CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

#AtatürkGibiDüşün Atatürk İlkeleri ve Atatürkçü Çağdaş Düşünce Yapısı


Milletler tarafından kabul edilen temel düşünce sistemleri, ortaya çıktığı her coğrafya veya ait olduğu her millet için sonuç itibariyle bir genel kültür unsurudur. 

Milletler, farklı düşünce sistemlerini benimseyebilir. 
Bununla birlikte aynı düşünce biçimini benimseyen toplumlarda sistemin uygulanmasından doğan sonuç farklı olabilir. Ortaya çıkan sonucun farklı olmasının sebepleri uygulamadaki muhtemel değişkenliğin yanı sıra toplumda var olan farklı alt kültür unsurlarının mevcudiyetidir.

Türk toplumu içinde durum farklı değildir. Türkler, tarihî süreç içinde diğer milletler gibi farklı düşünce sistemleriyle karşı karşıya gelmişler veya temasta bulunmuşlardır. Bu düşünce sistemleri, Türk milletini ancak kabullendiği kıymet hükümleri dairesinde etkilemiştir. Yani karşılaşılan düşünce sistemleri Türk kültürünün etkisinde kalmış ve etkilenmiş aynı zamanda Türk kültürü de bu düşünce sistemleri ile şekillenmiştir.

Türk kültürü, kültür münasebetlerinde ve kültürler alış verişinde dikkate değer bir nüfuz ve tesir kabiliyeti ve değeri göstermiştir. 

Türk kültürü diğer kültürlere saygılı, onlara baskı yapmaya lüzum görmeyen, müsamahalı ve kendisinden emin bir kültürdür. Bundan dolayı Türk kültürünün müthiş ve kendisini korama, dayanma, yaşama ve yaşatma gücü vardır. 

Kapalı bir kültür olmadığı hâlde Türk kültürü başka kültürler karşısında daima şahsiyetini bilmiştir1. Bu sebeple de Türk devlet geleneği daima insanları birleştirmiş ve kaynaştırmıştır. 

Türkler, kültürel ve biyolojik farklılıkları olan insanları kendi birlik ve bütünlüğü dairesinde değerlendirmiştir. Bu bakımdan insan hakları ve hoşgörü Türk milletinin ayrılmaz birer vasfı haline gelmiştir.

Atatürk’e göre kendisini Türk hisseden herkes Türk’tür. Ancak sosyolojik manada hissiyata dayalı bu kabul, batıdan farklı olarak kültür birliğine bağlı olan anlayışı ifade eder. Bu tarz bir hissiyatta, her türlü boy, aşiret, kabile ve kavim asabiyetinin üstünde manevî ve kültürel mutabakat olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne mensubiyet şuuru ön planda yer almaktadır.

Atatürk, tarihî seyir içerisinde Türk kültürünü inceleyerek çağdaş Türk insanını yetiştirecek olan düşünce sisteminin çerçevesini çizmiştir. Onun Türk kimliği anlayışı, Türk’ün karakterine ve tarihine uygun bir kültür anlayışının yaşatılmasıdır. Bu tarz kimlik ve kültür anlayışı ise yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini meydana getiren felsefe ile ifadesini bulmuştur.

“Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” ifadesinde Atatürk’ün ortaya koymaya çalıştığı felsefe, yeni Türk Devleti’nin kuruluşu sırasında varolan çağdaş düşünce ve çağdaş hayat ile kopuklukları giderecek bir anlayışı ihtiva eden düşünce sistemidir.

Bununla birlikte Atatürk’ün eserini yücelten sadece ülkenin kurtarılması ve tam bağımsızlığa sahip, mütecanis bir devlet kuruculuğu da değildir. Onu ölümsüzleştiren olayların belki de en önemlisi, yeniden kurduğu devletin sonsuza kadar bağımsızlığını koruyabilmesi için, almış olduğu tedbirlerdir. Bu tedbirler “Türk İnkılâbı” ve “Türk Çağdaşlaşma Hareketi” şeklinde ifade edilebilir. Çağdaşlaşma denilince Atatürk’ün Türk toplumunu çağdaş medeniyet düzeyinin de üstüne çıkarmak için yapmış olduğu inkılâpların tamamı kastedilmektedir.2

Türkler, tarih boyunca ileri medeniyetleri benimsemekte daima büyük kabiliyet göstermişlerdir. Türk çağdaşlaşması, farklı ortamlarda gelişen Türk kültür çevresi ile batı kültür çevresinin uyumunu sağlamayı dil, din, tarih, sanat, folklor, gelenek, görenek gibi unsurlardaki ayrılığa rağmen bu ayrılıkları bir ölçüde korumayı amaçlar3.

Türk çağdaşlaşması, insanlığın gelişmesi içerisinde kültürler arası ilişkiler ve uyumlar bakımından bir aşama ve bir deneyler bütünüdür. Özgür düşünce ve bilgi ortamı Türk çağdaşlaşma hareketi ile genişletilmekte, batı kültür çevresini Hristiyanlık öğesi dışında Hristiyanlığın hakim olduğu bir alanın dışında gösterdiği gelişmenin örneği verilmiş olmaktadır4.

Çağdaş medeniyete yönelmekten güdülen amaçlardan biri de, kendi öz kültürümüzü bilimsel metotlarla geliştirmek, onu öz kaynağından halk kaynağından besleyerek “kendi değer ve özellikleriyle” çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmaktır.     


Böylece yüzyıllar boyu, yabancı kültürlerin etkisi altında yozlaşan, kısırlaştırılan ve horlanan millî kültüre, “kendi özellikleri içinde” çağdaş ufuklar açmak başka bir deyimle, Türk kültüründe bir “Rönesans” yaratmaktır5.

Atatürk’e göre meydana getirilmesi elzem olan Türk rönesansının diğer bir ifade ile Türk çağdaşlaşmasının vazgeçilmez unsuru ise millî bağımsızlıktır. Atatürk bu gerçeği şu sözleriyle ifade etmektedir. “Hiç bir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için belli başlı vasıtadır, gaye fikirdir. Bu fikrin istihsaline dayanmayan zafer payidar olamaz, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin payidar olması için çağdaş medeniyetin bir ortağı, bir parçası haline gelmek bin bir fedakârlıkla sağlanan bağımsızlığın muhafazası için şarttır.”

Türk çağdaşlaşması, Millî Mücadele hareketimizin amaçlarından birisi ve hatta Türk İnkılâbının her safhasında ve her çağda yenilenen hedefi olmuştur. XX. Yüzyıl başında Türk düşünce ve zihniyet ortamı ile batının çağdaş, sosyal, politik, ekonomik .uygulamaları arasındaki bağlantı, Atatürkçü düşünce bütünü ve Atatürkçü zihniyet ile kurulmaya çalışılmış ve büyük mesafeler alınmıştır. Atatürkçülük, düşüncede ve uygulamada, çağ düzeyinde uyumlu atılımları devamlı hayat tarzı olarak benimseyenlerin bağlı olduğu düşünce odağıdır6.

Türk İnkılâbının Dayandığı Bütünleyici İlkeler

Atatürk, devlet adamı, başkumandan ve fikir adamı olarak temayüz etmiştir. Dünya tarihinde, devlet adamı ve başkumandan olarak icraat ve mücadelelerini fikriyata istinat ettirenlerin sayıları sınırlıdır. Zira sosyal ilimlere dayanarak analiz yapmak ve senteze varmak demek olan fikriyat, hem bilgi ve kültür, hem de istidat ister7.

Tarihî gelişmelerin meydana getirdiği Türk inkılâbı, bir fikir ve idealin başarıya ulaşmış halidir. Türk İnkılâbındaki fikriyatın yönü Atatürkçülük şeklinde ifade edilir. Türk inkılâbının fikri gücü ve dayandığı esaslara ise “Atatürk İlkeleri” denir.

Atatürkçülüğün temel ilkeleri olarak değerlendirilen altı ilkenin doğup gelişmesi Türk inkılâbının başlangıç safhasında olmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk tüzüğünde yer alan “Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Milliyetçilik” ilkelerine8 “Laiklik, Devletçilik ve inkılâpçılık” ilkeleri partinin 1931’deki 3. kurultayında eklenmiştir. 5 Şubat 1937’de yapılan Anayasa değişikliği ile C.H.P.’nin nizamnamesinde yer alan altı ilke Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikleri olarak anayasada yer almıştır.

Türk İnkılâbı’nın amacı; Millî modernleşmeyi sağlamak, Türk toplumuna yeni bir şekil ve anlayış kazandırmaktır. Türk inkılâbı; bağımsızlığı, hür düşünceyi ve insan onurunu temel alan bir Türk rönesansıdır9. Mustafa Kemâl Paşa, bu anlayıştan hareketle ilk yapılacak işin “Türkleri yeni baştan Türkleştirmek” olduğunu tespit etmiştir10. Bu ideallerin ileriye dönük bir şekilde gelişmesi ve korunması Atatürk İlkeleri’nin gerçek anlamda uygulanması ile mümkündür.

Altı Atatürk İlkesi’nin yanı sıra bu ilkeleri tamamlayıcı nitelikteki “Millî Hakimiyet”, “Millî Bağımsızlık” ve “Millî Birlik” ilkeleri Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde varolan unsurlardandır. Atatürk ilkeleri ile birlikte mütalaa edildiğinde Atatürkçülüğün tanımı daha iyi anlaşılacaktır.

a. Millî Hakimiyet

Millî Hakimiyet, milletin kendi kendini idare etmesi, kendine hükmedecek heyeti seçmesidir. Yani millet tarafından devlete verilen iktidardır. Bu durumda hakimiyet bir kişiye, gruba veya çoğunluğa değil, bütün millete aittir.

Batı menşeli olan Millî Hakimiyet kavramı siyasi hayatımıza Millî Mücadele ile birlikte girmiştir. Atatürk “Millî Hakimiyet” mefhumuna Türk’ün ve kendi yüksek fikirlerinin damgasını vurarak hareket etmiştir. Atatürk, Millî Hakimiyet kavramını izah ederken millete ve Türk Milleti’nin fikrine ağırlık vermiş ve bunun üzerinde ısrarla durmuştur11.

Mustafa Kemâl Paşa’nın Samsun’dan sadarete gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporda yer alan “Millet, Millî Hakimiyet esasını ve Türk Milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunun için çalışacaktır”12 ifadesi Millî Mücadele hareketinin hedefini göstermesi bakımından önemlidir.

