CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

TÜRKİYE'NİN 90 YIL SONRA GÜN IŞIĞI GÖREN FOTOĞRAFLARI ve NOTLARI



ANKARA SOKAKLARINDA MİSKET OYNAYAN ÇOCUKLAR
C. K. Streit: 
"Sanırım tüm dünyada çocuklar üç aşağı beş yukarı aynı. Sıcak günlerde küçük Türk kız ve oğlanların Ankara sokaklarında birlikte ip atladığını gördüm. Camdan bilyeleri yoktu, hatta kilden yapılma bilyeleri bile yoktu. Onun yerini tutan koyunun aşık kemiklerini kulanıyorlardı."
(Streit bu fotoğrafın arkasına sadece 'Angora' yazmış. Şehrin Ulus semtinde çekilmiş gibi görünüyor. Çünkü arka plandaki cami Hacı Bayram Camii'dir)



MUSTAFA KEMAL PAŞA ANKARA'DAKİ BİRLİKLERİ TEFTİŞ EDERKEN
 Streit bu fotoğrafın arkasına şöyle yazmıştır: “Angora birlik teftişi, Mustafa Kemal Paşa selam verirken”



ANKARA'DAKİ BOLŞEVİK BÜYÜKELÇİLİĞİ PERSONELİ
Streit, Türk bir fotoğrafçıdan satın aldığı fotoğrafın arkasına “Angora Bolşevik Büyükelçiliği' başlığı altında oldukça kapsamlı notlar almış. Notunda fotoğraftaki insanların özelliklerini anlatmış.



MUSTAFA KEMAL BÜYÜK MİLLET MECLİSİ'NE SESLENİYOR
1 Mart 1921 (Fotoğraf: Esad Nedim, Mustafa Kemal Paşa'nın Fotoğrafçısı)

C. S. Streit o güne dair izlenimlerini şöyle anlatmış: "Konuşmasını dinlediğim gün kürsüye kalabalık sıra aralarından tek başına varmıştı. Alkış dindiğinde -genelde Meclis'te az alkış olur- hazırladığı uzun konuşmayı okudu. Yankılı sesi ve etkileyici kişiliği sunumunu etkin kılıyordu. Meclis onu büyük dikkatle dinliyordu. Hem kamuda hem özelde ağır, ölçülü bir tonda konuşuyordu. Bu da söylediklerine tuhaf bir güç katıyordu."



CERİTMÜMİNLİ KÖYÜNDE ÇOCUKLAR TÜRKİYE / 1920 -1921.
C. K. Streit: “İmanı kuvvetli anlamına gelen Ceritmüminli, seksen aileden oluşuyordu. Türk köylerindeki refah seviyesiyle kıyaslanınca görece iyi durumdaydı. Ve bu köyde misafir evi vardı. ”



ESKİŞEHİR'DEKİ KADIN İLKOKUL ÖĞRETMENLERİ
C. S. Streit'in Eskişehir'de ziyarete gittiği bir ilkokula dair görüşleri şöyle: “Hem erkek hem kadın öğretmenler okullarını geliştirme konusundaki samimiyet ve çabalarıyla beni çok etkiledi. Mütevazıydılar ve okulları olması gerektiği kadar iyi olmadığı için özür dilediler. (...) Lise müdiresinin bana iletmem için verdiği mesajla daha iyi anlatabilirim: 'Lütfen Amerika’daki kızkardeşlerimize, ülkemize medeniyet ve ilerleme getirme konusunda elimizden gelenin en iyisini yaptığımızı söyleyin'”



ESKİŞEHİR'DE VALS YAPAN TÜRK İLKOKUL ÇOCUKLARI
C. S. Streit'in Eskişehir'de ziyaret ettiği bir ilkokuldan izlenimleri şöyle:
"Türk İlkokulunda duyulanlar:
- Kavalyem nerede?
- Burdayım, hanımım
Ziyaret ettiğim okullar arasında en ilginçleri ilkokullardı. Türk kız ve erkek çocukların yan yana oturduğunu gördüm. Okulların birinde beş kız, beş erkek oldukça zor bir dans sergilediler ve hep birden şarkı söylediler. Hem adımlar hem de müzik Avrupalıydı ve dans erkeklerle kızların çift olup vals yapmasıyla sona erdi. Ve valsın oldukça iyi olduğunu ekleyebilirim."



FEVZİ [ÇAKMAK] PAŞA VE MUSTAFA KEMAL PAŞA, ANKARA HARBİYE OKULU'NDAKİ İLK MEZUNİYET TÖRENİ
C. K. Streit fotoğrafın arkasına şöyle yazmış: Kabine başkanı ve Milli Savunma Vekili Fevzi Paşa (tabelanın tam arkasındaki), Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal Paşa (sağındaki): ilk diploma töreni talimleri, Ankara'da kurulmuş ilk Türk Harbiye okulu. Harbiyeliler solda.



KURMAY ALBAY HÜSEYİN HÜSNÜ EMİR 6 EKİM 1923'TE BİRLİKLERİ GALATA KÖPRÜSÜ'NDEN GEÇİRİYOR

C. K. Streit'in 22 Kasım 1923’te Public Ledger’de yayımlanan bir haberinde resim şu başlıkla yer aldı:
“Mustafa Kemal Paşa: Arınmış mükemmeliyet, Alt başlık: '1453 Tarihini Tekrarlamak,Türkler Konstantinopolis'e yeniden giriyor. İtilaf kuvvetleri tarafından şehrin boşaltılması üzerine Albay Hussein Husni Emir Bey Çelik Alay'ı Galata Köprüsü’nden geçiriyor.'”



