Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur.
Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
·12 ADALAR, 1912 yılında, OSMANLı Hükümeti tarafından İNGİLİZLERE VERİLDİ.
·KIBRIS, 1878 yılında, tek bir kurşun atılmadan II. ABDULHAMİT tarafından İngilizlere verildi.
·Ruslar Birinci Dünya Savasından Önce ARDAHAN, VAN, ERZURUM'a kadar inmişlerdi.
·Sultan VAHDETTİN, Tahtında kalmasına karşılık, Sevr anlaşmasını kabul etmişti.
·TÜRKLER(Rumeli, Kafkasya, Azerbaycan, ve Tarkistan Türkleri) ve ASYALI(HİNT, Malay) Müslümanlardan başka hiç bir Müslüman toplum, Osmanlı hilafetini kabul etmiyordu.
·SAİDİ NURSİ, ve ŞEYH SAİD, İngilizler tarafından kurulan, ve Doğu'daki vatandaşları kullanmak için yaratılmış olan 'Kürt teali Cemiyeti‘ ne mensuplardı.
·Kurtuluş Savaşında, ATATÜRK'U kafir ilan eden, fetva ile öldürülmesini isteyen, Kuva-i Milliye ve onlara destek verenleri de kafir ilan eden, İSKİLİPLİ ATIF HOCA, 'İNGİLİZ MUHİPLER CEMİYETİ'ne mensuptu.
Devlet düşmanlarının, yabancı istihbarat ajanlarının, kriptoların kulaklarına fısıldadığı, “bilgi ve belgeye dayanmayan” yalanlara; “çok özel gizli bilgiler(!)” diye sarılan zır cahiller;
Bürüksel, Yahudi lobileri, Evangelist Bush’un şefaatine sığınınca; emperyalizm, bu cehalet ve devlet düşmanlığını fırsata dönüştürdü. Türk, Türkiye Cumhuriyeti devletine düşman olan dinsiz dinciler, kriptolar, milliyetsiz solcular, kripto milliyetçilerin ortak paydası olan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk düşmanlığı” paydasında birleştiler.
Devleti ele geçirince ilk işleri, bölünme yasası olan “İKİZ YASALARI” çıkarmak oldu. Diyarbakır’da “Kürt sorunu” diyen şahıs, ikiz yasalar ile temeli atılan bölünmeye bodrum kat çıktı. Askere yapılan operasyonlar da, bölünme motoruna uçak benzini koymuş oldu.
Askeri kışlaya, polisi karakola hapseden AKP, PKK için bütün engelleri kaldırma çalışması yürüttü. PKK’ya dikensiz bir alan sunup yol verdi. PKK PİÇ bir devlet kurmak için rahat rahat alt yapıyı oluşturdu. Kalkışmaya hazırlandı.
Tıpkı ana-baba baskısından kaçıp ortaya düşen çocuklar gibi “şefaatine sığındıkları” dış güçler, bol bol şefaatte bulundu(!).. Habur’da, Oslo’da PKK’nın kucağına oturttu. 80 yıldır iddia ettikleri ne varsa hepsini kendilerine TEK TEK YEDİRDİ…
Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Müslüman coğrafyaya sırtını dönmekle suçlayan, Avrupacı diye suçlayan ortalık çocukları, Avrupa’nın oyuncağı oldu. Haçlı savaşlarını bile övdüler. Müslüman coğrafyanın şeref ve onurunu çiğneyen Haçlı ittifak içinde yer alıp, Iraklı-Suriyeli-Libyalıların satıcısı durumuna düştüler. Misyonerliği “dinsiz dedikleri partiler” değil, kendileri serbest bıraktı. Anadolu’yu Evangelist kiliselerle donattılar. Misyonerlik çalışmalarının din sorunu değil, siyasi bir sorun olduğunu söyleyenleri Silivri esir evine tıktılar. Fuhuşu suç olmaktan çıkardılar. Fuhuş patlama yaptı. Bilimle barışık, aydınlığın yolu olan gerçek İslam Maturidiliği İngiliz uyarlaması olan Selefi Müslümanlığa evirdiler. Vip cami yaparak Peygamberimizin yıktırdığı camiyi Türkiye’de inşaa ettirdiler. Camilere siyaseti soktular. Yezit-Muaviye anlayışını güncellediler. Bu güncellemeden sonra ABD istihbaratı “Türkiye’de İslam bizim için tehlike olmaktan çıktı” diye rapor verdi. Böylece Lawrence’ın ruhunu şad ettiler. 80 Yıldır savundukları ne varsa Bürüksel’in kucağında TEK TEK YEDİLER. En son yedikleri ise;
