Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
Guc, cesurca hedefi gormektir !
Ona:
"Ordu Yok!" dediler;
"Kurulur" dedi.
"Para Yok!" dediler;
"Bulunur" dedi.
"Dusman cok" dediler;
"Yenilir" dedi.
Ve butun dedikleri oldu.
O,
1881'de Makedonya'nin denize acildigi, kozmopolit bir liman olan Selanik'te dogdu. Ve 1938'e kadar Turkler'in kaderini tamamiyla degistirdi. Ozgurluklerini ellerine verdi. Ve bugun dahili ve harici bedhahlarla (:Kötülük isteyen, kötü yüreklilerle), emperyalizmle olan mucadelemizde onun fikirleri, onun dusunceleri, devrimleri ulkenin ve dunyanin gelismesi yolunda bizlere isIk tutuyor, bizlere yol gosteriyor ve butun bu dahili bedhahlara ragmen ulkeyi cagdas ulkeler duzeyine cikartiyor.
O,
Gerek dunya tarihinde, gerekse Turk tarihinde gelmis gecmis en onemli ve tarih cizgisini degistiren devlet adamlarindan biri...
O,
ATATURK...
1938 yilina kadar Turkiye icin yapmak istediklerinin belki yarisini belki de yansindan da azini gerceklestirdi. Onun Turkiye ile ilgili ozlemleri vardi. Onun ozlemindeki Turkiye'de:
CUMHURIYET
Cumhuriyet erdemdir
Ahlâka dayanan bir yonetim
Ileriye donuk
Yenilige donuk
Kosar adim
Ve en uygun yonetim Turk'un yapisina (1924)
MILLET
Turk milleti kararlidir cagdas uygarligi yakalamaya uluslar arasi yasam savasinda (1925)
MILLIYETCILIK
Yuzyillardi yaratan bu ulusal ruhu Turk cocugu tanidikca atalarini, cosacaktir; buyuk isler basaracaktir. Bunun sonucu olarak kendinde kuvvet bulacaktir
ADALET
Yargilar zamanla degisebilir Bu yadsinamaz. Ama ulus, hizli ve keskin adalet ister. Her turlu etkiden uzak, insan emegine saygili, ozgur ve uygarca (1924)
DEVRIM
Devrimler, Ulusun esenligi adina halk adina yapilir. Yasamimizda eger harika varsa, su iyi biline ki bunun sahibi halktir. Mutlu devrimlere Karsi gelenler varsa onlari aydinlatmak, Ulusal gorevidir aydinlarin (1925)
ORDUMUZ
Iste bu Turk ordusu Ulusun gogsunu kabartan Turk gucunun ve yurtseverliginin birlesimi; celikten bir dunya, disiplinli, kulturlu, bir okul, bir kit'asi, denk bir kit'ayi yener. Iki katini ise durdurur. Yerine civiler (1924)
EGITIM
Bir ulusun kurtulusu, basarisina baglidir. Egitimde cagdas egitim ve toplumumuza uygun egitim bunlardir esas noktalari egitimdeki zaferimizin. (1924)
BIZIM
Dunyada her sey icin maddiyat icin, maneviyat icin en gercek yol gosterici ilimdir; fendir. Bunun disinda yol gosterici aramak; bilmezliktir; yanilmaktir; sapkinliktir. (1925)
GENCLIK
Ey yukselen yeni nesil! Yarinlar sizindir.. "Cumhuriyeti biz kurduk O'nu, sonsuza kadar yasatacak sizsiniz." Siz insanlik onurunun ve vatan sevgisinin, fikir ozgurlugunun sembolusunuz; yorulasiniz bile beni izleyeceksiniz.
