CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Atatürk'ün bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor

Çankaya Köşkü'nün bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede
dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Ata'nın geçeceği yolu kapatıyordu.
Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz
tarafındaki kısma yaslanarak karşıya geçti. Derhal atıldım: 
- Emrederseniz derhal keselim Paşam!

Bir an yüzüme baktı, sonra:

- Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!

Atatürk'ün duygusal bir öyküsü

Gazi Çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rasladık. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.

- Merhaba nine

Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;

- Merhaba dedi.

- Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp,

- Neden sordun ki, dedi. Buraların sabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?

Paşa gülümsedi.

- Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir. Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.

- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği kavruk köylerinden birindeyim. Bizim mıhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.

- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?

- Gazi Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da.... Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü. Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.

- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti.

- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver. Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek,

- Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır... Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu. Attan indim. Yaşlı kadının elini tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor.

Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü. Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyordu. İki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı. Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı. Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;

- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm.

Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi.

Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

"Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun."

Ataturk'un En sevdigi hikayelerdenmis. Arada kendi anlatir, arada baskasna anlattirir, hep gulermis.

Ataturk'un En sevdigi hikayelerdenmis. Arada kendi anlatir, arada baskasna anlattirir, hep gulermis.

Yesilayci bir profesor bir konferans veriyor. Bir ara dinleyicilere sormus:

"Bir esegin onune iki kova koysaniz. Biri su dolu, biri raki. Hangisini icer?"

Cevabi kendi veriyor: "Tabii suyu."

Gene bitirmiyor soruyor: "Neden?"

Arkadan bir bekri soz aliyor. Yuksek sesle cevapliyor.

"Esekliginden."

Ataturk bu cevaba bayiliyor. Guluyor, guluyor.

Bir aksam Orman ciftliginde yaninda erkani, acik havada oturuyorlar.

Rakilarini yudumluyorlar. Biraz ilerde 15-16 yaslarinda bir ciftci cocuk calisiyor. Ataturk el edip, cagiriyor. Soruyor:

"Soyle cocuk: Bir esegin onune iki kova koysan. Biri raki dolu, biri su. Hangisini icer?"

Anadolu tosunu yutkunuyor. Bakiyor. Gazi Pasa Hazretlerinin ve yanindaki muhterem zevatin onunde raki kadehleri. Devletin en buyukleri...Esas vaziyetine geciyor:

"Rakiyi kumandanim!"

Ataturk kahkahayi basiyor. Herkes saskin. Ata onlara donuyor. Muzip:

"Aman beyler! Neden diye sormayin!"

Atatürk'ün Leblebilerini Yürüten Çocuk Hanri

9 Ekim 1937’de Atatürk’ün kıvırcık saçlarını okşadığı ve trenine aldığı 7.5 yaşındaki çocuk, şu an 81'inde ve en geniş Atatürk fotoğraf arşivine sahip. Hanri Benezus 73 yıl önceki buluşmayı anlattı.

Atatürk, Nazilli’de bir basma fabrikası açılşıının ardından Aydın’da çeşitli ziyaretlerde bulunur. Ortaklar’a da uğrar. Onu karşılayan heyette istasyon müdürü, muhtar ve incir kooperatifinin katibi vardır. Katibin oğlu da babasının paçasına yapışarak, ’ben de Atatürk’ü karşılamaya geleceğim der’ ve 73 yıl önceki buluşma gerçekleşir.

Eski iş adamı, yazar ve Atatürk fotoğrafları arşivcisi Hanri Benazus, Banu Güven’le Artı’ya konuk oldu.

Ailesinin kökeniyle ilgili, 500 yıl önce göç ettiklerini bildiğini, ABD’de dönüşü uğramak zorunda kaldığı Fas’ta, ülkenin en varlıklı ailesiyle aynı soyadını taşıdığını öğrendiğini ve onların da Berberi kökenli olduğunu belirten Benazus, "Atatürk ismimi sordu ben de Hanri dedim. Bana niye Ahmet, Mehmet, Mustafa diye sormadı ve ben o gün bu nedenle Türk oldum’ diyerek, 9 Ekim 1973’ü anlattı:

"Atatürk’ün geleceği söylendi ve karşılama heyeti oluşturuldu. Okur yazar olan istasyon müdürü, muhtar ve babam heyetteki isimlerdi. Ağladım, sızladım, babamın eteklerine yapışıp zorla ben de karşılamaya gittim.