Yıllarca yaptıkları Yahudi düşmanlığı oldu. O düşmanlığı el altından çoktan yemişlerdi de, şefaat edenler muta nikahını reddedip, “böyle olmaz, nikah aleni olmalı” deyince, gelinliği giyip; “damat da pek yakışıklı ama… “demeye başladılar. Biz bu utanılası ve acınası duruma;
SÜBYELEŞMEK diyoruz. Yani KEMİKSİZLEŞMEK…
BOP sirkinde kılıktan kılığa girdiler… Katiller, sapıklar, ruh hastaları dostları oldu. Yabancı istihbaratların kucağında piçleşen ruh hastaları da tarihçileri…
Bu rezillikleri “dindar insanlar” diye destekleyen zavallılara gelince, durumu bir kıssa ile anlatalım;
“Müslüman olan bir şahıs kendine yeni dostlar bulur. Yeni dostları ile karanlık basınca buluşur. Sabaha kadar o arkadaşları ile zaman geçirir. Kendisine durumu soranlara ise; “biz dostlarla sabaha kadar dini sohbetler yapıp cennet taamları yiyoruz” der. Bunu duyan bir gönül ehli o kişiye şöyle bir haber gönderir;
‘Ona selamımı söyleyin. Tam cennet taamı yerken Euzu Besmele okusun’.
Haberi alan ve kendini çok özel, mertebe almış Müslüman sanan şahıs, gecenin ortasında cennet taamları(!) önüne geldiğinde euzü besmele okur ve o anda her şey değişir. Cennet taamı sandığı yiyecekler gerçekte pisliktir. Mümin sandığı arkadaşları da gerçekte ŞEYTANDIR. “
Bu kıssa bize yalan örtüsü kaldıramayanların şeytanla dostluğa devam edeceğini anlatır.
Ve Türkiye üzerine serilen yalan örtüsü mecburen kalkacaktır. Çünkü Emperyalist ülkelerin PKK kılıfıyla Türk Milletine karşı sürdürdüğü kirli savaş artık kapımıza dayandı. 2016 Yılının bahar ayında büyük kalkışmanın olacağı söyleniyor. Öcalan BİT vasıtasıyla Kandil yılanlarına gönderdiği mesajda ne söylemişti?
“İstediğimiz olmazsa 50 bin kişiyle savaş başlatırız, rahat olun” demişti değil mi?
Bu günlere gizli değil, gözümüze sokula sokula gelindi ama, GÖRENE!!. Görmek istemeyen KÖRE NE?
Türkiye ajan kaynıyor. PKK’yı besleyen, silah veren, akıl veren devletlerin askerleri Türkiye’ye girdi. Kendi ordusundan rahatsız olanlar, yabancı devletlerin askerlerine sesini çıkarmıyor. Yabancı istihbarat ajanları bin bir kılıkta çalışıyor. Dün “darbeci” diye suçlanan Ordu şimdi can simidi oldu. Ordu vesayetinden şikayet edenler, PKK vesayetine girdi. Acı gerçek işte budur!!.
Güvenlik güçleri bir milletin bağışıklık sistemi gibidir. AKP+F-CİA ve ortakları bağışıklık sistemine saldırdı. Bağışıklık sistemine kim saldırır? Tıbbi cevabı:Virüsler, mikroplar, bakteriler….
Tabii bu büyük ihanetin ters ve düz destekçilerini, muhalefetin katkılarını, bazı Genelkurmay Başkanlarının ihanetini de unutmamak gerekir.
AKP halkı fakirleştirip borçlandırdı. Fakirleşen ve borçlanan halkın direnci kırıldı. Halk kendi derdine düştü. Halkı kendi derdine düşürenler, Güneydoğu’da PKK’nın güç kazanmasına katkı sundu.
Medya BOP’un borazanı haline geldi. Ahlak çökertildi. Yalan olmazsa olmaz kural haline geldi. Hırsızlık en üst kademeden “maharet” tanımlamasına sokuldu.
