CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

AB İLE YAPILAN TÜM ANLAŞMALAR TÜRKİYE'NİN ALEYHİNE OLUP BÜYÜK YIKIMLARA SEBEP OLMAKTADIR

AB İLE YAPILAN TÜM ANLAŞMALAR TÜRKİYE'NİN ALEYHİNE OLUP BÜYÜK YIKIMLARA SEBEP OLMAKTADIR. TÜRKİYE BU GÜNE KADAR ALINAN VAHİM KARARLAR İLE AB’NİN YAN ODASINDA BEKLETİLMEYE BOYUN EĞMEKTEN ACİLEN VAZ GEÇMELİDİR

Sevgili Okurlar,

İngiltere'nin Avrupa Birliğinden (AB) ayrılma kararı ile ilgili yankılar halen sürüyor.


Uluslar arası şirketler ve ABD Avrupayı kontrol amacıyla kurdukları Avrupa Birliği ilerleyen süreçte Almanya'nın ekonomik ve siyasi bakımdan güçlenmesine sebep olmuştur.

AB ile önce İngiltere daha sonra Fransa arasında devam eden mevcut rahatsızlığın en önemli sebeplerinden birisi de İngiliz Halkının Almanya'nın yükselişinden duyduğu rahatsızlıktan kaynaklanmaktadır.

Bu yönüyle ele alındığında belirginleşen gerginlik Avrupa'nın liderliği kavgasında Almanya'nın öne geçmiş olmasıdır. Dünyada rezerv sermayenin en güçlü olduğu az sayıdaki ülkeden birisi olan İngiltere'nin çıkışı ile birlik güç kaybetmeye başlamış durumdadır.

Nitekim İngiltere’nin ayrılma kararından sonra Fransa’da aşırı sağcı Ulusal Cephe hemen AB üyeliğinin oylanacağı bir referandum istedi.

Görüldüğü gibi Avrupa ülkeleri menfaatlerini karşı olduğunu anladıkları anda hemen tavır koymakta gerekirse içinde bulundukları durumdan gemileri yakıp çıkmaktadırlar.

Türkiye ne yapmaktadır?

Atatürk’ün ebediyete intikal ettiği günden bu yana ürettiğimiz ne varsa sahip olduğumuz ne varsa Batıya koşulsuz aktaracak anlaşmalar yapılmakta,bu ihanet anlaşmaları “zafer” çığlıkları ve törenleriyle yansıtılmakta insanlarımız alenen aldatılmaktadır.Böyle bir manipülasyon dünyanın hiç bir yerinde görülmediği gibi Tarih böyle onlarca yıl devam eden seri aldatmaya kesinlikle şahit olmamıştır.

Biz 21 yıl önce Türkiye’yi tek yanlı bağımlı hale getiren, büyük çaplı dış ticaret açıklarına özetle siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa sebep olan, Türkiye’nin en yakın halde olduğu kardeş ülkelerle bile ticaretine engel olan, Türkiye’yi tek yanlı olarak AB’ye bağlayarak bekleme odasında tutulmasına sebep olan “Gümrük Birliği” aleyhinde çalışmalar yayınladık. Hiç gereği yokken başlatılan 1999 Helsinkide aile fotoğrafı senaryosu, arkasından dayatılan “Kopeanhag kriterleri”, “Ulusal Program” denilen teslimiyet ihaneti ile davam eden süreçte -Milliyetçi ve Atatürkçü kesimde az sayıda kalem ile- karşı mücadele içerisinde olduk.


İhanet bunlarla kalmamış, “İkiz sözleşmeler”ile akabinde atılan bir sürü vesayet imzaları ile Türk Milleti emperyalizmin tek yanlı boyunduruğu altına sokulmuş, Türk Milletine sanki savaş kaybetmiş gibi dayatılan çözüm Süreci, “Türksüz Anayasa” veya “Atatürksüz Anayasa” hezeyanları ile bu güne kadar devam etmiştir.

Sadece son 21 yılda yüzlerce milyar dolar servetimizin gözümüzün içine bakarak elimizden kayıp gitmesine sebep olan anlaşmalar, verilen uçuk taahhütler, yapılan satışlar, onlarca cilt kitap yazılacak kadar fazladır ve çok üzücüdür. Elimizin altından kayıp giden Türkiyedir.

Sevgili Okurlar,

AB’nin amaçlarını tanımlamak için hatırlayacağınız bir resmi kullandık. Bu gün AB’ye tavır koyan Sayın Cumhurbakanı Recep Tayyip Erdoğan 29. Ekim 2004 günü İtalya’nın başkenti Roma Compidoglio Meydanı Conservatori Sarayı’nın ''Orazi Curiazi'' salonunda ''Papa X. Innocenzo''nun heykeli altında AB ile bizi tek taraflı bağlayan "Nihai senedi" imzaladı.

''Papa X. Innocenzo Türk düşmanı Papa X. İnnocete’nin heykeli önünde Cumhuriyet’in yıl dönümünde, imzalanan AB Anayasası ile “Türk milletin egemenliği” hiçe sayılmıştır.

Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül AB Anayasasını kabul ettiklerini imza altına alarak 12 yıldır ülkenin ve milletin geleceği konusunda Avrupa Birliğine söz hakkı tanımışlardır.

Cumhuriyete karşı çıkanlar bu imzaları ile Türk milletinin geleceğine pranga vurduklarının milletin egemenliği AB’ye devrettiklerinin farkında olmalıdırlar.

AB BU GÜNE KADAR NE İSTEDİ HALEN NE İSTİYOR

Sevgili Okurlar,

AB üye ülkelerin ekonomik,siyasi, askeri,sosyal ve kültürel birlikteliği için kurulmamıştır. Avrupa Birliği eski adıyla Avrupa Ekonomik topluluğu, ABD merkezli uluslararası sanayi, ticaret, finans tröstleri ve tepe yöneticileri tarafından Bilderberg toplantılarında alınan kararlar gereği 25 Mart 1957’de imzalanan Roma anlaşması ile kuruldu. Aynı tröstlerin verdiği kararlar ile yönetilmektedir.

AB emperyalist bir örgüttür. Soğuk savaşın başlangıç döneminde, sadece Avrupalıların isteğiyle değil, ABD’nin de güçlü desteğiyle kurulmuştur.

Türkiye'nin AB (AET) ile ilişkileri, 1963 Ankara Antlaşması ile başlar. Hedef tam üyeliktir. AB geçen zaman içinde, Türkiyeyi bekleme odasında üye yapmadan, içine almadan, elinin altında bekletmek için yollar bulmuştur.

AB'nin 1999 Helsinki de aile Fotoğrafı aldatmacısıyla bu yana geçen son 17 yıl içerisinde istedikleri aynıdır.

Batının planları 200 yıldır hiç değişmemiştir. Aynı çizgiye aynı plan ve dayatmalarla devam ediyorlar. AB'nin son 17 yıl içerisinde ki taleplerinden bazılarını çok kısa ve özet olarak gözden geçirirsek bundan sonra neler isteyecekleri konusunda öngörümüz olabilir.

AB KIBRIS DA TAVİZ İSTEMEKTEDİR.

Girmeye can attığımız AB’nin ve desteğindeki BM’nin Kıbrıs’ta plan diye dayattıkları aslında silahsız bir işgal ve ilhaktan ibarettir.

A.B. 17 yıldır sürekli olarak Türkiye de güdümündeki medyayı kullanıyor ve Türkiye'nin Kıbrıs'ı gözden çıkarmadan AB üyeliğine girmesinin mevcut hukuksal ve fiziki şartlarda mümkün kalmadığı yalanına inandırılmaya çalışılıyor.

