CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

NEVRUZ _ ERGENEKON

“Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’da atalarımızın ruhlarıyla yanan bir ateştir.”
Eşref UZUNDERE
Eşref UZUNDERE
Dünyada bilenen en eski Türk bayramı olan Nevruz,  M.Ö. 3. Yüzyıl’dan, Mete Han zamanından beri Türklerde var olan bir bahar bayramı geleneğidir. 21 Mart’ta Hunların milattan önceleri 21 Mart’ta hazır yemeklerle kıra çıktıklarını, bahar şenlikleri yaptıklarını, Çin kaynaklarından başlayarak çeşitli tarihi kaynaklardan öğrenebiliyoruz.

Türk dünyasının en eski ve tek ortak bayramı olan Nevruz/Ergenekon bayramı, dirilişin ve Ergenekon denilen yurttan çıkış tarihi gerçeği ışığı altında 4651. yılını kutladığımız  “Nevruz/ Ergenekon” bayramı kutlu olsun.

Bütün bayramlar, dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir olayından doğduğuna inanılır. Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan, toprağı “ana” olarak vasıflandıran Türk’ün düşünce sisteminde “baharın gelişi” elbette önemli bir yere sahip olacaktır.

YENİ GÜN

Farsça “Yeni Gün” anlamına gelen “Nevruz” bahar bayramı, insan ruhunun tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir.

Nevruz; çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikleri,  hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda görülmektedir.

Gelenekler; tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz dönemlerden;   neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan-oğul’a geçerek gelmiş, bu özelliğiyle de millet olma bağını güçlendiren en önemli unsurlardan biridir.


ORTAK KÜLTÜRÜ

Türklerde, “bir tabiat, var oluş, diriliş” bayramı niteliğinde kutlanan Nevruz’un ruhî atmosferini ve kadimliğini anlayabilmek için kültürümüzün yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor.

Özellikle Türk Dünyasında millî bir bayram olan Nevruz da; Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk toplulukları arasında asırlar öncesinden günümüze kadar farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla kutlanıla gelmiş Türk dünyasının ortak kültür mirasıdır.

Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Nevruz geleneği;  Sünnilikle, Alevilikle ve Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyet’ten çok öncelere giden bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu nedenle de herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.

nevruz (4)

NOEL VE NEVRUZ

Örneğin; Hıristiyan âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek “Noel Baba” sembolü ile karlar ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı “Noel Bayramı”, “Nevruz” farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara duyulan özlem “çam ağacı” motifi etrafında şekillendirilmiştir.  Aynı zamanda bir takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda,  Türk’ ün kutladığı “bahar bayramı”nın da bir takvim değişikliğini yansıttığını görüyoruz. Burada dikkati çeken husus “baharın başladığı zaman”dır. Türk, bu takvim değişikliğini “toprağın uyandığı gün” ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında baharı kutlamaz.

Milletleri ayakta tutan yaşatan o milletin örfleri, adetleri,  gelenek ve görenekleri, kültürleridir. Bir milletin var olması, yaşaması kendi kültür değerlerini korumak, yaşatmak ve nesilden nesile aktarmakla mümkündür.

“Bilelim ki, kendi benliğine sahip olamayan milletler başka milletlerin şikârıdır. (avı)” diyen Atatürk,  Bu nedenle yine “Gençlerimize, çocuklarımıza görecekleri eğitimin hududu ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel kendi geleneklerine, millî ananelerine ve Türkiye’nin bağımsızlığına düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir” diyerek, özünden uzaklaşan Türk insanına kendi kültür kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini kazandırmak hareketi hareketini başlatmıştır.

nevruz (2)
ATATÜRK VE NEVRUZ 


Atatürk,  22 Mart 1922 tarihinde Ankara’nın Keçiören semtinde Nevruz şenlikleri düzenletmiş ve kendisi de bu şenliklerde hazır bulunmuştur. Atatürk’ün başlattığı bir hareket, zaman içinde savsaklanmıştır. Yıllarca hiçbir şey yapmadan, seyretmemiz ve önemsememiz nedeniyle bu geçmişten gelen Nevruz kültürümüze, birileri sahip çıkmaya yeltenmiştir.

Kendi kültür değerlerinizi unutup, Arap, daha sonra da  batı kültürünü tercih etmemizden dolayıdır ki,  kendilerine “delil ve altyapı yaratmak” isteyenler çıkmıştır. Bizi kültürsüzleştirip, kendilerine yeni bir millet yaratmak için tarihimize ve geleneklerimize gözlerini dikmişler ve  “ tarih ve kültür hırsızlığına” yeltenerek bu konuda önemli mesafe kat etmişlerdir.