İSTANBULLULAR GALATA KÖPRÜSÜ'NDE MİLLİYETÇİ KUVVETLERİ KARŞILIYOR (6 Ekim 1923)
C. K. Streit fotoğrafı şöyle etiketlemiş: “Bayanlar önden! Türk kızları Galata Köprüsü’nü geçen birliklere alkış tutuyor, 6 Ekim”



KÖY EVİNİN ÖNÜNDE HALİDE EDİB HANIM
Bu fotoğraf Halide Edib tarafından C. K. Streit'e hediye edilmiştir:
"Ankara'dan birkaç mil uzaklıktaki bir köyde (Kalaba) güneşte kurumuş kerpiçten küçük bir evde oldukça sade bir hayat sürüyor. Bir kaç kez onunla orada çay içme ve yemek yeme zevkini tattım. Salonunda birkaç Milliyetçi liderle tanıştım.(...)
Batı da dahi erkek işi denilebilecek işleri yapıyor olmasına rağmen Halide Hanım?da erkeksi hiçbir şey yok. (...) Entelektüel açıdan Batılı kadınlar arasında da yüksek bir seviyede olurdu. Bugün önde gelen Türk romancılarından biridir. Hünerlerine ek olarak, kesin bir nişancı ve uzman bir binicidir."



ANKARA / 1920 – 1921
 C. K. Streit: (Streit bu fotoğrafın arkasına sadece 'Angora' yazmış. Şehrin Ulus semtinde çekilmiş gibi görünüyor. Çünkü arka plandaki cami Hacı Bayram Camii'dir)



HAMLET PERFORMANSINI TANITAN AFİŞ
C. K. Streit afişle ilgili şunları söylüyor: “Türkiye’deyken onca süprizlerle karşılaştım ama o gece Anadolu Tiyatro Grubu’nun 'abidevi sanat eseri' 'dünyanın en meşhur trajedisi' ‘Hamlet’i sergileyeceğini bildiren afişlerle karşılaşmam oldu. Afişlerden biri dramadaki bir sahneyi gösteren büyük bir resimle süslenmişti.”



HAVZA'DA ANAYOL
Streit ve ekibi Merzifon'a Havza kasabası üzerinden gitti. Yazdıklarından anlatmasa da bir fotoğrafı var. Sadece 'Havza' diye başlık atmış.



ATLI SÜVARİLER



TEĞMEN ‘KARA’ FATMA HANIM (fotoğrafın sağında) VE BİRLİKLERİ 1923’TE İSTANBUL’A GİRİYOR
Streit bu fotoğrafın arkasına şöyle yazmış: “Tğm. Fatma Hanoum, Türk-Yunan savaşı sırasında cephede bir kadınlar bölüğünün başında savaşırken kazandığı madalyalarıyla.” Streit, onun ‘’kadınlar bölüğü’’ne komuta ettiğini söylerken hata yapıyor, erkeklerden oluşan bir birliğin, muhtemelen fotoğrafta sağında duranların başındaydı.



KARDA YALINAYAK SU TAŞIYAN KIZLAR 
C. K. Streit köyle ilgili izlenimlerini şöyle anlatmış: “Sekili'de kalan köylüler yoksulluk içerisinde ve yırtık pırtık giysilerle yaşıyorlardı. İki kızın nehirden su taşırken karda yalınayak yürüdüğünü gördüm. İçlerinden biri resmini çekmeye çalıştığımda korktu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.” [Sekili köyü Yozgat vilayetinin Yerköy kazasındadır]



MUSTAFA KEMAL PAŞA EVİNDEKİ OFİSİNDE



NEAR EAST RELIEF'İN MERZİFON'A GİDEN “REO” KAMYONETİ 
C. K. Streit'in Merzifon yolculuğuna ilişkin söyledikleri şöyle: “Hız göstergesi saate 2 mil ilerlediğimizi gösterecek kadar küstahtı. Gecenin dördünde iki saat kar kürekleyip arabayı ittik. Bizi pek hoş şeyler beklemiyordu, çünkü ateş yakacak odun da benzin de yoktu. Fakat yaratıcılığımız ve gücümüz tükenme noktasına geldiğinde arabayı kar yığınından çıkardık.”



MİLLİYETÇİ BİRLİKLER ESKİŞEHİR'DE
C. K. Streit'in Eskişehir ziyaretine ilişkin izlenimleri şöyle: “Yol üstünde bir istasyonda (Eskişehir) Türk Ordusunun savaşan bir kurum olarak bu kadar iyi olmasının sebebini daha iyi anladığım bir örnekle karşılaştım. Kasabadaki bir Türk subayı trenimizi bir başka görev için terk ediyordu. Erler ona veda etmek için çevresinde toplanmıştı. Her biri, subayın elini ilk önce çenelerine, sonra alınlarına değdirerek, Türk usulu selamladı ve sonra elini sıkıp öptüler. Tren kalktığında bazılarının gözlerinde yaş vardı. Türk subayları ve askerleri arasında başka güzel hissiyat örneklerine de raslamıştım ama bu duygu seliyle hiçbiri yarışamazdı.”



MUSTAFA KEMAL PAŞA ESKİŞEHİR YAKININDAKİ CEPHEYİ ZİYARET EDİYOR ŞUBAT 1921
[Sağında Binbaşı Salih (Bozok) ile] C.K. Streit fotoğrafın arkasına şöyle yazmış: Mustafa Kemal Paşa ve ateşeleri Eskişehir'de bir teftiş gezisi sırasında (Şubat) Fotoğraf Mustafa Kemal Paşa'nın resmi fotoğrafçısı Esad Nedim'e ait.



MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN GÖZLÜKLÜ NADİR BİR FOTOĞRAFI 
Streit’in kaleminden: “Onu gözlükleriyle ve kalpaksız görün profesöre benzer bir edası var. Yüzünde idealist (hayalperest) bir şey var, özellikle gözlerinde, ama hayallerini gerçekleştiren bir hayalpereste ait.”



ANKARA'DA SOKAKTAN BİR MANZARA ANKARA / 1920 -1921... 
C. K. Streit: “Beni en çok etkileyen şeylerden biri de konuştuğum Türkler'in çoğunun gösterdiği bırakın mütevazıyı alcakgönüllü ruh haliydi. Benden istedikleri tek şey gördüklerimi olduğu gibi rapor etmem oldu.”



MUSTAFA KEMAL PAŞA KENDİ OTURMA ODASINDA (3 MART 1921)
C. K. Streit'in kaleminden: “Beni kabul ettiği calışma odası resimler, fotograflar, kitaplar, sanat objeleri ve mobilya ile zevkle döşenmişti. İnsanın herhangi bir üst sınıf Batılı evinde rastlamayı bekleyeceği bir oda. (...) Mustafa Kemal Paşa ile mülakat yaparken ellerinin bilinçsizce kehribar bir tespihle oynadığını fark ettim.”