Batı tek kurşun patlatmadan Kıbrıs'ı Yunanistan'a ilhak peşindedir. Türkiye her attığı adımda bir adım daha geri gitmekte ve Kıbrıs göz göre göre elden gitmektedir.

Sanki Türkiye savaş kaybetti de masa başında ödün vermek zorunda bırakıldı gibi bir Medya terörü estiriliyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk milleti, 21. Yüzyılın başında böyle devasa bir ihanet organizasyonun topyekun bir komplosu ile karşı karşıya kalmıştır.

Kıbrıs buna inandırılmış ancak AB çok daha kesin bir teslimiyet beklediği için kendisi için çok daha yarayışlı şartlar oluşturmaya çalışmakta 60’larda Makarios’un emellerinin gerçekleştirilmeye çalışıldığı bir yolda yürümektedir.

AB ÜNİTER YAPIYI ÇÖKERTMEK, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ SONLANDIRMAK İSTEMEKTEDİR.

Bu güne kadar AB’ye girme tutkusu, genellikle, bu yolla demokratikleşmemizin sağlanacağı beklentisiyle beslenilmiştir. Oysa, demokratikleşmenin vaz geçilmez ön koşulu bağımsızlıktır. İktidarın kaynağını halktan başka bir güce dayandıran herhangi bir temel üzerinde, demokrasi inşa edilemez. Egemenliği vesayet altına sokulmuş bir milletin bağımsızlığı olabilir mi?

AB Alfabemizde bulunmayan Q,W, X harflerinin alfabemize konulmasını istemektedir. Halbuki alfebemizde bu harflerin kullanımını gerektiren bir durum söz konusu değildir.

AB, Türkiye de farklı diller, farklı kültürler daha doğrusu farklı uluslar meydana getirme ve Türkiye’yi bölüp parçalamak peşindedir.

Uyum yasaları, ikiz sözleşmeler, muhtelif yasa değişikliklerinin asıl amacı budur.

AB SEVR’İ YENİDEN İHYA ETMEK İSTEMEKTEDİR.

Almanya’nın eski Dışişleri bakanlarından Hans Dietrich Genscher, 1992’de, Stüddeutsche Zeitung’da yayımlanan demecinde, “Türkiye için bir Yugoslavya modelinin uygulanmasını önerdiğini” açıkça ilan etmekten kaçınmamıştır.

Keza, Almanya’nın eski başbakanlarından Helmut Schmit de 8 Nisan 2000 tarihinde Berlin’de yaptığı konuşmada “Sevr Anlaşması’nın imzalanmış olmasına karşın Türkiye’nin bölünmemiş olması da bir hatadır” demiştir.

Avrupa Parlamentosu eski Başkanlarından Joseph Borrell, Diyarbakır'ı ziyaretinden sonra Hürriyet gazetesinde yer alan açıklamasında, “İstanbul’un tek başına aday olması halinde AB üyesi olabileceğini” belirtmiştir Yugoslavya modelinin bundan daha açık itirafı olamaz.

Borrell, öte yandan “Diyarbakır’da kişi başına gelirin çok düşük olduğunu, bu geri kalmış bölgelerin AB’nin de yardımıyla kalkınabileceğini” ifade etmiş ilerleyen yıllarda siyasi ve ekonomik destekler artarak devam ederek kışkırtıcılığa dönüşmüştür. Bu konuda kitap konusu olacak kadar olay yaşanmıştır.

AB TÜRKİYEYİ BÖLMEK PARÇALAMAK İSTEMEKTEDİR

Osmanlı Devleti’de 1856’da sözde Avrupa Devletler Topluluğu’na alınmıştı. Ama sonrasında neler oldu? Avrupalılar ‘yenilikleri’ denetlemek üzere İstanbul'u mesken tuttular... ve sonunda Osmanlı Devletini yıktılar.

Türkiye AB’ye üye olunca Avrupa Birleşik devletlerinin federe bir devletçiği haline gelecektir.

AB ilerleme raporları aslında gerileme raporlarıdır. Avrupa’nın amacı bizi birliğe almak değil parçalamaktır. Çözmektir. Yutulmaya hazır hale getirmektir.

AB’nin ileri sürdüğü dayatmalar arasında, Türkiye’deki etnik ve dinsel ayrılıkları körükleyen şartlar birinci sırayı işgal etmektedir.

İçeride ülkenin en zenginlerini bünyesinde bulunduran bazı örgütler v vakıflar, aklı bir karış havada dolaşan bir kısım sözde aydınlarla birlikte bu dayatmalarla örtüşen bir tavır sergilemektedirler. Bu durum son 17 yıldır artarak devam etmektedir.

AB, PKK’YI DESTEKLEMEKTE ÖZERK KÜRDİSTAN İSTEMEKTEDİR.

2001 yılında Tunceli’ye giden AB temsilcisi Karen Fogg hanımefendinin de buralarda asılı Türk bayraklarını göstererek “onların yerine sarı, kırmızı, yeşil bayrakları görmeyi bekliyorum” demiş bu alçaklık Güneydoğu’da yapılan operasyonlarda PKK ile birlikte savaş verirken ölen onlarca Avrupalı terörist –Asker’in cenaze merasimleri ile devam etmiştir. Bu gün halen PKK kamplarında ABD’li askerlerin yanında Avrupalı askerler de vardır. PKK’nın kullandığı gelişmiş silah ve savaş araçlarının yarısına yakını AB ülkelerin tarafından verilmektedir.

AB ülkelerinin ve özellikle Almanya'nın PKK ile mücadelemiz büyük kayıplar ve zorluklarla devam ederken; “Araçlarımızı teröre karşı kullanamazsınız” söylemleri ile verilen silahları ve AB askerlerinin Yurdumuzun içinde PKK ile birlikte Türk askerine kurşun sıkarken ölmeleri neticesinde Güney Doğu'da PKK'lı hamilerince yapılan cenaze törenlerinı ve AB ülkelerine gönderilen tabutlarını bir arada düşündüğümüzde nasıl bir ihanet sarmalının içerisinde bulunduğumuzu daha iyi anlıyoruz..

AB, İSRAİL’İN ARZ-I MEVUD PROJESİNİ DESTEKLEMEKTEDİR

AB komisyonunun 6 Ekim 2004 tarihinde açıklanan ilerleme raporunda Dicle ve Fırat havzasındaki sulama tesislerinin uluslar arası yönetim altına konulabileceği öngörülmüştür.

GAP bölgesinde arazi alımını hızlandırmış olan İsrail'in bu tutumu desteklenmektedir.

AB''nin Ankara''dan istediği "Dicle ve Fırat Havzası''nın bağımsız bir yönetime verilmesi ve İsrail''in de bu yönetime dahil edilmek istenmesi AB, CFR – Bilderberg bağlantısının açık bir delilidir. İsrail''i yönetenlerin 1990''lı yılların başında "Ankara ilgi alanımız içersindedir" demeleri, Dünya Siyonist Örgütü''ne bağlı Enformasyon Dairesi''nin yayın organı "Kivunim" de yayımlanan Arz-ı Mev'ud haritasında Türkiye''nin Güney Doğu''sunun dahil edildiğini de unutmadık.

Ne enteresan ki Türkiye Cumhuriyeti''nin Başbakanı olarak Tansu Çiller''in İsrail’'e iner inmez Yahudi kökenli Türk yetkililerin eline tutuşturduğu metinden, "Arz-ı Mev'ud da bulunmaktan çok mutluyum" demesi küresel oyunun bir parçasıdır. Ne kadar gariptir ki Atatürk’ün ölümünden bu yana Türkiye’yi menşe itibarıyla Musa’nın çocuğu olanlar yönetmekte 2000’llerden bu yana görünüşte İsrail karşıtlığı yapılmakta el altından İsrail ile çok yakın bir iş birliği ve Arz-ı Mevud planı devam ettirilmektedir. (Bu konuya da ayrıca değineceğiz.)