Nevruz, Türklerin (Göktürklerin) Ergenekon’dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan’dan Balkanlar’a kadar tüm Türk Kavimleri ve Toplulukları tarafından, M.Ö. 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart’ta kutlanır.


– TÜRKLER’İN ERGENEKON’DAN ÇIKIŞI

Altaylar’dan dünyaya; Bumin Kağan, kardeşi İstemi Kağan ile Ergenekon denilen etrafı sarp dağlarla çevrili yurtta 96 yıl sıkışıp kalan milletini, dağları eriterek Altaylar’dan indirmişlerdir. Onlara (asena) adlı dişi bir bozkurt yol gösterip, rehberlik etti.

Türk Kimliği: Ergenekon denilen yurtta oluştu. Ergenekon’dan çıkışı başaran Bumin Kağan, kardeşiyle Türk birliğini sağladı. Kurdukları Göktürk Devleti ile öyle bir prestij kazandı ki, bütün Türkçe konuşanlara TÜRK denildi. Millet ismimizin dayanağı da Göktürklerdir.

Ergenekon, Orta Asya’nın kuzey-doğu kesiminde Altay Dağları’nda bir vadinin adıdır. Sözlük anlamı “sarp dağ geçidi”dir. Çinlilerin T’u-kü-e (Tukyu) dedikleri, kendilerine Kök Türük (Göktürk) diyen bir Hun boyu, M.S. 400’e doğru Çin’in Şansı eyaletinin batı bölgesinde yaşıyordu. Başlarında Hunlar’ın Mete Hanedanı sülalesinden Aşına (Kurt) hükümdarları vardı.

Türkler, şeref adı “Oğuz Han” olan Mete’den gelmeyen hiçbir kişiyi meşru hükümdar kabul etmiyorlardı. Zira Türklerin ‘Kök Tengri’si (Gök Tanrı) yalnız Mete soyuna “kut” vermiştir. İlk Osmanlı tarihçileri, önce Kayıhan boyundan olan Osman oğullarını “Oğuz Han” soyu, yani Mete torunu olduklarını özenle vurgulamışlardır.

Çin İmparatoru Tay-vy (saltanatı 424-451), Kök Türüklerin “Tsiu-kiu-şi” dedikleri “Aşına Uruğunu” kılıçtan geçirdi. Sadece 500 aile, Altay Dağları’na sığınıp kurtuldu. Altaylar’da Ergenekon vadisine sığınanlar vadi girişini kayalarla kapattılar. Kendilerini bulamayan Çinliler geri döndüler.

Çin’in Şansı eyaletinin batısında, Altay Dağları’na kuzey-batıya doğru 2.200 kilometre Ergenekon denilen bu yurtta, Göktürkler, demir madeni buldular ve demiri işleyip silahlandılar.

nevruz (6)

– ERGENEKON EFSANE DEĞİL GERÇEK

Bu olay 439 yılında geçti. Bu tarihte; Çinlileşmiş Türk asıllı, Tabgaçlar, Kuzey Liang hanedanı, Çin’in bu kesiminde imparatorluk kurmuşlardı. Kendileriyle aynı sülaleden gelen Göktürkleri kılıçtan geçirdikleri anlaşılır.

Özetlenen bu olay, İslam dönemi tarihlerinde yazıldığı şekliyle; Türklerin bir destanı, yani efsane sanılıyordu. 1864’te Fransız Sinologu (Çince bilgini) Stanislas Julien, 6.000 ciltlik “Pien-o-tien” adlı Çin kronikinde (yıllık), bu olayı bulup Fransızcaya çevirince, “Efsane değil, tarihi ve gerçek bir vak’a” olduğu anlaşıldı. Bilindiği gibi Çin kronikleri yıl yıl tutulduğu için, verdikleri bilgi kesindir. (StanislasJulien, Documents Historiques sur lesTou-kious T(Turcs), journalAsiatique, Paris 1864, VI. Seri, cilt II, s.348-9, tam tercümenin metni: III, 325-67, 490-549, IV, 200-42, 391-430, 453-477).

Türk milletinin ilk göçü olan Ergenekon’dan çıkış, 535 yılında gerçekleşmiştir. Bu durumda Türkler, Ergenekon’da Büyük demir madeninin hemen yanı başında 96 yıl, yani 3 nesil yaşayarak çoğalmışlardır. Ergenekon’a girişlerinde başlarında  bulunan Bilge Şad, Ergenekon’da ölünce yerine oğlu Tavu Şad geçti ve önce yabgu (kral), sonra uluğ-yabgu (büyük kral) unvanlarını aldı. Tavu’nun ölümünden sonra yerine oğlu Bumin geçti.

