Atatürk’ün dünyaca kabul edilen ve bilinen bellibaşlı iki niteliğinden biri; “Milli Mücadele”, diğeri de “Çağdaşlaşma” hareketlerinin önderi olmasıdır. Nitekim 9 Eylül 1922’de, düşman denize dökülüp İzmir alındıktan ve Milli Mücadele Savaşı kazanıldıktan sonra, Atatürk’ün “Asıl iş şimdi başlıyor” sözleri ile “Ulusal Kurtuluş Hareketi”nin ikinci ve belki de esas aşaması olan “Çağdaşlaşma” hamlesine öncelik ve hız verdiğini biliyoruz.
Nitekim UNESCO’dan başlayarak birçok kuruluşların ve kişilerin çeşitli vesilelerle ve özellikle Atatürk’ün 100. Doğum Yıldönümü Programları dolayısıyla Atatürk’ün “Çağdaşlaşma önderi” niteliğini bir “evrensel” gerçek olarak kabul ettiklerini ve “Atatürkçülük”ü bir “Çağdaşlaşma İdeolojisi” olarak kabul eden görüşün Türkiye’de ve dış dünyada giderek yaygınlık kazandığını biliyoruz.
“Atatürkçü Çağdaşlaşma”nın memleketimizde devlet fikir ve ekonomi alanındaki sayısız somut neticelerini görmemek imkânsızdır. Bu çağdaşlaşmanın en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyetinin 61 yıllık döneminde çeşitli ve hatta bütün alanlarda sağlanan başarı ve ilerlemeleri; Devlet İstatistik Enstitüsünün ve çeşitli kurumların yayınladığı rakamlarda önümüze sermektedir.
Büyük Atatürk’ü milletçe bir kere daha anarken, bir “Çağdaşlaşma İdeolojisi” olan Atatürkçülüğün Türk Toplumunun çeşitli alanlarda gerçekleştirdiği köklü değişiklikleri ve bunun, alınan ve görünen somut sonuçlarını özetlemekte yarar görüyoruz.
Atatürkçü çağdaşlaşmanın en önemli ve köklü sonuçlarının “Devlet Yönetimi ve Rejim” konusunda gerçekleştirildiğine şüphe yoktur. Teokratik Osmanlı Devletinin yerine kurulan ve çağımızın ve demokrasinin gereklerine en uygun olan “Atatürk Cumhuriyeti”nin Ulusal Egemenliğe, Milliyetçilik, Halkçılık ve Lâiklik ilkelerine ve akılcı-bilimci esaslara dayandığını, bunun için de saltanatın ve halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, lâiklik ilkesinin bütün gerçekleri ile Anayasada yer alması gibi önemli inkılâpların yapıldığını, millî hâkimiyet prensibinin sonucu olan “çok partili rejim”in ülkemizde yerleştirilmesi için ise cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bu yolda birtakım denemelerin yapıldığını ve nihayet ülkemizin bugün gerçek anlamı ile “çok partili-pluralist” bir rejime kavuşturulduğunu biliyoruz.
Osmanlı dönemindeki kısmî modernleşme hareketlerinden farklı “total-bütüncü” bir çağdaşlaşma ideolojisi olan Atatürkçülük, sadece siyasal ve ekonomik değil, sosyal ve kültürel çağdaşlaşmayı da öngörmektedir.
Bu neden ile “Atatürkçü Çağdaşlaşma” uygulaması esnasında, ülkemizde her anlamda “çağdaş ve uygar bir toplum” yaratma çalışmalarının yapıldığını ve böyle bir toplum yaratmaya yönelik inkılâpçı uygulamaların gerçekleştirildiğini biliyoruz.
Kıyafet inkılâbı, kadın hakları, uluslararası takvim ve ölçü değişiklikleri ve soyadı kanununun kabulü gibi uygulamalar, Türkiye’de “Yeni Sosyal Düzen” yaratma amacını güden Atatürkçü çağdaşlaşmanın somut örnekleridir.
Diğer taraftan, Atatürkçü Milliyetçilikten esinlenen ve ülkemizde ulusal kültür ve eğitim anlayışı getirmek isteyen “Atatürkçü Çağdaşlaşma”nın Eğitim Birliği Kanunu, Yazı ve Dil inkılâbı ve yeni tarih anlayışı gibi inkilâpçı uygulamalarına tanık oluyoruz.