Tren geldi ve kendisi indiler. Köylülerin arasına girdi. Ortaklar köylüleri ve civardaki diğer köylerden gelenlere hitap etti. Çocuk aklımla yaptım ki iyiki de yapmışım, babamın elini bırakarak yanına gittim. Atatürk de, o zaman kıvır kıvır olan saçlarımla oynadı ve elimden tuttu. Konuşması bitince beni de trenine bindirdi.

"LEBLEBİLERİ YÜRÜTTÜM"
Terene bindik, kompartımanına gittik, camını açtı ve ben karşısında oturdum. Rakı ve beyaz leblebi getirdiler. O zaman bizim için leblebi çok büyük nimetti. Atatürk kadehini kaldırarak köylülere ‘senin şerefine, senin şerefine’ derken, ben de leblebilerini yürüttüm. Kendisi fark etti ve bir işaretle garson yeni kase getirdi. 2. kase, 3. kase derken benim cepletim dolmuştu.

Ben 27 Mart 1930 doğumluyum ve o zaman 7.5 yaşındaydım. 2. sınıfa gidiyordum. Okulda ve evde hep Atatürk konuşulurdu. Benimle sohbet etti, okulu, öğretmenleri ve eksikleri sordu. Çocuklara çok düşkündü. O kadar ki onların her yaptığıyla ilgilenirdi. Neredeysde her gün ne yiyip içtiğimizi soracak kadar ilgi gösterdi.

"O GÜN TÜRKLÜĞE TERFİ ETTİM"
"Kimin çocuğusun, ne yapıyorsun, babamın işi ne, kaçıncı sınıftasın diye sordu. İşte burada her zaman her yerde anlattığım Atatürk’ün en güzel tarafını gördüm. Adımı sordu, Hanri dedim. Neden Ahmet, Mehmet, Mustafa değil demedi. Bu beni o günden itibaren tam anlamıyla Türklüğe terfi ettirdi. Ben Türküm. Kendimi Türk olarak görüyorum ve artık öyle lanse ediyorum. Başka türlü düşünmem mümkün değil."

‘GECE FOTOĞRAFI YOKTUR"
"Bana özel fotoğrafçısı Cemal ışıksel anlatmıştı. Atatürk’ün gece ve kapalı alanda çekilmiş fotoğrafı yoktur. Ortaklar’a da hava karardıktan sonra gelmişti. O yüzden o güne dair fotoğraf yok. Trablusgarp Savaşı'nda sol gözüne şarapnel parçası gelmişti. O zaman forotğrafların flaşları yoktu ve zamanın tekniğinden dolayı gözleri rahatsız oluyordu."

ATATÜRK'ÜN SESİ
"Son zamanlarda tartışılan bir konu bu. Birkaç kişi daha sordu bana. Onuncu Yıl Nutku'nu dinleyerek büyüyen bir nesilden geldim ben. Oradaki ses kesinlikle Atatürk’ün sesi değil. Tok ve yumuşak bir sesi vardı. O ince ses onun değil. Yeni yayınlanan nutku dinlemedim ve o yüzden bir şey diyemem."

"BİR DEV GÖRMEYE GİTTİM"
"O gün, çocuklukla ilgili bir şey bu, duyduklarımdan hareketle ben bir dev görmeye gittim. Çocuk kafamda düşmanı denize döktü, vatanı kurtardı, cumhuriyeti ilan etti ya, o bir devdi. İlk gördüğümde hayal kırıklığına uğradım; herkesin boyunda normal bir insandı. Bunun yanında bir özelliği vardı. O kalabalığın içinde yalnız onu görüyordunuz. O gün, yanından ayrıldıktan sonra gerçek devliğin ne olduğunu anladım."

FOTOĞRAF MERAKI
"Bir karar sonrası fotoğrafları toplamaya başlamadım. 17 yaşındaydım ve bir Atatürk fotoğrafı aldım. İkinciye rastladım aldım ve almaya devam ettim. İş hayatımda imkanlarım vardı, iki fotoğraf için ABD’ye bile gittim, negatifleriyle birlikte aldım ve döndüm. 17’de başladım, 81’imin içindeyim ve yıllardır topluyorum."