KADIN
Sen; yerde surunmeye degil, omuzlar ustunde yukselmeye layiksi. Kadinlarimiz, eger ulusun anasi olmak istiyorlarsa daha cok aydin daha cok bilgili olmak zorundadirlar. Hicbir ulusun kadini "TURK KADINI" kadar Ulusunu, Kurtulusa ve zafere goturmemistir (1923)
BASIN
Basin, Ortak sesidir bir ulusun. Ulusu aydinlatan odur. Mutluluga dogru goturen odur. O bir guc, bir okul o. Basin bir onderdir. (1922)
OGRETMENLER
Okullarimizda ogretme gorevi guvenilir ellerde, en saygili en fedakâr ogretmenlerde. Ulusal ahlâkimizi cagdas fikirlerle besleyen, guclendiren; guzel sanatlari seven sevdiren, en saygideger ogretmenlerde bilime onem veren, hurafelerden uzak; fikren ilmen ve bedenen guclu ogretmenlerde O ogretmenler ki ve yalniz milletleri kurtaranlardir. (1924)
SON BIR ISTEGI :
EY TURK HALKI, Sonsuzluga giden her on yilda en buyuk bayramini Cumhuriyet Bayramini kutlamani diliyorum. Daha buyuk onurlarla. Daha buyuk mutluluklarla. Huzur icinde, refah icinde (Nutuk. 1923)
Ataturk bu isteklerinin, ozlemlerinin belki bir kismini gerceklestirdi ama Turkiye bugun hala onun ozledigi Turkiye olamadi. Bu biz genclerin ve bizden sonra gelecek olan nesillerin, tum Turk vatandaslarinin gorevidir. Bu gorevi yuklenecek ve sonsuza dek yurutecek olan bugunun ve yarinin gencleri; nesilden nesile tasiyacaklari Ataturk'un ilke ve inkilâplarina, uzay-bilgi cagindaki yenilikleri de ekleyerek, Onun duygu ve dusuncelerini gerceklestirmeli ; ve bu gayret, ulkemizi diger dunya devletlerinin ust duzeyine cikarmak icin butun gucuyle calisma olmalidir. Ozlenen Turkiye'nin gerceklesmesi, hem kendi ruhumuzda hem de Ulu Onder Ataturk'un ruhunda sonmeyen mesale olacaktir.
“Atatürk diktatördür’ diye buyurmuş, çağdaş görünüşlü kadın yazar!
CNN Türk’te yayımlanan “Dört Bir Taraf” programında Nagehan Alçı adlı yazar, “Atatürk diktatördü” diye buyurmuş…
***
Atatürk nasıl bir diktatörse, iki sözünden biri “ulusal egemenlik”ti.
Nasıl bir diktatörse, başarıyla çıktığı Kurtuluş Savaşı’ndan sonra halk onu “padişah” yapmak isterken, o Cumhuriyet’i, yani “halkın üstünlüğü”ne dayanan rejimi kurdu.
Nasıl diktatörse, Padişah’ın çıkarlarını korumakla görevli Bab-ı Âli Hükümeti’ni yıktı ve yoluna en küçük illerden bile temsilci gönderilen Türkiye Büyük Millet Meclisi ile devam etti.
Nasıl bir diktatörse, 16 Ekim 1923′te Arifiye’de, bütün güç ve egemenliğin halktan kaynaklandığını ve halka dayandığını haykırdı.
Nasıl bir diktatörse, “Tanrısal bir hukuka dayalı bir mutlakiyet yönetimi”nin yerine “Halk iradesine dayalı Cumhuriyet”i koydu…
Nasıl diktatörse, “Bizim bildiğimiz demokrasi siyasidir, onun amacı, milletin, yönetenler üzerindeki denetimi sayesinde, siyasal özgürlüğü sağlamaktır” dedi.
Nasıl diktatörse, “Demokrasi, memleket aşkıdır, aynı zamanda babalık ve analıktır” diyerek demokrasiye övgüler düzdü.
Nasıl diktatörse, demokrasiyi “eşitseverlik” olarak tanımladı.
Nasıl diktatörse, kurduğu devleti, “Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına dayalı bir devlettir” diye dünyaya ilan etti.
***
Atatürk nasıl bir diktatörse, dönemin bütün düşünürleri onu “gerçek demokrat” diye ayakta alkışladı.
Nasıl bir diktatörse, İngiliz düşünür Herbert Sidebotham, “Eğer demokrat diye bir şey varsa Atatürk demokrattır. Atatürk iradesinin ruhu, gerçekten demokrat olmasaydı ve bu ruh bütün halkı etkilememiş bulunsaydı, inkılâplar gerçekleşebilir miydi? Türk aydınları, halkın iyiliği için çalışan demokrasiyi, “halkçılık’ olarak niteliyorlar ki, bu konuda Atatürk’ün yönetimi, bazı Batı demokrasilerini utandırabilir” diye yazdı.
Nasıl diktatörse, ünlü Fransız hukukçusu Prof. Maurice Duverger, “Cumhuriyet Halk Partisi’nin tekliği, milletin eğitimi için zorunlu bir geçişti. Asıl amaç, çok partili bir rejim ve serbest seçim usulüydü. Mustafa Kemal, Devlet Başkanlığı zamanında iki kere çok partili rejimi denediyse de başarı elde edemedi; henüz şartlar gerektiği kadar gelişmemişti” diyerek gerçekçi bir yorum yaptı.