AB, ERMENİSTAN SINIRININ GENİŞLETİLMESİNİ İSTEMEKTEDİR.

Son 20 yıldır soykırım iddialarını giderek yükseltmekte olan Ermenistan’ın emellerini gerçekleştirmesi için alenen destek verilmekte Almanya'nın Türkiye ile en yakın münasebetlerini sürdürdüğü izlenimi verilen dönemde bile Sözde Ermeni Soykırım iddiaları kabul edilmektedir.

AB EKÜMENİKLİK İSTEMEKTEDİR

AB İstanbul’a özel statü isteme peşindedir. Bu günkü Ekümeniklik dayatmalarının altındaki asıl gerçek Bizans’ın yeniden ihyasıdır. Bu durum zaman zaman Fener Rum Patriğinin bile önüne geçildiği bir hal almıştır.

AB TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN TASFİYESİNİ İSTEMEKTEDİR

Uluslar arası şirketler kendileri için gelecekte büyük tehlike teşkil edecek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Milli yapısının çözülmesi yolunda büyük başarı sağlamışlardır. Türkiye’ye nihai darbeyi AB ve ABD kanalıyla vurmayı planlamışlardır. Son 10 yıldır yaşadığımız sonuçta Balyoz, Ergenekon gibi komplo ve kumpas davalarla şekillenen onlarca ihanetin asıl sebebi Türk Silahlı Kuvvetlerinin milli kanadının tasfiyesi ile milli düşünceye sahip toplumu yönlendirme gücü olduğu görülen kişilerin ortadan kaldırılması veya sindirilmesidir.

AB İŞSİZDİR. MESLEK GURUPLARI ODALAR VASITASIYLA ÜLKEMİZE GİRMEKTEDİR

Avrupa birliğine girsek bile alacağımız bir şey yoktur. Avrupa birliği zaten çaresizlik içerisindedir. 60 milyon işsizi vardır.

Sosyal sistemler kaynak yetersizliği nedeniyle çökmektedir. Fransa İngiltere, Almanya, İtalya gibi bu işin başını çeken ülkelerin hiç birisi geçen 15 yıl içerisinde ortalama %2 kalkınma hızı bile yakalayamamıştır. Bu oran Çin’de ve Hindistan’da bile %7 ile %10 arasında değişmektedir. Avrupa’da eğitim sistemi çökmektedir. Avrupa sürekli geriye gitmektedir. Nüfusu yaşlıdır. Doğum oranı sıfıra yakındır.

Batı tükenmiştir. Batı’da Türkiye korkusu vardır ve yerli işbirlikçileri vasıtasıyla Cumhuriyeti sonlandırmaya, Kemalist Ulus Devlet yerine din maskeli şeytanların etkin olduğu bir yönetim şekli oluşturmaya, Türksüz bir Anadolu hayalini gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

GÜMRÜK BİRLİĞİ ALEYHİMİZE OLMUŞ OLMAYA DEVAM ETMEKTEDİR

Türkiye Gümrük Birliğine girmekle ekonomisini sömürge ekonomisi haline getirmiştir. Hiçbir yararı olmayan Gümrük Birliği anlaşmaları nedeniyle Üçüncü Dünya ülkeleri ile hatta KKTC ile bile Gümrük Anlaşmaları imzala yamıyoruz. (Bu konuyu ayrı bir başlık altında anlatacağız)

AB MİSYONERLİK FAALİYETLERİNİ DESTEKLİYOR.

AB Anayasasının “Avrupa'nın Hristiyan kökenleri” dikkate alınarak değiştirilme çalışmaları sürdürüyor. Türkiye'nin üyeliğe kabulü hazmetme şartına bağlıdır. “Bu müzakereler, sonucu önceden garanti edilemeyen açık uçlu bir süreçtir”

Bu noktada, bir kere daha anımsamak gerekli olabilir: Avrupa’nın dün olduğu gibi bu gün de ve yarın da beyan ettiği taahhütlerinden hiçbir neden göstermeksizin cayması, her an mümkündür. Kaldı ki AB bildirisinde müzakerelerin başlaması ve Türkiye’nin üyeliğe kabulü, Türkiye'nin iradesi dışında kalan bir yığın başka koşula bağlanmıştır

AB DİL BİRLİĞİMİZE SON VERMEK İSTEMEKTEDİR

Sevgili okurlar,

Bir Devleti, bir milleti birlik halinde tutmanın en önemli unsurlarının başında dil birliği gelmektedir. Bu nedenle Atatürk devlet görevlilerinin “Türkçeyi Türkiye’ye hakim kılmak zorunda olduklarını” söylemiş ebediyete intikal ettiği güne kadar yoğunlukla Türk dili ve Türk tarihi ile uğraşmış, sahip olduğu mal varlığının bir kısmını milletine bağışlamış kalan kısmın tamamına yakınını ise Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarına bırakmıştır.

AB karmakarışık bir alt lehçeden Kürt dili dilden de bir millet meydana getirmek peşindedir. Kürtçe TV ve diğer yollarla yapılan ihanetlerde AB'nin dayatmaları ve içerideki ihanete yol göstermesiyle yürümektedir.

Türkiye ne A.B.D. ne de AB’nin silahlı müdahalesi neticesi yıkılmaz. Ancak içten içe yıkılır ve öyle parçalanır ve öyle yıkılır... Bu konuya ileride ayrıca değineceğiz.

Sevgili Okurlar,

AB'nin zararlarını ve Türkiye aleyhindeki planlarını böyle sıralamaya devam etsek uzar gider.

Türkiye Gümrük Birliğine geçiş ile ilgili herhangi bir yasal dayanak bile oluşturmamıştır. AB ile yürümekte olan ilişkiler varılan anlaşmaların tamamı Türkiye'nin aleyhinedir.

Yapılması lazım gelen AB ile yapılan tüm anlaşmaların iptali ile ilişkileri normal bir statüye çekerek hem AB’yi hem Türkiye’yi rahatlatmaktır.

Yarın yine Türk tarihinin muhtelif dönemleri ile ilgili paylaşımlarımıza devam edeceğiz.

Takibiniz, Beğenileriniz ve paylaşımlarınız nedeniyle teşekkürler Sevgiler saygılar.

25 Haziran Saat 18.000
TANER ÜNAL

Nasıl Satıldık

Milli Ruhu olmayan AKP Madenlerimizi Yer Altı kaynaklarımızı yabancılara peşkeş çekti. TPAO petrol çıkaramaz!

Atatürk'ün 1924 yılında çıkardığı köy kanunu AKP tarafından yok edildi! Yer altı kaynaklarımız madenlerimiz yabancılara peşkeş çekildi! TPAO ülkemizde petrol çıkaramaz hale getirildi!




Yeraltı kaynaklarımız, evimiz vatanımız Türkiye Cumhuriyeti'nin temel taşlarıdır.


GERÇEK GÖRÜNTÜLERLE BÜYÜK TAARRUZ BELGESELİ ve NUTUK'TA BÜYÜK TAARRUZ

Büyük Taarruz...bir milletin en temel hakkının, tam bağımsızlığının bedelini kanla ödediği, ingiliz emperyalizmine ve Yunan zulmüne karşı tek vücut olup direndiği büyük savaş..

Büyük Taarruz, bir halkın millet olma mücadelesinin uyanışının birleşmesinin ayağa kalkıp destanlaşmasının adı.