Benazus’un sergisi bugün (10 kasim 2010) Ankara’da açıldı.

Mustafa Kemal Atatürk “bugün”ün cevabını “dün”den vermişti


Kendi kurduğu Meclis’te anılacak Abdülmecit için “Batı’nın baskısına boyun eğdi” diyen Atatürk, BOP hayalcilerini de uyarmıştı!
1 - Devleti parçalatan ‘açılım’cı padişah

Atatürk, AKP’nin ’reformcu’ diye Meclis’te anacağı Osmanlı padişahı Abdülmecit için çok net tavır koymuştu: Batı’nın tazyikiyle gayrimüslim unsurları memnun etmeye çalıştı, ülkeyi ‘vesayet’ noktasına getirdi.

2 - BOP tipi projeleri 90 yıl önce gördü

Büyük önder Atatürk, İslâm şemsiyesi altında Yeni Osmanlı hayalleri kuranları da BOP ülkelerinin adlarını dahi tek tek vererek uyarıyor: Pan-İslamizm hayaldir. Akla, mantığa, bilime aykırıdır. Sonu hüsran olur.

Mustafa Kemal Atatürk “bugün”ün cevabını “dün”den vermişti

İki gün önceki yazımda Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamadan devleti yönetemezsiniz, demiştim.
“Atatürkçü” olmak zorunda değilsiniz ama  “Atatürk”ü anlamak zorundasınız. ,
Mustafa Kemal İstiklâl Savaşının başkomutanıdır. Bu cumhuriyetin kurucusudur.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şimdi Mustafa Kemal’i anlama temrinleri yapıyor. 10 Kasım’da Ankara’da Millî Kütüphanedeki konuşmasında Atatürk’ten sözler almış ve onun millet tarifine tam olarak katıldığını söylemişti. Kısaca: Atatürk milleti “ırk” üzerine tarif etmiyordu. (Aklı olan “ırk” üzerine tarif etmez zaten!)

Ama her milletin, her cemaatin, her cemiyetin bir adı vardır... Atatürk bu adı vermiş, ama Recep Tayyip Erdoğan bundan imtina ederek sadece bir “cemiyet”  demiştir.

Hükûmeti kuranlar eski MSP’liler...

R. T. Erdoğan, MSP’nin gençlik kolu başkanlığına ve Akıncılar Derneği’ne uzanıyor. Bu partide ve bu dernekte faaliyet gösterenler Mustafa Kemal’i peşin mahkûm etmişlerdir.

Mustafa Kemal onların görüşünde;

Osmanlı’yı yıkmıştır,
Hilâfeti kaldırmıştır,
Müslümanlar arasına tefrika sokmuştur...
Ve
 “Türk” demiştir.

Bir: Osmanlı’yı yıkan Mustafa Kemal değildir... (Ayrıntıya girmek çok ayıp! Herkesin bilmesi gereken bir husus çünkü.)
İki: Hilâfeti kaldırsa ne olur, kaldırmasa ne olur... Esbab-ı mucibesi Çehar Yar-i Güzin’den sonra tedricen yok olmuştur.
Üç:  “Türk”  demiştir, diyorlar

Şimdi Mustafa Kemal gibi konuşayım!

Efendiler! Ne diyecekti? Bu toprakların aslî unsuru ve hâkim unsuru Türk’tür ve Türk bayrağı altında bütün anâsır (unsurlar, etnik gruplar) toplanmıştır. Bütün anâsırın adıdır Türk!
 “Türk” demenin “ırkçılık” demek olduğunu kim öğrettiyse bunlara onun asıl niyetini sorgulamak gerekir.

Asıl niyet belli.

Bütün bunların cevabını  “dün”  Mustafa Kemal Atatürk vermiştir.

Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları,  “bugün”ün cevabını arıyorsa  “dün”e bakmalıdır.

***

R. T. Erdoğan ve arkadaşlarına kolaylık olması için Mustafa Kemal’in bugünü açıklayan sözlerini aşağıya alacak ve yer yer araya gireceğim.