Fakat sosyal alanda en önemli çağdaşlaşma hareketinin ülkemizde gerçekleştirilen ve yerleştirilen “Yeni Hukuk Düzeni” olduğuna da şüphe yoktur. Lâik Cumhuriyet toplumunda, din esaslarına dayanan Hukuk Sisteminin yaşayamayacağı gözleminden hareket edilerek, Lâik Hukuk kabul edilmiş, bunun da temel taşı 4 Ekim 1926’da kabul edilen Türk Medenî Kanunu ile, Türk Borçlar Kanunu olmuştur. Yeni Medenî Kanunda aile alanı ile miras konusunda erkeğin bütün ayrıcalıkları kaldırılmış, kadın ve erkek arasında mutlak eşitlik sağlanmıştır.
Lozan Antlaşmasının 48. maddesi Türkiye’de Müslüman olmayan halkın Şahıs ve Aile Hukuku konularının kendi geleneklerine göre çözümüne müsait olduğu halde, Türk Medenî Kanununun kabulü karşısında, Türkiye’deki Müslüman olmayan topluluklar, Lozan Antlaşmasının kendilerine verdiği haklardan vazgeçtiklerini ve Türk Medenî Kanunu hükümlerine uymak istediklerini bildirmişlerdir, İsviçre Medenî Kanunu kısa bir sürede ulusallaşmış, Türk hâkimi bu kanuna kendi ruhunu vermekte çok usta davranmıştır. Birçok batılı, Türk inkılâbının hukuk alanındaki bu başarısını hayranlıkla karşılamıştır. Kadınların siyasal hayata katılmalarının 1930 ve 1934 yıllarında gerçekleştirildiğini, 5 Aralık 1934’ te yapılan Anayasa değişikliği ile kadına milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanındığını görüyoruz. Hukuk inkılâbının temeli olan kadın-erkek eşitliğinin şehirleşme ve sanayileşme geliştikçe bütün alanlarda gerçekleşeceğine şüphe yoktur. “Atatürk Devletçiliği” nin ülkemizde endüstri kurmak ve sosyal adalet gereklerine uygun bir düzen yaratmak işini yüklendiğini biliyoruz.
30 Ekim 1984 günü, Mürted ovasında, günümüzün çok güçlü teknik özelliklerine sahip F-16 savaş uçağını üretecek fabrikanın temelinin atılması, çağdaş teknolojinin en önde gelenlerinden biri olan havacılık teknolojisini memleketimize getirmenin mutlu ve anlamlı bir olayı olmuştur.
Bu girişim, aynı zamanda “Atatürkçü Çağdaşlaşma”nın da bir gereğidir. Bilindiği gibi Atatürk, “Bilim ve Teknoloji”ye çok önem vermiş ve bunu vurgulamıştır. Kısaca Atatürkçülüğün hedeflerinden biri de; ilim, teknoloji ve aklın rehberliği altında, sürekli çağdaşlaşmadır.
Türkiye, Atatürk’ün çizdiği “bilim ve teknoloji” yolunda bugüne kadar birtakım atılımlar yapmış, Atatürk döneminde, 1933 yılında, Hlitler’in zulmünden kaçan birçok değerli bilim adamına bağrını açarak Ankara’da birçok yüksekokul, enstitü ve fakülteleri 1933-35 yılında oluşturmuş, özellikle dışarıya açılması için 1933’te Üniversite Reformunu başlatmıştır.
Diğer taraftan 4 Kasım 1981 tarihli ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu ile Üniversitelerimizin araştırma yapısının kuvvetlendirildiğini, daha evvel ise ve Başbakanlığa bağlı olarak 1963 yılında kısaca (TÜBÎTAK) olarak bilinen Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu ile 1957 yılında “Atom Enerjisi Komisyonu” adı altında kurulan bir kuruluşun, 1982 yılında çıkarılan bir kanun ile “Türkiye Atom Enerjisi Kurumu”na dönüştürüldüğünü biliyoruz. Nihayet, üniversiteler ve TÜBlTAK ve diğer araştırmacı kuruluşlardan 300’den fazla bilim adamı ve uzmanın katılması ile, 1983 yılından 2003 yılına, yani ileriye doğru bakan çok değerli “Türkiye Bilim Politikası” adlı belge hazırlanmış ve bu suretle Atatürk’ün bizlere bıraktığı “Bilimde Çağdaş Uygarlık Düzeyine Ulaşma” ülküsüne gelecek yüzyılın başına kadar ulaşmamız plânlanmıştır.
