahsur kalır. Bombardımanda ölür... Anjing arkadaşlarının yanına defnedilir.

Mao’ya acı haberi veremezler.
Üç ay sonra General Peng Dehuay, Mao’yla bir görüşmesinde Anjing’in ölümünü ağzından kaçırır ve oğlunu koruyamadığı için utanç içinde olduğunu söyler.
Mao bu haberi aldığında derin üzüntü içinde bir süre susar. Sonra kendisini toplar ve şu sözleri sarf eder:
“Devrimci bir savaşta daima bir bedel ödenir. Anjing binlerce kişiden biriydi.
Söz konusu benim oğlum olduğu için bunu özel bir olay olarak görmemelisiniz!”

Mao Zedung'un oğlu Mao Anjing ve eşi Liu Songlin

ATATÜRK ASKERDEN KAÇAN MOLLALARI AZARLADI

İstiklâl Harbi koşullarında da askerlik her vatansevere adeta zorunluydu.
Aydın Kuvayi Milliye teşkilatı 1919'da, 18 yaşındaki gençleri askere çağırdı ve gelmeyenlerin idam edileceğini duyurdu.
İstiklâl Mahkemeleri'nin de en çok uğraştığı konu asker kaçaklarıydı.

Yunan ordusunun Afyon önlerinde cephe kurduğu günlerde, Mustafa Kemal, Konya'yı ziyaret etmişti.
Atatürk'e bu gezide eşlik eden Sovyet Büyükelçisi Aralov'un anılarında yeraldığına göre, Konya'da medreseyi ziyaret eden Mustafa Kemal'den bir hoca, 'talebelerin askere alınmamasını' rica eder.
Mustafa Kemal buna sinirlenir ve şu ifadeleri kullanır:
"Ne o, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir?
Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde döğüşür, yurt içinde canlarını feda ederken, siz burada, genç; sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!
Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!"

‘Bedelli’ isteyenlerin oğulları askere gitmedi

Sözcü gazetesinde 22 Ekim’de yayımlanan habere göre:
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın oğlu Mücahit Arınç da askerliğini yapmadı. Arınç, bedelli askerliğin en koyu savunucularından.
Abdullah Gül’ün büyük oğlu Ahmet Münir Gül de askerliğini yapmadı. 27 yaşındaki Gül, ABD’de master yapıyor.
Eski Çevre Bakanı Osman Pepe’nin iki oğlu var. Her ikisi de ticaret hayatında hızlı yükselişleriyle dikkat çekmişlerdi.
30 yaşındaki Mustafa Pepe ve 27 yaşındaki İsmail Pepe’nin de askerlik yapmadığı öğrenildi.
Hüseyin Çelik’in iki oğlu da askerlik görevini yapmadı.
Tayyip Erdoğan’ın büyük oğlu Burak’ın çürük raporu alarak askerlik yapmadığı biliniyor.
Erdoğan’ın küçük oğlu Bilal de gurbetçilerin çocukları için çıkarılan ‘1111 sayılı Dövizli Askerlik Yasası’ndan yararlandı.
Bilal Erdoğan, kanunun öngördüğü gibi üç yıl yurtdışında kaldıktan sonra belirlenen dövizi ödedi ve 21 gün Burdur’da askerlik yaptı.

BEDELLİ ASKERLİK OSMANLI’DAN KALMA

Bedelli askerlik, eski bir Osmanlı uygulması. Osmanlı döneminde din adamları, azınlıklar ve İstanbul’da doğmuş olanlar imtiyazlıydı. Osmanlı Devleti, ‘bedel-i nakdi’ uygulamasını, bozulan maliyesini düzeltme yollarından biri olarak görürdü. Bir bedel karşılığı özellikle azınlıklar, paşa ve eşraf çocukları da askerlik yapmazdı. Askerliği yoksul Anadolu çocukları yapardı.

(Aydınlık'tan alıntı)

Belgeyse İşte Belge! İşte Dersim Gerçeği!

sovyet_kaynaklarinda_kurt_isyanlari225
Belgeyse İşte Belge!  İşte Dersim Gerçeği!