Güneydoğu’da kalkışma provaları yapılırken askere tam olarak istediklerinin verilmediğini biliyor musunuz? Güneydoğu’da mücadele eden askerin yukarıya tepkilerinin başladığı haberlerini alıyoruz.
PKK üzerinden Türkiye’ye başkanlık dayatılıyor. Yeni Anayasa dayatılıyor. İlla Anayasanın dört maddesini değiştirecekler ya? Oslo’yu, Habur’u, Ege Adalarını Yunanistan’a hibe etmeyi suç olmaktan çıkaracaklar ya? İşledikleri yüzlerce suçu suç olmaktan çıkartıp rejimi değiştirecekler ya? Bebek katilliğine devam eden Artin Agopyan’ı salıverecekler ya? “Amaca giden yolda papaz elbisesi bile giyerim” diyenler, PKK pelerini altında Başkanlığa giden yol hesabını neden yapmasın?
13 Yıldır yaşadıklarımız bizlere bundan sonra yaşayabileceklerimiz konusunda çok dikkatli olmamız gerektiğini söyler.
Devlet aklını bir tarafa bırakıp, asker ile konuşmak yerine;
Bülent Ersoy, Hülya Avşar, Hülya Koçyiğit, Kadir İnanır gibi zavallıları vitrine koyup, illa da açacağm(!) diyenler, barikatlara da bu güruhu yollasın. Kılıçdaroğlu’nun utanmadan “biz önerdik” dediği akilleri bombalanan hastane, okullara yollayın. Bebek katilinin piçlerinin öldürdüğü bebeğin mezarına yollayın…
Demirtaş’a gelince;
Demirtaş görevini yapıyor. PKK emperyalizmin maşaları olduğuna göre, PKK’nın kravatlı uzantıları da görevini yapacaktır. Demirtaş’a değil, Demirtaş’a bu cesareti verenlere bakın!!. Amerika’da; “Öcalan’ı övmeyi suç olmaktan çıkardık, PKK paçavralarını taşımayı suç olmaktan çıkardık” diye övünen, bebek katilini “şerefli” ilan eden Arınçgiller familyasına iyi bakın. Neymiş? At sahibine göre eşinirmiş… Biz bu sözü zamanın ruhuna uygun bir biçimde güncellersek;
“Çakal sahibine(sübyeye) göre ulur.”
Demirtaş Bürüksel’in şefaatine sığınanların Habur ve Oslo’da oturduğu kucaktan doğan gayrimeşru çocuğudur.
Başkanlık dayatması bu gayrimeşru çocukları millete evlat aldırma dayatmasıdır.
Kıbrıs’a ilk defa tam tamına 30 yıl önce geldim. Burada, 1985-1987 arasında, iki yıl yaşadım ve görev yaptım. Çok olumlu ve güzel anılarla ayrıldım ve hala sürdürdüğüm dostluklar kazandım.
Dün (24 Aralık 2015), eski günleri anmak ve hafta sonunu geçirmek için, Kıbrıs’a geldim.İlk dikkatimi çeken; ekonominin bozukluğu ve insanların mutsuzluğu oldu. Halbuki 30 yıl önce; Kıbrıs ekonomisi çok canlıydı, insanlar mutluydu ve gelecekten umutluydu.
Bugün gördüğüm manzara; feci bir ekonomik durgunluk ve umutsuzluk. Bu biraz da; dış dinamiklerin yanında, içeriden kasti olarak yaratılıyor. Amaç; adanın kuzeyini, ‘Türk Tarafı’nı yani KKTC’ni güneye, Rumlara ve AB’ye satabilmek. Halk zor durumda olsun, güneyi bir cazibe merkezi olarak görsün ve güneyle birleşmeyi istesin diye. Bunun başat sorumluluğu; 13 yıldır iktidarda bulunan AKP’nin sürdürdüğü, yalan yanlış ve kökü dışarıda olan Kıbrıs politikalarıdır.
Ölmüş Eşek Fiyatına
AKP; esasında Annan Planı ile 2004’de, KKTC’ni sattı. Rum Tarafı; daha düşük bir maliyetle, doğrusunu söylemek gerekirse kuzeyi ölmüş eşek fiyatına almak istediğinden, o zaman referandumu reddetti ve almadı. Şimdi ise; zamanı geldi, KKTC’nin ve Türkiye’nin pazarlık gücü azaldı, almayı planlıyorlar.