Atatürk’ün güzel sanatlar konusundaki düşünceleri de kısaca şöyledir: “Yüksek bir insan toplumu olan Türk Milletinin tarihî bir özelliği de güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir... bir millet ki, resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, gerçek nitelikleri ile medenî ve ileri olmaya lâyıktır ve olacaktır.” 1926 Ekiminden başlayarak Atatürk’ün heykel ve resimlerinin kamu yerlerinde göründüğünü ve bu suretle yaşayan insanların tasvir edilmesine karşı olan eski geleneğin bırakıldığını biliyoruz.
Türk toplumunu “Dayanışma-Solidarite” ve “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ifadesi ile “barışçılık” esaslarına dayandırmak ve bu suretle hem çağımızın gereklerini yapmak, hem de çağdaşlaşmayı Türk toplumunda süratle gerçekleştirmek bakımından muhtaç olduğumuz iç ve dış barış ve huzuru sağlamak isteyen Atatürk’ün görüşlerinin esas itibariyle hedeflerine vardığı bir gerçektir.
Daha 1930’da “Bütün insanlar bir sosyal vücudun organlarıdır ve bu sebeple birbirine bağlıdır... Gelişmenin amacı, insanları birbirine benzetmektir. Dünya birliğe doğru yürümektedir, insanlar arasında sınıf, derece, ahlâk, elbise, din ölçü farkı gittikçe azalmaktadır. Tarih, yaşamak kavgasının, ırk, din, kültür terbiye yabancıları arasında olduğunu gösterir. Birliğe doğru yürüyüş barışa doğru da yürüyüş demektir.” diyen Atatürk, bağlılık teorilerinin gereklerini; iş bulma, meslek ve yardımlaşma kurumları, sağlık, ihtiyarlık ve kaza sigortası, çevre ve sosyal konut gibi daha sonra 1961 ve 1982 Anayasalarının sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde yer alan ve birçoğu gerçekleştirilen “Sosyal Güvenceler” adı altında toplar.
Nihayet, “Türk Cumhuriyetinin en esaslı prensiplerinden biri olan Yurtta Barış Dünyada Barış gayesi, insanlığın ve medeniyetin refah ve ilerlemesinde en esaslı etken olması gerektir... Barış, milletleri refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur.” diyen Atatürk’ün “Barışçılık ilkesi” ikinci Dünya Savaşında, çeşitli yönlerden gelen baskı ve ısrarlara rağmen Türkiye’nin tarafsızlığını koruyabilmesinde esaslı rol oynamıştır. Atatürk Cumhuriyetinin ikinci Adamı merhum İnönü, Atatürkçü çağdaşlaşmanın barış gereğini başarı ile yürütmüştür.
Büyük Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda yani 1933’te söylediği gibi; “Yaptıklarımızı asla yeterli görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz... Bunun için bizce zaman ölçüsü de geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız.”
Atatürk aynı Nutuk’ta, çağdaşlaşmanın hedefine ulaşması için “Milletimizin yüksek karakterini, yorgunluk bilmeyen çalışkanlığını, yaradılıştan sahip olduğu zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, Millî birlik duygusunu geliştirmek millî idealimizdir” demek suretiyle, kanaatimizce Atatürkçü Çağdaşlaşmanın hedefi olan ve “Türk Milletinin en medenî ve en müreffeh millet olarak varlığını yükseltmek” sözleri ile 1937’de ifade ettiği “dinamik İdeal”e ulaşmak için muhtaç olduğumuz “Atatürkçülüğe dayalı bir milli* ahlâk” taslağı sunmuş bulunmaktadır.
Gerçekten, Türk toplumunun her alanda yenilik, ilerleme ve refah araç ve gereçlerine duyduğu özlemi, sadece öbür dünya kaygısını ön planda tutan “dinsel ahlâk” ile açıklaması mümkün değildir.
Atatürk İnkılâbı, toplumumuzun hem Rönesans hem de Hümanizm hareketi olduğuna göre, bu hareketin; akılcı ve insancıl değerlere dayanan ve zihin özgürlüğü ile insan onurundan esinlenen akılcı, lâik ve hümanist bir ahlâk ve zihniyeti gerektirdiği muhakkaktır.
Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği geleceğin nesillerini Atatürkçü- lükte bütünleştirmek amacı ile, Genelkurmay Başkanlığının hazırlatıp yayınlattığı üç kitaptan oluşan “Atatürkçülük” adlı anıt-eserin önsözünde cumhurbaşkanımızın iki direktifinden birisi; Atatürkçülük ve inkılâp -tarihi dersinde Atatürkçülüğü bir ideoloji olarak benimsetmek, bir diğeri ise “Atatürkçülüğe dayalı bir millî ahlâk” vermeyi gözeten sistemle eğitimi öngörmesi olmuştur.
Atatürkçü Çağdaşlaşmanın hedefi olan; “Türk Milletinin en medenî ve en müreffeh millet olarak varlığını yükseltme” dinamik idealine nasıl ulaşılacaktır? Bu idealin daha ayrıntılı ve somut hedefleri nelerdir? Bu ideale ulaşmada ne gibi esaslar gözetilecek ve Türk milletinin dinamik ideale ulaşmasında nasıl bir davranış uygulanacaktır? Atatürkçü ideoloji ve düşünce sistemini iyi tetkik ettiğimiz ve öğrendiğimiz takdirde, bütün bunların cevaplarını bulmak mümkündür.
Fakat Atatürk’ün meselâ “Türk, Öğün, Çalış, Güven” direktifi hem fikir ve hem de hareketi içeren ve Türk insanının ve toplumunun “en medenî ve en müreffeh seviye”ye, yani “dinamik ideal” hedefine ulaştıracak nitelikte ve başlıbaşına bir davranış öğretişidir. Zira bu direktif, her şeyden önce Türklerin uygarlık savaşında yaptıkları ile övünerek, kendi gücüne güven ve ümidini arttırmasını, diğer taraftan ise devamlı ve daha çok çalışması gerektiğini anlatmakta ve nihayet bu medeniyet savaşında Türk milletinin huzurla çalışması için devleti oluşturan güçlere güvenmesi gerektiğini hatırlatmaktadır.
Daima daha güçlü, daha medenî ve daha müreffeh bir Türkiye’yi öngören Atatürkçü Çağdaşlaşma ve onun zihniyeti; uygarlık ve refaha, millî birik ve beraberliğe, barışa ve insanlığa yöneliktir. Bu nitelikleri ile de hem millî, hem sosyal hem de evrenseldir.
Prof. Dr. İsmet Giritli *
NOT: Bu konuşma 10 Kasım 1984 günü Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından tertiplenen “Çağdaşlaşma Önderi Atatürk” adlı panel’de yapılmıştır.
----------------------
* Atatürk Araştırma Merkezi Bilim Kurulu Eski Üyesi -
- ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 2, Cilt: I, Mart 1985
Bu milletin tek sahibi var: Kendisi!
Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir. Biz de bunu görmekle bahtiyar olacağız. -Mustafa Kemal Atatürk
HAYALLERİ OLMAYAN İNSANLAR HAYALLERİ OLAN İNSANLAR İÇİN YAŞARLAR
HAYALLERİ OLMAYAN İNSANLAR HAYALLERİ OLAN İNSANLAR İÇİN YAŞARLAR. ( Jim Rohn )
İnsanlar aynı olaylara farklı tepkiler verirler. Bunun nedeni kişilerin çoğunlukla farkında olmadıkları bilinç dışındaki farklı yapılardır. Bu davranış kalıplarının yansımalarını öğrenerek karşımızdaki kişiyi tanıyabilir, anlayabilir, etkili iletişim kurabilir, motive edebilir ve ikna edebiliriz.
Karşımızdaki kişinin n...elere odaklandığını bilirsek, davranışlarının nedenlerini de kolayca anlarız. Örneğin çok çalışkan iki kişiden biri o çalışmadan büyük bir haz aldığı halde diğeri aynı çalışmayı herhangi bir problemle karşılaşmamak için yapmaktadır. Bazı insanlar kendilerine verilen göreve sıkı sıkıya bağlı iken bazı insanlar daha esnektir ve ilişkilere daha çok önem verir. Bazı insanlar kendi kararlarını kimseye danışmadan verirken bazı insanlar etrafına danışmadan karar alamaz. Bazı insanlar hayatlarında sürekli değişiklik isterken bazı insanlar değişiklikten hiç hoşlanmaz. Bazı insanlar işlerini tek başına yapmaktan hoşlanırken bazıları grupla çalışmaktan hoşlanırlar. Bazı kişiler tek kanıtla inanırken bazı kişiler sık sık kanıt isterler. Bazı kişiler yaptıkları işin detayına çok önem verirken bazıları olayın bütününü görürler. İşte insanların bütün bu farklı davranış kalıplarını anlayabilmek için meta programları bilmek gerekir.