NUTUK'TA BÜYÜK TAARRUZ

TAARRUZ KARARI

 Gerçekte ordumuz ihtiyaçlarını ve eksiklerini tamamlamak üzere bulunuyordu. Ben, daha Haziran ortalarında taarruza karar vermiştim. Bu kararımı yalnız Cephe Komutanı ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı biliyorlardı. Bildirdiğim tarihlerde bir geziyi vesile ederek İzmit - Adapazarı yönüne hareket ettiğim zaman, Ankara'da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa Hazretleri'yle görüştükten sonra, o zaman Millî Savunma Bakanı bulunan Kazım Paşa Hazretleri'ni Sarıköy istasyonuna kadar birlikte götürerek, oraya davet ettiğim Cephe Komutanı İsmet Paşa Hazretleri'yle birlikte, taarruz için gerekli hazırlıkların sür'atle tamamlanması ile ilgili kararlar aldık.
v Efendiler, artık Büyük Taarruz'dan söz açma sırası geldi. Bilirsiniz ki, Sakarya Meydan Muharebesi'nden sonra, düşman ordusu büyük ve kuvvetli bir grupla Afyonkarahisar - Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bölgesindeydi. Bu iki grup arasında yedek kuvvetleri vardı. Sağ kanadını, Menderes dolaylarında bulundurduğu kuvvetlerle, sol kanadını da İznik Gölü'nün kuzey ve güneyindeki kuvvetleriyle koruyordu. Denilebilir ki, düşman cephesi, Marmara'dan Menderes'e kadar uzanıyordu. Düşman ordusunun teşkilâtı, üç kolordu ve bazı müstakil birliklerin mevcudu da üç tümeni bulmaktaydı. Biz, Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizi iki ordu halinde teşkilâtlandırmış ve düzenlemiştik. Bundan başka, doğrudan doğruya cepheye bağlı teşkilâtımız da vardı. Bizim bütün birliklerimiz on sekiz tümen idi. Bundan başka üç tümenli bir süvari kolordumuz ve daha zayıf mevcutlu iki süvari tümenimiz vardı. Teşkilâtı biribirinden farklı olan iki düşman ordusu biribiriyle karşılaştırılırsa, her iki tarafın insan ve tüfek kuvvetleri, aşağı yukarı biribirine denk bulunuyordu. Yalnız, Yunan ordusu, dünyanın hür ve kendisini destekleyen sanayiine dayandığı için, makineli tüfek, top, uçak, taşıt, cephâne ve teknik malzeme bakımından daha üstün durumdaydı. Diğer taraftan bizim ordumuz süvari sayısı yönünden daha üstün bulunuyordu.

1'İNCİ ORDU KOMUTANI ALİ İHSAN PAŞA'NIN YARATTIĞI DURUM

Burada, sırası gelmişken bir noktayı belirtmeliyim. Ordularımızdan birinin, 2' nci Ordu'nun komutanı bugün Askerî Şûra üyelerinden olan Şevki Paşa Hazretleri idi. 1' inci Ordumuzun komutasını Malta'dan gelmiş olan İhsan Paşa 'ya vermiştik. İhsan Paşa 'nın, kendisini Divan-ı Harbe kadar götüren yersiz ve davranışlarından dolayı, ordu komutanlığından uzaklaştırılması gerekti. Gerçekten, Ali İhsan Paşa; ordunun disiplinini ve genel yönetimini bir çıkmaza sokacak şekilde hareket etti. Örnek olarak, ordusundaki ast komutanlarda, üst komutanlara karşı itaatsizlik edecek durumlar yarattı.

Söz gelişi, ambarlarının mevcudunu günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek genel yiyecek sıkıntısının çekildiği bir sırada, ansızın ambarlarının boşaldığını ve açlık tehlikesi bulunduğunu bildirdi.

Ast komutanları, üstlerine karşı itaatsizliğe ve görevlerini yapmamaya kışkırtma ve bu davranışları destekleme gibi tutumları yanında, ordunun emirlere uyma ve görev duygusuyla oynayacak kadar entrikacı bir yaratılışta olduğu kanaatini de uyandırdı.

Ali İhsan Paşa 'nın bilinen, kendisine has özelliklerinden başlıcaları şunlardı :

En küçük birliklere kadar bütün ordusuna, önemli önemsiz her işin ve her kararın ancak kendisi tarafından verileceğini telkin ederek bütün ordusunda yalnız kendisinin kudret sahibi olduğunu zannettirmek. Büyüklerinden daha üstün olduğunu herkese ispatlamak düşüncesine kapılmak. Gerek resmî iş gerek özel davranış bakımından büyüklerinin itibarlarını düşürmeye çalışmak. Savaş açısından tedbirde yerindelik ve sinirde sağlamlık yönleriyle kendisini deneme fırsatı bulunmamış olmakla birlikte, bu hususta anlaşılan karakteri şuydu :

Herhangi bir başarısızlığı mutlaka astına veya üstüne yükleme yolunu her zaman düşünmesi. İhsan Paşa, yumuşak ve nazik davranışlardan çok, sert ve resmi davranışla iş yaptırmayı gerekli bulur.

Ali İhsan Paşa 'nın huyu ve ahlâkı konusunda, kendisinin kurmay başkanı iken çekilmek zorunda kalan Yarbay Halit Bey'in (Sonradan Kastamonu Milletvekili olmuştur) Batı Cephesi Komutanlığı'na verdiği 20 Ocak 1922 tarihli resmî bir raporunun bazı bölümlerini olduğu gibi bilginize sunacağım. Halit Bey, Birinci Dünya Savaşı'nda, Irak'ta da Ali İhsan Paşa ile birlikte bulunmuştu. Sözünü ettiğim raporda şu cümleler vardır :
" ----------------------------------------------------------

Komutanım Ali İhsan Paşa 'nın geldiği günden beri ast komutanların haysiyetini ve görev yapma isteğini kıracak davranışlar içinde bulunması ve yapılan yazışmalardan anlaşılmış olacağı üzere Cephe Komutanlığı'na karşı astlara hissettirecek derecede yakışıksız bir haberleşme kapısı açması, benlik kokusu hissedilen düşünce yarışına girişmesi, dünyanın değer verdiği ve saygı duyduğu cephe karargâhının nüfuzunu azaltmak istediğini anlatır bir davranış tarzını benimsemiş olması, beni ciddî olarak düşündürdü ve üzdü. Davranışlarını elimden geldiği kadar değiştirmeye çalıştım. Fakat yine büyük bir fark göremedim.
.-----------------------------------------------------------

Aklında yer etmiş bencillik hastalığı, ün yapma hırsı, aşırı kıskançlık ve sonsuz bir bencilliığin etkisiyle baş olmak istediği, davranışlarından ve ast komutanlar yaninda söyledigi biribirine düşürücü sözlerden anlaşılıyordu. 11' nci Tûmen Komutanı istifamı işittikten sonra, bana gizli bir konuşmada :