Tarihçi Mehmet Perinçek, Cumhuriyet'in ilk yıllarında yaşanan isyanları Sovyet devlet arşivlerinde araştırdı. Belgeleri "Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt isyanları" kitabında yayımladı.
isyanlarin_arkasinda
Perinçek'in aktardığı bilgiler hem tarihi aydınlatıyor hem de bugünkü saflaşmayı netleştiriyor, işte Sovyetler Birliği'nin isyanlarla ilgili saptamaları:

▪ Bu isyanlar, Devrimci Cumhuriyet'e karşı feodal gerici sınıfların hâkim konumlarını korumak amaçlıdır.

▪ İsyanların gerisinde emperyalist güçler (İngiltere) bulunmaktadır. Emperyalizmin hedefi Devrimci Türkiye'yi yıkarak Sovyetler Birliği'ni güneyden kuşatmaktır.

▪ Ankara Hükümeti isyanları şiddet kullanarak bastırmakta haklıdır. Başka bir politika izlenemez.

Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları
belgeyse_iste_belge
Belgelerle dolu bir kitap!

‘İsyanların arkasında emperyal güçler var’!


İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Araştırma Görevlisi Mehmet Perinçek’in 10 yılı aşkın süredir Rusya’da devlet arşivlerinde yapmakta olduğu çalışmanın son ürünü Kaynak Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu. Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları kitabı, konusu ile ilgili Türkçedeki ilk kapsamlı kitap oluyor.
sovyet_kaynaklarinda_kurt_isyanlari
Kitapta, Mehmet Perinçek’in yazdığı ve belgelerin geniş bir değerlendirmesini yaptığı önsözün yanı sıra toplam 22 belge bulunuyor.

Kürt isyanlarını Sovyetler Birliği nasıl değerlendirdi?

Elbette bu konu bir sır değil. Ama böylesine kapsamlı bir çalışma Türkçede ilk defa yayımlanıyor.

Perinçek'in kitabında yer alan belgeler; Rusya Toplumsal, Siyasal Tarih Devlet Arşivi, Rusya Askeri Devlet Arşivi, Rusya Askeri Tarihi Devlet Arşivi, Rusya Federasyonu Devlet Arşivi ve Rusya'nın önde gelen kütüphanelerinden alınmış.

Bu arşivlerin kaynağı Komünist Partisi'nin, Kızıl Ordu'nun, Komünist Enternasyonalin, Sovyet Dışişleri Bakanlığı'nın, Komünist Partisi (SBKP) Gençlik Birliği'nin (Komsomol), Kafkasya ve Orta Asya'daki Komünist Partilerin arşivlerinin, şimdi Rusya Federasyonu yönetimi tarafından düzenlemesiyle oluşturulmuş.

Kürt sorununun olanca yakıcılığı ile ülke gündemimizin baş sırasına yerleştiği bugünlerde, yakın tarihimizde bu konuda yaşanan gelişmelerin Türk'ü ve Kürd'üyle milletimizin bilgisine sunulması son derece önemli.

Bir bütün olarak bakıldığında belgelerde önemli tahliller ve tespitler görüyoruz. Sovyetler Birliği'nin isyanlar karşısındaki net durusu ise günümüz açısından son derece öğretici.

İsyanların altında yatan gerçek!

Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim isyanları, Ankara ile ilişkiler bakımından uluslararası çapta siyasi değerlendirmeler konu olmuşlardır. Sovyet belgelerinde bu isyanlar konusunda son derece net ve kararlı bir tavır vardır.

Aydınlık - 24 Kasım 2011

htpp://www.gazetevatanemek.com/

LİBERAL, KAPİTALİST İLLLİZYON VE İSLAMCILAR - H. Prof.dr. Nurullah AYDIN 20 Kasım 2011-ANKARA

Görüşlerini biraz kazıdığımız ve mantıksal sonuçlarına doğru taşıdığınız taktirde görülecektir ki, muhafazakârlar, İslamcılar ve liberaller üretim ve emek alanlarını ortak bir tutumla yok sayarlar. Sadece piyasayı kutsar ve öne çıkarırlar. Ekonomi-siyaset ilişkisini koparır ve birey çıkarlarından ayrı bir toplumsal çıkar ve kamusal hayat bulunmadığını ileri sürerler. Görüşlerinin ve siyasal etkinliklerinin esası budur. Gerisi palavradır.