Amasya Tamimi ile Erzurum ve Sivas Kongrelerinde ortaya çıkan ana fikir ise “Hakimiyet-i Millîye’ye müstenit bil-a kaydü şart müstakil yeni bir Türk Devleti tesis etmek” şekliyle tespit edilmiş ve bu ideal ilk BMM’nin açılmasıyla yeni devletin temelini oluşturmuştur. Bu durum 1921 ve 1924 Anayasaları “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine yer vermekle hukuki bir hüviyet kazanmıştır.

M. Kemal Paşa’ya göre “Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kat’i manasıyla Millî hakimiyetin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası Millî hakimiyettir. “13

b. Millî Bağımsızlık (İstiklâl-i tam)

Siyasî anlamda bağımsızlık, bir başka devlete veya milletlerarası herhangi bir kuruluşa bağlı bulunmamak demektir. Millî Bağımsızlık milletin bu fikri benimsemesi ve amaç edinmesiyle ortaya çıkar. Türk Milleti için “bağımsızlık” ise vazgeçilemeyecek, taviz verilemeyecek bir karakterdir.

Siyasî anlamda bağımsızlık, bir başka devlete veya milletlerarası herhangi bir kuruluşa bağlı bulunmamak demektir. Millî Bağımsızlık milletin bu fikri benimsemesi ve amaç edinmesiyle ortaya çıkar. Türk Milleti için “bağımsızlık” ise vazgeçilemeyecek, taviz verilemeyecek bir karakterdir.

“İstiklal-i tam, denildiği zaman, bittabi siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, harsî ve ilah her hususta İstiklâl-i tam ve serbest-i tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, millet ve memleketin mana-yı hakikisiyle bütün istiklâlin muhrumiyeti demektir.”

“İstiklâl-i tam, bizim bugün tercih ettiğimiz vazifenin ruh-u aslisidir. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı tercih de edilmiştir. “I5

Batının emperyalist devletlerine karşı girişilen Millî Mücadele Hareketi’nin temelinde Türk milletinin bağımsızlığını kazanma arzusu yatar. Anadolu Kongrelerinde “Milletin bağımsızlığından vazgeçilmediği ve vazgeçilmeyeceği” esası kabul edilmiştir. Bu esas ile kurulan yeni Türk Devleti milletlerarası hayatta yerini Lozan Barış Andlaşması ile almış ve kazandığı Millî Mücadele zaferi, milletlerarası bakımından da bu antlaşma ile teyit edilmiştir16.

Misâk-ı Millî’nin öngördüğü tam bağımsızlık fikrinin askeri ve siyasi başarılar neticesinde elde edilmesiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bağımsızlık anlayışımızın korunması ile ilelebet yaşacaktır.

c. Millî Birlik

“Millî Birlik ve beraberlik, milletçe, bir arada yaşamayı ve bütünlüğü ifade eder. Millî Birlik ve beraberlik, Türk Devleti’ni oluşturan kişilerin karşılıklı sevgi ve saygı ile birbirlerine bağlanmasını, ortak amaçlara yönelik olarak varlığını devam ettirmesini belirtir.

Millî birlik ve beraberlik, milliyetçilik ilkesinin doğal bir sonucu, milliyetçilik ilkesinin öngördüğü ortak amaçların bir görünümüdür. Millî birlik ve beraberlik, milletçe birliği ve beraberliği ve bütünlüğü de ifade ettiğinden Millî devletin bir yönden de gerçekleşme vasıtasıdır.”17

Mustafa Kemal Paşa, Millî birliğin taşıdığı anlamı şu şekilde ifade etmiştir:

“Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygusu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silahı ve korunma vasıtasıdır. Bu sebeple Türk Ulusu’nun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. “18

“Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygusu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silahı ve korunma vasıtasıdır. Bu sebeple Türk Ulusu’nun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. “18

Görüldüğü gibi Mustafa Kemâl Paşa, yeni kurduğu devletin de ancak bütün fertleri ile birlikte modernleşmenin gerçekleştirilebileceğini daima vurgulamıştır. Bunun yanında millet bilincinin ve millet olma duygunun kuvvetlenmesi ise ancak Türk kültürünün, Türk tarihinin millî bir zemine oturtulmasının gerçekleştirilmesi ile başarıya ulaşacağına inanmaktadır20. Ona göre Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür21.

Millî birliğin gerçekleşmesi için Türkiye Cumhuriyeti devleti çatışı altında toplanan insanların önce ne oldukları bilincine varmaları, hangi ortak kültürden geldiklerini bilmeleri lazımdır22. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm vatandaşları; hangi ırktan, hangi dinden, hangi mezhepten gelirse gelsin birlik ve bütünlük içinde hepsi Türk’tür23. Bu anlayış ise Türk milliyetçiliğinin temelini oluşturur.

Türk İnkılâbının Dayandığı Temel İlkeler (Atatürk İlkeleri)

a. Cumhuriyetçilik

Cumhuriyet kelimesi dilimize Arapça “Cumhur”24 kelimesinden girmiştir. Bu kelime halk, ahali, büyük kalabalık anlamına gelir. Cumhuriyet veya Cumhurî devlet iktidarın millete, umuma ait olduğunu öngören devlet şekli demektir.

Cumhuriyet dar ve geniş anlamda kullanılır. Geniş anlamda Cumhuriyetle egemenlik topluluğunun bütününe, millete aittir. Dar anlamda Cumhuriyet ise sadece devlet başkanının doğrudan doğruya veya dolaylı olarak halk tarafından belirli bir süre için seçilmesi anlamına gelir25.

Türkiye’de Cumhuriyet, Millî Egemenlik ilkesinin26 benimsenmesinin bir neticesi olarak 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nunda yapılan 29 Ekim 1923 tarihli değişiklik sadece yönetim biçimi olarak kabul edilmiştir. 1924, 1961 ve 1982 anayasalarımızda da bir yönetim biçimi olarak da kabul edilmiştir.

Atatürk’ün, Cumhuriyeti devletin siyasî bir rejimi olarak seçmesinin en önemli nedeni; Türkiye’yi modernleştirme çabalarına cevap veren tek rejim biçimi olmasıdır. Cumhuriyeti fazilet olarak niteleyen Atatürk, Ekim 1924 tarihli bir konuşmasında Cumhuriyeti şu şekilde tanımlamaktadır: “Türk milletinin tabiat ve şiarına en mutabık olan idare Cumhuriyet idaresidir.”27

1937’de, 1924 anayasasında yapılan değişiklikle devletin özellikleri arasında “Cumhuriyetçiliğe” de yer verilmiştir.

Cumhuriyetçilik, devletin siyasi rejimi olarak Cumhuriyeti benimseme ve onu fazilet rejimi olarak tanımlama ve değerlendirme demektir.

Cumhuriyetçilik ilkesi, Atatürk’ün devlet anlayışının temellerinden birini oluşturan Millî Egemenlik ilkesiyle çok sıkı ilişki içindedir. Millî Egemenliğin korunması ve gözetilmesi Cumhuriyet rejimi ile mümkündür.

Atatürkçü düşünce sistemi içerisinde değerlendirdiğimiz Cumhuriyet ilkesi, fertlerin değil, milletin bütünlüğünün benimsendiği bir ilkedir ve Türk milletine aittir.

Cumhuriyetçilik ilkesinin öngördüğü Cumhuriyet rejiminin demokrasi ile ilgisi vardır. Hatta Cumhuriyet, demokrasinin en gelişmiş şeklidir. Atatürk de bunu “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir”28 diyerek ifade etmiştir.

Türkiye’de cumhuriyet, cumhuriyetçilik ilkesinde de öngörülen modern anlamda devlet şekline ulaşma idealine uygun bir gelişme seyri takip etmiştir.

Türkiye’de cumhuriyet, ırk, din, dil ve cinsiyet farkı gözetmeksizin, bütün vatandaşların paylaştıkları ve yararlandıkları siyasî rejimin adı olmuştur. Eşitlik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin özünü teşkil etmiştir29.

Devlet şekli cumhuriyet olan yeni Türk Devleti, Misâk-ı Millî ile çizilen, millî sınırların üzerinde millî devlet anlayışını, millet ve devlet birliğini, bütünlüğünü ifade eder30. Bu bütünlüğü Atatürk İzmir’de 14 Ekim 1925’te yaptığı konuşmada şu şekilde değerlendirmiştir: “Bugünkü hükümetimiz, teşkilat-ı devletimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendiliğinden yaptığı bir teşkilat-ı devlet ve hükümettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükümet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir, millet hükümettir.”

Netice itibarıyla Cumhuriyet, en gelişmiş devlet şekli olarak Türk İnkılâbının sonucudur, başarısıdır.

b. Milliyetçilik

Milliyetçilik, millet gerçeğinden hareket eden bir fikir akımı ve çağımızın en geçerli bir sosyal politika prensibidir. Milliyetçilik, Türk İnkılâbının bir temel prensibi olduğu kadar, Türk milletinin kaderini tayin eden bir temel ilke, bir yüce ülkü, milleti huzur ve refaha yönelten bir bağdır31.

Milliyetçilik ilkesi, millet ve milliyet kavramlarına dayandığından bu kavramları anlamak gerekir.

“İnsan topluluğu” olarak tarif edilebilir. Etrafında toplanılan bu “esas” insan topluluklarının özelliklerine göre değişiklik arz edebilir. Bu “esas” Fransa’da “kültür”, Almanya’da “ırk”, Araplarda “dil”, ABD’de “tabiiyet” mefhumlarından ibaret olabilir, insan topluluklarının millet olabilmesi için bu bağlardan en az birinin etrafında toplanması gerekir. Buna karşılık bu bağlardan birden fazlası veya hepsiyle birden bağlı topluluklara milliyet ismi verilir32.

Türkiye Türkleri için bu bağların birden fazlası olduğu konusunda ilim adamlarımız arasında görüş birliği vardır. Ancak tespitler farklıdır. Yusuf Akçura bu esasları “dil” ve “soy” olarak ifade eder33. Ziya Gökalp34 ve İ. H. Danişmend35 bu esaslara kültür ve din mefhumlarını da ilave ederler.

