CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

"KARA FATMA" KİMDİR?


Değildir kahraman yalnız er kişi, 
Bir aslan aslandır olsa da dişi..” 
(Ziya Gökalp)

Kurtuluş Savaşımızın Kara Fatma lakaplı kahraman Türk Kadın Savaşçısı Üsteğmen Fatma Seher Erden'i ölüm yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyorum ruhu şad mekanı Cennet olsun...

"KARA FATMA" KİMDİR?

1888’de Erzurum'da dünyaya gelen Fatma Seher, Balkan Harbi yıllarında asker olan eşiyle Edirne'ye yerleşir. Sarıkamış'a gönderilen eşiyle bu defa Doğu Cephesi'nde çeşitli görevler üstlenir. Eşinin şehit düşmesinden sonra Fatma Seher'in savaş sahnesine çıktığı görülür. Akrabalarından oluşan bir müfreze oluşturur.

Fatma Seher Hanım 700 Kuvvacı’ya milis komutanlığı yapmış ve kendisine İstiklâl Madalyası verilmişti."Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafetlere girerek üç günlük bir mücadeleden sonra devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli bulunduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf vardı ve yüzüm de peçe ile kapalıydı..Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince ilk defa sert bir lisan kullanarak ‘ne görüşeceksin’ dedi.

Kalbimdeki vatan aşkı, bu sert muameleye üstün geldi. Derhal peçemi kaldırdım ve ‘İstanbul’dan buraya kadar sizinle görüşmek için http://geldim.ve maruzatımı bir dakika için dinlemenizi ısrarla rica ediyorum’ dedim. Sonra, pek yakınımızda bulunan küçük bir lokantaya beni kabul ettiler."

Mustafa Kemal kendisine adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini sordu.Aldığı cevaplardan duyduğu memnuniyeti, "Bütün kadınlar senin gibi olsa idi Kara Fatma" sözleriyle ifade etti. Fatma Seher, işte bu olaydan sonra “Kara Fatma” olarak anılmaya başlandı.

Kurtuluş Savaşı’nın büyük kahramanı Kara Fatma, İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.Bu madalya, kendisi için yeterliydi. Öyle ki, savaşın ardından kendisine bağlanan üsteğmenlik maaşını kabul etmedi. “Ben para için savaşmadım. Vatanım için savaştım” diyerek maaşını Kızılay’a bağışladı.

Fatma Seher, Sivas Kongresi sırasında Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek savaşa katılmak için izin ister. "Kara" lakabını da ve üsteğmen rütbesini de Mustafa Kemal'den alan Fatma Seher, aşçılık, hasta bakıcılık, hemşirelik gibi pek çok görevin yanında İstiklal Harbi'nde 700 kişilik birliği komuta eder.

Savaşın sona ermesinden sonra İstanbul'a yerleşen Fatma Seher, devletin kendisine bağladığı maaşın tek bir kuruşuna bile dokunmadan Kızılay'a bağışlar. Fatma Seher, 2 Temmuz 1955'te 67 yaşında İstanbul Darülaceze'de hayatını kaybetti.  Kasımpaşa’daki Kulaksız mezarlığına defnedildi.

Ruhu şad mekanı Cennet olsun Kahraman Türk Anamızın...

Kaynak : Türkolog Fatih Mehmet Yiğit 








Kürt Şeyh SAİT'İN AYAKLANMASI VE DİYARBAKIR'I KUŞATMASI

Kürt Şeyh SAİT'İN  AYAKLANMASI VE DİYARBAKIR'I KUŞATMASI (13 Şubat 1925 – 31 Mart 1925). Şeyh SAİT'İN  İDAM ELMESİ VE MUSUL OLAYI (1865-29 Haziran 1925).

İSYANIN NEDENİ?

Şeyh Sait Palu-Elazığ doğumlu. Okulu: Medrese. İsyanı Cumhuriyet’in ilk yıllarında çıkan ve oldukça önemli sonuçları bulunan bir isyandır. 