Ali İhsan Paşa ' nın Malta'da iken kurtulması için Ferit Paşa ' ya mektuplar yazdığını ve İngiliz mandasını kabul etmek için kendi karşısında saatlerce açıktan açığa konuşmalar ve tartışmalar yaptığını söyledi. Ali İhsan Paşa 'nın davranışlarına bakarak, bu sözleri dikkat çekici buldum.." Astlardan gelen bazı evrakı cepheye, cepheden geleni astlara olduğu gibi göndererek karşılıklı güven duygularmı sarsma şeklindeki davranışlan da ayrıca dikkati çekmektedir. Söz gelişi : Şeyhelvan dağının düşman eline geçişi ile ilgili yazışmaların olduğu gibi 2 nci Kolordu'ya, 5 inci Kolordu'dan yazılan bazı raporların da aynen cepheye yazılması gibi. Buna rağmen, söz konusu olayın sorumluluğunu 5' inci Kolordu Komutanı'na yüklemesi ve kendisinden cepheye şikâyette bulunması âmirlik niteliği ile bağdaştırılamaz, Tevhid-i Efkâr gazetesinde yayınlattığı hâtıraları arasında, Ateşkes Anlaşması tarihinden bir gün önce, Musul güneyinde, Şarkat'ta esir olan Dicle Grubu nun esirlik sebebini yalnız o zaman grup komutanı olan (Şimdi Doğu Cephesi nde Tümen Komutanı imiş) Yarbay İsmail Hakkı Bey' in üzerine atması da bu karakterinin delilidir. Dicle Grubu 7, 9, 43, 18 ve 22 nci Alaylarla Avcı Alayından oluşmuştur. Bunlardan başka ayrıca 5' inci Tümen'den 13 ve 14' üncû Alaylar da parça parça esir verildi. Ateşkes Anlaşması'ndan bir gün önce 13.000 kişinin esir verilmesi, 50 kadar topun kaybı, gerçekte kendisinin şartlara ve duruma uygun olmayarak verdiği bir emir yüzündendir. İşte bu durum Musul ilinin kaybedilmesine yol açtı, Halbuki, ateşkes anlaşması yapılacağı belliydi. Gruba, Keyare mevziine çekilmek için direktif verilseydi, İngilizler gruba tesir etmek şöyle dursun yenemezlerdi bile. Bu gruba 5' inci Tûmen de katılabilirdi. Ateşkes anlaşması yapıldığı zaman, esir olan sekiz piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde kalırdı, Fakat sefil bir düşünce mantığa galebe çaImıştır.

Hâtıralarında, Dicle boyundaki bütün başan ve Townshend' in esir alınması şerefi, kendisine mâledilmiştir.... , Her başarıyı kendisine aitmiş gibi gösteren yayınlar yaptırmaktan maksadı, kamuoyunu aldatarak şöhret ve mevki kazanmaktır. Ünlü adamlarm hâtıralarını yayınlamak, millette övünme duygularını canlı tutar ve gereklidir de, ancak, tarihin sorumlu tutacağı kimselerin hareketlerini övünülecek şeyler arasında saymak tarihi lekeler ve gelecek nesilleri yanlış düşüncelere sürükler.

General Marshalli 'ın :

Yanzı ölene kadar Musul'u terk ediniz; aksi halde savaş esirisiniz, emri aldığı zaman o büyüklük taslayan Paşa Hazretleri Sincar çölünü geçerek Nusaybin'egitmek için General Marshall'dan resmi bir yazı ile kendisini koruyacak iki zırhlı otomobil istedi ve bunların koruyuculuğunda Aşir Bey ' le (şimdiki Milli Savunma Bakanı Müsteşar Yardımcısı Aşir Paşa ' dır) beni Musul'da bırakarak Nusaybin'e gitti. Aşiretler arasında hükümetin manevi otoritesini de kırdı. Bu durumu görenlerin vicdanı sızladı. Zaho yoluyla, koruyucusuz gidebilirdi veya süvari alarak çölden geçebilirdi. Halep'te İngiliz generalinden şahsı için özel tren istedi ve yolda hakarete uğramaması için muhafız bulundurulmasını istemeyi de unutmadı. Gerektiğinde hayatının ve rahatının korunması için milli şerefi unutan paşa Hazretleri'nin ahlâkına örnek olmak üzere yukandaki olayları dile getirdim..... Eski komutanıma hoş görünmedim.Çünkü hırsına hizmet etmedim ve dalkavukluğunu yapmadım." Millete, Millî Ordu'yukuran ve millete zaferler kazandıranbüyük komutanlar gibiasil ruhlu, iyi niyetli kılavuzlar, komutanlar gerekir. Orduda birlik ve uyumun bozulmasına, görev aşkının zayıflamasına çalışanlar, dâhi de olsalar zararlı birer şahsiyettirIer. Ben, çekilen emekleri bildiğim, girişilen kutsal mücadelede başarıya ulaşmayı istediğim için, kötû niyetli olmadığıma ve çıkar gözetmediğime namusum ve mukaddesatım üzerine yemin ederek bunları anlatmaya cür'et ettim. İran'da, Kafkas a'da uzun süre yaverliğini yapan (şimdi Birinci Ordu harekat şube müdürü)Binbaşı C e m i l B e y son günlerde bana :" İyi ki Ali İhsan Paşa , Millî Mücadele'nin başlangıcında Anadolu'da bulunmadı. Malta'da bulunduğu iyi oldu. Aksi halde, hiç şüphe yok ki, aykırı bir yol tutardı dedi. Paşa'nın nasıl bir insan olduğunu çok iyi bilen C e m i l B e y , pek doğru söylemiştir... Ulu Tanrı'dan kış uykusuna yatmış yılana güneş göstermesin dileğinde bulunurum.

Efendiler, Ali İhsan Paşa, Meclis'teki muhalifler grup ileri gelenleri ile de temas ve haberleşmelerde bulunuyordu. Kendisinin komutanlığına son verilerek, hakkında kanunî işleme devam edilmek üzere Millî Savunma Bakanlığı emrine verilmesini onayladığım. 18 Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı bulunan Rauf Bey'den, makina başında, İhsan Paşa ile ilgisini gösterir bir şifreli telgraf almıştım. Yeri gelince bu telgrafı da bilginize sunmuştum. O günlerde Adapazarı, İzmit taraflarında gezide bulunuyordum. Rauf Bey telgrafında diyordu ki : 1' inci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa' nın görevden alınarak Divan-ı Harbe verilmek üzere Konya'ya gönderildiğine dair Meclis çevrelerinde dedikodulara yol açan bir söylenti vardır.

Efendiler, bir komutanın görevden alınması, göreve tayini veya askerî mahkemeye verilmesi işleminin üzerinden bir gün bile geçmeden, Meclis'çe dedikodu olabilecek bir söylenti haline gelmesi ve Meclis İkinci Başkanı'nın bu olayla, benden açıklama isteyecek kadar yakından ilgilenmesi dikkat çekici değil midir? Rauf Bey'e tarafından gereken cevap verildi.1' inci Ordu Komutanlığı bir süre vekâletle idare edildi. Fakat birinin asil olarak tayini gerekiyordu. Moskova Sefirliği'nden dönmüş olan Fuat Paşa'nın 1' inci Ordu Komutanlığı'nı kabul edip etmeyeceği konusunda düşüncesini almak istedim. Anladım ki, cephe komutanlığı yapmış olduğundan, cephe komutanının emrine girmek istemiyor. Millî Savunma Bakanı bulunan Kazım Paşa vasıtasıyla 1' inci Ordu Komutanlığı'nı, Refet Paşa'ya teklif ettirdim. Kabul etmemiş. Nihayet, o tarihlerde kayıtsız şartsız cephe emrine girerek görev yapacağını söyleyen ve açıkta bulunan Nurettin Paşa'yı 1' inci Ordu Komutanlığı'na getirdik.

TAARRUZ PLANIMIZIN ANA ÇİZGİLERİ

Efendiler, düşman ordusunun cephe ve teşkilât durumu ile, ona karşı Batı Cephesi'ndeki kuvvetlerimizin esas olarak iki ordu halinde kurulup düzenlenmiş olduğunu söylemiştim. Öteden beri tasarlamış olduğumuz taarruz plânımızın ana çizgilerini de arz edeyim :

Düşündüğümüz, ordularımızın ana kuvvetlerini düşman cephesinin bir kanadında ve mümkün olduğu kadar dış kanadında toplayarak, bir imha meydan muharebesi vermekti. Bunun için elverişli bulduğumuz durum, ana kuvvetlerimizi, düşmanın Afyonkarahisar yakınlarında bulunan sağ kanat grubu, güneyinde ve Akarçay ile Dumlupınar hizasına kadar olan alanlarda toplamaktı. Düşmanın en hassas ve önemli noktası orasıydı. Çabuk ve kesin sonuç almak, düşmanı bu kanadından vurmakla mümkündü.

Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, bu bakımdan gerektiği gibi bizzat incelemeler yapmışlardı. Hareket ve taarruz plânımız çok önceden tespit edilmişti.

Konya'ya gelmiş olan General Townshend'in isteği üzerine, kendisiyle görüşmek için, Ankara'dan hareket ederek 23 Temmuz 1922 akşamı Batı Cephesi Karargâhı'nın bulunduğu Akşehir'e gittim. Savaş plânı üzerinde görüşürken Genelkurmay Başkanı'nın da katılmasını uygun bulduk. Ben, 24 Temmuzda Konya'ya gittim. 27'sinde tekrar Akşehir'e gelmişti. 27/28 Temmuz gecesi birlikte yaptığımız görüşme sonunda, tespit edilmiş olan plân gereğince taarruz etmek üzere, 15 Ağustosa kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına çalışmayı kararlaştırdık.

28 Temmuz 1922 günü öğleden sonra yaptırıIan bir futbol maçını seyretmek bahanesiyle ordu komutanları ve bazı kolordu komutanları Akşehir'e çağrıldı. 28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanların taarruzla ilgili görüşlerini aldım. 30 Temmuz 1922 günü Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı ile yeniden görüşerek tarruzun şeklini ve ayrıntılarını tespit ettik. Ankarara'dan çağırdığımız Millî Savunma Bakanı Kazım Paşa da 1 Ağustos 1922 öğleden sonra Eskişehir'e geldi. Ordu hazırlığının tamamlanmasında Millî Savunma Bakanlığı'na düşen işler tespit edildi.

TAARRUZA HAZIRLIK EMRİ

Ordunun hazırlıklarının tamamlanmasını ve taarruzun bir an önce yapılmasını emrettikten sonra tekrar Ankara'ya döndüm. Batı Cephesi Komutanı, 6 Ağustos 1922'de ordularına gizli olarak taarruza hazırlık emri verdi. Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı Paşalar da Ankara'ya döndüler.

Efendiler, taarruz için yeniden cepheye gitmeden önce, Ankara'da yapılması gereken bazı işler vardı. Daha taarruz emri verdiğimi Bakanlar Kurulu'na da açıkça bildirmemiştim. Artık onlara recmî olarak haber verme zamanı gelmişti. Yaptığımız bir toplantıda iç ve dış durumlarla ordunun durumunu görüşüp tartıştıktan sonra, taarruz konusunda Bakanlar Kurulu ile görüş birliğine vardık.

Önemli bir konu daha vardı. Muhalifler ordunun çürüdüğünden, kıpırdayacak durumda olmadığından, böyle karanlık ve belirsizlik içinde beklemenin sonucunun felâketten ibaret olacağı yolundaki propagandalarına alabildiğine hız vermişlerdi. Gerçi, Meclis'te bu düşünce akımının bıraktığı yankılar, zaten düşmanlardan fazlasıyla gizlemek istediğim taarruz bakımından yararlıydı. Fakat bu olumsuz propaganda en yakın ve en inanmış kimseler üzerinde bile kötü etkisini göstermeye başlamış, onlarda da kararsızlıklar uyandırmıştı. Onları da yakında yapacağım taarruz konusunda ve altı yedi gün içinde düşmanın ana kuvvetlerini yeneceğime olan güvenim hususunda aydınlatmayı ve yatıştırmayı gerekli buldum. Bunu da yaptıktan sonra Ankara'dan ayrıldım. Genelkurmay Başkanı benden önce 13 Ağustos 1922'de cepheye gitmişti.

Ben birkaç gün sonra hareket ettim. Hareketimi belirli birkaç kişi dışında bütün Ankara'dan gizledim. Benim Ankara'dan ayrılacağımı bilenler, burada imişim gibi davranacaklardı. Hattâ gazetelerde benim Çankaya'da çay ziyafeti verdiğimi de ilân edeceklerdi. Bunu şüphesiz o vakitler işitmişsinizdir. Trenle hareket etmedim. Bir gece otomobille Tuz Çölü üzerinden Konya'ya gittim. Konya'ya hareketimi telgrafla orada kimseye bildirmediğim gibi, Konya'ya varır varmaz telgrafhaneyi kontrol altına aldırarak Konya'da bulunduğumun da hiçbir yere bildirilmemesini sağladım. 20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra saat 16.00'da Batı Cephesi Karargâhı'nda yani Akşehir'de bulunuyordum. Kısa bir görüşmeden sonra 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana tarruz için Cephe Komutanı'na emir verdim.

26 AĞUSTOS 1922 TAARRUZ EMRİ

20/21 Ağustos 1922 gecesi 1' inci ve 2' nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım. Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı'na o günvermiş olduğum emri tekrarladım. Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu. Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi. Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b.çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerdide benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.

24 Ağustos 1922'de karargâhımızı Akşehir'den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik, 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut'tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha naklettik. 26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk.Sabah saat 5.30'da topçu ateşimizle taarruz başladı

BAŞKOMUTAN SAVAŞI

Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustosa kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustosta yaptığımız savaş sonunda (buna Başkomutan Muharebesi adı verilmiştir),düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık. Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi.Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir'e doğru yol alırken ,diğer birlikleriyle de düşmanın Eskişehir de kuzeyinde bulunan kuvvetlerini yenmek üzere ilerliyorlardı.

ATEŞKES TEKLİFİ

Efendiler, Başkomutan Savaşı'nın sonuna kadar her gün büyük başarılarla gelişen taarruzumuzu,resmî bildirilerde pek önemsiz harekâttan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, durumu mümkün olduğu kadar dünyadan gizlemekti. Çünkü,düşman ordusunu tamamen yok edeceğimizden emindik. Bunu anlayıp,düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi uygun görmüştük. Gerçekten, bizim hareketimizi sezdikleri zaman ve taarruzumuzun arkasından bize başvuranlar olmuştur. Örnek olarak, biz taarruza devam ettiğimiz sırada, Bakanlar Kurulu Başkanı olan Rauf Bey'den, Ateşkes konusunda İstanbul'dan haber geldiğini bildiren 4 Eylül 1922 tarihli bir telgraf almıştım.Verdiğim cevap aynen şöyledir :

Tel. Makama özel 5.9.1922
Bakanlar Kurulu Başkanlıgı
Yüksek Katına

Anadolu'daki Yunan ordusu kesin olarak yenilgiye uğratılmıştır. Yunan ordusunun artık yeniden ciddî bir direnişte bulunmasına ihtimal yoktur. Anadoluiçin herhangi bir görüşmeye gerek kalmamıştır. Ateşkes ancak Trakya için sözkonusu olabilir. Bu bakımdan Eylülün onuna kadar doğrudan doğruya Yunan Hükümeti veyahut Ingiltere vasıtasıyla, hükümetimize resmen başvurduğu takdirde, aşağıdaki şartlar ileri sürülerek cevap verilmelidir. Bu tarihten, yani Eylülün onundan sonra yapılacak başvurmaya verilecek cevap başka türlü olabilir. Bu takdirde durum bana ayrıca bildirilmelidir :

1- Ateşkes Anlaşması tarihinden başlayarak on beş gün içinde Trakya,1914 sınırlarına kadar kayıtsız şartsız Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin sivil memurlarına ve askerî kuvvetlerine teslim edilmiş bulunacaktır.

2 - Yunanistan'daki esirlerimiz on beş gün içinde İzmir, Bandırma ve İzmit limanlarında bize teslim edilecektir.