Atatürk’ün milleti tarifi ise şöyledir: “Millet, dil, kültür ve mefkure birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasî ve içtimaî heyettir.”36

Atatürk, Türk milletini tarif ederken bu tarifi biraz daha açarak, milleti meydana getiren unsurları, siyasî varlıkta birlik, dil birliği, yurt birliği, ırk ve menşe birliği, tarihî yakınlık ve ahlakî yakınlık olarak tespit etmektedir. Bu tarif Türk milletinin zengin bir kültür ve medeniyete sahip olduğunu ifade eder.

Milliyetçilik, kişiyi, topluluğu bağlayan bağ olarak “Milliyet, vatandaşlık, Milliyet duygusu” şeklinde de ifade edilmektedir. Ancak, milletle milliyetçilik arasında fark vardır. Milliyet, bir millete mensup olma, bir millete bağlı olma halidir. Milliyetçilik ise, bir millete mensup kişilerin, mensup oldukları millete karşı besledikleri bağlılık duygusu ve şuurudur. Kişinin mensup olduğu kitleye karşı duyduğu bağlılık hissi, millet duygusunu esasını, kökünü teşkil etmektedir37.

Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, özellikle Türk milletinin birliği ile beraberliğine yer ve değer vermektedir. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı birleştirici ve toplayıcı nitelikte ve millet yararınadır38. Bu anlayış Türk milleti gerçeğinden hareket eder ve ona dayanır. Gerçeğe dönüktür. Türk milletinin yükselme ve çağdaş milletlere ulaşma ülküsünü ifade eder. Türk milletini meydana getiren değerleri korumayı esas alır39.

Milliyetçiliği, millet sevgisi,millete güvenme aşkı olarak kabul eden Atatürk, genç nesillerin mutlaka bu duygu ve düşünceyle yetişmesini istemiştir. O, istiklâl Harbi’ni ve inkılâplarını, bu büyük millî hisle başarmıştır40.

Atatürk milliyetçiliği, hürriyete ve insan şahsiyetine değer verir. Zaten gerçek milliyetçilik, medeniliğin özü olan hürriyetten doğar. Hür olmayan, esarete razı olan bir toplumda millî ruh gelişmez. Bu inanışın temeli şudur: “Türk için Türklük, hür olduğu nispette kuvvetlidir ve kuvvetli kalacaktır.”41

Atatürk’ün Milliyetçilik anlayışı eşitlikçidir, eşitlik fikrine dayanır, bu anlayışın kaynağı ise “Millî Hakimiyet’tir. Demokrasiyi hedef alır ve buna ulaşmanın ilk aşamasını “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ilkesinin kabulü ve uygulanmasıyla mümkün görür42.

“Bize milliyetçi derler, fakat biz öyle milliyetçileriz ki bizimle işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin gerçeklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde bencil ve mağrûrâne bir milliyetçilik değildir.” Atatürk bu sözleriyle milliyetçiliğimizin milletlerarası ilişkilerde barışçı ve diğer milletlere saygılı bir anlam taşıdığını ifade etmektedir.

Milliyetçilik akılcı, yapıcı, yaratıcı ve idealisttir. Bu özelliklere sahip olan Türk milliyetçiliği modern anlayışı ifade eder. Modern manadaki bu anlayışın başlangıcı bağımsızlık, sonucu ise demokrasidir.

Türk milliyetçiliği bir inanç, bir duygudur. O inanç ve duygunun içinde vatanın bütünlüğü esası vardır43. Sosyal ve kültürel faaliyetlerle oluşan ruhsal bir bağdır44. Sınıfsız ve imtiyazsız bir toplumu ifade eden bu bağ geçmişte ve gelecekte heyecanını daima hissettiren bir mefkuredir.

Atatürk’e göre Milliyetçilik bir ırkçılık değil, bir vicdan ve duygu işidir45. İnsan haklarına ve hürriyete dayanan, kültürel değerlere kıymet veren bir sistemdir46.

c. Halkçılık

Dilimizde kullanılan halk deyiminin anlamı, insan topluluğudur. Eski dilde “ahali” kelimesiyle aynı manayı ifade eder. Osmanlı Devleti’nde halk deyimi aydın zümrenin dışında kalan insan topluluğunu ifade ediyordu. İlk defa Ziya Gökalp tarafından “halk”ın Türk Milleti’ni ifade ettiği savunulmuştur. Atatürk ile de Millî şuurumuza yerleşmiştir47.

Türk Devlet geleneğine göre devlet halk için vardır. Halka hizmet halkın korunması ve halkın doyurulması için mevcut bir idari yapıdır. Halkın taşıdığı bu mana Osmanlı Devleti’nin son döneminde unutulmaya yüz tutmuş iken hak ettiği ifade ve önemi Türk İnkılâbı ile tekrar kazanmıştır.

Türk İnkılâbı’nın anlayışına göre halk ile millet arasında bir birlik, bir eşdeğerlik vardır. Ancak halk milletin henüz dayanışma duygusu ile bilinçlenmemiş halidir. Halk dediğimiz insan topluluğunun belirli hedeflere yönelerek bilinçlenmesiyle millet ortaya çıkar. Türk halkı, Türk Devleti’nin beşeri unsurunu oluşturur. Türk milleti, Türk Halkının Türklük bilinci içinde gelişmesiyle siyasî ve sosyal alanda değer kazanmasıdır. Türk milleti halklardan teşekkül etmiş değildir. Bunun sonucu olarak Türk Devleti’nin beşeri unsurunu halklar meydana getirmez48. Türk halkı şehirlisi, köylüsü ile din ve ırk farkı dahi gözetilmeksizin vatandaşların bütününü ifade eder49.

Halkçılık, milliyetçilik fikrinin bir sonucudur. Gerçek anlamda milliyetçilik, halkçılığa dayanır, halkçı bir özellik taşır50

“Türkiye halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı yaşama gereği saymış bir kavmin kahraman evlatlarıdır. Bu millet bağımsızlıktan uzak yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.” sözleriyle Atatürk halkçılık anlayışının sömürü düzenine karşı olduğunu ifade etmiştir.

Atatürk’ün, halkçılık anlayışında insan topluluğunun demokratik esaslara göre birleşmiş, hür bir toplum düzeni öngörülmüştür. Bu düzende halk kendisini demokratik esaslara göre yönetir. Siyasi rejim, halk yararına kullanılır.

Modern Cumhuriyet Türkiye’sinde Atatürk’e göre halkçılık:

a. Demokratlık,

b. Fertler arasında imtiyaz tanımamak,

c. Sınıf mücadelelerini kabul etmemektir51.


d. Devletçilik

Atatürk İnkılâpları çerçevesinde incelendiğinde devletçiliğin dar ve geniş anlamda iki manayı ifade ettiğini görmekteyiz. Geniş anlamda ele alındığında Türkiye’de uygulanan ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın özelliklerini ortaya koyan bir politik uygulamadır. Dar anlamda ise özel teşebbüse yer veren ekonomik prensiplere sahip iktisadi alandaki uygulamalardır. Ancak, Türkiye’de devletçiliğin asıl uygulamaları ekonomide görüldüğünden, devletçilik ekonomik manayı ifade etmiştir.

Türkiye’de devletçilik, karma ekonomi şeklinde gelişme göstermiştir. Karma ekonomi devlet işletmeciliği ile özel teşebbüsün bir arada bulunması demektir. Ancak bu anlayış ekonomide katı bir devletçiliğin uygulanmasını ifade etmez52.

Atatürk Devletçiliği: “Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş ve Türkiye’ye has bir sistemdir… Kişinin çalışmasını esas almakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde, milleti refaha kavuşturmak ve memleketi geliştirmek için, milletin genel ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde özellikle ekonomik alanda devleti fiilen alakadar etmek mühim esaslarımızdandır. “53 şeklinde tarif etmektedir.

Atatürk devletçilikle devleti, ekonomik hayatı destekleyen bir güç olarak düşünmüştür. Devlet yatırımcıya, üreticiye, dağıtımcıya, tüketiciye yön vermek ve bu tür konuları denetlemekle yükümlüdür.

Atatürk devletçiliği tamamıyla demokrasi ve hürriyet rejimi içinde değerlendirmiş, devletin iktisadi sahada rehberliğini ön planda tutmuştur54. Ancak bu rehberlik her şeyi devlet yapar anlamında değildir.

Atatürk 1936 yılında devletçilik konusunda şunları söylüyor:

“Devletçiliğin bizce manası şudur: Fertlerin hususi teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak memleket iktisadiyatını devletin içine almak.”

“Devletçilik bilhassa sosyal, ahlaksal ve ulusaldır. Devlet ve fert (özel teşebbüs) biri birine karşıt değil, birbirinin tamamlayıcısıdır. “55

Görüldüğü gibi Atatürk ekonomik kalkınmanın temelinde “ferdi teşebbüs ve menfaatin” bulunmasını doğal bir olgu olarak kabul etmektedir. Ferdin teşebbüsünün ekonomik faaliyetine sınır çizilmesini, hükümetin görevi saymakla birlikte, bu sınırın zaman içinde değişebileceğini düşünmektedir56.

e. Laiklik

Laik kelimesi latince -laicus- aslından alınmış Fransızca bir kelimedir. Fransızca’da -laic, laique- şeklinde kullanılmıştır. Manası ise ruhani olmayan kimse, dini olmayan şey, fikir, müessese, prensip demektir. Katolik dünyasında din adamlarından meydana gelen ruhaniler sınıfına -Clerge- adı verilmiş, bu sınıfa dahil olmayan Hıristiyanlara ise -laic- denilmiştir.

Laik olma “dünya işlerini, din işlerinden, dini otoriteden ayrı olarak ele alma” şekliyle tarif edilmektedir. Bugün hukuki manada laiklik; devlet ile din işlerinin ayrılığı, devletin vicdan hürriyetinin gerçekleşmesinde tarafsız kalmasıdır. Değişik bir ifadeyle; devletin Allah ile kul arasından çekilmesi ve dinin de devlet işlerine karışmaması yani akıl ile imanın yetki alanlarının birbirinden ayrılmasıdır57.