Şeyh Sait İsyanının iki temel gerekçesi bulunur. Bunlar dış ve 
iç olarak ikiye ayrılır. 

Dış gerekçesi ise; aynı dönemde Musul'da başarı kazanmak isteyen İngilizlerin, Türkiye içerisinde isyanlar ve kargaşalar çıkartmak. Bu şekilde Türkiye'yi diğer dünya ülkelerine istikrar bulamamış bir ülke olarak tanıtmak.

İç gerekçesi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ve onun inkılaplarının bazı kişiler tarafından onaylanmamasıdır. 

Şeyh Said İsyanı, 1925 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki Zaza ve Kürt aşiretlerinin İngiliz destekli olarak Ankara merkezi yönetime karşı çıkan geniş çaplı bir ayaklanmadır. (Elazığ, Bingöl, Diyarbakır ve çevresi)

Şeyh Said, 16 Şubat'da valiyi ve öteki görevlileri esir aldı ve  halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağırdı. Sonradan bu Kürt istiklâl hareketine çevrildi. 

Şeyh Sait, Halka yönelik kışkırtmak için; ''Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.” gibi yalan haberleri yaydı.

Şeyh Said ayrıca tüm bey ve aşiretleri Kemalist yönetime karşı ortak mücadeleye davet ederek; “Bu dinsiz hükûmet bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdır.” söyledi. Bunu 6 Mart 1925’te Dersim’deki tüm aşiret reislerine de gönderildi.
Buna rağmen Bazı aşiret reisleri Ankara'yı destekliyordu. 

ANKARA HÜKÜMET'İN TUTUMU 

Mustafa Kemal (Atatürk) ciddiyeti anlayıp İsmet Paşa'yı  Çankaya'ya çağırdı.

Hükûmet 21 Şubat'ta doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu  Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı. Elâzığ birkaç gün boyunca isyancılar tarafından yağmalandı.

Şeyh Said'in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Bingöl üzerinden 7 Mart 1925'de Diyarbakır'a yöneldi ve kuşattı. Başka bir kol da Muş'a doğru harekete geçti. 

Çankaya'da, İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. 

Bu devirde Ali Fethi (Okyar) Bey başbakandı. Bu esnada Ali Fethi Bey ile İsmet Paşa'nın arası açıktı. Ali Fethi Bey  isyanı  çok ciddiye almamışdı.  

Mustafa Kemal Paşa, Ali Fethi Beyi görevinden aldı ve 3 Mart'ta İsmet Paşa'yı yeni bir hükûmet kurmakla görevlendirdi. 

Bir gün sonra TBMM'de hükûmete olağanüstü hâl yetkileri tanıdı. Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. Çünkü Diyarbakır Şeyh Said kuvvetlerinin kuşatması altındaydı. 

Hükûmet 26 Martda geniş kapsamlı   bastırma harekâtıyla ayaklananların çoğunu teslime zorladı. İsyancı bazı aşiret reisleri Palu'da yakalandı. Şeyh Said Varto yakınlarında  Akrabası Binbaşı Kasım Ataç'ın yardıyla ele  geçirildi (15 Nisan 1925).

İSYANIN İÇ VE DIŞ SONUÇLARI 

Şeyh Sait İsyanı'nın hem iç politikada hem de dış politikada önemli etkileri oldu.

Dış politikaya etkisi: Cumhuriyet rejimine karşı düzenlenen ilk büyük ayaklanmayla Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan Musul'un artık tamamen İngilizlerin eline geçmesidir (Bunu farklı yorumlayanlar da var).

Bu durumda Türk ordusu gereğinden fazla yıpranmışdı ve Musul'a gerekli desteği veremedi. Bu nedenle Türkiye Ankara Anlaşması ile Musul üzerinde bulunan haklarından vazgeçti.

İç politikaya etkisi: Ayaklanmanın kanıtlamış olduğu bir diğer sonuç ise Türkiye Cumhuriyetinin henüz çok partili hayata geçişe hazır olmamasıydı. 

