Ankara, Kurtuluş Savaş’ımızın eşsiz önderine kollarını açtığı günlerde, Çankaya’dan şehre inen yol üzerinde tek bir iğde ağacı varmış; ağaç olarak. Mustafa Kemal, o ağacın önünden geçerken her sefer, yanındakilere gösterir o iğde ağacını, “Bak" dermiş, "Bu benim iğde ağacım”. Bu sevgiyi bilmeyenler, haberli olmayanlar, bir gün yolu genişletmek amacıyla iğde ağacını kesmişler.
Ve Mustafa Kemal onu selamlamak üzere başını çevirdiğinde ağacın yerini bomboş görmüş. Heyecanla “Ne oldu benim ağacıma” diye sormuş. Kesildiğini öğrendiği zaman da iki elini yüzüne kapayarak ağlamaya başlamış.
Bugün koca bozkırın ortasında binlerce ağacın yeşerip göverdiği bir Ankara ve bir Gazi Orman Çiftliği varsa eğer, bunu Mustafa Kemal’ in o günkü gözyaşlarına borçluyuz. Bir iğde ağacı yerine bir orman, binlerce ağaç, binlerce sevgi.
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
Atatürk'ün Savanora Hakkında Dedikleri
Atatürk' ün İstanbul' daki mutluluklarından biri Florya' yı keşfetmesi oldu. Birkaç gidip gelmeden sonra buradaki plajı canlandırmaya karar verdi. Deniz köşkü, alaturka deniz hamamı gibi birşeydi. Atatürk denize o kadar ihtiraslı bağlanmıştı ki yıllarca yaz aylarını adeta su içinde geçirdi. Yüzme ve kürek idmanları yapar ve burada da halktan ayrılmazdı. İlk projeye göre Atatürk Köşkü kumsalın sonundaki bir tepecik üstüne yapılacaktı, aşağıda da bir banyo yeri hazırlanacaktı. Kalabalıktan uzaklaşmayı istemedi. Yine ilk projeye göre demiryolu geriye alınacaktı:
Canım, dedi. Ankara' da dağ başında yaşıyorum, İstanbul' da Saraya hapsoluyorum; bırakın burada gelenleri gidenleri, hiç olmassa tren gürültüsü duyayım.
Son zamanlarda Şile' yi görmüş, pek sevmişti yaşasaydı orasını da canlandıracaktı.
Büyükçe tekne olarak emrinde Ertuğrul Yatı vardı. Marmara için yapılmış bu yatla bir defa Karadeniz' e çıkmıştı. Sert bir havada yat az daha batıyordu. Memleket kıyılarını dolaşmak üzere İstanbul' dan uzaklaşınca Denizyolları' nın bir yolcu gemisini seferden alıkoymak gerekiyordu. İşte Atatürk' e yeni bir yat alınması bu gereksinimden doğmuştu.
Amerikalı bir milyoner kadının yaptırmış olduğu Savarona, ileri sürülen bir düşünceye göre Amerika' ya sokulmadığı için, ucuza almıştı. Planlarını görmüş ve yatı çok beğenmişti. Ne yazık ki yat geldği zaman Atatürk'ün ölümcül bir hastalığı vardı. Pek sevdiği bu yatta çok zamanı yatakta geçirdi. Bir gün şöyle dedi:
-Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim?
Atatürk' ü ölüm yatağına Savarona' daki kamarasından bir koltuğun içinde ancak götürebildiler. Yat Dolmabahçe Sarayı önünde boynunu bükerek Atatürk'ü boşuna bekledi.
Canım, dedi. Ankara' da dağ başında yaşıyorum, İstanbul' da Saraya hapsoluyorum; bırakın burada gelenleri gidenleri, hiç olmassa tren gürültüsü duyayım.
Son zamanlarda Şile' yi görmüş, pek sevmişti yaşasaydı orasını da canlandıracaktı.
Büyükçe tekne olarak emrinde Ertuğrul Yatı vardı. Marmara için yapılmış bu yatla bir defa Karadeniz' e çıkmıştı. Sert bir havada yat az daha batıyordu. Memleket kıyılarını dolaşmak üzere İstanbul' dan uzaklaşınca Denizyolları' nın bir yolcu gemisini seferden alıkoymak gerekiyordu. İşte Atatürk' e yeni bir yat alınması bu gereksinimden doğmuştu.