Laiklik kelimesi bize ilk defa meşrutiyet dönemine “la dini”, “la ruhbanı” şekliyle girmiş ve kullanılmıştır. Ancak laik kelimesi ifade edilmeksizin bu anlayışın bugünkü modern manada olmasa da Türklerde mevcut olduğu söylenebilir58. Günümüzdeki laik kelimesinin ifade ettiği modern manaya kavuşması, Tanzimat’la birlikte başlar. Gülhane Hattı Hümayunu’nda din ve mezhep hürriyeti öngörülmüş, 1876 “Kanun-i Esasi”nin on birinci maddesiyle laikliğe doğru yöneliş, anayasa teminatı altına alınmıştır. 1909 tarihli Kanun-u Esasi ile bu durum aynı şekilde muhafaza edilmiştir. Yeni Türk Devleti 1921 tarihli “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu”nda Millî hakimiyet ilkesi ön planda tutulmak suretiyle laiklik anlayışının gerçekleşmesinde bir adım daha atılmıştır. Nihayet gerek Osmanlı Devleti anayasalarında, gerekse yeni Türk Devleti’nin 1921, 1924 anayasalarında mevcudiyetini muhafaza eden “devletin dini İslâm’dır” ibaresi 10 Nisan 1928 tarihli 1222 sayılı kanunla yapılan bir anayasa değişikliği ile kaldırılmış, 5 Şubat 1937 tarih ve 3115 sayılı kanunla “laiklik” bir anayasa ilkesi olarak yerini almıştır.

Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılâpların temelini teşkil eden laiklik, Türk Milleti’nin maddi, manevi ve fikri yapısını modernleştirme istikametine yöneltmiştir59.

Laiklik prensibi, kongreler döneminden itibaren ortaya çıkan Millî Hakimiyet prensibinin normal bir gereği60 olarak yeni Türk Devleti’nin temel prensipleri arasında yerini almıştır.

Atatürk’e göre din bir vicdan meselesidir. Din’e saygı, inanan kişinin haklarına saygının bir sonucudur. Buna en güzel delil Atatürk’ün şu sözleridir;

“Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz. “61

Türkiye’de devletin laikleştirilmesi, toplum hayatında laik değerlere yer verilmesi dinin, devlet hayatında siyasi bir fonksiyon ifa etmesine kesin olarak son verme şeklinde görülmüştür. Siyasi, sosyal, hukuki ve ekonomik zorunluluğun sonucu olan62 laiklik, bu nedenle devlet idaresi ile birlikte hukuk, eğitim, dil alanlarını da kapsar63.

Atatürk’ün din ve laiklik anlayışında, millet sevgisi ile birlikte dinine saygılı olma hasletini de görmekteyiz. Onun gerçekleştirdiği Türk İnkılâbında laiklik din aleyhtarlığı şeklinde değil, toplum hayatında din hürriyetinin, serbest düşüncenin65 güvenilir bir teminatı olarak düşünülmelidir.

Atatürk’ün din ve laiklik anlayışında, millet sevgisi ile birlikte dinine saygılı olma hasletini de görmekteyiz. Onun gerçekleştirdiği Türk İnkılâbında laiklik din aleyhtarlığı şeklinde değil, toplum hayatında din hürriyetinin, serbest düşüncenin65 güvenilir bir teminatı olarak düşünülmelidir.

İnkılâpçılık

İnkılâpçılık ileriye, gelişmeye yönelik bir manayı ifade eder. İnkılâpçı bir toplum devamlı bir gelişme içerisindedir. Tarihî ve sosyal gelişmeler neticesinde toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kurallar koymak inkılâpçı topluma has bir özelliktir.

Atatürk bu amaçla; “Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkım tamamen asri ve bütün mana ve eşkali ile medeni bir heyeti ictimaiyye haline isal etmektir.ll66 diyerek Türk Devleti’nin ve Türk toplumunun medeni ve insani yaşayışının gereği, meydana gelen yeni düzenin korunmasını lüzumlu görmüştür.

Türk inkılâbını “Türk milletini son asırlarda geri bırakmış müesseseleri yıkarak yerlerine, milletin en yüksek medeni icaplara göre ilerlemesini temin edecek yeni müessese koymuş olmak”61 şekliyle tarih eden Atatürk’ün inkılâpçılık anlayışı söz konusu müesseseleri korumak ve savunmaktır.

oplumsal gelişmelerin sonucu, toplumsal ihtiyaçları karşılayan kurallar konulurken, bilimsel arayış, bilimin ışığı altında gelişmeleri değerlendirme, Türk İnkılâbının, inkılâpçılık anlayışının bir gereğidir68.

Atatürk’ün inkılâpçılık anlayışının ardında dünya kültür ve medeniyetinden, Türk halkını yararlandırma çabası yatıyordu69. Ancak Türk İnkılâbı daima Türk’ün karşısına çıkan ihtiyaçlardan doğması nedeni ile bu anlayışın kendisine mahsus bir özelliği vardır70.



NOT: Bu konferans Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı adına 19.03.1998 tarihinde Kurtalan’da verilmiştir.

1 Muharrem Ergin, Türkiye’nin Bugünkü Meseleleri, Ankara, 1988, s. 29.

2 Abdurrahman Çaycı, “Atatürk ve Çağdaşlaşma”, Atatürkçü Düşünce (Kolektif Eserler), A.A.M. yay, Ankara, 1992, s. 642.

3 Suat İlhan, “Türk Çağdaşlaşması”, Atatürkçü Düşümce (Kolektif Eserler), A.A.M. yay, Ankara, 1992, s. 628.

4 İlhan, a.g.nı., s. 624.

5 Çaycı, a.g.nı., s. 650.

6 Suat İlhan, Evrimleşen Türk Devrimi, A.A.M. yay., Ankara, 1998, s. 170.

8 Klaus Von Beyme, “Batı ve Marksist Gelişme Teorilerine Göre Kemalizm, Bildiriler ve Tartışmalar”, Türkiye İş Bankası Uluslararası Atatürk Sempozyumu 17-22 Mayıs 1981, Ankara, 1983, ş. 263.

9 İsmet Giritli, Atatürkçülük İdeolojisi, Ankara, 1988, s. 1.

10 Charles H. Sherrill, Bir Elçiden Gazi Mustafa Kemâl, (Çev: Alp Ilgaz), Tercümen 1001 Temel Eser No: 23, (Tarihi ve Basım yeri yazılmamış), s. 213.

11 Aydın Taneri, Atatürk ve Millî Hakimiyet, Ankara, 1983, s. 13.

12 Tevfik Bıyıkoğlu, Atatürk Anadolu’da, Ankara, 1959, s. 50.

13 Hamza Eroğlu, Atatürk ve Millî Egemenlik, Ankara, 1987, s. 73.; Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara 1984, s. 24.

14 Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, İstanbul, 1986, s. 8.

15 Karal, a.g.e., s. 7.

16 Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, İstanbul, 1982, s. 453.

17 Eroğlu, a.g.e., s. 455.

18 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Ankara, 1991, s. 643.

19 Kocatiirk, a.g.e., s. 175.

20 Özkan Izgi, “Atatürk ve Millî Birlik”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. IV, s. 12, Ankara, 1988, s. 671,

21 Atatürk’ün Kültür ve Medeniyet Konusundaki Sözleri, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayını, Ankara, 1990, s. 3.

22 lzgi, a.g.m., s. 672.

23 Toktamış Ateş, “Nasü Bir Milliyetçilik…”, Milliyet, 10.3.1993, s. 17.

24 Cumhur kelimesi; Şemsettin Sami’nin Kâmus-ı Türki’sinde “Cumhuriyet suretiyle idare olunan”, Hüseyin Kâzım’ın Büyük Türk Lügatı’nda “Cemaat-ı kesire, halk, nas”, Ferit Develioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Lügatı’nda “Halk, ahali, kalabalık, başıboş kalabalık” olarak ifade edilmiştir.

25 Eroğlu, a.g.e., s. 381.

26 Atatürkçülük, Atatürk’ün Görüş ve Direktifleri, (I. Kitap), Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1982, s. 27.

27 Karal, a.g.e., s. 41.

28 A. Afet inan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara, 1959, s. 251.

29 Hamza Eroğlu, Atatürk ve Cumhuriyet, Ankara, 1989, s. 58.

30 Eroğlu, a.g.e., s. 104.

31 Hamza Eroğlu, “Atatürk’e Göre Millet ve Milliyetçilik”, Atatürk Yolu, (Kolektif Eser), (Der. Turhan Feyzioğlu), Ankara, 1987, s. 133.

32 İsmail Hami Danişmend, Türklük Meseleleri, II. Baskı, İstanbul, 1976, s. 12.

33 Yusuf Akçura, Yeni Türk Devleti’nin Öncüleri -1928 yılı yazıları-, (Haz. Neat Sefercioğlu), Ankara, 1981, s. 5.

34 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, (Haz. Mehmet Kaplan), İstanbul, 1976, s. 18.

35 Danişmend, a.g.e., s. 15.

36 A. Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemâl Atatürk’ün El Yazıları, Ankara, 1969, s. 18.

37 Sadri Maksudi Arsal, Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları, İstanbul, 1955, s. 52-53.

38 Hamza Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, s. 409.

39 Ahmet B. Ercilasun, “Atatürk’ün Milliyetçilik ve Dil Anlayışı”, 100. Yıl Atatürk Konferansları, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Yayını, Ankara, 1981, s. 71.

40 İbrahim Kafesoğlu-Mehmet Saray, Atatürk İlkeleri ve Dayandığı Tarihi Temeller, İstanbul, 1983, s. 61.

41 Eroğlu, a.g.e., s. 403.

42 Süleyman Arslan, “Atatürk Milliyetçiliği”, 100. Yıl Atatürk Konferansları, En. ve Tabii Kayn. Bakn. Yayını, Ankara, 1981, s. 18.

43 Necat Tüzün, Atatürk Milliyetçiliği, Ankara 1987, s. 10.

44 Turhan Olcaytu, Dinimiz Neyi Emrediyor Atatürk Ne Yaptı? İnkılâbımız İlkelerimiz, 7. Baskı, Ankara, 1984, s. 53.

45 İsmet Giritli, Atatürkçülük İdeolojisi, Ankara, 1988, s. 30

46 Aydın Taneri, Atatürkçülüğün Tanımı, s. 15.

47 Necat Tüzün, Atatürk Halkçılığı, Ankara, 1987, s. 3.

48 EroğIu, A.g.e., s. 415.

49 Tüzün, A.g.e., s. 3.

50 Eroğlu, A.g.e., s. 418.

51 Kafesoğlu-Saray, A.g.e., s. 28.; A. Afet İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Ankara, 1973, s. 116.

52 Mustafa A. Aysan, “Atatürk’ün Ekonomik Görüşü”, Atatürk Yolu, (Kolektif Eser), (Der. Turhan Feyzioğlu), Ankara, 1987, s. 80.; Eroğlu, A.g.e., s. 434.