SAMSUN'DAN ÇORUM'A GİDERKEN DEVE, BEYGİR VE EŞEK KAFİLELERİ




C. K. Streit yolculuğu şöyle anlatıyor: 'Samsun’dan Çorum'a giden yolda Doruk Han’da deve sürücülerinden birine seyahatin güvenli olup olmadığını sormuştum: “Birkaç ay evvel bu yolda seyahat edemezdiniz”dedi, “ama artık babamız Mustafa Kemal Paşa sağolsun eşkiya tehlikesi yok. Allah ona uzun ömür versin” dedi.



STREİT'İN SUSUZ LOKOMOTİFİ İÇECEK MOLASI VERİRKEN
Fotoğrafın arkasına “Lokomotifimiz içkisini yudumluyor” yazan C. K. Streit 'mola'yı şöyle anlatmış: “Türkler'in Ankara'dan Sivas'a döşediği dar hatlı demir yolunun mevcut son noktası olan Yahşihan'dan Ankara'ya yola çıktık. Rüzgarı azaltması için bavulumuzu yulaf yığınının tepesine yerleştirdik ve arkasına uzanarak seyahat ettik. O gün birçok hadise oldu. Küçük lokomotif su borularında bir sorun vardı. Hareket etmeden önce buhar kazanının elden ele kova taşınarak doldurulması gerekti. Bu lokomotife ancak susuz denilebilir. Geçtiğimiz her akarsu ve sulama arıkının yanında durup hortum çekerek lokomortifin susuzluğunu giderdik.



TİPİK ANADOLU DÜKKANLARI
C. K. Streit'in kaleminden: “Madan'da [Maden] öğle yemeği için mola verdik ve bir Rum restoranında yemek yedik. Bir sokağa çoğu Ermeni olan demirciler ve bakırcılar dizilmişti, arada Türk zanatkarlarının dükkanları da bulunmaktaydı. Türkiye'deki mağaza ve dükkanlar üç aşağı beş yukarı birbirine benziyor - bir taraf tamemen açık ve sokağa bakan tek küçük bir oda.”



6 EKİM 1923'TE “GRAND RUE DE PERA” 
C.K. Streit fotoğrafın arkasına şöyle yazmış: “Türk birliklerinin İstanbul'a girmesinin şerefine Türk Zafer Takı”



SAMSUN'DA RUM, ERMENİ VE TÜRK KADIN TÜTÜN İŞÇİLERİ 1920-1921
 C. K. Streit: “Samsun’dan ayrılmadan önce Rum, Ermeni, Türk kadın ve çocuklarının yan yana çalıştığı Regie [tütün] fabrikasını ziyaret ettim. [Rum fabrikası idi] Türk kadınları savaşın çıkmasından itibaren evlerinden dışarıda yeni çalışmaya başlamıştı -bu da kadınların tecrit edilmesinin sona ermeye başladığının bir diğer göstergesidir.



STREIT’İN YAYLISINI TAMİR İÇİN ÇALIŞMALAR DEVAM EDERKEN
 Streit bu fotoğraf arkasına şöyle yazmış: “Tuz Çölü’nde bir kaza – arabam ‘yaylı’ buzlu akarsuda takıldı, dingil kırıldı.”



KÖY DÜĞÜNÜNDE MÜZİSYENLER VE HALK OYUNU OYNAYANLAR



KÖY DÜĞÜNÜNDE MÜZİSYENLER VE HALK OYUNU OYNAYANLAR

C. K. Streit:
"Dinar'a gelmeden evvel bir düğün için hazırlıkların yapıldığı küçük bir köy kasabasında durduk. Vardığımızda bir grup köylü bir bayrak, davullar ve zurnalarla (enstrümanlar el yapımıydı) köye giderken, düğün ateşini hazırlamak üzere çalı taşıyan bir öküz arabasına eşlik ediyordu. Yük, bayrakla donatılmış bir evin kapısında boşaltıldı. Düğün bu evde olacaktı. Kadınlar peçeli değilerdi."



ÇOCUK ASKER CEMAL
Streit, milliyetçi birlikler içerisinde çocuk askerlerle görüştüğünü anlatırken onların etkisinde kaldığını gizlemiyor. Streit çocuk askerler için şunları söylüyor: "Kendilerini çok ciddiye alıyor ve adam havası taşıyorlardı. Ve sadece çocuk değillerdi: Birçok yetişkinin yaşamamış olduğu deneyimler onları olgunlaştırmıştı. Ufaklıklar hayatı görmüş ama hayat onları yozlaştırmamış. Bazı yönlerden yetişkin erkekler ama kalplerinde hala çocuklar."




Çocuk asker Tevfik: "Üç tabancam vardı, biri Fransız, biri Yunan, biri de Bulgar yapımı.Bulgar karabinamı Paşa'ya (Mustafa Kemal) verdim. (...) Eğer onu kemerine takarsa ve yanına elli fişek alırsa otomobilinde giderken kendini koruyabilir."



ÇOCUK ASKER TEVFİK

Streit çocuk askerlerle ilgili şunları söylüyor: "Bana Türk düzenli birliklerinden bir subayın yazdığı ve karşılaşacağı herkese onu öven bir mektup gösterdi: 'Yaşı küçük olsa da erkek gibi savaşmıştır ve hemşehrilerinin takdirini hak etmiştir. Bir kez başından, bir kez de sol kalçasından olmak üzere iki kez yaralanmıştır.'



TÜRKİYE'NİN ÇOCUK KAHRAMANLARININ GÜN IŞIĞI GÖREN FOTOĞRAFLARINDAN 


KAYNAK HAKKINDA 

Bahçeşehir Üniv. Öğr. Üyesi ve Osmanlı İmparatorluğu tarihçisi Heath W. Lowry tarafından kaleme alınan ve 1920 - 1921 kışında Ankara'yı ziyaret eden genç bir Amerikalı gazeteci olan Clarence K. Streit'ın notları ve fotoğraflarından yola çıkılarak hazırlanan ve "Bilinmeyen Türkler" adıyla yayımlanan kitaptan:

1921 Anadolu'suna ait daha önce hiç yayımlanmamış fotoğraflar, Mustafa Kemal ile yine aynı tarihlerde yapılmış bir röportaj ve özel fotoğrafları yer alıyor.