Sonuç olarak isyanın ardından Kazım Karabekir Paşa'nın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da kapanmış ve çok partili hayata geçiş denemesi bu dönemde başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Şeyh Sait İsyanı sonrasında Musul ve Kerkük kaybedildi. Bu esnada Ruslar Atatürk'ü, İngiliz ve Fransızlar da isyancıları desteklemiştir. 

ŞEYH SAİD'İN  ÖLDÜRÜLMESİ

Şeyh Said ve avanesi 47 kişi, 5 Mayıs 1925 günü Diyarbakır Şark İstiklal Mahkemesine getirildi.
"Benim ölümüm Allah ve Din için ise darağacında asılmama perva etmem" demişdi.  

İsyanı destekleyen Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul'dan  Diyarbakır'a getirildiler. Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı  idam edildiler (27 Mayıs 1925).

Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün 29 Haziran'da infaz edildi. 

Şeyh Said'in Kardeşleri; Şeyh Abdurrahim, Şeyh Bahaeddin, Şeyh Mehdi, Şeyh Diyaeddin, Şeyh Tahir, Şeyh Necmeddin.

Şeyh Said'in Çocukları: Selahaddin Fırat, Ali Rıza Fırat, Gıyaseddin Fırat, Abdülhalik Fırat, Ahmet Fırat.

Derleyen: Sefer EREN

Not: GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ ŞEYH SAİT İSYANI, BÜYÜK BİR  BÖLGESEL KÜRT İSYANIDIR. TABİÎ Kİ BUNUN UZANTISI BUGÜN DE PKK VE HİZBULLAH İLE DEVAM ETTİRİLMEYE ÇALIŞILMAKTADIR.





Evreniniz değişmez doğa yasalarıyla işlemektedir.

Evreniniz değişmez doğa yasalarıyla işlemektedir. Bu yasalar her zaman var olmuş, var olmaya da devam edecektir. Öngörülmemiş koşullar olmadığı için değişmeleri gerekmez, kontrol edemedikleri koşullar ortaya çıkmadığı için iptal edilmeleri de gerekmez, yani ne erteleme ne de iptal gerektirmeyen bir dakiklikle işlemek için tasarlanmışlardır. Eğer yaşam varsa doğa yasası her zaman işler, sonuç daima nedeni izler ve ekilen biçilir. Kimsenin nedenle sonuç arasına girme veya sırayı değiştirme gücü yoktur. Dünyanızda yapılan her keşif bu yasaya göre işlemek zorundadır. Şans, tesadüf yoktur, doğa yasası herkesi kapsar. Bu gerçek, yasaları yaratan üstün zekanın bir kanıtı değil mi?

Günah kendi bedelini, iyilik de kendi ödülünü getirir.

Silver Bırch




"BU EKİBE İYİ BAKIN !.. Bu ekibi Ermenistan Kabinesi sanmayın.

 "BU EKİBE İYİ BAKIN !..


Bu ekibi Ermenistan Kabinesi sanmayın.

Bu ekip; 33 SENELİK ABDULHAMİD DEVRİNİN HÜKÜMET EKİBİDİR!

Sonra da devlet batınca, “...Vay Efendim Türkçülük başlamış da, o yüzden devlet çökmüşmüş..”

  Peki bu ekonomik iflas tablosunda Türkler nerede ?

  Halife-i Müslümin 

2.Abdülhamit’in Nazırlarına (Bakanlarına) ve bürokratlarına buyrun bakalım:

  Hariciye Nazırları; 

* Aleksandros Karateodori Paşa

(1878-1879)

* Gabriel Pasha ve Sava Paşa (1879-1880)

  Hazine-i Hassa Nazırları: 

* Agop Ohanes Kazazyan (1876-1891), 

* Mikail Portakalyan Efendi (1891-1897), 

* Ohanes Sakız Efendi (1897-1908)

 Maliye Nazırı: 

• Agop Ohanes Kazasyan Paşa (28-30 Ağustos 1885), (Aralık 1886 - Mart 1887) (1888-1891)