53 Afet İnan, A.g.e., s. 121.

54 Mümtaz Turhan, Atatürk İlkeleri ve Kalkınma, İstanbul, 1965, s. 53-54.

55 Karal, A.g.e., s. 106.

56 Olcaytu, A.g.e., s. 264.

57 Yavuz Abadan, Amme Hukuku ve Devlet Nazariyeleri, Ankara, 1952, s. 113-114.; Kafesoğlu-Saray, A.g.e., s. 124.; Ali Fuad Başgil, Din ve Laiklik, 6. baskı, İstanbul, 1991, s. 163-164.

58 Bu konuda geniş bilgi için bkz: Kafesoğlu-Saray, A.g.e., s. 125-132.; Bahaeddin Ögel, Türk Kültürü’nün Gelişme Çağları, Ankara, 1979.; İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Ankara, 1980.; Sadri Maksudi Arsal, Türk Tarihi ve Hukuk, İstanbul, 1947.

59 Olcaytu, A.g.e., s. 160.; Turhan Feyzioğlu, “Türk İnkılâbının Temel Taşı-Laiklik”, Atatürk Yolu, (Kollektif Eser), Ankara, 1987, s. 224.

60 Tank Zafer Tunaya, İslamcılık Akımı, İstanbul, 1991, s. 169.

61 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, s. 193.

62 Eroğlu, Türk İnkılâp Tarihi, s. 431.

63 Necat Tuzun, Atatürk İnkılâplarında Laiklik, Ankara, 1987, s. 7.

64 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, s. 90.

65 İsmet Giritli, Political Regime-Secularism and Atatürk, Atatürk and Turkey of Republican Era, (Union Of Chambers of Commerce, Industry, Maritime Commerce and Commodity Exchanges of Turkey), Ankara, 1981, s. 97.

66 Herbert Melzig, Atatürk’ün Başlıca Nutukları (1920-1938), Ülkü Matbaası, İstanbul, 1942, s. 93.

67 Melzig, A.g.e., s. 97-101.; A. Afet İnan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, s. 100.

68 Eroğlu, A.g.e., s. 442.

69 Johannes Glasneck, Kemâl Atatürk ve Çağdaş Türkiye, (çev. Arif Gelen), Ankara 1976, s. 228.

70 Yusuf Kemal Tengirşenk, Türk İnkılâbı, Ekonomik Değişmeler, İstanbul, 1935, s. 5.





NUTUK OKUYALIM NUTUK OKUTTURALIM


NUTUK OKUYALIM NUTUK OKUTTURALIM

Atatürk, Büyük Nutuk’u seslendirmeden önce 1927 yazında Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlediği akşam toplantılarında arkadaşlarına okumakta, onlarla tartışmaktadır. Yaz aylarının sıcak bir gününün gecesi, Atatürk’ün etrafında daha kalabalık bir aydınlar topluluğu vardı. O, arkadaşlarına adeta bir sürpriz hazırlamanın sevinci içinde, ‘Oturunuz ve dinleyiniz’ dedi. Nutuk‘un sonuna koyacağı satırları yüksek sesle okumaya başladı.
Dinleyenlerin nefes dahi almadıklarını sanıyorum. Çünkü ben kendimi öyle hissediyor ve milli bir heyecanın tesiri içinde yaşıyordum. Atatürk bu metni okuyup bitirdiği zaman derin bir nefes almış, fakat iki damla gözyaşını bizlerden saklamamıştı… Bu “Gençliğe Hitabe” okunduğu akşam artık tarih olmuş olaylar konuşma mevzuu değildi. Atatürk coşmuş konuşuyor ve başkalarına, diğer akşamlarda olduğu gibi, konuşma fırsatı vermiyordu. O, Türkiye Cumhuriyeti’nin istikbali üzerinde duruyordu. “Tarihi yaşadığımız gibi yazdık, fakat geleceği Cumhuriyet’e inananlarla, onu koruyanlara ve yaşatacaklara emanet etmek lazımdır” diyordu. "Gençliğe Hitabe” nutkunu ilk dinleyenlere, methetmek fırsatını dahi verdiğini hatırlamıyorum. Sadece O’nun sözleri hâlâ kulaklarımda akisler yapmaktadır:

"Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler tatbik mevkiine geçtiği vakit Türk Milleti yükselecektir.” diye telkinlerde bulundu.O, Türk gençliğinin sağ duyusuna, milliyetçiliğine, vatan muhabbetine inandığını ve onlara güvendiğini söylüyordu.

15 Ekim 1927 tarihinde başladığı Nutuk’un okunması tam altı gün, 36 saat 33 dakika sürmüştü. Kongre’nin son günü olan 20 Ekim 1927’de Mustafa Kemal sözlerini şöyle bağlamıştı:
“Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.”

"ATATÜRK GENÇLİĞİ DAİMA GÖREVİNİN BAŞINDA."

TEK KURUŞ DIŞ BORÇ ALMADAN YAPILAN HAYATİ YATIRIMLAR ŞİMDİ NERDE?

CUMHURİYET DÖNEMİNDE YAPILANLAR

Değerli Arkadaşlar,

OSMANLI'NIN TÜM BORÇLARINI ÖDEYEN VE HARABEYE DÖNMÜŞ ÜLKEYİ AYAĞA KALDIRARAK TEK KURUŞ DIŞ BORÇ ALMADAN HAYATİ TÜM YATIRIMLARI YAPAN, TÜRK PARASINI EN DEĞERLİ PARA HALİNE GETİREN CUMHURİYETİMİZİN KURUCUSU ATATÜRK VE ARKADAŞLARINI KARALAMAYA ÇALIŞANLARIN BİLGİLENMESİ İÇİN "TAM LİSTE" :

1923
•Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu kuruldu.
1924
•Gölcük'te ilk tersane ünitesi kuruldu.
•Devlet Demiryolları kuruldu.
•İstanbul - Ankara arasında ilk yolcu uçağı seferi yapıldı.
• Türkiye İş Bankası kuruldu. (İş Bankası özel bir bankadır, devlet bankası değildir.)
• ilk planlı şehir olarak tanzim edildi.
• Türkiye Tütüncüler Bankası kuruldu.
• İlk milli sigorta Anadolu Sigorta faaliyete geçti.
• Bursa'da Karacabey Harası kuruldu.
• İstanbul'da Liman İşleri inhisarı kuruldu.
• 1920'de Atatürk tarafından kurulan Anadolu Ajansı, Anonim Şirkete dönüştürüldü.
• Gazi Orman Çiftliği kurulmaya başlandı.
1925
• Eskişehir Cer Atölyelerinde demiryolu malzemesi üretecek birimler hizmete girdi.
• Adana Mensucat Fabrikası üretime başladı.