– ERGENEKON’DAN ÇIKIŞ 

Bumin Kağan, elinde örs, çekiçle demir dövdü. Demirden dağlar ateşte eritilip  yol açıldı. Ama geçitler bitip tükenecek gibi değildi. Bumin, yanında at süren kardeşi İstemi, kâh kucağında, kâh atının önünde gizli geçitleri bularak geçiren Bumin’in evcil dişi kurdu “Börte-Çine”, kutlu bir günde Ergenekon vadisinden çıktılar.

Bumin, Kağan (hakan) unvanını alarak Ergenekon’u boşalttığı tarih 552 yılıdır. Bu tarih aynı zamanda Göktürk döneminin başlangıcı oldu. Bumin Kağan, kardeşi İstemi Kağan’la tarihte az görülen bir uyum ve âhenk içinde çalışarak Japon Denizi’nden batıda Kırım’a, kuzeyde Sibirya’dan güneyde Himalayalar’a kadar yüzölçümü yaklaşık 18 milyon kilometrekare olan büyük bir cihan devleti kurdular. Bir buçuk asır sonra Bumin neslinden İlteriş Kutlu ve Kapgan Kutlu kardeşlerle Bilge Kağan ve Kül Tegin kardeşlerin ahenkli çalışmaları bu devlet daha da yüceldi.

-TÜRKÇEDE BİRLEŞTİLER

Göktürkler, Türk tarihinin dönüm noktası ve gerçek tarihimizin başlangıcı olduğunu söyleyen tarihçiler de vardır. Osmanlı Cihan Devleti’nin temeli, uzak ve bambaşka bir coğrafyada çok sağlam şekilde Orhan Bey-Alâeddin Bey ve Süleyman Paşa-Sultan Murad kardeşlerin çok ahenkli çalışmaları ile atılmıştır. Kardeş kavgası başlayınca devlet, devlet olmaktan çıkmaya yüz tutmuştur.

Millet ismimizin dayanağı da Göktürklerdir. Göktürklere kadar Türkçe konuşan her kavmin, her boyun, her oymağın ayrı isimleri vardı, o isimlerle anılırlardı: Hunlar, Avarlar, Tabgaçlar, Uygurlar, Karluklar, Usunlar, Kanglılar gibi..

Göktürk Devleti ve hanedanı tarihte öyle bir saygınlık ve önem kazandı ki, artık bütün Türkçe konuşan halklara Türk dendi. “Göktürk” adının “Semavi Türkler” manasında iddialı bir şeref adı olduğu açıktır.

Ergenekon’a mağlup bir Hun boyu olarak sığınmış Türkler, O cendereden bir asır içinde şuurlanarak Göktürk kimliği ile yeniden tarih sahnesine çıktılar. Batılı birçok Avrupalı tarihçi, Göktürkleri Osmanlıların gerçek atası, öncüsü, mürşidi ve müjdecisi tabirini kullanmışlardır.


ZOR DURUMDA KALIŞIN SEMBOLÜ

Genç nesiller yoğun bir şekilde  “Ergenekon”un ne olduğunu soruyorlar. Yukarıda vermeye çalıştığım bilgiler doğrultusunda cevap: Ergenekon Türk yurdunun adıdır.

Ergenekon’a Girme; edebiyatımızda, Türk’ün cendereye girmesi, tıkanıp kalmasıdır.  Ergenekon’dan çıkış ise; Türk’ün eski varlığına, büyüklüğüne dönmek için yaptığı tarihî hamledir. Bu bakımdan Mütareke döneminde (1918-1922) Anadolu’nun işgal altında bulunmayan bölgesi “Ergenekon”a benzetilmiştir. Büyük romancılarımızdan Yâkub Kadri Karaosmanoğlu; mütareke yıllarında,  Milli Mücadele’yi desteklemek için İkdâm gazetesinde kaleme aldığı milliyetçi yazılarını 3 cilt halinde Ergenekon adında toplamıştır.

Bu bakımdan Ergenekon; bir milletin darda kaldığını, zorda bırakıldığını gösterir. Ama Ergenekon, aynı zamanda, bir küçük vadide kalan Türk’ün, 96 yıl çabalayıp kendini bulduğu ve çok şanlı bir geleceğe açıldığı için, şerefli bir isimdir. Türk’ün madene, tekniğe, silaha hâkimiyetini ve milli iradesini de simgeleyen Ergenekon denen yurttan, demirden dağlar eritilerek geçit açılıp cendereden çıkmasıdır.  Üstün silahlar yaparak Altaylar’dan inip tekrar var olmasıdır.