3 - Yunan Hükûmeti, Yunan ordusunun üç buçuk yıldan beri Anadolu'da yaptığı ve yapmakta olduğu tahribatı tamir etmeyi şimdiden taahhüt edecektir.

Büyük Millet Meclisi Başkanı
Başkomutan
Mustafa Kemal

ORDULARIMIZ İZMİR RIHTIMINDA İLK VERDİĞİM HEDEFE, AKDENİZ'E ULAŞTILAR

Doğrudan doğruya bana gönderilen bir telsiz telgrafta da, İzmir'deki İtilâf Devletleri konsoloslarına benimle görüşmelerde bulunma yetkisinin verildiği bildirilerek, onlarla hangi gün ve nerede buluşabileceğim soruluyordu. Buna verdiğim cevapta da, 9 Eylül 1922'de Kemalpaşa'da görüşebileceğimizi bildirmiştim. Gerçekten de, söz verdiğim gün, ben Kemalpaşa'da bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi. Çünkü ordularımız, İzmir rıhtımında ilk verdiğim hedefe,, Akdeniz'e ulaşmış bulunuyorlardı.

Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamiyle yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.

Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta hey'etinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.

Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir âbidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunıın başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.

Efendiler, işte şimdi diplomasi alanına geçebiliriz. Gerçi, ordumuzun zafere ulaşacağından ümitsiz oldukları için, bu meseleyi daha önce diplomasi yoluyla çözüme bağlama kanaat ve iddiasında olanları, dediklerini yapma hususunda biraz fazlaca bekletmiş oldum. Bununla birlikte, sonunda benim de diplomasi alanında ciddî olarak çaba harcadığımı görerek memnun olmaları gerekirdi. Böyle olup olmadığını göreceğiz.

Ordularımız, İzmir ve Bursa'yı geri aldıktan sonra, Trakya'yı da Yunan ordusundan kurtarmak için İstanbul ve Çanakkale doğrultusunda yürüyüşlerine devam ederken, İngilizlerin o zamanki başbakanı bulunan Lloyd George, fiilen harbe karar vermiş bir tavırla ve yardımcı birlikler gönderilmesi isteğiyle dominyonlara müracaat etmiş. Yalnız, ondan sonra olup bitenlere bakılırsa LIoyd George'un isteğinin yerine getirilmediğini kabul etmek gerekir.

İTİLAF DEVLETLERİNİN 23 EYLÜL 1922 TARİHLİ ATEŞKES TEKLİFİ

Bu sıralarda, İstanbul'da Fransız Fevkalâde Komiseri bulunan General Pelle benimle görüşmek üzere İzmir'e geldi diye adlandırdığı bir bölgeye, ordularımızın girmemesinin yerinde olacağını tavsiye eti. Millî hükûmetimizin böyle bir bölge tanımadığını, Trakya'yı da kurtarmadıkça ordularımızın durdurulmasına imkân olmadığını söyledi. General Pelle, bana,Mösyö Franklin Bouillin 'un benimle görüşmek üzere gelmek istediğini bildiren, kendisine çekilmiş özel bir telgrafını gösterdi.Kendisini İzmir'de kabul edeceğimi söyledim. Mösyö Franklin Bouillon, bir Fransız harp gemisiyle İzmir'e geldi. Fransız Hükümeti adına ,İngiliz ve İtalyan Hükûmetlerinin de uygun görmeleri üzerine, benimle görüşmeler yapmaya geldiğini söyledi. Biz Franklin Bouillon'la görüşürken, İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanları imzasını taşıyan 23 Eylül 1922 tarihli bir nota geldi. Bu notada iki önemli nokta yer alıyordu. Bunlardan biri askerî harekâtın durdurulmasıyla diğeri de Barış Konferansı'yla ilgiliydi.

Biz, Rumeli'de Doğu Trakya'yı millî sınırlarımıza kadar tamamen almadıkça askerî hareketten vazgeçemezdik. Ancak, yurdumuzun bu bölgesinden düşman birlikleri çıkarıldığı takdirde böyle bir harekete devam etmeye kendiliğinden gerek kalmayacaktı. Bu notada, Venedik veya başka bir şehirde toplanacak olan İngiliz, Fransız, İtâlyan, Japon, Romen,Sırp - Hırvat - Sloven Devleti ile Yunanistan'ın da çağrıIacağı bir konferansa, delegelerimizi göndermeyi kabul edip etmeyeceğimiz sorulmakla birlikte, görüşmeler sırasında Boğazlardaki tarafsız bölgelere bizden asker gönderilmemesi şartıyla, Edirne dahil olmak üzere Meriç'e kadar Trakya'nın bize iadesi ile ilgili talebimizin olumlu karşılanacağı bildiriliyordu.

Notada, boğazlardan, azınlıklardan ve Milletler Cemiyeti'ne girmemizden de söz ediliyordu.

Konferansın toplanmasından önce, Yunan birliklerinin, İtilâf Devletleri komutanlarının çizerkleri bir hattın gerisine çekilmesi için, İtilâf Devletleri'nin nüfuzunu kullanacağına söz verilmekte ve bu konuda görüşülmek üzere Mudanya veya İzmit'te bir toplantı yapılması teklif edilmekteydi.

MUDANYA KONFERANSI

29 Eylül 1922 tarihinde, bu notaya verdiğim kısa bir cevapta, Mudanya Konferansı'nı kabul ettiğimi bildirdim. Fakat Meriç nehri'ne kadar Trakya'nın derhal bize geri verilmesini istedim. 3 Ekimde toplanmasının uygun olacağını söylediğim Mudanya Konferansı'na, Başkomutanlık adına olağanüstü yetkiyle Batı Cephesi Orduları Komutanı İsmet Paşa'yı delege tayin ettiğimi bildirdim. Bu notaya hükûmetçe de 4 Ekim l922 tarihli etraflı bir cevap verildi. Bu cevapta, konferans yeri olarak İzmir teklif edildi. Boğazlar meselesi dolayısıyla, Rusya, Ukrayna ve Gürcistan Cumhuriyetleri'nin de daveti istendi. Diğer konular üzerindeki görüşlerimiz de ana çizgileriyle bildirildi.

Mudanya'da, İsmet Paşa'nın başkanlığı altında, İngiliz delegesi General Harrington, Fransız delegesi General Charpy, İtalyan delegesi General Monbelli 'nin katıldıkları konferans toplandı. Bir hafta kadar süren tartışmalı görüşmelerden sonra, 11 Ekimde, Mudanya Ateşkes Anlaşması imzalandı. Böylece, Trakya ana vatana katılmış oldu.

Efendiler, zaferden sonra, bizim İzmir'deki siyasî temaslarımız üzerine, Ankara'da Bakanlar Kurulu'nun daha doğrusu bazı bakanların telâşlı bir duruma girdikleri farkedildi.