Türkiye'nin ilk betonarme köprüsü Menderes Nehri üzerine yapıldı.
• İlk Cumhuriyet altını basıldı.
• Tayyare Cemiyeti'nin katkılarıyla Ankara'da Türk yapımı ilk planör uçuruldu.
• Şeker Fabrikaları kurulmasına ilişkin kanun kabul edildi.
1926
• Demir Çelik Sanayii’nin kurulmasına ilişkin kanun yayımlandı.
• Türk Telsiz Telefon Şirketi kuruldu.
• Eskişehir Uçak Bakım İşletmesi açıldı.
• Yabancı gemilere tanınan ayrıcalıkları kaldıran Kabotaj Kanunu yürürlüğe girdi.
• İlk şeker fabrikası Alpullu Şeker Fabrikası işletmeye açıldı.,
• Ankara otomatik telefonu işletmeye açıldı.
• İstanbul'da inşaat demiri üreten ilk haddehane açıldı.
• Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri kuruldu.
• Kayseri Uçak ve Motor Fabrikası açıldı. (1950'li yıllarda Adnan Menderes hükümetince kapatılana kadar bu fabrikada toplam 112 savaş uçağı üretildi.)
• Bakırköy Çimento Fabrikası kuruldu.
• Uşak Şeker Fabrikası işletmeye açıldı.
1927
• Teşviki Sanayi Kanunu kabul edildi.
• Bünyan Dokuma Fabrikası hizmete girdi.
• Ankara - Kayseri demiryolu açıldı.
• Samsun - Havza - Amasya demiryolları açıldı.
• Bursa Dokumacılık Fabrikası açıldı.
• İlk basketbol ligi düzenlendi.
1928
• Anadolu Demiryolu Şirketi yabancılardan satın alındı.
• Haydarpaşa-Eskişehir-Konya ve Yenice-Mersin Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Ankara Çimento Fabrikası açıldı.
• Ankara Numune Hastanesi açıldı.
• Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü kuruldu.
• İstanbul Bomonti'de Türk Mensucat Fabrikası hizmete girdi.
• Amasya - Zile demiryolu açıldı.
• Malatya Elektrik Santralı açıldı.
• Kütahya - Tavşanlı demiryolu açıldı.
• İstanbul'da Üsküdar, Bağlarbaşı ve Kısıklı'da tramvay hatları açıldı.
1929
• Gaziantep'te Mensucat Fabrikası işletmeye açıldı.
• Mersin- Adana demiryolu yabancılardan satın alındı.
• Ayancık Kereste Fabrikası açıldı.
• Trabzon Vizera Hidroelektrik Santralı hizmete girdi.
• İstanbul'da Fatih-Edirnekapı tramvay hattı hizmete girdi.
• Anadolu-Bağdat, Mersin- Tarsus Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Haydarpaşa Limanı yabancılardan satın
• Kütahya- Emirler, Fevzipaşa-Gölbaşı demiryolları açıldı.alındı.
• Paşabahçe Rakı ve İspirto Fabrikası hizmete girdi.
1930
• Ankara - Sivas Demiryolu Hattı ulaşıma açıldı.
• Mecidiyeköy Likör ve Kanyak Fabrikası açıldı.
• Kayseri - Şarkışla demiryolu açıldı.
• İstanbul Galata Köprüsü'nden 70 yıldan beri alınan köprü geçiş ücreti kaldırıldı.
1931
• Bursa- Mudanya demiryolu yabancılardan satın alındı.
• Gölbaşı - Malatya demiryolu açıldı.
• Tekel Genel Müdürlüğü kuruldu.
• Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu.
1932
• Devlet Sanayi Ofisi (DSO) kuruldu.
• Samsun- Sivas demiryolu açıldı.
• Diyarbakır Tekel Rakı Fabrikası işletmeye açıldı.
• Sanayi Teşvik Kanunu ile toplam 1473 işletme teşvikten yararlandırıldı.
• İzmir Rıhtım İşletmesi yabancılardan satın alındı.
• Türkiye Sanayi Kredi Bankası kuruldu.
• Kütahya - Balıkesir demiryolu açıldı.
• Ulukışla - Niğde demiryolu açıldı.
1933
• Eskişehir Şeker Fabrikası açıldı.
• Sümerbank resmen faaliyete geçti.
• İstanbul - Ankara arasında düzenli uçak seferleri başladı.
• Adana-Fevzipaşa demiryolu açıldı.
• Ulukışla - Kayseri demiryolu açıldı.
• Yerel Yönetimlere finansal yardım için İller Bankası kuruldu.
• Zonguldak Yatırım Bankası ve Kayseri Milli İktisat Bankası kuruldu.
• Havayolları Devlet İşletmesi kuruldu.
• Samsun- Çarşamba demiryolu hattı yabancılardan satın alındı.
• Halk Bankası kuruldu.
• Ankara'da Yüksek Ziraat Enstitüsü açıldı.
1934
• Bandırma- Menemen- Manisa demiryolu yabancılardan satın alındı.
• İzmir -Kasaba demiryolu yabancılardan alınarak devletleştirildi.
• Keçiborlu Kükürt Fabrikası üretime başladı.
• Turhal Şeker Fabrikası açıldı.
• Isparta Gülyağı Fabrikası üretime başladı.
• Kayseri Uçak ve Motor Fabrikasında yapılan ilk uçağın deneme uçuşu yapıldı.
• Basmane (İzmir) - Afyon demiryolu yabancılardan satın alındı.
• Sümerbank Bakırköy Bez Fabrikasının açılışı yapıldı.
• İlk Süttozu Fabrikası Bursa'da açıldı.
• Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası işletmeye açıldı.
• Demiryolu Elazığ'a ulaştı.
1935
• Aydın Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Amortisman Sandığı kuruldu.
• MTA Enstitüsü kuruldu.
• ETİBANK kuruldu.
• Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. kuruldu.
• Türkkuşu kuruldu.
• İstanbul Rıhtım Şirketi yabancılardan satın alındı.
• Ankara'da troleybüs hattı işletmeye açıldı.
• Fevzipaşa - Ergani - Diyarbakır demiryolları açıldı.
• Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası üretime başladı.
• Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası işletmeye açıldı.
• Afyon - Isparta demiryolu açıldı.
• Sümerbank Kayseri Dokuma Fabrikası'nın açılışı yapıldı.
• Ankara Mamak'ta Gaz Maskesi Fabrikası açıldı.
1936
• Kabotajın Deniz Yolları İdaresi'ne geçmesi sağlandı.
• Ankara Çubuk Barajı açıldı.
• Edirne-Sirkeci Şark Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Haydarpaşa Numune Hastanesi hizmete girdi.
• Sümerbank Malatya İplik ve Bez Fabrikası kuruldu.
• İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası hizmete girdi.
• Elazığ Şark Kromları İşletmesi kuruldu.
• İzmir Havagazı Şirketi yabancılardan satın alındı.
• İstanbul Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.
• SEKA'nın İzmit'teki fabrikasında ilk kağıt üretildi.
1937
• Sümerbank Konya Ereğlisi Dokuma Fabrikası üretime başladı.
• Kozlu Kömür İşletmeleri yabancılardan satın alındı.
• Çatalağzı - Zonguldak demiryolu açıldı.
• Ankara'da ilk Bira Fabrikası kuruldu.
• Toprakkale - İskenderun demiryolu yabancılardan satın alındı.
• Ankara'da Motorlu Tayyarecilik Okulu açıldı.
• Urfa'da Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği açıldı.
• Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası açıldı.
• Denizbank kuruldu.
• İstanbul ve Trakya Demiryolları yabancılardan satın alındı.
• Diyarbakır - Cizre Demiryolu açıldı.
• Yozgat Termo-Elektrik Santralı hizmete verildi
1938
• Gemlik Suni İpek Fabrikası açıldı.
• İzmir Telefon Şirketi yabancılardan satın alındı.
• Ankara Radyoevi hizmete girdi.
• Divriği Demir Madenleri üretime başladı.
• Bursa Merinos Fabrikası faaliyete geçti.,
• Murgul Bakır İşletmeleri satın alındı.
• Devlet Havayolları Genel Müdürlüğü kuruldu.
• Eskişehir İspirto Fabrikası açıldı.
• İstanbul Elektrik Şirketi yabancılardan satın alındı.
• Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) kuruldu.
• Sivas - Erzincan demiryolu açıldı.
• Giresun'da Fiskobirlik kuruldu.
1939
• Ergani Bakır İşletmesi hizmete girdi.
• Karabük Demir Çelik Kok Fabrikası üretime başladı.
• İstanbul'da yabancıların işlettiği Tramvay Şirketi tesislerini hükümete devretti.
• İstanbul'daki Tünel İşletmesi tüm tesislerini hükümete devretti.
• Bursa ve Mersin elektrik tesisleri devletleştirildi.
• Adana Elektrik Şirketi devletleştirildi.
• Sivas Demiryolu Makinaları Fabrikası kuruldu.
• Aydın'da 4000 köylüye toprak dağıtıldı.
• İstanbul'da İETT kuruldu.
• Karabük Demir Çelik Fabrikası Yüksek Fırınları hizmete girdi.
• Ankara Havagazı Şirketi devletleştirildi.
• Karabük Demir Çelik Boru Fabrikaları hizmete girdi.
• İlk Türk denizaltısı Haliç'te denize indirildi.
• Sivas - Erzurum demiryolu açıldı. (Cumhuriyetin ilk 15 yılında yapılan demiryolu 3.000 km.ye ulaştı.)
• Tekirdağ Şarap Fabrikası hizmete açıldı.
1940
• Kozabirlik kuruldu.
• Türk Petrol Şirketi kuruldu.
• Ereğli Kömür İşletmesi kuruldu.
• Haliç’te yapılan ikinci Türk denizaltısı donanmaya katıldı.
• Garp Linyitleri İşletmesi kuruldu.
1941
• Gebere Barajı açıldı.
• Petrol Ofisi kuruldu.
• Türk Hava Kurumu Ankara'da uçak fabrikası kurdu.
• THY Yurtiçi uçuş merkezlerini 11'e çıkardı.
• Elazığ'da Cüzzam Hastanesi açıldı.
1942
• Ankara Etimesgut'ta üretilen ilk Türk uçağı deneme uçuşları yaptı.
• Dalaman ve Hatay Devlet Üretme Çiftlikleri kuruldu.
• Bursa, Denizli, Mersin, Çorum ve Urfa'da Kız Sanat Enstitüleri açıldı.
• İlk büyük Türk ilaç fabrikası Eczacıbaşı İlaç Fabrikası Levent'te açıldı.
1943
• Ticaret ve Sanayi Odaları, Esnaf Odaları ve Ticaret Borsası Kanunu kabul edildi.
• Zonguldak - Kozlu demiryolu açıldı.
• İstanbul'da Atatürk Bulvarı açıldı.
• Ankara'da Gençlik Parkı açıldı.
• Diyarbakır - Batman Demiryolu açıldı.
• Seyhan Regülatörü açıldı.
• Sivas Çimento Fabrikası açıldı.
• Ankara Fen Fakültesi açıldı.
1944
• Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK) kuruldu.
• İzmit Klor Alkali Fabrikası hizmete girdi.
• İzmit Selüloz Fabrikaları işletmeye alındı.
• Türk Hava Kurumu'nun Ankara'daki uçak fabrikasında 140 eğitim uçağı, ambulans uçakları ve çok sayıda planör üretildi. (Ankara, Kayseri ve Eskişehir'deki Uçak ve Uçak Motoru Fabrikalarının tamamı 1950'li yıllarda Adnan Menderes hükümeti tarafından kapatılmıştır.)
• İzmit'te Gazete ve Sigara Kağıdı Fabrikası açıldı.
• Yeşilköy'de yerli sermaye ile üretilen ilk Türk özel yolcu uçağının denemesi yapıldı.
• Mersin Limanı hizmete açıldı.
• Gaziantep Havaalanı açıldı.
• Fevzipaşa - Malatya, Diyarbakır - Kurtalan demiryolu hizmete girdi.
• Sakarya'da Ziraat Alet ve Makinaları Fabrikası üretime başladı
• İzmir'de Yüksek Ekonomi ve Ticaret Okulu açıldı.
1945
• Şirketi Hayriye devlet tarafından satın alındı.
• İskenderun Limanı hizmete girdi.
• Türkiye ilk defa yerli ampul üretimine başladı.
• Çiftçiyi ve Köylüyü Topraklandırma Kanunu kabul edildi.
• Ormanlar koruma amacıyla devletin mülkiyetine geçti.
• İstanbul -Londra, İstanbul - Paris uçak seferleri başladı.
1946
• İşçi Sigortaları Kurumu yürürlüğe girdi.
• İstanbul - Ankara arasında yataklı tren seferleri başladı.
• Elazığ Tekel Şarap Fabrikası açıldı.
1947
• Heybeliada Senatoryumu hizmete girdi.
• Açıkhava Tiyatrosu açıldı.
• Palu - Genç demiryolu açıldı.
• Rize Çay Fabrikası hizmete girdi.
• Eskişehir Demiryolu Takım Fabrikası hizmete girdi.
1948
• Köprüağzı - Maraş demiryolu açıldı. (Açılan son demiryolu hattı oldu, 1950 DP-Adnan Menderes hükümetinden itibaren demiryolu yapımları durduruldu.)
• Çatalağzı Termik Santralı hizmete girdi.
• Ankara Etimesgut'ta kurulan Uçak Motor Fabrikası hizmete girdi.
1949
• Porsuk Barajı açıldı.
• Emekli Sandığı kuruldu.
• İstanbul'da Kartal- Yalova araba vapuru hattı açıldı.
• Sümerbank Ateş Tuğla Fabrikası Filyos'ta açıldı.
• Muş'ta Alparslan Devlet Üretme Çiftliği kuruldu.
• Murgul Bakır İşletmeleri üretime başladı.
Devlet kuruluyor, Osmanlı’dan kalan borçlar ödeniyor, borç ödenirken dış borç alınmıyor, dünya büyük ekonomik krizini yaşıyor, II. Dünya Savaşı patlak veriyor. Ve siz yapılanlara bakın. Bir de bu dönemi eleştirenlere bakın; biraz edep be kardeşim.
(Deniz ULMAN paylaşımı)