Demir Dağları’ndaki geçidi, Bumin Kağan’a, yanında at süren kardeşi İstemi Kağan’a, dişi bozkurt (Asena) göstermiş ve onlara rehberlik etmiştir. Ergenekon Destanımız; Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal topraklarının öyküsüdür. Destan’ın önemli bir noktası Türklerin demircilik geleneğidir. Madeni işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, eski Türklerin doğal sanatı ve övüncü idi.

TARİHÇİ REŞİDEDDİN’İN SAPTAMASI 

Günümüzde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan “altın simlerle” dokunan elbise, Türklerin bir başka övünç kaynağı olsa gerek.

Ergenekon Destanı ilk kez, Cengiz Han’ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti’nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır. 14. yüzyılda Reşideddin Hamedani’nin kaleme aldığı “Câmi üt-Tevârih” adlı eserinde, destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Ayrıca, Hive Hanı Ebulgazi Bahadır Han’ın 17.yy.’da yazmış bulunduğu “Şecere-Türk” (Türkler’in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir.

Ergenekon Destanı, bugün Türk Milleti’nin dünyaya nasıl yayıldığını ve çeşitli coğrafyalarda nasıl hükmettiğinin anlatan ve bugün de Bütün Türk Dünyasının hep birlikte Nevruz adıyla kutladığı bir bayramdır.

Ergenekon Destanı’nda Bozkurt motifi, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön plandadır. Türklere yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır. Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon’dan 9 Martta çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon’dan çıkış işlemleri 9 Mart’ta başlamış, 21 Mart’ta da tamamlanmıştır.

Rus tarihçi Gumilev’in tarifine göre, “dik yamaç” anlamını TAŞIYAN  Ergenekon’un Altay Dağlarındaki, Beluça dağında olduğundan bahsedilmektedir.

İlk öykü; üç ayrı Çin vakayinamesinde Türklerin türeyiş öyküsü olarak anlatılmıştır. Orta Asya tarihi profesörü Devin DeWeese, bir mağara ya da vadideki tutsaklıktan kurtuluş motifinin Orta Asya halklarınca değişik biçimlerde anlatıldığına dikkat çekerek, Türkler ile Moğollar arasında benzer öykülerin anlatılmasının olağan olduğunu belirtir. Fuat Köprülü de, Cengiz Han’ın soyunda var olan Türk kökenli aile nedeniyle, Ergenekon destanında bahsedilen Moğollar aslında Oğuzlardır. Reşidüddin Hamedani ve Ebul Gazi Bahadır Han’ın hikâyelerindeki benzerliğin nedeni de budur.

– TARİHÎ KAYNAKLAR

 MS VI. yüzyılın ikinci yarısı ve VII. yüzyıl başı arasındaki dönemde yazılmış Çin vakayinamelerinde; bir savaş sonucunda kavminin hayatta kalan tek üyesi olan çocuğun, bir kurt tarafından büyütülerek ölümden kurtulması ve soyunu devam ettirmesi anlatılır.

Çin kaynaklarına göre, Göktürkler bu soydan gelmektedir. Bu öykü daha sonra Ergenekon destanı çerçevesinde anlatılmıştır.

Yine VI. yüzyıla ait Çin kaynaklarında Türklerin tutsak kaldıkları bir mağaradan ya da dağlarla çevrili bir vadiden kurtuluşları öyküsü aktarılmaktadır. Ancak bu anlatılarda “Ergenekon” ismi yer almamaktadır.

“Ergenekon’dan Çıkış” öyküsü, XIII. yüzyıl sonunda İlhanlı saray görevlilerinden ReşidüddinHamedani’nin Cami’üt-Tevarihi’nde (cilt I, bölüm I) anlatılmıştır. Ancak bu metinde anlatılan öykünün kahramanı Göktürkler değil, Moğollardır. Bu metinde Ergenekon Vadisi’nden çıkış öyküsü ağırlık taşır, “kurttan doğan çocuk” motifi yer almaz.

nevruz (7)
– DESTAN’IN ÖZETİ

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han’ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han Moğol ülkesine savaş açtı. İl Han’ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İl Han’ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han’ın küçük oğlu Kıyan, eşi Nüküz ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrı’ya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Bu yere “maden yeri” anlamında “Ergene Kon” adını verdiler.

Kıyan ve Nüküz’ün oğulları çoğaldı. Dört yüz yıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, Ergenekon’a sığamadılar. Atalarının buraya geldikleri geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon’un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritilirse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar.

Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İl Han’ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar.