Askerî görevimin son bulmuş olduğunu, bundan sonraki siyasi işlerin Bakanlar Kurulu'na ait olduğunu hissettirecek şekilde, beni Ankara'ya davet ettiler. Halbuki, ne askerî görevim son bulmuştu ne de siyasî ve diplomatik konularla ilgilenmek ve uğraşmaktan kendimi alabilirdim. Bu bakımdan, İzmir'den ordunun başından ve başlattığım siyasî ilişkilerden uzaklaşamazdım. Bundan dolayıdır ki, benimle görüşmek isteğinde bulunan ve bunda direnen hükûmet üyelerinin veya ilgili bakanların İzmir'e yanıma gelmelerini teklif ettim. Hükûmet Başkanı Rauf Bey 'le Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey geldiler. Rauf Bey, İzmir'de bana bazı özel dileklerini de bildirdi. Sözgelişi, Ali Fuat Paşa ile Refet Paşa 'nın, zafer dolayısıyla terfi ettirilmelerini ve kendilerine uygun birer görev verilerek memnun edilmelerini rica ettiler. Bildiğiniz üzere, muharebeden önce Ali Fuatve Refet Paşa'ların bu harekâta katılmaları için türlü yollarla teşebbüste bulunmuştum; fakat başaramadım. Zaferden dolayı, Muharebe'de fiilen hizmet edip liyakat göstermiş olan komutanlar ve subaylar terfi ettirilmek ve takdir edilmek suretiyle elbette ödüllendirilmişlerdi.Askerî harekâta katılmaktan kaçınan kimselerin de bizzat orada bulunanlarla birlikte ödüllendirilmeleri elbette kötü etki yapabilirdi .Kısacası, Rauf Bey'e dileklerini yerine getiremeyeceğimi söyledim. Fakat Ali Fuat Paşa, Meclis İkinci Başkanı bulunduğuna göre, mevkii ve görevi kendisini memnun edebilecek bir seviyede idi. Yalnız, açıkta bulunan Refet Paşa için uygun bir görev bulmaya çalışacağıma söz verdim. Kendisini İzmir'e davet etmesini sövledim. Refet Paşa,İzmir'e gelmişti. Fakat bu geliş tam benim Ankara'ya döndüğüm geceye rastladığı için kendisiyle orada görüşme imkânı olamadı.

.

Salih Bozok - Yaveri Atatürk-ü Anlatıyor.pdf

Salih Bozok çocukluğundan Atatürk'ün vefatına kadar büyük önderimizin yakınında bulunmuştur. Hatıratını okumak, okutmak şarttır. Aşağıdaki adresten PDF olarak indirebilirsiniz.



Atatürk’ün en yakın dostu, çocukluk ve silah arkadaşı, yaveri Salih Bozok’un anılarında Atatürk hakkında bilmediğimiz bir çok şey.. Mutlaka okunması gereken bir kitap… 

http://www.dosya.tc/server5/8n09ce/Salih_Bozok_-_Yaveri_Ataturk-u_Anlatiyor.pdf.html

Yahudi oğlu darbeci Fetullah Gülen in hiç bilinmeyen 10 yönü

Altta iki video daha var. İdeali yüksek Türkiye olanlar; lütfen her ikisini de sonuna kadar ve can kulağı ile dinleyiniz.. Çünkü:

"Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur." İsmet İnönü



21 Ağu 2016 tarihinde yayınlandı

1 Akıl hastasıdır.
1976 yılında Manisa merkez vaizliği sırasında camilerde vaazlar vermektedir. Vaazlarında her zaman olduğu gibi tefsirleri çarpıtmaktadır. Kendisini bu konuda uyaran cemaat ile sürekli kavga etmiş, cemaati azarlamıştır. Bu olaylardan dolayı 2 ay Manisa Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesi yani akıl hastanesinde yatmıştır.



2 Vaazı esnasında kuranı kerimi yere atmıştır. 
Fethullah Gülen vaazı sırasında bazı söylemlerde bulunup Kuran-ı kerimi yere fırlatmıştır. Bu olay sadece bir kez değil iki kez gerçekleşmiştir. Olayların ilki iskenderunda, ikincisi ise Manisa, Salihli, karaman cami de vuku bulmuştur. Prof. Dr. Ahmet Keleş bu olaya bizzat şahit olmuştur.

3 Masondur.. 
Yeni Şafak gazetesinin ulaştığı belgelerde Mason Mahfili'nden 1972 ile 1976 yılları arasında Fethullah Gülen'e yapılan masonik toplantı davetleri bulunmaktadır. Fethullah Gülen’in masonluğunu vefat eden Said Nursinin talebesi Fethulla gülenin Üzeyir şenler doğrulamaktadır.

4 Cia in bir figürü ve projesidir.
Darbeci terörist örgütün rusya, Ukrayna ve kuzey kore gibi cia in giremediği ülkelerde okulları bulunmamaktadır. Bizzat cia eski şefi graham fuller terörist başına oturma izni verilmesini sağlamıştır. CIA darbeci terör örgütünü ivme kazandırmak finans desteğinde bulunmuştur.

5 Asıl amacı paralel din oluşturmaktır.
Paralel devlet yapılanmasının yanında asıl amaçları islamiyete alternatif yeni Paralel bir din oluşturmaktır. Ve bu sayede tüm dünya Müslümanlarını birbirine düşürecek ve oluşacak olan kaos ortamı Avrupa ve amerikanın işine yarayacaktır.

6 Vatikana gidip papa 2.jean paul un elini öpmüştür. 
Darbeci töröristlerin elebaşı 1998 yılında dinler arası diyalog safsatası için vatikana gidip papa 2.jean paul’un elini öpmüştür. Papadan direktifler almıştır. Karşılıklı birbirlerine metiyeler düzmüşlerdir. Darbeci lider ayrıca vatikan topraklarını kutsal topraklar olarak ifade etmiş, vatikanı kastederek, bir an bu kutsal topraklarda ölürsem demiştir.

7 TERÖRİST LİDER BABASININ İMAM OLDUĞUNU FAKAT YAŞADIKLARI YERDEN HALK TARAFINDAN KOVULDUKLARINI İFADE ETMEKTEDİR.
İmamlık anadoluda çok itibar gören bir meslektir. Fakat fertlerinden biri imam olan bir ailenin halk tarafından dışlanması, kovulması akıllara soru işaretleri getirmektedir. Araştırmacılar bunu fetullah gülenin anne babasının gayri Müslüm olmalarına ve gizli şekilde düşmanlara yardım yapmalarına bağlamaktadır.

8 FETHULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ YAPILANMASI MASONİK YAPILANMANIN BİR KOPYASIDIR.
Feto terör orgutu yapılanması tamamen masonların yapılanmasına benzemektedir. Masonlar amaçlarına ulaşmak için her yolun mubah olduğuna inanmaktadırlar. Darbeci fetonun da bu inançtan alta kalır bir yanlarının olmadığını rahattlıkla görebiliriz.

9 FETULLAH GÜLENİN KARDEŞİ SEYFULLAH GÜLENİN ADI YAKIN TARİHTE BİR TECAVÜZ DAVASINA KARIŞMIŞTIR. 
Darbeci terör örgütü lideri Fetullah Gülen öz kardeşi Seyfullah gülenin adı bir tecavüz davasına karışmıştır. Fakat gerek basındaki ve gerekse hukuk dairelerindeki militanlarından dolayı bu olay kamuoyuna pek yansımadan sümen altı yapılmıştır.

10 Fettullah Gülen Bir yahudidir. 
Internetdeki normal kimlik bilgilerine bakıldığında Darbece Fettullah Gülenin anne adın kimi kaynaklarda Refia ve diğer bazı kaynaklarda Rabia olarak geçmektedir. Halbuki Darbeci Fettullah Gülen 1986 yılında almanyaya gitmek için pasaport istek formu doldurmuş bu formda ise anne adını bir Yahudi ismi olan Rabin olarak ifade etmiştir.



Intuit256 by Kevin MacLeod is licensed under a Creative Commons Attribution licence (https://creativecommons.org/licenses/...)
Source: http://incompetech.com/music/royalty-...
Artist: http://incompetech.com/
Classic Horror 1 - Dark World by Kevin MacLeod is licensed under a Creative Commons Attribution licence (https://creativecommons.org/licenses/...)
Source: http://incompetech.com/music/royalty-...
Artist: http://incompetech.com/
Deep Haze by Kevin MacLeod is licensed under a Creative Commons Attribution licence (https://creativecommons.org/licenses/...)
Source: http://incompetech.com/music/royalty-...
Artist: http://incompetech.com/






.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...