İŞGAL İSTANBUL’U VE MUSTAFA KEMAL

Türk ordusu, 6 Ekim 1923 günü törenle İstanbul’a girdi. İşgalciler, İstanbul’da elkoydukları silah ve donanımı, 1 Ekim 1923 günü Tümgeneral Selahattin Adil’e teslim etmiş; 2 Ekim’de, son birliklerini gemilere bindirdirerek ülkeyi terk etmişti. Birkaç yıl öncesinde düşlere bile giremeyen ve Anadolu’daki halk savaşıyla sağlanan bu başarı, Türk ulusu için kuşkusuz büyük bir olaydı. Ancak, bu olayın İstanbul için, kurtuluşun ötesinde tarihsel ve kültürel bir boyutu vardı. İstanbul, çürüyen bir düzenin başkentiydi ve yüzlerce yıl süren bozulmaların birikimini taşıyordu; yozlaşma ve yabancılaşmanın merkezi olmuştu. Askeri kurtuluştan sonra kültürel kurtuluşunu da sağlayarak, ulusal istencin merkezi olan Ankara’yla bütünleşecek miydi?

 İşgal İstanbul’u

Mustafa Kemal 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. Çanakkale’de başlayan Suriye’de biten 4 yıllık kanlı bir savaşın içinden geliyordu.


Haydarpaşa’dan çıkıp karşıya geçmek için merdivenlerden denize doğru inerken aynı anda; 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan 61 parçalık işgal donanması Boğaz’a giriyordu. Kıyılar arası geçiş, yasaklanmıştı. Rasim Ferit (Talay) ve Yaveri Cevat Abbas (Gürer) ile birlikte, yabancı gemilerin Boğaz’a yerleşmesini üzüntü içinde izledi. Çanakkale’den çatışmayla geçemeyenler, sinir bozucu rastlantı ya da acı veren bir yazgı gibi, onunla aynı gün ve aynı saatte İstanbul’a geliyor ve bu büyük gücü Çanakkale’de durduran komutan üç yıl sonra, dirençsiz ve çatışmasız bir ele geçirmeyi izlemek zorunda kalıyordu. Üzüntüsünü, “Hata ettim, İstanbul’a gelmemeliydim, bir an önce Anadolu’ya dönmenin çaresine bakmalı” sözleriyle dile getirecektir.1
Kendisini karşılamaya gelen Dr.

İstanbul, bıraktığı gibi değildir. Bu büyük ve “büyüleyici” kent, işgal donanmasının Boğaz’a girmesiyle birlikte parçalara ayrılmış, “İstanbul artık bir değil birkaç İstanbul”2 olmuştu, Rumlar, Ermeniler ve Levantenler Avrupa yakasının sahil şeridini doldurmuş, coşkulu gösteriler yapmakta ve sokaklar sevinç bağrışlarıyla yankılanmaktadır.3 Beyoğlu ya da Şişli’de kökü devşirmelere dayanan işbirlikçiler, yeni duruma uyum göstermenin hesaplarını yapmaktadır. Müslüman Türk mahallelerinde ise, gerçek bir keder, hüzünlü bir kaygı vardır. Savaşın çilesini çeken erkeksiz kalmış yoksul evler, askersiz kışlalar ve boş pazarlarıyla Üsküdar, Beyazıt ya da Eyüp, sanki bir başka ülkenin kentiymiş gibi, “bir ölüm sessizliği” içindedir.

Küçük buharlı bir tekneyle, dev boyutlu düşman zırhlıları arasından karşıya geçerken, içinde bulunduğu olanaksızlıklara ve görünürdeki büyük güç eşitsizliğine hiç aldırış etmeden, inançlı bir kararlılıkla ünlü sözünü söyler: “Geldikleri gibi giderler”.4

Çürümüşlük ve İhanet

İşgal İstanbul’u; ihanetle direnişin, erdemle onursuzluğun, sefaletle sefahatın iç içe yaşandığı ve çürümüş bir düzenin tüm hastalıklarıyla birlikte çökmekte olan bir başkenttir. İşgalcilerle birlik olmak için her şeylerini vermeye hazır işbirlikçiler, türedi zenginler, modern hayat yaşıyorum zanneden düşkün kadınlar, ahlaksız ilişkiler ve kumar, İstanbul’un Avrupalı yüzüdür. Nişantaşı’nın işbilir dönmeleri, Galata Ermenileri, Kurtuluş’un saldırgan Rumları ve Yahudi oligarşisi5, işgalcilerle bütünleşerek İstanbul’a adeta el koymuştur.

Fener Rum Patrikhanesi’nin papazları, Yunanistan’a bağlı, kararlı Rum milliyetçileri olarak çalışmaktadır. Devrim’den kaçan parasız Rus soyluları, Çarlık ordusunun generalleri, dükler ve düşesler; bu düşkün yaşamın davetsiz konuklarıdır. İngilizler ve kendilerine polis adını veren Hıristiyanlar, kent içinde ve yazlıklarda, Türk aileleri evlerinden kovmakta, dilediğini buralara yerleştirmektedir.6 İngiliz Ordusu’nda istihbarat subaylığı yapan H.C.Armstrong, İşgal İstanbulu’nu öyle tanımlıyordu; “İstanbul kenti bir yara. Burada soylu düşünceler ve ülküler yok. Burası, kirli sokaklarda yaşayan bayağı insanların kenti. Burası entrikanın, hile ve rezaletin korkaklık karargahı. Hain erkekler ve namussuz kadınlar kenti” dir.7

Satılmışlar

İşgalciler, her kesimden birçok insanı satın almıştır. Damat Ferit ve kimi hükümet üyeleri, “satın alınan kimselerin oluşturduğu uzun listenin başında” bulunmaktadır. “Bilgisiz Padişah, İngilizler’in sadık adamı olmayı kabullenmiştir”.8 İngiliz Severler Derneği’nin kurucularından İmam-Hatip Sait Molla, İngiliz Yüksek Komiserliği’nden emir almaktadır.9 Yunanistan yanlısı yaymaca yapan gazeteciler, millicilere saldırırken aynı yerden yönlendirilmektedir.10

Damat Ferit aracılığıyla, İstanbul gazetelerinin dörtte üçü, İngilizlerden para almaktadır.11 Bunlar, Mondros Mütareke’sini, Türkiye’nin kurtuluş antlaşması olarak ve bir bayram havasıyla sunuyor ve halkın ulusal direnç gücünü kırmaya çalışıyordu. Ünlü mütareke basını tanımı, Türk diline bu tutumu anlatmak için girmişti. İşbirlikçilerin dilinde, Türkler’de milli duygu yaratma çabaları, adam öldürmeyle bir tutulan bir suç durumuna gelmişti. Maarif Nazırlığı, okul kitaplarından Türk sözcüğünü çıkarmış, millici öğretim üyeleri üniversiteden atılmıştı.12

Müslüman Türk İstanbul

1918’de, bir başka İstanbul daha vardı. Bu, acı ve yoksulluk içindeki Müslüman Türk İstanbul’u. Beşiktaş’tan Eyüb’e, Üsküdar’dan Beykoz’a uzanan bu İstanbul, sessizliğe bürünmüş, kan ağlamaktadır. 1911’den beri aralıksız süren savaşlar onu yiyip bitirmiştir... Başkentliğini yaptığı ülkenin yalnızca Dünya Savaşı’nda; 654 bin genç insanı şehit olmuş, 891 bini sakat, 2 milyon 167 bini yaralı olmak üzere 3 milyon 58 bini iş göremez duruma gelmiştir.13 Ülkede sanki “yalnızca kadınlar, yaşlılar ve 16 yaşından küçük çocuklar kalmıştı”.14

Bu büyük yıkımdan, İstanbul’un Türk mahalleleri de payına düşeni almıştı. Erkeksiz kalan evler, açlık ve yoksulluk içindeydi. Evlere düzenli gelir girmiyordu. Dışarda çalışmaya alışık olmayan kadınlar, aileyi ayakta tutmak için, çarşaflarını giyip, kendilerine yapabilecekleri bir iş arıyordu. Beşyüz yıllık Müslüman Türk kimliğinin dayandığı gelenekler, yerine bir şey konmadan hızlı bir çözülme sürecine girmişti. “Analar çökmüş, sandıklar kilerler boşalmıştı. Kızlar, kardeşler ağır yaşam koşulları altında bunalarak tanınmayacak duruma gelmişti”.15‘Şişli’, düzenli ve giderek artan biçimde, “genç kızları yutuyor, evler, konaklar, kuyumcu takıları, para eden herşey tefecilere rehin bırakılıyordu”.16

Milliciler Asılıyor

Atina Bankası, Fener Rum Patrikhanesi aracılığıyla, Türk mülkü satın alacaklara, faizsiz borç para vermektedir. Türkçülük ve Türkçüler politikaya hiç karışmasalar bile, işgalciler için, baskı altında tutulması gereken gizil (potansiyel) suçlulardır. Tutuklanmış olan Ziya Gökalp’in asılacağından söz edilmektedir.