***
Atatürk’ün ölümünden tam 73 yıl sonra, kendi tarihini yabancılar kadar bile bilmeyen, üstelik bugün mesleğini yapabilmesini bile Atatürk’e borçlu olan kadın bir gazeteci çıkıyor, “Atatürk diktatördü” diyor!
Yazıklar olsun!
***
Bir çift söz de şöhret peşindeki bu kadının hezeyanlarının her hafta topluma ulaşmasına aracılık eden sevgili ağabeyim ve Eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen’e:
Orada ne işin var abi?
Ortak değerlerimize her hafta küfredilmesine “aracılık etmek” ağırına gitmiyor mu?
****
AĞAOĞLU’NA SORULAR?
Son yıllarda yaptığı lüks konutlarla tanınan ünlü müteahhit Ali Ağaoğlu, Van depreminden sonra ortaya çıktı, büyük bir cesaretle “Geçmişte ben de sağlam olmayan konutlar yaptım” diye özeleştiride bulundu.
İyi de itiraf etmekle her şey bitiyor mu Ali Bey?
Bu durumda, hâlen o binalarda oturan binlerce insanın can güvenliğini sağlamak da size düşmüyor mu?
Bu konutlar nerede ve içlerinde kaç kişi yaşıyor?
Madem dayanıksız olduklarını kabul ediyorsunuz; bugünden tezi yok o konutlarda oturan insanları yeni yaptığınız güvenlikli binalara taşımanız, en kısa zamanda o çürük binaları yıkmanız, aynı yerde, aynı kat sayısında ve aynı daire büyüklüğünde yeni binalar yapıp sahiplerine teslim etmeniz gerekmiyor mu?
Bu; sizin o insanlara borcunuz değil mi?
Olası bir depremde o binaların yıkılması durumunda, bugünkü itirafınızla sorumluluktan kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz?
****
GÜNÜN SORUSU
Fikir kimden çıktı bilmiyorum; ama 10 Kasım gecesi saat 19.38′de ışıkların üç dakika süreyle söndürülmesi için başlatılan kampanya hızla büyüyor… Sorum bizi yönetenlere:
Depremi gerekçe göstererek, ışık söndürme eylemlerinin iptalini de kararlaştıracak mısınız?
****
Üniversitelerde insanı dehşete düşüren ayırımcılık!
CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Tunceli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Durmuş Boztuğ’u “Fethullah Gülen Cemaati’nin adamlarını okula yerleştirmekle ve Alevi kökenli öğretim üyelerini tasfiye etmekle” suçlamış…
Tunceli Üniversitesi’nde olup bitenler konusunda özel bir bilgiye sahip değilim.
Ancak son iki yılda konferans vermek için 20′ye yakın üniversiteye gittim. Yarısından fazlasında benzer şikâyetler duydum.
F tipi hocalar hızla yükseliyor…
Atatürkçü ve sol eğilimli öğretim üyeleriyle Alevi kökenli olanlar ya kızağa çekiliyor ya da üniversitelerden gönderiliyor.
***
Normal koşullarda bu iddiaları araştıracak ve sonuca bağlayacak olan makam Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)’dur. Ama; YÖK’ün bugünkü yapısına bakınca, üniversitelerdeki bu kadrolaşmanın zaten bu kurumdan kaynaklandığı açık bir şekilde görülüyor…
Demek ki emniyetteki, yargıdaki, medyadaki “etnik köken dedektifliği” mikrobu, üniversitelere de bulaşmış…
Bundan sonra olacakları düşünmek bile istemiyorum!
Mustafa Mutlu
03 Kasım 2011
http://www.kemalistler.org/ataturk-diktatordur-diye-buyurmus-cagdas-gorunuslu-kadin-yazar.html/
***
Atatürk nasıl bir diktatörse, iki sözünden biri “ulusal egemenlik”ti.
Nasıl bir diktatörse, başarıyla çıktığı Kurtuluş Savaşı’ndan sonra halk onu “padişah” yapmak isterken, o Cumhuriyet’i, yani “halkın üstünlüğü”ne dayanan rejimi kurdu.
Nasıl diktatörse, Padişah’ın çıkarlarını korumakla görevli Bab-ı Âli Hükümeti’ni yıktı ve yoluna en küçük illerden bile temsilci gönderilen Türkiye Büyük Millet Meclisi ile devam etti.
Nasıl bir diktatörse, 16 Ekim 1923′te Arifiye’de, bütün güç ve egemenliğin halktan kaynaklandığını ve halka dayandığını haykırdı.
Nasıl bir diktatörse, “Tanrısal bir hukuka dayalı bir mutlakiyet yönetimi”nin yerine “Halk iradesine dayalı Cumhuriyet”i koydu…
Nasıl diktatörse, “Bizim bildiğimiz demokrasi siyasidir, onun amacı, milletin, yönetenler üzerindeki denetimi sayesinde, siyasal özgürlüğü sağlamaktır” dedi.