  Nafia Nazırları: * Ohanes Çamiç Efendi (1877-1878), 

* Aleksandr Karateodori Paşa (1878) 

* Sava Paşa (1878-1879)

  Orman ve Maadin Nazırları; 

* Mavrokordato Efendi (1908-1909),  

* Aristidi Paşa ( 1909)

  Ticaret ve Ziraat Nazırları: * Bedros Kuyumcuyan Efendi (1880) 

* Gabriel Noradonkyan Efendi (1908-1909)

  Ayan Üyeleri(1876); 

* Antopolos Efendi Aristarki Bey, 

* Daviçon Karmona Efendi, 

* Musurus Paşa, 

* Serviçen Efendi, 

* Stoyanoviç Efendi, 

* Dr. De Kastro Bey, 

* Mavroyeni Paşa, 

* Karatodri Paşa, 

* Abraham Karakahya Paşa

  Ayan Üyeleri(1908) 

* Azaryan Efendi, 

* Basarya Efendi,

* Bohor Efendi, 

* Fethi Franko Bey, 

* Gabriyel Noradonkyan Efendi, 

* Mavrokordato Efendi, 

* Mavroyeni Bey, 

* Oksanti Efendi, 

* Yorgiyadis Efendi, 

* Aram Efendi, 

* Popoviç Temko Efendi,

  Babıali Hukuk Müşaviri 

Gabriel Efendi; 

Abdülhamit zamanında sürekli el üstünde tutulan bu Gabriel Efendi 2. Dünya savaşı sonrası düzenlenen Paris Konferansında Ermeniler için toprak talep etmiş, Lozan Konferansına da Ermeniler adına katılmıştır… 

  Elçilere göz attığımızda; 

* Y. Fotiades Bey ve Gobdan Efendi’nin Atina, 

* Azaryan Efendi’nin Belgrad, 

* E. Karatodri Efendi’nin Brüksel, 

* Blak Bey’in Bükreş, 

* Yanko Karaca, Misak Efendi ve Aritraki Efendi’nin Lahey, 

* K. Musurus Paşa, Alfred Rüstem Paşa ve Antopulo Paşa’nın Londra, 

* Naum Paşa’nın Paris, * S. Musurus Bey ve Y. Fotiades Bey’in Roma, 

* Nikola Gobdan Efendi’nin Sofya, 

* A. Vogorides Paşa’nın Viyana, 

* L. Aristarki Bey ve A. Mavroyeni Bey’in Washington’da Büyükelçi-Elçi olarak görev yaptıklarını görüyoruz. 

  Konsolos ve kâtipliklerde de Türk unsurundan ziyade Ermeni ve bilhassa Rum memurlar kullanılmakta idi.

  Valilik koltuklarının çoğunda da gayrimüslimler oturuyordu.

  Mesela;

Şarkî Rumeli Valileri; 

* Sava Paşa,

* Aleko Vogorides Paşa,

* Gavril Paşa Hristoiç,

* Alexandre de Battenberg,

* Ferdinand de Saxe-Cobourg et Gotha,

  Sisam Beyleri; 

* Mişel Gregoriyadis Bey, 

* Aleksander Mavroyeni Bey,

* Yanko Vitinos Bey,

* Kostaki Karateodori Paşa,

* Yorgi Yorgiadis Efendi,

* Andrea Kopasis Efendi,

  Cebelilübnan Sancağı Mutasarrıfları; 

* Vasa Paşa,

* Naum Paşa,

* Yusuf Franko Paşa

  Maliyesini, Hariciyesini, Tarımını, Madenlerini ve de Mülkiyesini gayrimüslimlere bırakmış devletin başında bir İslam Halifesi (!) vardır…

  ŞİMDİ ANLADINIMIZ MI ATATÜRK’ÜN KİMİN TEKERİNE ÇOMAK SOKTUĞUNU ?

Türk Dil Kurumuna bir Ermeni dilbilgisi uzmanını, o da sadece Genel Sekreter olarak atadı diye-ki adam Osmanlı memuru zaten, 100 senedir Atatürk'e demediğini bırakmayanlara soralım, insafınız var mı ?