Dış Referanslılar - İç Referanslılar
İç Referanslılar:Herhangi bir işte başarılı olup olmadığını ya da kendisi için önemli olanı, kendi değer ve inançları doğrultusunda belirler ve başkalarının onayına ihtiyaç duymazlar. Başkaları tarafından kontrol edilmekten hoşlanmazlar ve kontrolün daima kendilerinde olduğunu hissetmek isterler. Bu meta programa sahip kişileri yönlendirmek oldukça zordur. Özgür olmak onlar için önemlidir; lider ruhlu, kararlı ve kafasına koyduğu şeyi mutlaka yapan kişilerdir.
Risk almaktan çekinmezler, çünkü karşılaştıkları sorunları genelde halledebileceklerini düşünürler. Onları motive etmek için; "Sen başarırsın" ya da "Bunu senden iyi kimse bilemez" gibi cümleler kullanılmalıdır.
Kendi kararlarını kendileri verirler. Liderler genellikle iç referanslıdır. Kafalarındaki düşünceyi o konuya hâkim kişilerle paylaşarak karar alan iç referanslılar başarılı olurken, kimseye danışmadan karar alanlar ise çoğu kez hüsrana uğrayabilir. İç referanslılar kendi görüşlerine göre hareket eder ve karar verirler. "Bu işi iyi yaptığına emin misin?" diye sorduğunuzda, "Evet, bence gayet iyi yaptım" derler. Genelde kendilerine "Ben hayattan ne bekliyorum?" diye sorarlarİnsanlar aynı olaylara farklı tepkiler verirler. Bunun nedeni kişilerin çoğunlukla farkında olmadıkları bilinç dışındaki farklı yapılardır. Bu davranış kalıplarının yansımalarını öğrenerek karşımızdaki kişiyi tanıyabilir, anlayabilir, etkili iletişim kurabilir, motive edebilir ve ikna edebiliriz. Karşımızdaki kişinin nelere odaklandığını bilirsek, davranışlarının nedenlerini de kolayca anlarız. Örneğin çok çalışkan iki kişiden biri o çalışmadan büyük bir haz aldığı halde diğeri aynı çalışmayı herhangi bir problemle karşılaşmamak için yapmaktadır. Bazı insanlar kendilerine verilen göreve sıkı sıkıya bağlı iken bazı insanlar daha esnektir ve ilişkilere daha çok önem verir. Bazı insanlar kendi kararlarını kimseye danışmadan verirken bazı insanlar etrafına danışmadan karar alamaz. Bazı insanlar hayatlarında sürekli değişiklik isterken bazı insanlar değişiklikten hiç hoşlanmaz. Bazı insanlar işlerini tek başına yapmaktan hoşlanırken bazıları grupla çalışmaktan hoşlanırlar. Bazı kişiler tek kanıtla inanırken bazı kişiler sık sık kanıt isterler. Bazı kişiler yaptıkları işin detayına çok önem verirken bazıları olayın bütününü görürler. İşte insanların bütün bu farklı davranış kalıplarını anlayabilmek için meta programları bilmek gerekir.Dış Referanslılar - İç Referanslılar İç Referanslılar:Herhangi bir işte başarılı olup olmadığını ya da kendisi için önemli olanı, kendi değer ve inançları doğrultusunda belirler ve başkalarının onayına ihtiyaç duymazlar. Başkaları tarafından kontrol edilmekten hoşlanmazlar ve kontrolün daima kendilerinde olduğunu hissetmek isterler. Bu meta programa sahip kişileri yönlendirmek oldukça zordur. Özgür olmak onlar için önemlidir; lider ruhlu, kararlı ve kafasına koyduğu şeyi mutlaka yapan kişilerdir. Risk almaktan çekinmezler, çünkü karşılaştıkları sorunları genelde halledebileceklerini düşünürler. Onları motive etmek için; "Sen başarırsın" ya da "Bunu senden iyi kimse bilemez" gibi cümleler kullanılmalıdır. Kendi kararlarını kendileri verirler. Liderler genellikle iç referanslıdır. Kafalarındaki düşünceyi o konuya hâkim kişilerle paylaşarak karar alan iç referanslılar başarılı olurken, kimseye danışmadan karar alanlar ise çoğu kez hüsrana uğrayabilir. İç referanslılar kendi görüşlerine göre hareket eder ve karar verirler. "Bu işi iyi yaptığına emin misin?" diye sorduğunuzda, "Evet, bence gayet iyi yaptım" derler. Genelde kendilerine "Ben hayattan ne bekliyorum?" diye sorarlar
İnsanlar aynı olaylara farklı tepkiler verirler. Bunun nedeni kişilerin çoğunlukla farkında olmadıkları bilinç dışındaki farklı yapılardır. Bu davranış kalıplarının yansımalarını öğrenerek karşımızdaki kişiyi tanıyabilir, anlayabilir, etkili iletişim kurabilir, motive edebilir ve ikna edebiliriz.