Nasıl diktatörse, “Demokrasi, memleket aşkıdır, aynı zamanda babalık ve analıktır” diyerek demokrasiye övgüler düzdü.
Nasıl diktatörse, demokrasiyi “eşitseverlik” olarak tanımladı.
Nasıl diktatörse, kurduğu devleti, “Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi esasına dayalı bir devlettir” diye dünyaya ilan etti.
***
Atatürk nasıl bir diktatörse, dönemin bütün düşünürleri onu “gerçek demokrat” diye ayakta alkışladı.
Nasıl bir diktatörse, İngiliz düşünür Herbert Sidebotham, “Eğer demokrat diye bir şey varsa Atatürk demokrattır. Atatürk iradesinin ruhu, gerçekten demokrat olmasaydı ve bu ruh bütün halkı etkilememiş bulunsaydı, inkılâplar gerçekleşebilir miydi? Türk aydınları, halkın iyiliği için çalışan demokrasiyi, “halkçılık’ olarak niteliyorlar ki, bu konuda Atatürk’ün yönetimi, bazı Batı demokrasilerini utandırabilir” diye yazdı.
Nasıl diktatörse, ünlü Fransız hukukçusu Prof. Maurice Duverger, “Cumhuriyet Halk Partisi’nin tekliği, milletin eğitimi için zorunlu bir geçişti. Asıl amaç, çok partili bir rejim ve serbest seçim usulüydü. Mustafa Kemal, Devlet Başkanlığı zamanında iki kere çok partili rejimi denediyse de başarı elde edemedi; henüz şartlar gerektiği kadar gelişmemişti” diyerek gerçekçi bir yorum yaptı.
***
Atatürk’ün ölümünden tam 73 yıl sonra, kendi tarihini yabancılar kadar bile bilmeyen, üstelik bugün mesleğini yapabilmesini bile Atatürk’e borçlu olan kadın bir gazeteci çıkıyor, “Atatürk diktatördü” diyor!
Yazıklar olsun!
***
Bir çift söz de şöhret peşindeki bu kadının hezeyanlarının her hafta topluma ulaşmasına aracılık eden sevgili ağabeyim ve Eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen’e:
Orada ne işin var abi?
Ortak değerlerimize her hafta küfredilmesine “aracılık etmek” ağırına gitmiyor mu?
****
AĞAOĞLU’NA SORULAR?
Son yıllarda yaptığı lüks konutlarla tanınan ünlü müteahhit Ali Ağaoğlu, Van depreminden sonra ortaya çıktı, büyük bir cesaretle “Geçmişte ben de sağlam olmayan konutlar yaptım” diye özeleştiride bulundu.
İyi de itiraf etmekle her şey bitiyor mu Ali Bey?
Bu durumda, hâlen o binalarda oturan binlerce insanın can güvenliğini sağlamak da size düşmüyor mu?
Bu konutlar nerede ve içlerinde kaç kişi yaşıyor?
Madem dayanıksız olduklarını kabul ediyorsunuz; bugünden tezi yok o konutlarda oturan insanları yeni yaptığınız güvenlikli binalara taşımanız, en kısa zamanda o çürük binaları yıkmanız, aynı yerde, aynı kat sayısında ve aynı daire büyüklüğünde yeni binalar yapıp sahiplerine teslim etmeniz gerekmiyor mu?
Bu; sizin o insanlara borcunuz değil mi?
Olası bir depremde o binaların yıkılması durumunda, bugünkü itirafınızla sorumluluktan kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz?
****
GÜNÜN SORUSU
Fikir kimden çıktı bilmiyorum; ama 10 Kasım gecesi saat 19.38′de ışıkların üç dakika süreyle söndürülmesi için başlatılan kampanya hızla büyüyor… Sorum bizi yönetenlere:
Depremi gerekçe göstererek, ışık söndürme eylemlerinin iptalini de kararlaştıracak mısınız?
****
Üniversitelerde insanı dehşete düşüren ayırımcılık!
CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Tunceli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Durmuş Boztuğ’u “Fethullah Gülen Cemaati’nin adamlarını okula yerleştirmekle ve Alevi kökenli öğretim üyelerini tasfiye etmekle” suçlamış…
Tunceli Üniversitesi’nde olup bitenler konusunda özel bir bilgiye sahip değilim.
Ancak son iki yılda konferans vermek için 20′ye yakın üniversiteye gittim. Yarısından fazlasında benzer şikâyetler duydum.