Kaynak Kitap: Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı Erkan ve Ricali (1839-1922)

Prosopografik Rehber, İstanbul: ISIS PRESS, 1999."





Evet, biz Asyalıyız ve Batının temeliyiz.

 “BİNLERCE YIL ÖTEDEN PARMAK İZLERİMİZ DEĞECEK BİRBİRİNE...”

Yıllar önce uluslararası bir turnuvada bir İtalyan meslektaşım, "Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne almazlar" demişti.

"Neden" diye sorduğumda "siz Asya'lısınız" diye küçümseyen bir söylemde bulunmuştu.

Sanki Asya'lılık bir eksiklikmiş gibi.

Sadece "sen Efes antik kentini biliyor musun" diye sordum.

"Evet" dedi.

"Öyleyse Efes'in tarihini iyi araştır" demekle yetindim.

Efes 6000 yıl önce kurulmuş bir Luvi kenti.

Luviler "Assa" dediler bu kente. 

Hititler ise "Apasa."

Sonra "Assuva" oldu.

Ve Helenler geldi "Asia" dediler, yani "Asya" 

Efes öylesine uygar, öylesine gelişmiş bir kentti ki, Avrupa'daki toplumlar onu örnek alıyordu.

O yüzden koskoca bir kıtaya Efes'in ismini verdiler; Asya.

Anadolu'ya da Küçük Asya.

İtalyan meslektaşım bunları bilseydi, elbette "siz Asya'lısınız" gibi küçümleyici bir söylemde bulunmazdı.

Evet biz Asya'lıyız.

Uygarlığın, demokrasinin doğduğu topraklardayız.

Ama maalesef bu kadim kültür zenginliğini benimsemiyor ve sahip çıkmıyoruz.

Osmanlı dahil Türkiye'nin kültürel tarihinde "Türklük ve Müslümanlık" dışında unsurların da bulunduğunu resmi ideoloji hiç kabul etmedi.

Efes gibi Ege ve Akdeniz'deki onlarca antik kültürü hiç benimsemedi.

Hal böyle olunca ve sen sahip çıkmayınca, el oğlu durur mu?



Batı dünyası insani değerlerin büyük sanat yapıtları ile ölümsüzlük kazandığı tek kaynağın Yunan-Roma kültürü olduğuna inanır.

Ders kitaplarında böyle öğretilir.

Oysa Luvi, Arzawa, Hitit, Troya, Likya, Lidya, Frigya, Karya, Kapadokya uygarlıklarının ne Helen, ne de Roma ile ilgisi yoktur.

Onlar Anadolu'nun öz uygarlıklarıdır.

Batının Küçük Asya diye isimlendirdiği Anadolu aslında batı uygarlığın beşiğidir.

Bir ağacın köklerini besleyerek ona hayat veren toprak binlerce yıllık bir birikimin ürünü. Ağaç bu birikimin zenginliği sayesinde yaşıyor.

Toplumlar da kendilerinden önceki toplumların kültürel mirasının zenginliklerinden beslenerek kendi kültürel kimliklerini oluşturuyor.

Antik Yunan ve Roma uygarlıklarının beslendiği zenginlik de, binlerce yıllık bir kültür birikimine sahip Asya topraklarıdır.

Bu toprağın binlerce yıllık kadim mirasını batıya hediye etmek yerine onu sahiplenmek bizi ne müslümanlıktan, ne Türklük'ten uzaklaştırır.

Aksine damarlarımızda hala kanı dolaşan bu uygarlıkların kültür zenginliği bizim kültürümüzü de zenginleştirir.

Evet, biz Asyalıyız ve batının temeliyiz.

Aslında sözün özünü 3000 yıl önce yaşamış Likyalı bir şair şu mısralarla anlatmıyor mu?

“Beni bulamazsan üzülme

eşyalarımı bulacaksın

Kestiğim taşları, açtığım yolları, işlediğim heykelleri bulacaksın,

Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden parmak izlerimiz değecek birbirine”




MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...