Amerikalı bir milyoner kadının yaptırmış olduğu Savarona, ileri sürülen bir düşünceye göre Amerika' ya sokulmadığı için, ucuza almıştı. Planlarını görmüş ve yatı çok beğenmişti. Ne yazık ki yat geldği zaman Atatürk'ün ölümcül bir hastalığı vardı. Pek sevdiği bu yatta çok zamanı yatakta geçirdi. Bir gün şöyle dedi:
-Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim?
Atatürk' ü ölüm yatağına Savarona' daki kamarasından bir koltuğun içinde ancak götürebildiler. Yat Dolmabahçe Sarayı önünde boynunu bükerek Atatürk'ü boşuna bekledi.
Süngü tak! Yere yat!
Düşman 18 Mart 1915' te donanma saldırısında başarısızlığa uğraması üzerine karadan zorlama yapmak üzerine boğaz dışındaki adalara yığınak yapmaya koyuldu. Bu haber alındıktan sonra 22 Mart 1915' te Çanakkale bölgesinde beşinci ordu kuruldu. Bütün kuvvetler ordu emrindeydi.
Ordu onbeşinci kolorduyu Maydos çevresinde bırakarak 19. tümeni 19 Nisan' da yedek alarak Biga' ya geldi. 25 Nisan 1915' te tanyeri ağarırken Arıburnu ve Seddülbahir bölgesine ilk düşman birlikleri çıktı. Arıburnu' na cıkan kuvvet gözetleme taburunu püskürterek, sonradan Kemalyeri adı verilen yere kadar ilerledi burada arkasından koşup gelen 27. Türk alayı ile karşılaştı.
Düşman çıkarmasını haber alan Mustafa Kemal, Conkbayırı yönünde yürüyen düşmana karşı ordudan emir almayı beklemeden kuvvetlerini harekete geçirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocaçimen tepesine vardı. Askerlerine orada kısa bir dinlenme vererek, Alata gidilmediği için yanındakilerle yaya olarak Conkbayırına geldi. Orada cephaneleri bittiği için ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastladı:
- Niçin kaçıyorsunuz? Dedi.
- Efendim düşman...
- Nerede düşman?
- İşte... diye 261 rakımlı tepeyi gösterdi.
Gerçekten de düşman birinci avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu. Askerleri dinlenmeleri için bırakmış ve düşman da bu tepeye gelmişti. Düşman ona kendi askerlerinden daha yakındı. Bulunduğu yere gelseler kuvvetleri pek kötü duruma düşeceklerdi. O zaman bir mantıkla mı yoksa içgüdüsel olarak mı bilinmez kaçan erlere:
- Düşmandan kaçılmaz, dedi.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedi. Ve bağırarak:
- Süngü tak! Dedi. Yere yatırdı. Aynı zamanda Conkbayırı' na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel bataryasının erlerini marşla bulunduğu yere gelmeleri için emir subayını yoladı. Erler yere yatınca, düşmanda yere yatmıştı. İşte savaşın kazanıldığı an bu andı...
Ordu onbeşinci kolorduyu Maydos çevresinde bırakarak 19. tümeni 19 Nisan' da yedek alarak Biga' ya geldi. 25 Nisan 1915' te tanyeri ağarırken Arıburnu ve Seddülbahir bölgesine ilk düşman birlikleri çıktı. Arıburnu' na cıkan kuvvet gözetleme taburunu püskürterek, sonradan Kemalyeri adı verilen yere kadar ilerledi burada arkasından koşup gelen 27. Türk alayı ile karşılaştı.
Düşman çıkarmasını haber alan Mustafa Kemal, Conkbayırı yönünde yürüyen düşmana karşı ordudan emir almayı beklemeden kuvvetlerini harekete geçirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocaçimen tepesine vardı. Askerlerine orada kısa bir dinlenme vererek, Alata gidilmediği için yanındakilerle yaya olarak Conkbayırına geldi. Orada cephaneleri bittiği için ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastladı:
- Niçin kaçıyorsunuz? Dedi.
- Efendim düşman...
- Nerede düşman?
- İşte... diye 261 rakımlı tepeyi gösterdi.