F tipi hocalar hızla yükseliyor…
Atatürkçü ve sol eğilimli öğretim üyeleriyle Alevi kökenli olanlar ya kızağa çekiliyor ya da üniversitelerden gönderiliyor.
***
Normal koşullarda bu iddiaları araştıracak ve sonuca bağlayacak olan makam Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK)’dur. Ama; YÖK’ün bugünkü yapısına bakınca, üniversitelerdeki bu kadrolaşmanın zaten bu kurumdan kaynaklandığı açık bir şekilde görülüyor…
Demek ki emniyetteki, yargıdaki, medyadaki “etnik köken dedektifliği” mikrobu, üniversitelere de bulaşmış…
Bundan sonra olacakları düşünmek bile istemiyorum!
Mustafa Mutlu
03 Kasım 2011
http://www.kemalistler.org/ataturk-diktatordur-diye-buyurmus-cagdas-gorunuslu-kadin-yazar.html/
Tarih kitaplarımızda yazılmayan Amerika gerçeği
Yunanlıların İzmir’in İşgalinde ABD Bayrağı15 Mayıs 1919. |
Venizelos İzmir’de ABD ve İngiliz bayrakları eşliğinde konuşuyor.. |
Erzincan adliyesi önü, Pankartta Fransızca olarak "Yaşasın Wilson Prensiplerinin 12. Maddesi yazıyor. 24 Eylül 1919 |
Bandırma’da ABD ve Yunan bayraklarıyla işgalcileri karşılama töreni Temmuz 1920 |
9 Eylül günü Yunanlılar İzmir'den kaçmaya çalışıyor. Fotoğrafı çeken teknedeki çizgili ABD bayrağını tanıdınız mı? |
İstiklal savaşı günlerinde Boğaz’da ABD destroyeri |
-
Türk İstiklal Savaşı ve Amerika
Türk Gençliğine, ilkokul eğitiminden başlayarak üniversite eğitiminin sonuna kadar gördüğü bütün tarih derslerinde Osmanlı Devleti’ni Sevr Anlaşması ile bölmeye ve sömürge hale getirmeye çalışan en büyük düşmanların İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Ermeniler (Ermeniler bu süreçte daha devlet kuramamışlardır. Batılı devletlerden aldıkları destekle birlikte Sevr Anlaşmasında gösterilen topraklarda bir Büyük Ermenistan Devleti kurulması için çalışıyorlardı.) olduğu öğretilmiştir ve hala öğretilmektedir.
Bu bilgiler doğru ancak eksiktir.
Çünkü Millî mücadele sürecinde Amerika;
Türkiye’yi işgal etmek ve Sevr Anlaşması ile Wilson ilkelerini geçerli kılmak için Türk Topraklarına 1 tümen asker, yüzlerce misyoner, casus, istihbarat görevlisi, üst düzey komutanlar ve savaş gemileri göndermiş hatta kendi işgalini kolaylaştırarak meşrulaştıracak bazı insanları da satın almıştır.
Türkiye’yi işgal etmek ve Sevr Anlaşması ile Wilson ilkelerini geçerli kılmak için Türk Topraklarına 1 tümen asker, yüzlerce misyoner, casus, istihbarat görevlisi, üst düzey komutanlar ve savaş gemileri göndermiş hatta kendi işgalini kolaylaştırarak meşrulaştıracak bazı insanları da satın almıştır.
Amerikan işgali öyle bir hal almıştır ki bir kısmı Dolmabahçe Sarayı’nın önüne demirlerken bazı gemiler ise bölgeyi kontrol altında tutması ve bilgi toplaması için Samsun’a gönderilmiştir.
İşin garibi ise; İstanbul'da İngiliz gemilerinin, İzmir'de Yunan Gemilerinin Marmara ve Ege açıklarında yanında duran Amerikan Gemilerinin, 1. Dünya Savaşında Trabzonun işgalinde de, Rus gemileri ile Kardeniz açıklarında bulunmasıdır.
Bize anlatılan tarihte; bunca kaynağa ve fotoğrafa rağmen 1. Dünya Savaşı ve Türk İstiklâl Savaşı'nda Amerika kelimesinin bile bulunmaması bir başka dikkat çekici husustur.