Clarence K. Streit,  Union Now adlı kitabın yazarı ve savaşı önlemek için dünya demokrasilerinden bir konfederasyon oluşturmayı tasarlayan uluslararası hareketin kurucusu olarak ünlenmiş bir gazetecidir. 

1921'in başında Milliyetçilerin kontrol ettiği Anadolu'da iki ay geçirir. Bu süre içerisinde yirmi altı gün Ankara'da kalır ve Milliyetçilerin lider kadrosunda Mustafa Kemal Paşa da dahil olmak üzere birçok kişiyle tanışıp mülakatlar yapar (Büyük Millet Meclisi Başkanı seçildiğinden beri Mustafa Kemal Paşa ile konuşan ilk yabancı gazetecidir). 

Seyahati boyunca 200'e yakın fotoğraf (yine yayımlanmamış) çekmiş olup 120 tanesi Lowry'nin çalışmasında yer almaktadır.  

Seyahatinin akabinde Streit Paris'e döner ve orada Bilinmeyen Türkler ismini verdiği, Türkiye'deki deneyimlerini ayrıntılı şekilde anlattığı kitabının taslağını oluşturur. Ancak kitap İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yayınevleri tarafından basılmaz. Nedeni de Streit'ın Mustafa Kemal Paşa'yı başarılarından dolayı "Türk George Washington olarak tanımlaması ve tarihteki ilk Türk Cumhuriyeti'nin kurulacağını iddia etmesidir. Bugün, kitabını yazdıktan tam doksan sene sonra en sonunda gün ışığını görebilmiştir.

Lowry tarafından gözden geçirilmiş, hazırlanmış ve notlandırılmış haliyle Streit'ın kitabı az bilinen şu konulara fotoğraflar aracılığıyla ışık tutmaktadır:  

* Milli Mücadele ve liderine karşı Anadolu köylülerinin tavrı;  
* 1921 kışında Anadolu köylerinde savaş koşulları;  
* Çocuk askerlerin savaşta oynadıkları önceden bilinmeyen rol;  
* Mustafa Kemal'in dinin önemi, Osmanlı Hanedanı'nın geleceği, Anadolu'da komünizmin oynadığı rol ve Bolşeviklerle ilişkiler hakkındaki görüşleri;  
* Samsun, Çorum, Ankara, Eskişehir ve Antalya'da savaş döneminde gündelik hayat;  
* Ankara hükümeti tarafından eğitime verilen önemin Streit'ın Eskişehir'deki okulları ziyareti sırasında gördükleriyle örneklendirilmesi (Bir tanesinde ilkokulda erkek ve kız çocuklarının birlikte vals yaptığı görülmektedir)

Atatürk Samsun’a Hangi Görevle Gitti?

Neval Kavcar : Atatürk Samsun’a Hangi Görevle Gitti?