Ergenekon’dan çıktıkları gün olan 21 Mart’ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırdılar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan, daha sonra beyler demiri örsün diye üstüne koyarak dövdüler. Bugün hem özgürlük hem de bahar bayramı olarak hala kutlanmaktadır.

Bakara Suresi 243’üncü ayeti Ergenekon’dan çıkışı doğrular mealinde:

Türklerin Ergenekon’dan çıkışının 21 Mart’ta, yanı Nevruz günü gerçekleştiği, bu yüzden bayram olarak kabul edildiğine inanılmaktadır. Konuyla ilgili Prof. Dr. Necati Demir, (Ülkü Ocakları Dergisi Mart 2006 sayı 33) yer alan bir yazısında şu bilgilere yer vermiştir:

“Bakara Süresi 243. ayetinin mealli şöyledir:

‘(Ey Resulüm), binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi ki; Allah onlara: ‘Ölün’ dedi de öldüler., sonra onlara hayat verdi. Şüphesiz ki Allah insanlara karşı lütfedicidir. Fakat insanların çoğu şükretmez’

El Gazvinî, ‘Geyhan Şinasi’ adlı eserinde; Abdulsamed İbn-i Ali’den (Abdulsamed İbn-i Ali’ye de dedesi Abdullah İbn-i Abbas anlatmış) şunları nakletmektedir:

‘ Bir gün altın tepsi dolu tatlı ile Hz. Peygamber’in yanına gelirler ve O’na ikram etmek isterler. Hz. Peygamber:

-‘Bunlar nedir?’ diye sorar.

-‘Bunlar Nevruz tatlısıdır’ diye cevap verirler. Hz. Peygamber, bunu duyduktan sonra güler ve “Şimdi hatırladım. Bu, ordunun yeniden Allah’ın emri ile hayata kavuştukları gündür. Bu ordu korkudan kendi barınaklarını terk etmişlerdi. Ondan sonra binlerce oldular. Allah onların ölüm emrini verip de kaç sene sonra yeniden hayata dönmelerini sağlamıştır. Bu, aynı gün, yani yeni gündür” biçiminde açıklamada bulunur.

Ayet ve hadisteki ifadelerden öyle anlaşılıyor ki, Hz. Peygamberin hatırladığı ve bağlantı kurduğu Bakara süresinin 243. ayeti olmalıdır. Bütün bunlar da Türeyiş Destanı ve Ergenekon’u hatırlatmaktadır.”

Orta Asya’dan beraberimizde getirdiğimiz, Türk dünyasının en eski ve tek ortak bayramı olan Nevruz/Ergenekon bayramının asıl anlamına uygun kutlanması en büyük temennimizdir.

Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan, Ergenekon’da atalarımızın ruhlarıyla yanan bir ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de yanacak. Kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak “ortak kültür ocağı”nda binlerce ruhu ısıtacaktır. Türk âleminin ‘Nevruz Toy’u kutlu olsun, Nevruz gülleri geleceğe umutlar taşısın.

Kaynak: 
 Nevruz

TÜRK BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN

TÜRK BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN..

         Nevruz, Türklerin Bayramıdır, kelime olarak; yeni gün, toprağın ve hayatın canlanışı, baharın başlangıcı anlamına gelmektedir. Nevruz ile benzer kutlamalarda kullanılan, “yeşil, kırmızı, sarı” renkler geleneksel Türk renkleridir.               
        Türkiye’de bir gelenek olarak devam etmekte olan Nevruz;  altı Türk Cumhuriyeti (Azerbeycan, Türkmenistan, Tataristan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan) ile dokuz Özerk Türk Cumhuriyetinde “Milli Bayram” olarak kutlanmakta ve “Genel Tatil” günü olarak kabul edilmektedir.         
         Yeryüzündeki Türkler’de ve Türk kökenli tüm topluluklarda, bu günler birbirine benzer büyük şenliklerle kutlanır. 
         İlk Türk topluluk ve devletlerinde olduğu gibi M.Ö. 3.Yüzyılda Mete Hanzamanında da bu kutlamaların büyük şenliklerle yapıldığına ilişkin bulgular mevcuttur.
Eski Türk topluluklarında ve devletlerinde olduğu üzere Selçuklu’larda ve Osmanlı’da da Nevruz kutlamaları yapılmaktaydı.
Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügati’t Türk isimli eserinde “Türklerde yılın başlangıcı Nevruz’dur” demektedir.
Atatürk Nevruz Kutlamalarında
         Ayrıca Türk edebiyatı ve musikisinde Nevruz, 700 yıllık geçmişe sahip olan ve bir çok türü olan bir "musiki makamı"dır.
         Atatürk de, 22 Mart 1922 günü Ankara Keçiören’de Nevruz Şenlikleri düzenletmiş ve bizzat katılmıştır. 
   “Nevruz” kutlamalarına ve “Ergenekon” adına bilerek veya bilmeyerek başka anlamlar yüklenmesi, bunu yapanlar adına büyük bir talihsizliktir. Çünkü tarih boyunca süregelen bu isimler ve büyük anlamları hiç bir şeyden etkilenmeyecek kadar saf ve güçlüdür.
2010'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 3000 yıldan beri kutlanmakta olan Türk kökenli bu şenliği, Dünya Nevruz Bayramı ilan etmiştir.
Türk Bayramı Nevruz ve Ergenekon kutlu olsun.
Av.A.Erdem Akyüz