1918 yılından 1923 yılına kadar Türk denizlerinde bulunan Amerikan gemileri ve bulunduğu bölgeler şunlardır:
1. USS Alden (İstanbul- Samsun)
2. USS Arizona (İzmir- İstanbul- Batum)(2. Dünya savaşındaPearlHarbour'da Japonların bombaladığı gemi)
3. USS Noma (İstanbul)
4. USS Martha Washington (İstanbul)
5. USS Dyer (İzmir- İstanbul)
6. USS Du Pont (İstanbul)
7. USS Whipple (İstanbul)
8. USS Roper (İstanbul- Samsun- Trabzon- Batum)
9. USS Fox (İstanbul- Karadeniz)
10. USS Gregory (İzmir- İstanbul- Batum)
11. USS Luce (İzmir- İstanbul- Karadeniz)
12. USS Manley (İzmir- İstanbul- Karadeniz)
13. USS Tattnall (İstanbul)
14. USS Humphreys (İstanbul- Marmara- İzmit)
15. USS Sands (İstanbul- Samsun- Trabzon- Batum)
16. USS Sturtevant (İstanbul- Samsun- Trabzon)
17. USS McFarland (İstanbul- Karadeniz)
18. USS Kane (İstanbul)
19. USS Hatfield (İstanbul)
20. USS Bainbridge (İstanbul)
*Bu bilgiler Hulki Cevizoğlu, 1919’un Şifresi (Gizli ABD İşgalinin Belge ve Fotoğrafları), Ceviz Kabuğu Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2007” isimli kitaptan iktibâs edilmiştir.
.
.
İRBEÇ'e Kulak Verin, Ne Diyor !..
Prof.
Dr. Yusuf Ziya İrbeç, 23. Dönem AKP Antalya Milletvekili…1959
Antalya doğumlu…İktisatçı, Dış Politika Uzmanı ve Öğretim Üyesi;
Viyana İktisat Üniversitesi'ni bitirdi.
Yüksek
lisans ve doktorasını aynı üniversitede tamamladı. Viyana
Diplomat Akademisi'nde ihtisas yaptı. Doçent ve Profesör oldu.
Birçok üniversitede öğretim üyesi olarak ders verdi.
Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde Dekan Yardımcılığı, Çankaya Üniversitesi'nde Bölüm Başkanlığı, Beykent Üniversitesi'nde Dekanlık, Rektör Yardımcılığı ve Rektörlük, Bahçeşehir Üniversitesi'nde Uğur Eğitim Kurumları Başkanvekilliği, Uluslararası Balkan Üniversitesi'nde Kurucu Rektörlük görevlerinde bulundu. TOBB ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nda; KEİPA, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Ankara Ticaret Odası'nda yönetici ve danışman olarak görev yaptı. Yurtiçi ve dışında 100'ün üzerinde bilimsel makalesinin yanı sıra 3 kitabı yayınlandı. 23. Dönem'de Türkiye-AB KPK Üyesi oldu. Çok iyi düzeyde Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca ve Arapça, orta düzeyde Rusça bilen İrbeç’in yurt içi ve yurt dışında 100’ün üzerinde bilimsel makalesinin yanı sıra 3 kitabı yayınlandı.
Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç, 21 Ocak 2011 günü, yaptığı bir basın toplantısıyla partisinden istifa etti. Basın açıklamasını tek kelimesini değiştirmeden aynen aşağıya alıyorum:
Bildiğiniz gibi, 22 Temmuz 2007’den beri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AK Parti Milletvekili olarak bulunmaktayım. Milletvekilliğinden önce, birçok üniversitede hem akademisyen, hem de rektör olarak çalıştım. Türkiye ve dünyadaki ekonomik ve politik gelişmeleri yakından takip eden, 7 yabancı dil bilen bir milletvekili olarak; AK Parti Ekonomik İşler Başkan Yardımcılığı ile TBMM Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkan vekilliği görevlerinde bulundum. Bu görevlerim sırasında, birçok uluslararası temaslarım oldu ve ülkemi en iyi şekilde temsil etmeye ve menfaatlerini korumaya çalıştım.
Vatanına, milletine ve manevi değerlerine bağlı bir milletvekili olarak; içinde bulunduğum partinin özellikle iç politikada takip ettiği stratejinin ülkemize getireceği zararlar konusunda endişelerim arttı. Çünkü takip edilen politikalar ile ülkemin ve milletimin sosyolojik, psikolojik ve coğrafik yönden bölünme sürecine sürüklendiğini üzüntü içinde görmekteyim. Bu endişelerimi, hem milletvekili arkadaşlarım arasında ferden, hem de parti toplantılarında defalarca ve alenen dile getirdim. Ancak, yaptığım görüşmelerin ve konuşmaların, keza ikazların hiçbir fayda getirmediğini üzüntüyle müşahede ettim. Bu kaygılarıma sebep olan hadiselerin başında, Başbakanın her konuşmasında toplumu ayrıştırmaya yönelik söylemleri gelmektedir. Şöyle ki; Sayın Başbakan 4 Ocak 2011 tarihli grup konuşmasında aynen şu cümleleri kullanmıştır:
“Ama biz, bu ülkedeki tüm etnik unsurları, dedik ya, Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Roman’ıyla, aklınıza ne gelirse hepsiyle, bunlar birer alt kimliktir ve bunlar kesrettir ve vahdette biz bunları topluyoruz.”