Bu iddialara karşı sol liberallerden ve liberalizmin etkisi altındaki çevrelerden, örneğin Kürt hareketinden son 20 yıldır esaslı bir itiraz gelmedi. Sanki kapitalizm yokmuş gibi davranıldı. Toplum adeta maddî ve tarihsel temellerinden bağımsız, kültürel bir olgu gibi ele alındı. Bu arada gerçekte kendileri gerçek birer “büyük anlatı” olan liberalizme, demokrasiye ve dinlere yönelik bütün radikal eleştiri de geri çekildi.

Sonuç olarak muhafazakârlar, liberaller, dinciler ve postmodernist felsefenin ağır etkisi altındaki çevreler arasında gerici bir tarihsel blok oluştu. Bu gerici bloka sol liberaller de katkıda bulundu. Sol liberaller, ideolojik olarak bu blokun tahkim edilmesinde esas rolü üstlendi. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü bir ideolojik-politik oluşuma değil, küresel bir eğilime işaret ediyordu

Bu gerici tarihsel blok Türkiye’de bütün iktidarı almak, siyasal ve ideolojik hedefleri doğrultusunda rejimi ve toplumu dönüştürmek için 2007 yılının ikinci yarısından itibaren harekete geçti. Bu bağlamda gerçekleştirilen Ergenekon operasyonu Türkiye’de rejimin ABD’nin ve işbirlikçilerinin ılımlı İslam projesi doğrultusunda dönüştürülmesinin en önemli etabını oluşturdu. Bir gericileştirme hamlesiydi ve devam etmektedir.

Ergenekon operasyonunun bu niteliği ve hedefleri başlangıçta sol tarafından yeterince görülemedi. Üzerinde çalışılmış bir siyasal komplo olan Ergenekon operasyonunun felsefî, ideolojik, tarihsel ve siyasal derinliği de yeterince anlaşılamadı. Hatta, derin devlet ya da kontrgerillanın tasfiye edileceğine dair bir umut bile yarattı. Böylece toplumsal muhalefetin bir kesimi bu komplo aracılığıyla liberal-muhafazakâr ittifakın ve iktidarın peşine takılarak yedeklendi.

Tezleri şöyleydi: O, gerçek iktidar değildir; hükümet olmuş, ama iktidar olamamıştır. Gerçek iktidar derin devleti de kapsayacak şekilde asker-sivil bürokratik elittir. Dolayısıyla siyasal mücadele esas olarak devletle sivil toplum ya da merkezle çevre arasında cereyan etmektedir. Dolayısıyla bu bir demokrasi mücadelesidir ve gerçek demokratikleşme de bu çatışmanın içinden gelişecektir. Bu anlayışa göre iktidar,, asker-sivil bürokratik elitin iktidar alanını sınırlandırmaya, sivil toplumun ve demokrasinin alanını ise genişletmeye çalışmaktadır.

Devletin sınıfsal karakterini belirsizleştiren vesayet rejimi kavramsallaştırması da tam bu dönemde yaygınlık kazandı. Hiçbir sınıfsal ve tarihsel bağlama oturmayan bu bilim dışı kavramsallaştırma, gerçekte beşinci sınıf Amerikan sosyologlarından alınmıştı. Durum böyle olmasına karşın bu kavram sosyalistlerin terminolojisine bile girdi. Öyle ki, çatı partisi kurma girişimini sürdüren Kongre Hareketi’nin Program Çerçeve Metni dahi siyasal çatışma alanını ve bu çatışmanın taraflarını bu kavram üzerinden açıkladı.

Ortada trajikomik bir durum, ideolojik bakımdan ise tam bir baştan çıkma hali vardır. Türkiye’deki son politik pratiğine bazı çevrelerce muhafazakâr devrim bile diyebildi. Böylece toplumsal muhalefeti soyut bir vesayet düzenine karşı mücadeleye çağırırken, gerçekte somut bir iktidarı ve yeni devlet düzenini desteklediler.

Oysa yeni yapılanma; küresel aktörlerin belirlediği programa uygun yürütülüyor.
İstenen; Avrupa’nın yüzyıllık hayali, ABD’nin ise 60 yıllık özlemidir.
Şimdiki süreç ise; kimliksizleştirilmiş halk yığınlarının oluşturduğu Anadolu coğrafyası ve 600 yıllık İslam uygarlığının yaşandığı Endülüs/İspanya’da yapılanın tekrarını gerçekleştirmek. Yani Arapların/Müslümanların Endülüs/ispanya devletinin yıkılarak bölgenin Hıristiyan olması için yapılan gibi Anadolu’da aynı strateji  uygulanmaktadır.