Barkey'in bombası patladı

Barkey'in bombası patladı



Ali Serdar Bolat 20 Mart 2016




PKK'ya yapılan operasyonların durdurulmasını ve Açılım'a geri dönülmesin isteyen CIA şeflerinden Henri Barkey, "İstiklal Caddesi'nde bombalı saldırı"tehdidini 6 ay önce yapmıştı.
Aydınlık, bu haberi 15 Ekim 2015 günü haberleştirmişti. Bakınız:
Aydınlık, 15 Ekim 2015.

Ve bu tehditten 6 ay sonra İstiklal'de bomba patladı:

Aydınlık, 20 Mart 2016

ABD Konsolosluğu vatandaşlarını uyardı. Almanya İstanbul'daki okullarını ve temsilciliklerini patlamadan bir gün önce “Terör saldırısı olacak” diyerek kapattı. İstiklal'deki patlamanın hangi merkezden planlandığını bu uygulamalar da açıkça gösteriyordu.

Tayyip'e "Ya PKK operasyonlarını durdur, Açılım'a geri dön, ya da istifa et" demişlerdi. Türkiye'yi PKK ile barıştırıp yeniden masaya oturtma amaçlı bombalardan biri daha patlamış oldu. 
Ya Tayyip Açılım'a geri dönmeyi kabul edecek, ya da Açılım'a geri dönmeyi kabul edecek Tayyip'siz yeni bir yönetim Türkiye'nin başına oturtulacaktı. Bu planı hayata geçirene kadar da bombaları patlatmaya devam edeceklerdi
Boşuna çaba. Hiç bir bomba Türkiye'yi PKK'ya karşı başlatılan operasyonları sona erdirmeye ikna edemez. PKK'yı hendeklere gömmeye kararlı olan TSK'nın desteğinden mahrum hiç bir Açılımcı hükumet de Türkiye'nin tepesine oturtulamaz.
Amerika kesin olarak yenilecek ve PKK ile birlikte hendeklere gömülecektir. 
Aydınlık, 20 Mart 2016

arşiv:
Barkey'in bombası patladı
Obama'dan "Açılım'a geri dönün" mesajlı bomba   11 - 10 -  2015
TSK, Obama bombalarına boyun eğmedi 12 - 10 - 2015
Obama bombalarının 5 hedefi    13 - 10 - 2015

Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı donanması neden yoktu..

Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı donanması neden yoktu..


Çanakkale Savaşları’nın ilk bölümü deniz savaşıydı. Denizciler bir şekilde savaş sahnesinde vardı ama, Osmanlı Donanması ortada yoktu. E. Amiral Türker Ertürk yazdı

http://odatv.com/images/2016_03/2016_03_18/canakkale-savasinda-osmanli-donanmasi-neden-yoktu-1803161200_m2.jpg

18.03.2016 11:34

Bugün; Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101’inci yıldönümü! Bu yazıyı size, konferans için davetli olduğum Hamburg’a uçakla seyahatim esnasında yazdım. Ne tesadüf ki; geçen yılda, 100’üncü yıldönümünde yine Almanya’da, ama başka bir kentte, Bremen’deymişim. Hatta o konferanstan sonra, Osmanlı’nın I.Dünya Savaşı’na girmesinin görünürdeki nedeni olan, Alman Amiral Souchon’un Bremen’de bulunan mezarını ziyaret etmiştim.
Esasında Çanakkale, I. Dünya Savaşı’nın çok sayıda cephelerinden sadece biriydi. Bu savaşa; 29 Ekim 1914’de gönderlerine ay yıldızlı bayrak çekilmiş ve personeline fes giydirilmiş Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) harp gemilerinin bulunduğu ve Alman Amiral Wilhelm Anton Souchon’un (1864-1946) komutasında bir filonun, Karadeniz’de Rus limanlarını bombardıman etmesi sonucunda girdik. Sonrasında; İngiltereFransa ve Rusya, Osmanlı’ya savaş ilan etti.