Sayın Başbakan bu tür söylemleri, milletimize verdiği zararları hesap etmeden alışkanlık haline getirmiştir. Davranışlarından da, bu alışkanlıklarından vazgeçmeyeceği açık bir şekilde görülmektedir. Buna karşın önceki başbakanlardan hiçbiri, devlet adamı sıfatı ve ciddiyetiyle, böyle bir söylemi benimsememiştir. Vatanına, milletine ve manevi değerlerine bağlı ve aynı zamanda milletinin fertleri arasında hiçbir ayırım gözetmeyen bir milletvekili sıfatıyla, Başbakana şahsen şu soruyu yöneltmek istiyorum:
“Sizden evvel bu milleti kim böldü de, siz bütünleştirmeye çalışıyorsunuz?”
Şahsen, milletin ismini telaffuz etmekten kaçınan bir tutuma karşı tepki vermek zorunluluğunu hissediyorum. Ülkemizin anayasal adı Türkiye’dir ve üzerinde vatandaş sıfatı ile yaşayan herkes Türk’tür. Bu bir alt kimlik değildir. Oysa Başbakan söylemlerinde milletimizi bütünleştirici bir unsur olan Türklüğü sürekli ve anlaşılmaz bir biçimde alt kimlik haline getirme çabası ve gayreti içindedir.
Ben, aynen Başbakan gibi, İmam Hatip Lisesinden mezun olmuş bir kişi olarak; Başbakanın benimsediği bu davranış ve söylemi sonucunda ortaya çıkan ayırımcılığın yüce dinimizde de yerinin olmadığını ifade etmek istiyorum.
Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde Dekan Yardımcılığı, Çankaya Üniversitesi'nde Bölüm Başkanlığı, Beykent Üniversitesi'nde Dekanlık, Rektör Yardımcılığı ve Rektörlük, Bahçeşehir Üniversitesi'nde Uğur Eğitim Kurumları Başkanvekilliği, Uluslararası Balkan Üniversitesi'nde Kurucu Rektörlük görevlerinde bulundu. TOBB ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu'nda; KEİPA, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Ankara Ticaret Odası'nda yönetici ve danışman olarak görev yaptı. Yurtiçi ve dışında 100'ün üzerinde bilimsel makalesinin yanı sıra 3 kitabı yayınlandı. 23. Dönem'de Türkiye-AB KPK Üyesi oldu. Çok iyi düzeyde Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca ve Arapça, orta düzeyde Rusça bilen İrbeç’in yurt içi ve yurt dışında 100’ün üzerinde bilimsel makalesinin yanı sıra 3 kitabı yayınlandı.
Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç, 21 Ocak 2011 günü, yaptığı bir basın toplantısıyla partisinden istifa etti. Basın açıklamasını tek kelimesini değiştirmeden aynen aşağıya alıyorum:
Bildiğiniz gibi, 22 Temmuz 2007’den beri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AK Parti Milletvekili olarak bulunmaktayım. Milletvekilliğinden önce, birçok üniversitede hem akademisyen, hem de rektör olarak çalıştım. Türkiye ve dünyadaki ekonomik ve politik gelişmeleri yakından takip eden, 7 yabancı dil bilen bir milletvekili olarak; AK Parti Ekonomik İşler Başkan Yardımcılığı ile TBMM Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkan vekilliği görevlerinde bulundum. Bu görevlerim sırasında, birçok uluslararası temaslarım oldu ve ülkemi en iyi şekilde temsil etmeye ve menfaatlerini korumaya çalıştım.