15 Mart 2012 
Atatürk düşmanlığı ile devletin temel taşları sökülüyor. ilk 15 yıl hariç, Atatürk yoktur. Siyasi iktidarların hata/sevabı ile bir asra dayanmış ulu çınarın dibine kezzap dökülüyor.
Batı, yüzyıllar boyunca Avrupa’nın canına okumuş Türk varlığının sona erdiğini düşündüğü anda, karşısında topyekûn Türk Milletini görmüştü. Anadolu’ya dalga dalga yayılan Mustafa Kemal Paşa adı ile birleşmişti. Şimdi bir kısım var ki ‘Atatürk’ü Anadolu’ya Padişah Vahdettin gönderdi’ diyor. Fısır fısır kulaktan kulağa, yayılan İngiliz efsanesine göre de Türkiye’yi İngilizler kurdu. Hangisini seçerseniz artık.
Özetlediğim bu yazı, onlara cevaptır. Türk Milliyetçilerinin okuması dileğiyle. 
*** 
Mondros Sonrası Anadolu..
Osmanlı 1. Dünya Savaşı sonrasında, yenilmiş duruma düştü. Ateşkes imzalandı. Antlaşmaya öyle maddeler konulmuştu ki, tasarruf tamamen İngilizlere aitti. O antlaşma da ayrıca ‘Misak-ı Milli Sınırları’ vardı, Lozan’da o korunmadı diyor zat-ı sungurlar. Tam İngiliz siyaseti.
Osmanlı Devletine el koyma anlamı taşıyan, “İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip olacaktır” maddesi ile hangi Misak-ı Millî’den bahsediyorlar? 
Velhasıl efendim, Mondros yaman çarptı. Halk infialde idi. Azınlıklar şımarmış, yüzyıllardır birlikte yaşadığı komşularının mallarını gasp ediyor, tecavüzler yaşanıyordu. Başta İngiltere olmak üzere itilaf devletleri olup bitene göz yumuyordu.
Mondros Osmanlı için savaşın bitimi değil, işgalin başlangıcı oldu. Halk yer yer ayaklanıyor, padişahtan medet bekliyordu. Vahdettin ise Mondros’a rağmen silahlarını teslim etmeyen askerin, halkı ayaklandırdığı söylentileri ile zorda idi.
*** 
Atatürk Samsun’a, Askerin Silâh Bırakmasını Sağlama Göreviyle Gidiyor…
Hani hep deniyor ya, ‘Atatürk’ü Samsun’a Vahdettin gönderdi. Başkaları da çürük çarık gemi ile işgal altındaki İstanbul’dan Atatürk nasıl çıkacak? İngilizler biliyordu..’ Hepsi doğru. Ama bakın nasıl?
Anadolu’nun dört bin yanında azınlıklar şımarmış Türklere saldırıyor, yer yer karşılık veriliyordu. Samsun’da da benzeri durum vardı, işgal kuvvetlerine abartılarak anlatılıyordu. Ayrıca Samsun havalisinde, mütareke şartlarına uyulmadığı bilgisi alınmıştı. Mülâzim Hamdi Bey’in askerleriyle dağa çıkması üzerine İngilizler, saraya baskı yaptı. 
Büyük yetkilerle donatılmış, güvenilir bir komutanı Samsun’a mütareke şartlarını sağlamak üzere gönderme kararı alındı. İngiliz Komutanlığı ile bu konuda mutabık kalındı. Allah’ın hikmetinden sual olunmaz..O Kişi Mustafa Kemal’di
*** 
Mustafa Kemal’in Ordu Müfettişliği İle Askere Silâh Bıraktırma Görevi..
Karton No : 34
Dosya No : 54/2
Belge No : 342984
Bölgede, ötede, beride dağınık bir halde varlığından söz edilen silah ve cephanenin bir an evvel toplattırılarak, uygun yerlerde toplanması ve muhafaza altına alınması.
Çeşitli yerlerde birtakım komitelerin bulunduğu, bunların asker toplamakta oldukları ve ordunun resmi olmayan bir şekilde bunları koruduğu ileri sürülüyor. Böyle komiteler mevcut olup, asker topluyor, silah dağıtıyor ve ordu ile de münasebette bulunuyorlarsa, kesinlikle men edilerek, bu çeşit bağımsız komitelerin de kaldırılması(Belgenin bir kısmı)
7 Mayıs 1919
Harbiye Nazırı
ŞAKİR 
*** 
Kısaltarak anlattığım bölümden anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal, saray tarafından İngilizlerin bilgisi dâhilinde, Samsun havalisindeki askere silâhını bıraktırmak yani Mondros Antlaşmasının gereğini yerine getirmek üzere görevli gönderiliyor.
O ne yapıyor? Görevli olduğu iki aylık süre içinde, gidişattan görev çıkarıyor, halkı örgütlemeye başlıyor. Geri çağrılıyor, dönmüyor. 
Gerisini biliyorsunuz.
Devrin en kuvvetli devletlerine karşı, dirgenle, tırpanla ölümüne bir savaş.
***
Padişahımız efendimiz Mondros ve Sevr’den sonra, vatanın bağrına düşman hançerini dayamışken ne yapmış? İngilizlerin baskısı ile Türk askerinin elindeki silahların toplanmasını istemiş. Mustafa Kemal, kurtuluşun fitilini ateşleyince ‘Vahdettin Atatürk’ü Vatanı kurtar diye yolladı’ diyor İngiliz muhipler cemiyetinin günümüz uzantıları. Kolaysa kendisi kurtarsaymış ya?
Allah(c.c.)nin takdiri, milletin kan deryasına gözü kapalı dalması ile vatan kurtuluyor.
Allah hepsinden razı olsun. Devletimizin kıymetini bilenlerden eylesin.
Açıklama: 1- Geriye dönüp, atalarım hakkında bir şey yazmak istemiyorum. Fakat tarih çarpıtılıyor. Doğrultmak gerek. Yine de tüm devlet büyüklerinin ruhu şâd olsun efendim.
2- Kadir Mısırlıoğlu’nun “Lozan Zafer mi, Hezimet mi ?” adlı kitabını başucu kitabı haline getiren kesim “İstanbul’un işgali sırasında istihbarat subaylığı yapan Armstrong isimli İngiliz yüzbaşının “Bozkurt” Kitabından faydalanıldığını” biliyor mu?
3- Grey Wolf (Bozkurt) kitabını çeviren Peyami safa, önsözde bakın ne demiş:
Bu eserde Atatürk’ün karakterine, hususi hayat ve davranışlarına ait oldukça doğru hükümler, başarılı tahlil ve tasvirler yok değildir. Bir bakıma kitabı değerlendiren, fakat hakikat aleyhine tehlikeli bir eser haline getiren de budur. Tehlikeli çünkü hakikat lokomotifinin peşine takılan bir sürü yalan ve iftira vagonu da, hakikat istikametinde yol almakta, aynı derecede doğru görünmek şansını kazanmaktadırKısacası tamamını doğru sanıp ciddiye alanı, yanlışlara sürükleyen, tuzaklarla dolu bir kitap.”

nevalkavcar@yahoo.com


NEVRUZ _ ERGENEKON

“Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’da atalarımızın ruhlarıyla yanan bir ateştir.”
Eşref UZUNDERE
Eşref UZUNDERE
Dünyada bilenen en eski Türk bayramı olan Nevruz,  M.Ö. 3. Yüzyıl’dan, Mete Han zamanından beri Türklerde var olan bir bahar bayramı geleneğidir. 21 Mart’ta Hunların milattan önceleri 21 Mart’ta hazır yemeklerle kıra çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, Çin kaynaklarından başlayarak çeşitli tarihi kaynaklardan öğrenebiliyoruz.

Türk dünyasının en eski ve tek ortak bayramı olan Nevruz/Ergenekon bayramı, dirilişin ve Ergenekon denilen yurttan çıkış tarihi gerçeği ışığı altında 4651. yılını kutladığımız  “Nevruz/ Ergenekon” bayramı kutlu olsun.

Bütün bayramlar, dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır. Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı “ana” olarak vasıflandıran Türk’ün düşünce sisteminde “baharın gelişi” elbette önemli bir yere sahip olacaktır.

YENİ GÜN

Farsça “Yeni Gün” anlamına gelen “Nevruz” bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir.

Nevruz; çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikleri,  hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir.

Gelenekler; tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden;   neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan-oğul’a geçerek gelmiş, bu özelliğiyle de millet olma bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir.


ORTAK KÜLTÜRÜ

Türklerde, “bir tabiat, var oluş, diriliş” bayramı niteliğinde kutlanan Nevruz’un ruhî atmosferini ve kadimliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor.

Özellikle Türk Dünyasında millî bir bayram olan Nevruz da; Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla kutlanıla gelmiş Türk dünyasının ortak kültür mirasıdır.

Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Nevruz geleneği;  Sünnilikle, Alevilikle ve Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyet’ten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu nedenle de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.

nevruz (4)

NOEL VE NEVRUZ

Örneğin; Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek “Noel Baba” sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı “Noel Bayramı”, “Nevruz” farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem “çam ağacı” motifi etrafında şekillendirilmiştir.  Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda,  Türk’ ün kutladığı “bahar bayramı”nın da bir takvim değişikliğini yansıttığını görüyoruz. Burada dikkati çeken husus “baharın başladığı zaman”dır. Türk, bu takvim değişikliğini “toprağın uyandığı gün” ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz.

Milletleri ayakta tutan yaşatan o milletin örfleri, adetleri,  gelenek ve görenekleri, kültürleridir. Bir milletin var olması, yaşaması kendi kültür değerlerini korumak, yaşatmak ve nesilden nesile aktarmakla mümkündür.

“Bilelim ki, kendi benliğine sahip olamayan milletler başka milletlerin şikârıdır. (avı)” diyen Atatürk,  Bu nedenle yine “Gençlerimize, çocuklarımıza görecekleri eğitimin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel kendi geleneklerine, millî ananelerine ve Türkiye’nin bağımsızlığına düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir” diyerek, özünden uzaklaşan Türk insanına kendi kültür kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırmak hareketi hareketini başlatmıştır.

nevruz (2)
ATATÜRK VE NEVRUZ 


Atatürk,  22 Mart 1922 tarihinde Ankara’nın Keçiören semtinde Nevruz şenlikleri düzenletmiş ve kendisi de bu şenliklerde hazır bulunmuştur. Atatürk’ün başlattığı bir hareket, zaman içinde savsaklanmıştır. Yıllarca hiçbir şey yapmadan, seyretmemiz ve önemsememiz nedeniyle bu geçmişten gelen Nevruz kültürümüze, birileri sahip çıkmaya yeltenmiştir.

Kendi kültür değerlerinizi unutup, Arap, daha sonra da  batı kültürünü tercih etmemizden dolayıdır ki,  kendilerine “delil ve altyapı yaratmak” isteyenler çıkmıştır. Bizi kültürsüzleştirip, kendilerine yeni bir millet yaratmak için tarihimize ve geleneklerimize gözlerini dikmişler ve  “ tarih ve kültür hırsızlığına” yeltenerek bu konuda önemli mesafe kat etmişlerdir.

Nevruz, Türklerin (Göktürklerin) Ergenekon’dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan’dan Balkanlar’a kadar tüm Türk Kavimleri ve Toplulukları tarafından, M.Ö. 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart’ta kutlanır.


– TÜRKLER’İN ERGENEKON’DAN ÇIKIŞI

Altaylar’dan dünyaya; Bumin Kağan, kardeşi İstemi Kağan ile Ergenekon denilen etrafı sarp dağlarla çevrili yurtta 96 yıl sıkışıp kalan milletini, dağları eriterek Altaylar’dan indirmişlerdir. Onlara (asena) adlı dişi bir bozkurt yol gösterip, rehberlik etti.

Türk Kimliği: Ergenekon denilen yurtta oluştu. Ergenekon’dan çıkışı başaran Bumin Kağan, kardeşiyle Türk birliğini sağladı. Kurdukları Göktürk Devleti ile öyle bir prestij kazandı ki, bütün Türkçe konuşanlara TÜRK denildi. Millet ismimizin dayanağı da Göktürklerdir.

Ergenekon, Orta Asya’nın kuzey-doğu kesiminde Altay Dağları’nda bir vadinin adıdır. Sözlük anlamı “sarp dağ geçidi”dir. Çinlilerin T’u-kü-e (Tukyu) dedikleri, kendilerine Kök Türük (Göktürk) diyen bir Hun boyu, M.S. 400’e doğru Çin’in Şansı eyaletinin batı bölgesinde yaşıyordu. Başlarında Hunlar’ın Mete Hanedanı sülalesinden Aşına (Kurt) hükümdarları vardı.

Türkler, şeref adı “Oğuz Han” olan Mete’den gelmeyen hiçbir kişiyi meşru hükümdar kabul etmiyorlardı. Zira Türklerin ‘Kök Tengri’si (Gök Tanrı) yalnız Mete soyuna “kut” vermiştir. İlk Osmanlı tarihçileri, önce Kayıhan boyundan olan Osman oğullarını “Oğuz Han” soyu, yani Mete torunu olduklarını özenle vurgulamışlardır.

Çin İmparatoru Tay-vy (saltanatı 424-451), Kök Türüklerin “Tsiu-kiu-şi” dedikleri “Aşına Uruğunu” kılıçtan geçirdi. Sadece 500 aile, Altay Dağları’na sığınıp kurtuldu. Altaylar’da Ergenekon vadisine sığınanlar vadi girişini kayalarla kapattılar. Kendilerini bulamayan Çinliler geri döndüler.

Çin’in Şansı eyaletinin batısında, Altay Dağları’na kuzey-batıya doğru 2.200 kilometre Ergenekon denilen bu yurtta, Göktürkler, demir madeni buldular ve demiri işleyip silahlandılar.

nevruz (6)

– ERGENEKON EFSANE DEĞİL GERÇEK

Bu olay 439 yılında geçti. Bu tarihte; Çinlileşmiş Türk asıllı, Tabgaçlar, Kuzey Liang hanedanı, Çin’in bu kesiminde imparatorluk kurmuşlardı. Kendileriyle aynı sülaleden gelen Göktürkleri kılıçtan geçirdikleri anlaşılır.

Özetlenen bu olay, İslam dönemi tarihlerinde yazıldığı şekliyle; Türklerin bir destanı, yani efsane sanılıyordu. 1864’te Fransız Sinologu (Çince bilgini) Stanislas Julien, 6.000 ciltlik “Pien-o-tien” adlı Çin kronikinde (yıllık), bu olayı bulup Fransızcaya çevirince, “Efsane değil, tarihi ve gerçek bir vak’a” olduğu anlaşıldı. Bilindiği gibi Çin kronikleri yıl yıl tutulduğu için, verdikleri bilgi kesindir. (StanislasJulien, Documents Historiques sur lesTou-kious T(Turcs), journalAsiatique, Paris 1864, VI. Seri, cilt II, s.348-9, tam tercümenin metni: III, 325-67, 490-549, IV, 200-42, 391-430, 453-477).