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Mustafa Kemal’in konuşmalarını  “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”  başlığı altında üç cilt hâlinde bir araya getirmiştir (2006).

Başlığına bakarak metin üzerinde oynandığını sanmayın... Atatürk hangi kelimeleri kullanmışsa onu vermişler.

Mustafa Kemal, çok güzel konuşuyor. Natıkası güçlü... Muhâkemesi derin ve veciz.
Öyle metinler var ki, mekteplerde okuma parçaları olarak ama kelimeleri hiç değiştirilmeden okutulmalı, öğrencilerin veciz anlatımlarına yardımcı olunmalıdır.
Bir metni anlaşılmıyor diye değiştirirsen, o metin o şahsın olmaktan çıkar.

***

Mustafa Kemal Pan-İslâmizme dair bugünün İslâm dünyasındaki olaylarına ışık tutacak sözler söylüyor...
R. T. Erdoğan’dan önce ustası Necmettin Erbakan merhum, çok heveslenmişti Müslüman devletler ortak pazarına, Müslümanlar arası dayanışmaya... Hepsi sanki  “ideal Müslümanlığı”  idrak etmiş, geriye bir araya gelmeleri kalmış gibi. Recep Tayyip Erdoğan da ustasının izinde yürüdü...
Mustafa Kemal’i dinleyelim: 

Pan-İslâmizm hayaldir ve sonu da hüsrandır...

ABD’nin kotardığı Büyük Ortadoğu Projesi’nde eşbaşkanlık görevi üstlenen ve “İslâm” şemsiyesi altında Yeni Osmanlı hayalleri kuran AKP’ye Mustafa Kemal, itiraza mahal bırakmayacak şekilde bir ders veriyor. Atatürk, bu maceranın sonunun hüsran olacağını şöyle anlatıyor:

 “... Efendiler, münferiden malik olduğumuz akide-i siyasiyeyi ifade edebiliriz; bunun mahallî ifadesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin kanunları ve bu kanunların esbab-ı mucibe lâyihaları değildir! Efendiler, Panislâmizmi ben şöyle anlıyorum: Bizim milletimiz ve onu temsil eden Hükümetimiz bittabi dünya yüzünde mevcut bilcümle dindaşlarımızın mesut ve müreffeh olmasını isteriz. Dindaşlarımızın muhitat-ı muhtelifede vücuda getirmiş oldukları heyeti içtimaiyenin müstakilleri yaşamasını isteriz. Bununla âli bir zevk ve saadet duyarız. Bütün beşeriyet-i islâmiyenin, dünyayı İslâmiyetin refah ve saadeti kendi refah ve saadetimiz gibi kıymetlidir! Ve bununla çok alâkadarız. Ve bütün onların dahi aynı suretle bizim saadetimizle alâkadar olduklarına şahidiz. Ve bu her gün müncelidir. Fakat Efendiler! Bu heyet-i içtimaiyenin büyük bir imparatorluk, maddi bir imparatorluk halinde bir noktadan sevk ve idaresini düşünmek istiyorsak bu bir hayaldir! İlme, mantığa, fenne muhalif bir şeydir! Efendiler dikkat buyurunuz ve bir hakikat-i tarihiye, bir hakikat-i fenniye ve ilmiye olarak daima hatırda tutunuz ki bir cism-i siyasinin hududunu geçemiyeceği bir gaye-i kuvva vardır! Nasıl ki bir insanın hüsn-ü teşekkülü için birtakım mâkul ve tabii hatlar vardır. Eğer bu hatlarda gayri tabiîlik olursa, eğer teşekkülü beşeride bu hatların tecavüz edilmesi mevzuubahis olursa o zaman karşınızda ya sıfıra müncer olmuş bir cüce, veyahut dev gibi bir şey görürsünüz! Teşekkülü insanî için böyle olduğu gibi insanlardan mürekkep olan cemiyetlerde de bu kaide aynen baki ve caridir.