Gerçekten de düşman birinci avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu. Askerleri dinlenmeleri için bırakmış ve düşman da bu tepeye gelmişti. Düşman ona kendi askerlerinden daha yakındı. Bulunduğu yere gelseler kuvvetleri pek kötü duruma düşeceklerdi. O zaman bir mantıkla mı yoksa içgüdüsel olarak mı bilinmez kaçan erlere:
- Düşmandan kaçılmaz, dedi.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedi. Ve bağırarak:
- Süngü tak! Dedi. Yere yatırdı. Aynı zamanda Conkbayırı' na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel bataryasının erlerini marşla bulunduğu yere gelmeleri için emir subayını yoladı. Erler yere yatınca, düşmanda yere yatmıştı. İşte savaşın kazanıldığı an bu andı...
ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
10 Ağustos 1915. Conkbayırı' nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için
İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere
yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan
ağarmak üzereydi. 8. tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım:
- Mutlaka düşmanı yeneceğinize inanıyorum ancak siz acele etmeyin, evvela ben
ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret vediğim zaman hep birlikte
atılırsınız. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücüm
baskın şeklinde olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30 metre
yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı' ndan ses çıkmıyordu. Dudaklar
sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstüne
kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 4.30 da kıyametler kopmuştu.
İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. ^^Allah Allah^^ sesleri bütün
cephelerde, karanlıkta gökleri yıkıyordu.
Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi
büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir
şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm,
kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona
parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde
panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde bulunan saat param parça olmuştu. O gün
akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpmıştım. Yalnız bu
şarapnel vücudumla kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi
bırakmıştı.
Aynı günün gecesi, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve
parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa' ya hatıra olarak
verdim. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı. Kendisi de alıp cep saatini bana hediye
etti. Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve
Çanakkale' nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular.
İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere
yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan
ağarmak üzereydi. 8. tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım:
- Mutlaka düşmanı yeneceğinize inanıyorum ancak siz acele etmeyin, evvela ben
ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret vediğim zaman hep birlikte
atılırsınız. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücüm
baskın şeklinde olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30 metre
yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı' ndan ses çıkmıyordu. Dudaklar
sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstüne
kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 4.30 da kıyametler kopmuştu.
İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. ^^Allah Allah^^ sesleri bütün
cephelerde, karanlıkta gökleri yıkıyordu.
Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi
büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir
şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm,
kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona
parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde
panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde bulunan saat param parça olmuştu. O gün
akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpmıştım. Yalnız bu
şarapnel vücudumla kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi
bırakmıştı.
Aynı günün gecesi, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve
parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa' ya hatıra olarak
verdim. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı. Kendisi de alıp cep saatini bana hediye
etti. Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve
Çanakkale' nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular.
Yeni yazıyı uygulama hususunda Falih Rıfkı'yı şaşırtan Atatürk'ün tespiti
Atatürk 1928 yılı Haziran' ında, yeni Türk Alfabesi' nin tespiti ile ilgili bir komisyon kurulmasını istedi. Çalışmaların
sonucu olan alfabeyi Ata'ya Falih Rıfkı Atay getirdi. Atatürk bunları uzun uzun inceledi ve sordu:
- Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?
Falih Rıfkı:
- Bir onbeş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa süreli iki öneri
var dedi.
Öneri sahiplerine göre ilk zamanlar iki yazı bir arada öğrenilecekti. Gazeteler
yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardı. Daireler
ve yüksek okullar içinde bazı yöntemler düşünülmüştü. Atatürk Falih Rıfkı'ya
baktı:
-Bu, ya üç ayda olur ya da hiç olmaz, dedi.
Hayli radikal bir devrimci iken Falih Rıfkı dahi şaşırmış ve bakakalmıştı.
Atatürk devam etti ve:
- Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu
eski yazılı parçayı okuyacaktır. İşte bu yüzden olmaz, dedi.
sonucu olan alfabeyi Ata'ya Falih Rıfkı Atay getirdi. Atatürk bunları uzun uzun inceledi ve sordu:
- Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?
Falih Rıfkı:
- Bir onbeş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa süreli iki öneri
var dedi.
Öneri sahiplerine göre ilk zamanlar iki yazı bir arada öğrenilecekti. Gazeteler
yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardı. Daireler
ve yüksek okullar içinde bazı yöntemler düşünülmüştü. Atatürk Falih Rıfkı'ya
baktı:
-Bu, ya üç ayda olur ya da hiç olmaz, dedi.
Hayli radikal bir devrimci iken Falih Rıfkı dahi şaşırmış ve bakakalmıştı.
Atatürk devam etti ve:
- Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu
eski yazılı parçayı okuyacaktır. İşte bu yüzden olmaz, dedi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...