Türkler, Kıbrıs’ta 444 yıldır var. Varın siz tahmin edin; şu anda yaşayan Kıbrıslı Türklerin, kaçıncı kuşak olduğunu. Ayrıca Kıbrıs; Rumlardan ve Yunanlardan değil, Venedik’ten alındı. Fethedilmesinin nedenlerinden biri de; ağırlıkla Ortodoks yerli halkın, Katolik Venedik yönetimi altında baskı görmesi ve yardım istemesiydi.
Padişah II. Selim’in 21 Eylül 1571 tarihli fermanı ile adaya; Anadolu’dan, Karaman vilayetinin belli yerlerinden, vasıflı ve seçilmiş ‘Müslüman-Türk’ aileler yerleştirilmiştir. Kıbrıs Türkleri, işte bu seçilmiş insanların genetik devamı ve torunlarıdır. Ayrıca Kıbrıs Türkleri; 1878’de başlayan İngiliz yönetimi altındaki ağır baskılar ve haksızlıklar, daha sonra Rum terörü nedeniyle çektikleri acılar ile kimliklerine sahibiyet konusunda gösterdikleri duyarlılıkla, rüştlerini ispatlamışlardır.
İfestos
Bugün birleşme adı altında; adanın asli sahibi olan Türkleri, önce azınlık statüsüne düşürmek ve sonrasında Kıbrıs’ın dışına sürmek istiyorlar. Dün gece, kaldığımız otelde yabancılar için Noel (Christmas) yemeği vardı. Barış ve huzur içinde yapıldı. Bir anda, 52 yıl öncesini anımsadım.
Kanlı Noel olarak tarihe geçen barbarlığın yıldönümüydü. Türkleri yok etmeye ve soykırıma tabi tutmaya yönelik saldırılar; 21 Aralık 1963’te başlamış ve 24 Aralık’ta vahşet, doruk noktasına ulaşmıştı. Saldırılar sırasında; Dr. Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi ve üç çocuğunu da evde delik deşik ettiler ve banyo küvetinde katlettiler.
Kıbrıs’ta yaşayan Türkleri, soykırım yaparak ve göçe zorlayarak yok etmek istediler. Bu kötü niyetin inkâr edilemez belgeleri var. Soykırım planının adı; “AKRİTAS”. Bu planın bir de harekât emri var. Ayrıntıları içeren, hangi Türk köyünün hangi birlik tarafından imha edileceği ve hangi toplu mezarlara gömüleceği gibi! Onun adı da; “İFESTOS”. Bu belgeler ve deliller elimizde.
Saf ya da Satılmış ve Hain!
Farklı etnik yapılardan gelen, farklı kültürlere sahip, aynı dili konuşmayan, aynı dine inanmayan ve geçmişe yönelik kötü deneyimleri olan iki farklı toplumu niçin birleştirmeye çalışıyorsunuz? Bunu istemek ve desteklemek iyi niyetli bir yaklaşımın ifadesi olabilir mi? Size tecavüze yeltenen ve öldürmeye çalışmış birisi ile aynı evde yaşamanız önerilse ve istense, buna rıza gösterir misiniz?
Hiç aklınıza gelmiyor mu? Emperyalizm her yeri bölüp parçalamaya çalışırken, niye Kıbrıs’ta birleşme istiyor? Yugoslavya’yı yediye böldü, Libya’yı parçaladı, şimdilik en az üç parça gibi. Irak bölündü, Sudan aynı şekilde ve Suriye ameliyat masasında. Yüzyılın sonunda 2 bin devlete ulaşmayı planlıyorlar ve açıkça söylüyorlar. Yugoslavya’da; aynı etnik kökenden gelen, aynı dili konuşan ve aynı dine inananları bile birbirinden ayırdılar. Ama her şeyi farklı olan Rumlarla Türkleri birleştirmeye çalışıyorlar. Burada iyi niyet olduğuna inanmak için, ya saf olmak lazım ya da satılmış ve hain! Gerçekten, 1974’de yapılan ‘Barış Harekatı’ndan sonra, adaya barış gelmiştir. Sorun budur!