Vatanına, milletine ve manevi değerlerine bağlı bir milletvekili olarak; içinde bulunduğum partinin özellikle iç politikada takip ettiği stratejinin ülkemize getireceği zararlar konusunda endişelerim arttı. Çünkü takip edilen politikalar ile ülkemin ve milletimin sosyolojik, psikolojik ve coğrafik yönden bölünme sürecine sürüklendiğini üzüntü içinde görmekteyim. Bu endişelerimi, hem milletvekili arkadaşlarım arasında ferden, hem de parti toplantılarında defalarca ve alenen dile getirdim. Ancak, yaptığım görüşmelerin ve konuşmaların, keza ikazların hiçbir fayda getirmediğini üzüntüyle müşahede ettim. Bu kaygılarıma sebep olan hadiselerin başında, Başbakanın her konuşmasında toplumu ayrıştırmaya yönelik söylemleri gelmektedir. Şöyle ki; Sayın Başbakan 4 Ocak 2011 tarihli grup konuşmasında aynen şu cümleleri kullanmıştır:
“Ama biz, bu ülkedeki tüm etnik unsurları, dedik ya, Türk’üyle, Kürt’üyle, Laz’ıyla, Çerkez’iyle, Gürcü’süyle, Abaza’sıyla, Roman’ıyla, aklınıza ne gelirse hepsiyle, bunlar birer alt kimliktir ve bunlar kesrettir ve vahdette biz bunları topluyoruz.”
Sayın Başbakan bu tür söylemleri, milletimize verdiği zararları hesap etmeden alışkanlık haline getirmiştir. Davranışlarından da, bu alışkanlıklarından vazgeçmeyeceği açık bir şekilde görülmektedir. Buna karşın önceki başbakanlardan hiçbiri, devlet adamı sıfatı ve ciddiyetiyle, böyle bir söylemi benimsememiştir. Vatanına, milletine ve manevi değerlerine bağlı ve aynı zamanda milletinin fertleri arasında hiçbir ayırım gözetmeyen bir milletvekili sıfatıyla, Başbakana şahsen şu soruyu yöneltmek istiyorum:
“Sizden evvel bu milleti kim böldü de, siz bütünleştirmeye çalışıyorsunuz?”
Şahsen, milletin ismini telaffuz etmekten kaçınan bir tutuma karşı tepki vermek zorunluluğunu hissediyorum. Ülkemizin anayasal adı Türkiye’dir ve üzerinde vatandaş sıfatı ile yaşayan herkes Türk’tür. Bu bir alt kimlik değildir. Oysa Başbakan söylemlerinde milletimizi bütünleştirici bir unsur olan Türklüğü sürekli ve anlaşılmaz bir biçimde alt kimlik haline getirme çabası ve gayreti içindedir.
Ben, aynen Başbakan gibi, İmam Hatip Lisesinden mezun olmuş bir kişi olarak; Başbakanın benimsediği bu davranış ve söylemi sonucunda ortaya çıkan ayırımcılığın yüce dinimizde de yerinin olmadığını ifade etmek istiyorum.
Şimdiye
kadar, AK Parti içinde birlikte çalıştığım arkadaşlarımla ve AK
Parti’ye oy vermiş vatandaşlarımızla hiçbir sorunum olmamıştır.
Ancak, AK Partiye oy vermiş, aynı endişeleri taşıyan çok sayıda
milletvekili arkadaşlarımın ve vatandaşlarımızın olduğunu da
biliyorum. Tepkim, parti yönetiminin endişelerimi tetikleyen
birlik yerine bölünmeye taşıyan baskıcı politikalarınadır.
Açılım
politikalarının milletimizin yüreğinde Habur ve benzerleri ile
açtığı yara, hepimizin malumudur. Seçim sonrası yapılacak
anayasal değişiklikler ile milletimizin ve ülkemizin birlik ve
bütünlüğünün bozularak, bu yaranın daha da derinleşeceği
endişesini taşımaktayım. Şu anda gösterilen yoğun çaba, her türlü
hassasiyeti göz ardı ederek halk oylamasına ihtiyaç bırakmayacak bir
milletvekili sayısına ulaşmayı hedeflemektedir. Vatanın ve milletin
bütünlüğü üzerinde hiçbir şekilde parti politikası kabul
edilemez. Burada asıl olan, milletin birliğini ve bütünlüğünü
korumaktır.
Bu
duygu ve düşüncelerle, şimdiye kadar mensubu bulunduğum AK
Parti’den istifa ediyorum. Bu vesileyle bana oy vermiş veya
vermemiş olan bütün Antalyalı hemşerilerime şahsıma gösterdikleri
itimat, güven, destek ve teveccühlerinden dolayı şükranlarımı
sunar, görevimi bundan böyle de bir nefer olarak aynı hassasiyet
içinde sürdüreceğimi bilmelerini isterim.
Sayın İrbeç’in istifasını televizyonda haber olarak dinlemiş ancak basın toplantısının içeriğini öğrenememiştim. Ayrıntıyı aşağıdaki internet sitesinde buldum.
Sayın İrbeç’in istifasını televizyonda haber olarak dinlemiş ancak basın toplantısının içeriğini öğrenememiştim. Ayrıntıyı aşağıdaki internet sitesinde buldum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...