Türk milletinin ilk göçü olan Ergenekon’dan çıkış, 535 yılında gerçekleşmiştir. Bu durumda Türkler, Ergenekon’da Büyük demir madeninin hemen yanı başında 96 yıl, yani 3 nesil yaşayarak çoğalmışlardır. Ergenekon’a girişlerinde başlarında  bulunan Bilge Şad, Ergenekon’da ölünce yerine oğlu Tavu Şad geçti ve önce yabgu (kral), sonra uluğ-yabgu (büyük kral) unvanlarını aldı. Tavu’nun ölümünden sonra yerine oğlu Bumin geçti.

– ERGENEKON’DAN ÇIKIŞ 

Bumin Kağan, elinde örs, çekiçle demir dövdü. Demirden dağlar ateşte eritilip  yol açıldı. Ama geçitler bitip tükenecek gibi değildi. Bumin, yanında at süren kardeşi İstemi, kâh kucağında, kâh atının önünde gizli geçitleri bularak geçiren Bumin’in evcil dişi kurdu “Börte-Çine”, kutlu bir günde Ergenekon vadisinden çıktılar.

Bumin, Kağan (hakan) unvanını alarak Ergenekon’u boşalttığı tarih 552 yılıdır. Bu tarih aynı zamanda Göktürk döneminin başlangıcı oldu. Bumin Kağan, kardeşi İstemi Kağan’la tarihte az görülen bir uyum ve âhenk içinde çalışarak Japon Denizi’nden batıda Kırım’a, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Himalayalar’a kadar yüzölçümü yaklaşık 18 milyon kilometrekare olan büyük bir cihan devleti kurdular. Bir buçuk asır sonra Bumin neslinden İlteriş Kutlu ve Kapgan Kutlu kardeşlerle Bilge Kağan ve Kül Tegin kardeşlerin ahenkli çalışmaları bu devlet daha da yüceldi.

-TÜRKÇEDE BİRLEŞTİLER

Göktürkler, Türk tarihinin dönüm noktası ve gerçek tarihimizin başlangıcı olduğunu söyleyen tarihçiler de vardır. Osmanlı Cihan Devleti’nin temeli, uzak ve bambaşka bir coğrafyada çok sağlam şekilde Orhan Bey-Alâeddin Bey ve Süleyman Paşa-Sultan Murad kardeşlerin çok ahenkli çalışmaları ile atılmıştır. Kardeş kavgası başlayınca devlet, devlet olmaktan çıkmaya yüz tutmuştur.

Millet ismimizin dayanağı da Göktürklerdir. Göktürklere kadar Türkçe konuşan her kavmin, her boyun, her oymağın ayrı isimleri vardı, o isimlerle anılırlardı: Hunlar, Avarlar, Tabgaçlar, Uygurlar, Karluklar, Usunlar, Kanglılar gibi..

Göktürk Devleti ve hanedanı tarihte öyle bir saygınlık ve önem kazandı ki, artık bütün Türkçe konuşan halklara Türk dendi. “Göktürk” adının “Semavi Türkler” manasında iddialı bir şeref adı olduğu açıktır.

Ergenekon’a mağlup bir Hun boyu olarak sığınmış Türkler, O cendereden bir asır içinde şuurlanarak Göktürk kimliği ile yeniden tarih sahnesine çıktılar. Batılı birçok Avrupalı tarihçi, Göktürkleri Osmanlıların gerçek atası, öncüsü, mürşidi ve müjdecisi tabirini kullanmışlardır.


ZOR DURUMDA KALIŞIN SEMBOLÜ

Genç nesiller yoğun bir şekilde  “Ergenekon”un ne olduğunu soruyorlar. Yukarıda vermeye çalıştığım bilgiler doğrultusunda cevap: Ergenekon Türk yurdunun adıdır.

Ergenekon’a Girme; edebiyatımızda, Türk’ün cendereye girmesi, tıkanıp kalmasıdır.  Ergenekon’dan çıkış ise; Türk’ün eski varlığına, büyüklüğüne dönmek için yaptığı tarihî hamledir. Bu bakımdan Mütareke döneminde (1918-1922) Anadolu’nun işgal altında bulunmayan bölgesi “Ergenekon”a benzetilmiştir. Büyük romancılarımızdan Yâkub Kadri Karaosmanoğlu; mütareke yıllarında,  Milli Mücadele’yi desteklemek için İkdâm gazetesinde kaleme aldığı milliyetçi yazılarını 3 cilt halinde Ergenekon adında toplamıştır.

Bu bakımdan Ergenekon; bir milletin darda kaldığını, zorda bırakıldığını gösterir. Ama Ergenekon, aynı zamanda, bir küçük vadide kalan Türk’ün, 96 yıl çabalayıp kendini bulduğu ve çok şanlı bir geleceğe açıldığı için, şerefli bir isimdir. Türk’ün madene, tekniğe, silaha hâkimiyetini ve milli iradesini de simgeleyen Ergenekon denen yurttan, demirden dağlar eritilerek geçit açılıp cendereden çıkmasıdır.  Üstün silahlar yaparak Altaylar’dan inip tekrar var olmasıdır.

Demir Dağları’ndaki geçidi, Bumin Kağan’a, yanında at süren kardeşi İstemi Kağan’a, dişi bozkurt (Asena) göstermiş ve onlara rehberlik etmiştir. Ergenekon Destanımız; Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal topraklarının öyküsüdür. Destan’ın önemli bir noktası Türklerin demircilik geleneğidir. Madeni işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, eski Türklerin doğal sanatı ve övüncü idi.

TARİHÇİ REŞİDEDDİN’İN SAPTAMASI 

Günümüzde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan “altın simlerle” dokunan elbise, Türklerin bir başka övünç kaynağı olsa gerek.

Ergenekon Destanı ilk kez, Cengiz Han’ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti’nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır. 14. yüzyılda Reşideddin Hamedani’nin kaleme aldığı “Câmi üt-Tevârih” adlı eserinde, destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Ayrıca, Hive Hanı Ebulgazi Bahadır Han’ın 17.yy.’da yazmış bulunduğu “Şecere-Türk” (Türkler’in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir.