Boğazlayan (Yozgat) Kaymakamı Kemal Bey, işgalcileri memnun etmek için, “Ermeni tehciri sırasında hatalı olduğu” gerekçesiyle 8 Nisan 1919’da göstermelik bir yargılanmayla idam cezasına çarptırıldı. Ceza, iki gün sonra 10 Nisan’da uygulandı. Talat Paşa’nın “vatanı için onun kadar yararlı (nafî) bir kimse daha yoktur” dediği Kemal Bey, idam edilirken Türk milletine şöyle seslendi: “Yurttaşlarım, yemin ederim ki hiçbir suçum yoktur. Son sözüm bugün de budur, ahirette de budur. İşgalci devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet. Çocuklarımı, soylu Türk milletine emanet ediyorum. Borcum var servetim yok. Üç çocuğumu millet yolunda yetim bırakıyorum. Yaşasın millet...”17


Reşit Bey

‘Mahkeme’, aynı suçtan, Jandarma Komutanı Binbaşı Tevfik Bey’i 15 yıla mahkum etti. Eski Sivas Valisi Dr.Reşit Bey, hakkında tutuklama kararı çıkardı. Reşit Bey, sıkıştırıldığı “Beşiktaş Bayırı’nda” yakalanmamak için intihar etti. Cebinden çıkan ailesine yazdığı mektup, hem duygulu bir veda, hem de o günün İstanbulunu anlatan bir belgedir. Mektupta şunlar yazılıdır: “Muhafız Komutanı ve Polis Müdürü, bütün şiddet ve kuvvetleriyle beni arıyorlar. Ermeni tazıları da bunlara katılmış. Gayretsiz ve hissiz dostlarım, utanmadan teslim olmamı tavsiye ediyorlar... Sonucu karanlık görüyorum. Yakalanıp hükümetin oyuncağı, düşmanlarımın eğlencesi olmamak için, son anda intihar etme fikrindeyim. Silahımı yanımdan ayırmıyorum ve mermiyi namluda tutuyorum. Yaşamın bence artık değeri kalmadı. Milletime son vazifemi yapıp, hayatımın kalanını sizinle birlikte geçirmek isterdim. Ancak, ne çare ki her istenilen olmuyor. Sizi milletim için ihmal ettim. İstikbalinizi düşünemedim. Herkes beni, Ermeni malıyla zenginleşmiş biliyor ve öyle suçluyor. Oysa, sizi geçimden aciz bırakıyorum. Bu da, kaderin acı bir cilvesi...”18

“Türk Olmayan” İstanbul

İşgal sırasında İstanbul’da; hepsi Türk olmayan 560 bin Müslüman, 385 bin Rum, 118 bin Ermeni, 45 bin Yahudi ve 92 bin Levanten olmak üzere, 1 milyon 200 bin kişi yaşıyordu.19 16.Yüzyıldan beri dünyanın en varsıl merkezlerinden biri olan bu büyük kente, 400 yıl içinde; İspanyol engizisyonundan kaçan Yahudiler, Kafkaslar’da çobanlık yapan Ermeniler, Yunanistanlı işsiz Rumlar, Araplar, Arnavutlar ve Tatarlar gelmiştir.

“Genişleyen İmparatorluğun sunduğu nimetlerden”20 yararlanan tüm gayri-müslim ve Türk olmayan Müslümanlar olağanüstü varsıllaşmıştır. İstanbul’un son üç yüz yılındaki net ayrım, Türkler’le diğerleri arasında uçuruma dönüşen gelir ayrımlılığıydı. Bu ayrımlılığa şimdi, üstelik sert biçimde; Müslüman-Hıristiyan, Türk-Rum, Türk-Ermeni siyasi çatışması ve işgalden sonra Müslümanlar arası ayrım eklenmiş ve Türkler; vatansever, vatan hainleri olarak bölünmüştü.21

Devşirme Kalıntısı İşbirlikçiler

1919 İstanbul’u askersiz işgalle bugün adeta yeniden yaşanıyor. O günlerde; doğrudan ya da dolaylı işgali savunan gazeteciler, din adamı görünümlü çıkarcılar, dünyayı ve yaşamı tanımayan bilgisiz ve şaşkın saray soyluları, kurtuluşu yabancı yönetiminde gören mandacılar, para için herşeyi yapan devşirme kalıntıları, vatan hainleri cephesinin unsurlarıydılar. ‘güçleri’ az değildi. Günümüzdeki torunlarına örnek oluşturmuşlardı.
 Bunlar, Boğaz’ın iki yakasındaki yalılarında, saray ya da yazlıklarında, sürdürmeye alışık oldukları gösterişli yaşamı yitirmemek ve işgali fırsat bilip daha çok geliştirmek için, herşeyi yapmaya hazırdılar. İşbirlikçiliğin tabanını oluşturan halktan kopuk bu insanların, sayıları az, ancak paraya ve işgalcilere dayanan ‘güçleri’ az değildi. Günümüzdeki torunlarına örnek oluşturmuşlardı.


Atatürk ve “İstanbul”

Atatürk İstanbul’un tarihten gelen karmaşık yapısını bilir. Kurduğu yeni devletin başkentini tüm olanaksızlıklara karşın, Anadolu’nun ortasına Ankara’ya aldı. Bu bir kaçış değil, kendi deyimiyle “İstanbul’u bir ibret dersi manzarası olarak karşısına alıp, uzakta ona hakim bir noktada durmaktı.”
1927 yılına dek İstanbul’a gelmedi. Bu kent, Cumhuriyet’in ilanı başta olmak üzere Ankara’nın tüm yenilik atılımlarına karşı çıkışın merkeziydi. 26 Temmuz 1924’te, “Bizans” olarak tanımladığı İstanbul’da geçerli olan ilişkiler ağından “pislik” diye söz eder ve Yakup Kadri’ye (Karaosmanoğlu) şunları yazar:

“İstanbul, karışık yapısını adeta kaçınılmaz bir yargı gibi her zaman korumuştur. Değişen; yalnızca devirler, zaman ve biçimdir. Onun için yeni zamanlarda İstanbul’un gerçek yüzü, içinde yaşayanlara ümitsizlik veren bir karmaşa olmuştur. Ümitsizlik onun içindedir ve bu doğaldır... Bir takım hizipler, karanlıklar içindeki bir çevrede, sinsi çıkarlar peşinde dolaşır. Satılmışların elindeki basın, durmadan kötülükler saçmaktadır. Bizans’ın gereği budur, ‘Bizans’ budur... Henüz yaşına basmayan Cumhuriyeti; kaç yüz, siz söyleyin kaç bin yıllık yönetim pisliğinin merkezi olan ve yüzeyde kalmayıp kaç bin yıllık derinliğe sinen pisliklerle iç içe yaşayan, bu yaşamı doğal hale getiren Bizans’la yönetmek (mümkün müdür? y.n.)... Aziz Kardeş! Cumhuriyet Bizans’ı adam edecektir. Cumhuriyet; pisliği, yalancılığı ve ahlaksızlığı huy edinmiş olması nedeniyle doğallığını, gerçek rengini ve paha biçilmez değerini yitiren Bizans’ı kesinlikle adam edecektir; doğallığına ve temiz haline döndürecektir. Bunu yapmak için uygulanacak yöntem, pisliklerle dolmuş toprakları derinden kazıyarak havaya uçurmak ve temizlemesi için Karadeniz’in bütün sularını dalgalarıyla birlikte Boğaziçi’ne akıtıp taşırmaktır”.24

Günümüz “İstanbul”u ve Devşirmeler

Kapıkulu-Devşirme anlayışı, Atatürk döneminde, duruma ayak uyduran bir biçime girmekte geç kalmadı. Hırsını ve tepkisini içinde saklayarak hemen Atatürkçü ve Cumhuriyetçi oldu! İşgal döneminde, Ankara’nın başarısız olması için elinden geleni yapmış, geleneksel davranışını göstererek yabancılarla bütünleşmişti. Bunlar, Atatürk ölene dek, karşıtlıklarını sessizce yürüttüler ve bir şey yapamadılar. Bir bölümü yurt dışına kaçmış ya da çıkarılmıştı. Yüzyıllardan beri, Anadolu’ya karşı ilk kez bu denli açık bir yenilgiye uğruyorlardı.

Atatürk’ten, özellikle de 1945’ten sonra, yabancı etkisinin Türkiye’de artmasıyla birlikte yeniden ortaya çıktılar. Dini siyasetin aracı yaptılar, saltanat ve hilafet kalıntıları olarak gizli-açık örgütlendiler. Dün, karaborsa ticaretiyle önemli servetler edinerek, savaş zengini oldular, bugün aynı işi devlet olanaklarıyla yapıyorlar. Uluslararası sermayeyle bütünleştiler ve Anadolu’nun etkisini yani Cumhuriyet düzenini ortadan kaldırdılar. Yeniden ülkenin egemenleri oldular. Bugün, ulusal varlık üzerindeki en büyük tehlike durumundadırlar. Türk ordusu 6 Ekim 1922’de İstanbul’u kurtardı ancak İstanbul bugün eski anlayışına geri döndü.

DİPNOTLAR

1       “Atatürk Hayatı ve Eseri” Y.Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer., Tıp. Bas., Ank.-1997, sf.189
2       “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.351
3       a.g.e. sf.341
4       “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.İş Ban.Yay, sf.74
5       “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf. 352
6       “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Matbaası, İstanbul-1980, sf.135
7       a.g.e. f.132
8       “Kurtuluş Savaşı Sırasında Türk Milliyetçiliği” B.G.Gaulis, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul-1999, sf.49
9       a.g.e. sf.49
10     a.g.e. sf.49
11     a.g.e. sf.49
12     “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İst.-1980, sf.137
13     “Atatürk ve İstanbul’daki Çalışmaları” S. Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İst.-1998, sf.138
14     “La Guerre Turque Dans la Guerre Mondial” M.Larcher, sf. 270; ak. A. M.Şamsutdinov, “Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918-1923” Doğan Kitap, İstanbul-1999, sf.18
15     “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi K., 9.Bas., 1983, sf.351-352
16     a.g.e. sf.352
17     Hürriyet, 11.04.2005
18     “Ben de Yazdım” Celal Bayar, 5.Cilt, Sabah Kitapları, İst.-1997, sf.71
19     “İşgal Altında İstanbul” Bilge Criss, İletişim Yay., 3.Bas., 2000, sf.39
20     a.g.e. sf.39
21     “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İstanbul-1980, sf.137
22     “Atatürk” Lord Kinros, Altın Kitaplar Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.169
23     “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.366
24     “Zaman İçinde Bir Yolculuk” Attila İlhan, TRT/2 7.Kasım 2003 ve “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kitapevi, 8.Baskı, İstanbul-1983, 3.Cilt, sf.293

Kaynak: http://bit.ly/2kV7Kak











MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...