205000 (iki yüz beş bin) Türk bu ülkeye ihanet ediyor :
*
Ya Osmanlı dönemindeki kaç yüz bin yerli hain = Türk düşmanları bu Türklerin kurduğu bu ülkeye ve Türklere ihanet etti ? İşte bunlardan sadece bir kaç örnek:
Osmanlı şairi olan Nef ‘i den bir söz;“Tanrı Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır.
Osmanlının en önemli tarihçisi kabul edilen Naima, Türkler hakkında şu benzetme terimleri kullanır:
Türk-i bed-lika (çirkin yüzlü Türk),
nadan Türk (cahil Türk)
eirak-i bi-idrak (hiçbir şey bilmeyen Türk)
Baki ‘nin Kanun Sultan Süleyman ‘a sunduğu şiirden;
”Her tac olmaz fahr-u fena ehline sertacTürk ehlinüney hace başı biraz kabadır.”Türkçesi;“Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olmaz Ey Hoca, Türk toplumundan olanın başı kabadır, sultan olma yeteneğinden yoksundur.”
Osmanlı yönetiminde Türk’e yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir:
“Türk değil mi, Merzifon’un eşeği,Eşek değil, köpekten de aşağı.” (Özer Ozankaya, a.g.y., s.121)
Ancak Türkün şiire verdiği yanıt !
“ Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eğeri kaltak Osmanlı,
Ekmede yok biçmede yok,
Yemede ortak Osmanlı “
(Özer Ozankaya, a.g.y., s.121), (Prof. Dr. Faruk Sümer’den aktaran Ş. Keçeli, 1995, s. 79 )
Son Padişahı Vahdettin’in yayımladığı bu bildirilerden birisinde su tümceler yer almıştır;
“Türkler dini, kavmiyeti, vatanı meşkuk (kuşkulu…) ve mahlud beş-altı milyonluk cahil bir kitledir.”
Türkçesi;“Türkler; dini, soyu sopu, yurdu belirsiz karmakarışık bir cahiller sürüsüdür”.
Osmanlı Devletinin Türklere hakaret ettiği, sövdüğü başka manzumeler mevcuttur. (Osmanlının arka perşeği)
Aslında Türkler hakkındaki kötü yargılar Selçuklulardan beri yaygındır.
Örneğin, Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, şunları yazmıştır:
“Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler,ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler,fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar.”(Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.12.)
Osmanlı düşüncesinde, “kavmi necip” olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; “Türk” deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. “Türk hükümeti”, “Türk ordusu”, “Türk ülkesi” deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu. (Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.)
Osmanlı Efendisine Türk demek hakaret sayılmış, “Türk” sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur. Yani Türk kelimesi aşağılamak ve küfür yerine kullanılırmış. Irki bir anlam taşımıyor ve sadece cahil köylüleri aşağılamak söylenirdi. (Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen’den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s.1)
.Osmanlı Hanedanı
Türkmen halk ozanı olan Yunus Emre’yi yasaklamıştır.
Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır:
“Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltiyamına derman yok.” Yani, Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır.
Osmanlı tarihçisi Naima:“Tarihi”nde Türkler için; nadan (kaba) Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk ifadelerini kullanmaktadır. (Naima Mustafa Efendi, Tarih-i Naima, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman, İstanbul, C.1, s.168, 238, C.2 s.536. C.3, s.1180, C.4 s.169.)
Koçu Bey, 4. Murat’a sunduğu risalesinde (küçük kitap) Türkler hakkında şunları yazıyordu:“…mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, Çingene, Tatar, Kurt, ecnebi, Laz, Yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve diğer çeşitli kimseler…”“Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve Yörük, Çingene, Yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice kalleş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu.” Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu. (Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145)
Osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan Fatih Sultan Mehmet bile;
Otlukbeli Savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda;
“öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş” ve “İşine devam et” demiştir.
Yine sadrazam Kuyucu Murat döneminde (1606-1611), 155.000 insan doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuşlardır. Aman dileyen insanlara Kuyucunun yanıtı“Vurun şu pis Türkün başını” olmuştur.
Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat, Osmanlı’nın yetkilisi, öldürülen çocuk da Anadolu’nun evladı Türk’tür.
Hazırlayan ve Derleyen: Mete Biricik ( İstanbul, Temmuz 2012)
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...