Efendiler! Birkaç asır evvelki vaziyetimize irca-ı nazar buyurunuz: Afrikalar, Suriyeler, Iraklar, Makedonyalar, Bulgaristan, Sırbistan ve ilâ-ahır... Bütün bu aksam-ı memaliki nazarı dikkate alınız. Ve ondan sonra bugünkü vaziyetimizi nazar-ı dikkate alınız. Efendiler, bütün bu muhit, bu vâsi daire içersinde iklimi muhtelif ve orada sakin olan akvamın tabayii muhtelif, her şey muhtelif olduktan sonra bunların heyeti umumiyesini bir imparatorluk altında bulundurmak ve yaşatmak mümkün müydü?

Tabiata, akla ve kanun-u tabiata mugayir olduğundan dolayı neticenin ne olduğunu görüyorsunuz! Herhalde Afrika’da başka, Suriye’de başka bir şey olacak, Irak’ta başka bir şey olacak, her yerde başka bir şey olacak, bizim muhitimizde başka bir şey olacak!.. Bunların birinin diğerine benzetilmesi, benzetilmeğe kalkışılması doğru değildir. Fakat islâm olan içtimai kütlelerin, dediğim tarz-ı tabiîde taazzuv ve teşekkülünü ve muhafaza-i istiklâlini temenni ederek imrar-ı hayat eylemesini ve mesut olmasını tekrar ediyorum- kendi saadetimiz gibi telâkki eden bir milletiz.”

***

Bazı kelimeleri ve terkipleri açıklayacağım:

muhitat-ı muhtelife: Değişik muhitler
Münceli: Tecelli eden
gaye-i kuvva (burada): Gücün sınırı.
Taazzuv: Şekillenme.
İmrar-ı hayat: Hayatını sürdürmesi.
Mustafa Kemal, Müslümanları kendisinden görmüş ve onların imrar-ı hayatını temeni etmiştir ve bundan mutluluk duyacağını belirtmiştir. Aması var, yukarıdaki izahında.. Herkes kendi hayatını kursun ve birbirimize karışmayalım!

Ve daha yukarıda neden bu kadar milletin bir arada yaşayamayacağını veciz olarak anlatıyor.

Pan-İslâmizm hayaldir
ve sonu da hüsrandır..

Abdülmecid açılımı ne getirdi?

“Büyük açılımcı” diye Abdülmecid’i anıyorlar. Abdülmecid Avrupalıların dayatmaları üzerine “açılım”  yapmıştı.

Şimdiki hükümet de “Kopenhag Kriterleri” diyerek Avrupa Birliğinin dayatmalarını üçerine açılım yapıyor... Maksat “PKK açılımı”dır. “Açılım” başlıyla yaptıkları diğer açılımların hepsi  “PKK açılımı”na destektir. Önceden de yazdığım gibi, milletin tepkisini azaltmaktır.

Abdülmecid’in açılımı adım adım Osmanlı’yı yıkmıştır. Osmanlı topraklarından kaç devlet çıktı biliyor musunuz? Tahmin edemezsiniz... Tam 50 devlet ve otonom bölge çıkmıştır.

Abdülmecid zamanı (1823-1861) Osmanlı toprağında başkalarının hükmünün geçmeye başladığı zamandır. Bu hükmü pekiştiren de birincisi Gülhane Hatt-ı Hümayunu (Tanzimat Fermanı) (3 Kasım 1839), bu yetersiz görülünce yine Batının bastırmasıyla Islahat Fermanı yürürlüğe konulmuştur (18 Şubat 1856).

Mustafa Kemal bu zorlama “açılımlar”ın ne manaya geldiğini şöyle açıklıyor:

 “Bütün Avrupa hükümetlerini düşününüz. Müttehide-i Amerika’yı teşkil eden birçok hükümetlerden her birinin şekli kanunisi bile başka başka şeylerdir. Binaenaleyh kendimizi dünyada mevcut bulunan herhangi bir hükümete benzetmek kadar hata olamaz. Bunu tashih etmek muvafık olur zannederim. Biz kendi benliğimiz içinde ve kendi mizaç ve tabiatimizle terakki ediyoruz, ve edeceğiz inşallah!.. Şimdi devam edelim. Size bir tablo yapacağım. Sultan Mahmud-u Adlî devrinde ve ondan sonra Sultan Abdülmecit zamanında belki Reşit Paşaların teşvikiyle, daha doğrusu dâhil-i memlekette isyan ocağını körüklemekte olan anasır-ı gayrimüslimeyi memnun etmek zaruretinden, bunların memnuniyetini iltizam eden Avrupa’nın ve garbın karşısında bir şey yapmak lâzım geldi. Gülhane Hattı Hümâyunu meydana çıktı. Bu Gülhane Hattı Hümâyunu Devleti Aliye-i Osmaniye’ye cihet-i tatbikiyesi itibariyle ıslahat-ı hakikîye denecek derecede bir semere vermedi. İsyan-ı dahilî devam ediyordu. Haricin tazyikatı vesaire devam eyliyordu. Biliyorsunuz, Kırım’da Paris’te müsalâha neticesinde tekrar bir ıslahat fermanı vücude getirmek lâzım geldi. Bu fermanlar muhteviyatını bir an için hatırlayınız: Birincisinde emniyetten bahsolunuyordu, ikincisinde tebaa-i Osmaniye’nin hürriyet ve müsavatı mevzuubahis idi. Gerçi, Salâhattin Beyefendinin bilmünasebe, müsavata şu kadar bin sene evvel, mazhariyetimizi beyan buyurmuş olmalarına rağmen, devletin teşkilât-ı esasiyesinde kanun olarak veyahut ferman olarak ilk defa o zaman telâffuz edildi. Bu da arzuy-u ağyar-ı tatmin edemedi. Onu mütaakıp Sultan Aziz zamanında Âli ve Fuat Paşaların himmetiyle bazı ıslahat-ı adliye yapıldı. Fakat netice-i müsbite yok idi, görülemiyordu. Bunu temin gayesine matuf bir ferman-ı hümâyun daha çıktı, işte bu ferman-ı hümâyunda bir Meclis mevzuubahis oldu. Fakat bu Meclis mevzu ıslahatı takip ve teftişe hizmetle muvazzaf oldu. Avrupalılar, bu Meclisin islâm ve hıristiyan azadan mürekkep olmasını talebettiler. O dakika-i tarihiyeyi çok kuvvetli hatıratla düşününüz Efendiler! Dâhilden isyan, hariçten tazyik devam ediyordu. Makam-ı saltanatı işgal eden zat, israfat-ı bî-nihaye ile meşgul ve mecnundu. İşte o zaman bazı erbab-ı hamiyet, milletin selâmet-i hayatiyesini temin edecek bir kanun talebine kıyam cüretinde bulundular ve en nihayet saraya hücum ettiler. Sultan Aziz’in intiharı üzerine Sultan Murat geçti. O da iki üç günde tecennün etti. Ondan sonra Sultan Hamit tahta geçti. Sultan Hamit tahta geçtiği zaman Avrupalılar Bosna ve Hersek memleketini ellerine geçirmek, ıslahatın behemehal iki ay zarfında tatbikini temin etmek için tazyikatta bulundular. Artık Avrupalılar bu Devleti Osmaniye’nin başlıbaşına kendisini idareye gayri muktedir telâkki edilmesi lâzım geldiğini ve binaenaleyh tahtı vesayete almak icabettiğini katî bir surette beyan ettiler!.”

***

Avrupa Tanzimat  ve Islahat fermanlarını yürürlüğe koydurdu. Gayrimüslimleri öne çıkardıktan sonra Osmanlı’nın artık yeteri kadar gevşediğini ve kendi kendini idare edemez hâle geldiğini görmüş, bir vâsi tayin etmek gerektiğini söyleme cür’etini göstermiştir.

Keşke Recep Tayyip Erdoğan, Mustafa Kemal’i yeteri kadar inceleseydi., Mustafa Kemal ne İslâm birliğine, ne hilâfete bir şey diyor. Kimseyi kötülemiyor sadece şartları belirtiyor.

Abdülmecid’in açılımlarının da Osmanlı’yı nereye sürüklediğini çok açık anlatmıştır

Avrupa, Osmanlı zamanında Gayrimüslimleri ve uzaktaki Müslüman ülkeleri ana gövdeden ayırdı. Şimdi sıra “millet”in kendisine geldi; hükümet illâ  “açılım” illâ “açılım” derken bunu görmeli ve boynundaki ABD, AB boyunduruğunu silkeleyip atmalıdır.



Aslan Tekin

http://twshot.com/5094
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...