Türkiye Müslümanları; Arap masallarını, hikayelerini, hurafelerini dinlemekten bölge, dünya ve İslam ve Türk tarihi okumuyorlar. Yani tarih okuma özürlüsü olmaları nedeniyle tarih tekerrür ediyor. Ama onlar için kapitalizm, liberalizm, sosyalizm, muhafazakarlık önemli değil önemli olan yaşadıkları dönemin saltanatı.

Günün Sözü: İlahi varlık, tarih ve vicdanlı insanlar; gaflet, dalalet ve ihaneti affetmez.

Atatürk'ü Ağlatan Ağaç

Ankara, Kurtuluş Savaş’ımızın eşsiz önderine kollarını açtığı günlerde, Çankaya’dan şehre inen yol üzerinde tek bir iğde ağacı varmış; ağaç olarak. Mustafa Kemal, o ağacın önünden geçerken her sefer, yanındakilere gösterir o iğde ağacını, “Bak" dermiş, "Bu benim iğde ağacım”. Bu sevgiyi bilmeyenler, haberli olmayanlar, bir gün yolu genişletmek amacıyla iğde ağacını kesmişler.

Ve Mustafa Kemal onu selamlamak üzere başını çevirdiğinde ağacın yerini bomboş görmüş. Heyecanla “Ne oldu benim ağacıma” diye sormuş. Kesildiğini öğrendiği zaman da iki elini yüzüne kapayarak ağlamaya başlamış.

Bugün koca bozkırın ortasında binlerce ağacın yeşerip göverdiği bir Ankara ve bir Gazi Orman Çiftliği varsa eğer, bunu Mustafa Kemal’ in o günkü gözyaşlarına borçluyuz. Bir iğde ağacı yerine bir orman, binlerce ağaç, binlerce sevgi.

Atatürk'ün Savanora Hakkında Dedikleri

Atatürk' ün İstanbul' daki mutluluklarından biri Florya' yı keşfetmesi oldu. Birkaç gidip gelmeden sonra buradaki plajı canlandırmaya karar verdi. Deniz köşkü, alaturka deniz hamamı gibi birşeydi. Atatürk denize o kadar ihtiraslı bağlanmıştı ki yıllarca yaz aylarını adeta su içinde geçirdi. Yüzme ve kürek idmanları yapar ve burada da halktan ayrılmazdı. İlk projeye göre Atatürk Köşkü kumsalın sonundaki bir tepecik üstüne yapılacaktı, aşağıda da bir banyo yeri hazırlanacaktı. Kalabalıktan uzaklaşmayı istemedi. Yine ilk projeye göre demiryolu geriye alınacaktı:

Canım, dedi. Ankara' da dağ başında yaşıyorum, İstanbul' da Saraya hapsoluyorum; bırakın burada gelenleri gidenleri, hiç olmassa tren gürültüsü duyayım.

Son zamanlarda Şile' yi görmüş, pek sevmişti yaşasaydı orasını da canlandıracaktı.

Büyükçe tekne olarak emrinde Ertuğrul Yatı vardı. Marmara için yapılmış bu yatla bir defa Karadeniz' e çıkmıştı. Sert bir havada yat az daha batıyordu. Memleket kıyılarını dolaşmak üzere İstanbul' dan uzaklaşınca Denizyolları' nın bir yolcu gemisini seferden alıkoymak gerekiyordu. İşte Atatürk' e yeni bir yat alınması bu gereksinimden doğmuştu.

Amerikalı bir milyoner kadının yaptırmış olduğu Savarona, ileri sürülen bir düşünceye göre Amerika' ya sokulmadığı için, ucuza almıştı. Planlarını görmüş ve yatı çok beğenmişti. Ne yazık ki yat geldği zaman Atatürk'ün ölümcül bir hastalığı vardı. Pek sevdiği bu yatta çok zamanı yatakta geçirdi. Bir gün şöyle dedi:

-Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim?

Atatürk' ü ölüm yatağına Savarona' daki kamarasından bir koltuğun içinde ancak götürebildiler. Yat Dolmabahçe Sarayı önünde boynunu bükerek Atatürk'ü boşuna bekledi.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...