KİM KİMİN KOLUNA GİRDİ

Osmanlı, gerçekte bu savaşın dışında kalamazdı. Çünkü; emperyalizm tarafından paylaşılmak istenen coğrafyanın üzerinde oturuyordu. Hastaydı, üretemiyordu, topraklarını ve halkını yönetemiyor, refah ve mutluluk veremiyordu. Ayrıca; hala dinsel düşünme dönemindeydi, Avrupa’yı Avrupa yapan bilimsel ve akılcı düşünce sistemine geçememiş ve bunun tabii sonucu olarak, Sanayi Devrimi’ni yaşayamamış ve ıskalamıştı.

Almanya; birliğini geç kurduğundan (1871), Avrupa merkezli emperyalizmin küresel paylaşımında çok geri kalmıştı. Bu nedenle; dikkatini ve ilgisini henüz fiili olarak paylaşılmayan Osmanlı coğrafyasına teksif etti. Bu nedenle; Alman İmparatoru II. Wilhelm tahta çıktıktan bir yıl sonra İstanbul’a geldi ve II. Abdülhamit’i ziyaret etti. Wilhelm; 1898’de İstanbul’a yine geldi, arkasından Kudüs’e gitti; “İslam Alemi’nin ve Halife’nin koruyucusuyum mesajını vermeye çalıştı. Bu maksatla, II. Abdülhamit’le kol kola girmiş fotoğrafları dağıtıldı. Fotoğrafta II.Abdülhamit, Wilhelm’in koluna girmişti. Bu fotoğrafta verilen mesaj çok netti; “Koruyucunuz ve haminiz biziz”Wilhelm son İstanbul ziyaretini ise; Sultan Reşat döneminde, 1917’de yaptı.

100 YIL ÖNCESİNİN PLANI NASILDI

100 yıl öncesinin emperyalist planının ilgi alanı; Viyana’dan Hindistan’a kadardı. Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş güçlü Almanya, bu coğrafyaya egemen olmak istiyordu. Osmanlı ile ilgisi, bu nedenleydi. Koruyordu, çünkü rakiplerine (İngiltere, Fransa, Rusya) kaptırmak istemiyordu.

Almanya; zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu anlaşılan Ortadoğu ile Mısır ve Hindistan’a göz dikmişti. Rakipleri; Mısır’ı ve Hindistan’ı elinde tutan İngiltere, İngiltere’den yana taraf olan Fransa ve Anadolu üzerinden sıcak denizlere inmeye çalışan Rusya idi.

VAHŞİ İSLAM İSYANI

Osmanlı’nın savaşa girmesinin üzerinden henüz 15 gün geçmişti ki; 14 Kasım 1914’de, Padişah Fermanı ile “Kutsal Cihad” ilan edildi. Buna Alman Cihadı da denir. Fikir babası; Alman diplomatik çevrelerinde Ebu Cihad takma adıyla anılan, anadan Alman ve babadan Yahudi diplomat, tarihçi ve arkeolog Maxvon Oppenheim idi. Almanlar için Cihad, kendi ifadeleri ile “Vahşi İslam İsyanı”; öncelikle İngilizler olmak üzere, Ruslara ve Fransızlara karşı başlatmak içindi. Teşkilat-ı MahsusaAlmanların isteği ile kuruldu, Alman parası ile finanse edildi ve Almanların belirlediği hedeflere yönlendirildi.

Osmanlıların savaştığı tüm cepheler; kendi çıkarlarının gereği olarak değil, Almanların çıkarlarının dikte ettiği cephelerdi. Zaten Osmanlı, Genelkurmay Başkanı ve Donanma Komutanı ile Berlin’in ve onun çıkarlarının emrindeydi. On binlerce vatan evladı; SarıkamışKanal ve Galiçya gibi cephelere Almanların isteği ile sürüldü ve yaşamlarını kaybetti.

EGE ADALARINI NİÇİN KAYBETTİK

Tek bir istisna vardı; Çanakkale. İtilaf devletleri; artık Osmanlı’ya son darbeyi vurmak, Ruslara yardım götürmek, Osmanlı’nın kalbi olan İstanbul’u ele geçirmek, savaştan önce yaptıkları gizli paylaşım antlaşmalarına göre Osmanlı’yı paylaşmak için, donanmaları ile 19 Şubat 1915’de Çanakkale Boğazı’na saldırdılar.