Ergenekon Destanı, bugün Türk Milleti’nin dünyaya nasıl yayıldığını ve çeşitli coğrafyalarda nasıl hükmettiğinin anlatan ve bugün de Bütün Türk Dünyasının hep birlikte Nevruz adıyla kutladığı bir bayramdır.

Ergenekon Destanı’nda Bozkurt motifi, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön plandadır. Türklere yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır. Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon’dan 9 Martta çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon’dan çıkış işlemleri 9 Mart’ta başlamış, 21 Mart’ta da tamamlanmıştır.

Rus tarihçi Gumilev’in tarifine göre, “dik yamaç” anlamını TAŞIYAN  Ergenekon’un Altay Dağlarındaki, Beluça dağında olduğundan bahsedilmektedir.

İlk öykü; üç ayrı Çin vakayinamesinde Türklerin türeyiş öyküsü olarak anlatılmıştır. Orta Asya tarihi profesörü Devin DeWeese, bir mağara ya da vadideki tutsaklıktan kurtuluş motifinin Orta Asya halklarınca değişik biçimlerde anlatıldığına dikkat çekerek, Türkler ile Moğollar arasında benzer öykülerin anlatılmasının olağan olduğunu belirtir. Fuat Köprülü de, Cengiz Han’ın soyunda var olan Türk kökenli aile nedeniyle, Ergenekon destanında bahsedilen Moğollar aslında Oğuzlardır. Reşidüddin Hamedani ve Ebul Gazi Bahadır Han’ın hikâyelerindeki benzerliğin nedeni de budur.

– TARİHÎ KAYNAKLAR

 MS VI. yüzyılın ikinci yarısı ve VII. yüzyıl başı arasındaki dönemde yazılmış Çin vakayinamelerinde; bir savaş sonucunda kavminin hayatta kalan tek üyesi olan çocuğun, bir kurt tarafından büyütülerek ölümden kurtulması ve soyunu devam ettirmesi anlatılır.

Çin kaynaklarına göre, Göktürkler bu soydan gelmektedir. Bu öykü daha sonra Ergenekon destanı çerçevesinde anlatılmıştır.

Yine VI. yüzyıla ait Çin kaynaklarında Türklerin tutsak kaldıkları bir mağaradan ya da dağlarla çevrili bir vadiden kurtuluşları öyküsü aktarılmaktadır. Ancak bu anlatılarda “Ergenekon” ismi yer almamaktadır.

“Ergenekon’dan Çıkış” öyküsü, XIII. yüzyıl sonunda İlhanlı saray görevlilerinden ReşidüddinHamedani’nin Cami’üt-Tevarihi’nde (cilt I, bölüm I) anlatılmıştır. Ancak bu metinde anlatılan öykünün kahramanı Göktürkler değil, Moğollardır. Bu metinde Ergenekon Vadisi’nden çıkış öyküsü ağırlık taşır, “kurttan doğan çocuk” motifi yer almaz.

nevruz (7)
– DESTAN’IN ÖZETİ

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han’ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. İl Han’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İl Han’ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han’ın küçük oğlu Kıyan, eşi Nüküz ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrı’ya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Bu yere “maden yeri” anlamında “Ergene Kon” adını verdiler.

Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, Ergenekon’a sığamadılar. Atalarının buraya geldikleri geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritilirse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar.

Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İl Han’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar.

Ergenekon’dan çıktıkları gün olan 21 Mart’ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırdılar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan, daha sonra beyler demiri örsün diye üstüne koyarak dövdüler. Bugün hem özgürlük hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.

Bakara Suresi 243’üncü ayeti Ergenekon’dan çıkışı doğrular mealinde:

Türklerin Ergenekon’dan çıkışının 21 Mart’ta, yanı Nevruz günü gerçekleştiği, bu yüzden bayram olarak kabul edildiğine inanılmaktadır. Konuyla ilgili Prof. Dr. Necati Demir, (Ülkü Ocakları Dergisi Mart 2006 sayı 33) yer alan bir yazısında şu bilgilere yer vermiştir:

“Bakara Süresi 243. ayetinin mealli şöyledir:

‘(Ey Resulüm), binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi ki; Allah onlara: ‘Ölün’ dedi de öldüler., sonra onlara hayat verdi. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı lütfedicidir. Fakat insanların çoğu şükretmez’

El Gazvinî, ‘Geyhan Şinasi’ adlı eserinde; Abdulsamed İbn-i Ali’den (Abdulsamed İbn-i Ali’ye de dedesi Abdullah İbn-i Abbas anlatmış) şunları nakletmektedir:

‘ Bir gün altın tepsi dolu tatlı ile Hz. Peygamber’in yanına gelirler ve O’na ikram etmek isterler. Hz. Peygamber:

-‘Bunlar nedir?’ diye sorar.

-‘Bunlar Nevruz tatlısıdır’ diye cevap verirler. Hz. Peygamber, bunu duyduktan sonra güler ve “Şimdi hatırladım. Bu, ordunun yeniden Allah’ın emri ile hayata kavuştukları gündür. Bu ordu korkudan kendi barınaklarını terk etmişlerdi. Ondan sonra binlerce oldular. Allah onların ölüm emrini verip de kaç sene sonra yeniden hayata dönmelerini sağlamıştır. Bu, aynı gün, yani yeni gündür” biçiminde açıklamada bulunur.

Ayet ve hadisteki ifadelerden öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygamberin hatırladığı ve bağlantı kurduğu Bakara süresinin 243. ayeti olmalıdır. Bütün bunlar da Türeyiş Destanı ve Ergenekon’u hatırlatmaktadır.”

Orta Asya’dan beraberimizde getirdiğimiz, Türk dünyasının en eski ve tek ortak bayramı olan Nevruz/Ergenekon bayramının asıl anlamına uygun kutlanması en büyük temennimizdir.

Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’da atalarımızın ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de yanacak. Kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak “ortak kültür ocağı”nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Türk âleminin ‘Nevruz Toy’u kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.

Kaynak: 
 Nevruz

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...