Çanakkale Savaşları’nın ilk bölümü deniz savaşıydı. Denizciler bir şekilde savaş sahnesinde vardı ama, Osmanlı Donanması ortada yoktu. Çünkü örümcek kafalı dini-darlarımızın yere göğe koyamadığı II. Abdülhamit; korkuları ve vesveseleri yüzünden,Osmanlı Donanması’nı Haliç’e kapatarak yok etmişti. Bu yüzden Osmanlı Donanması; sadece Çanakkale’de değil, 1897 Osmanlı-Yunan, 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan ve 1919-1922 İstiklal Savaşları’nda da yoktu. Ege Adaları’nın tamamını, donanmamız olmadığı için kaybetmiştik.

ANAFARTALAR KAHRAMANI

Çanakkale Boğazı; emsalsiz düşman donanmasına karşı, başarı ile ve kahramanca savunulur. 7-8 Mart gecesi;Nusrat’ın döktüğü mayınların da yaptığı katkıyla,18 Mart 1915’de son defa boğaza yüklenen itilaf donanması püskürtülür, ağır hasar ve kayıplar vererek geri çekilirler. Zafer kazanılmıştır ama düşman,Çanakkale’yi bir defa daha zorlamak istemektedir.

Bu sefer, 25 Nisan 1915’de,Gelibolu’ya çıkarma yaparlar. Tarihin en kanlı savaşları olur burada. Türk Askeri yeniden rüştünü ispatlar. 19. TümenKomutanı ve Anafartalar Kahramanı Yarbay Mustafa Kemal;bir güneş gibi doğar ve Kurtuluş Savaşı’nın doğal liderliğine giden yol açılır. Sonunda düşman,9 Ocak 1916’da Çanakkale’de ikinci defa yenilerek, çeker gider.

TARİHİN AKIŞI DEĞİŞİR

Esasında;Çanakkale’de hem tarih yazılır, hem de tarihin akışı değiştirilir. Ruslara yardım gidemeyince, 1917 Ekim Devrimi’nin önü açılır. Ruslar; emperyalist şer cephesinden çekilir, gizli bölüşüm anlaşmalarını açıklarlar ve daha sonra yapacağımız İstiklal Savaşı’nda bize destek verirler.

ÇanakkaleKahramanlarımızıbir kez daha saygı ve minnetle anıyor, halen devam eden iç güvenlik harekatında ve terör saldırılarında şehit olan ve yaşamını kaybeden askerlerimize, polislerimize ve sivillerimize rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Saygılar sunarım.

E. Amiral Türker Ertürk 
Odatv.com

ÇANAKKALE DEMEK

Çanakkale demek, 

Bir Ulusun, yoktan varoluş ve diriliş destanıdır.. 

Başta Atam olmak üzere, tüm şehitlerimizi, 

Saygıyla ve minnetle anıyoruz.



18 MART 1915
I. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren Çanakkale Savaşı, aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın da tarih sahnesine çıktığı yerdir.

 Osmanlı başkenti İstanbul’u ele geçirmek isteyen İtilaf Devletleri, bu amaca ulaşmak için Birleşik Krallık ve Fransız gemilerinden oluşan güçlü bir donanmayı Çanakkale Boğazı’na gönderdiler. İtilaf Donanması, Boğaz boyunca konuşlandırılmış topçu bataryalarını etkisiz hale getirerek yolu açmak üzere 18 Mart sabahı kapsamlı bir saldırıya geçti.

Ancak Nusret mayın gemisinin önceki gece yerleştirdiği mayınlar ve isabetli atışlar yapan topçu bataryaları düşmana beklenmedik bir sürpriz yaşattı. Bu şiddetli direniş sonucunda HMS Ocean, HMS Irresistible ve Bouvet adlı zırhlılar sulara gömülürken, Inflexible, Suffren ve Gaulois adlı savaş gemileri ağır hasar gördü.

Bu durum, İtilaf Donanması komutanlarını büyük bir şaşkınlığa uğrattı.

Donanma Komutanı İngiliz Amiral John de Robeck, daha büyük bir kaybı göze alamayarak çekilme emri verdi. İlk saldırı püskürtülmüştü. Amaçlarına denizden ulaşamayacaklarını anlayan İtilaf Devletleri, kara harekâtıyla Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek amacıyla 25 Nisan 1915’te bu kez Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya başladılar.

Bu tarihten 1916 yılı başlarına kadar gerçekleşen çetin kara muharebelerinde, Liman Von Sanders’in ana komutası altındaki Türk ordusu yaklaşık 250 bin şehit verdi. Savaşta Kurmay Albay Mustafa Kemal, tarihe geçecek bir başarıyla İtilaf kuvvetlerinin püskürtülmesinde çok önemli bir rol üstlendi.

Günümüzde 18 Mart tarihi, Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi olarak kutlanmaktadır.

.

MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...