Karşımızdaki kişinin n...elere odaklandığını bilirsek, davranışlarının nedenlerini de kolayca anlarız. Örneğin çok çalışkan iki kişiden biri o çalışmadan büyük bir haz aldığı halde diğeri aynı çalışmayı herhangi bir problemle karşılaşmamak için yapmaktadır. Bazı insanlar kendilerine verilen göreve sıkı sıkıya bağlı iken bazı insanlar daha esnektir ve ilişkilere daha çok önem verir. Bazı insanlar kendi kararlarını kimseye danışmadan verirken bazı insanlar etrafına danışmadan karar alamaz. Bazı insanlar hayatlarında sürekli değişiklik isterken bazı insanlar değişiklikten hiç hoşlanmaz. Bazı insanlar işlerini tek başına yapmaktan hoşlanırken bazıları grupla çalışmaktan hoşlanırlar. Bazı kişiler tek kanıtla inanırken bazı kişiler sık sık kanıt isterler. Bazı kişiler yaptıkları işin detayına çok önem verirken bazıları olayın bütününü görürler. İşte insanların bütün bu farklı davranış kalıplarını anlayabilmek için meta programları bilmek gerekir.
Dış Referanslılar - İç Referanslılar
İç Referanslılar:Herhangi bir işte başarılı olup olmadığını ya da kendisi için önemli olanı, kendi değer ve inançları doğrultusunda belirler ve başkalarının onayına ihtiyaç duymazlar. Başkaları tarafından kontrol edilmekten hoşlanmazlar ve kontrolün daima kendilerinde olduğunu hissetmek isterler. Bu meta programa sahip kişileri yönlendirmek oldukça zordur. Özgür olmak onlar için önemlidir; lider ruhlu, kararlı ve kafasına koyduğu şeyi mutlaka yapan kişilerdir.
Risk almaktan çekinmezler, çünkü karşılaştıkları sorunları genelde halledebileceklerini düşünürler. Onları motive etmek için; "Sen başarırsın" ya da "Bunu senden iyi kimse bilemez" gibi cümleler kullanılmalıdır.
Kendi kararlarını kendileri verirler. Liderler genellikle iç referanslıdır. Kafalarındaki düşünceyi o konuya hâkim kişilerle paylaşarak karar alan iç referanslılar başarılı olurken, kimseye danışmadan karar alanlar ise çoğu kez hüsrana uğrayabilir. İç referanslılar kendi görüşlerine göre hareket eder ve karar verirler. "Bu işi iyi yaptığına emin misin?" diye sorduğunuzda, "Evet, bence gayet iyi yaptım" derler. Genelde kendilerine "Ben hayattan ne bekliyorum?" diye sorarlarİnsanlar aynı olaylara farklı tepkiler verirler. Bunun nedeni kişilerin çoğunlukla farkında olmadıkları bilinç dışındaki farklı yapılardır. Bu davranış kalıplarının yansımalarını öğrenerek karşımızdaki kişiyi tanıyabilir, anlayabilir, etkili iletişim kurabilir, motive edebilir ve ikna edebiliriz. Karşımızdaki kişinin nelere odaklandığını bilirsek, davranışlarının nedenlerini de kolayca anlarız. Örneğin çok çalışkan iki kişiden biri o çalışmadan büyük bir haz aldığı halde diğeri aynı çalışmayı herhangi bir problemle karşılaşmamak için yapmaktadır. Bazı insanlar kendilerine verilen göreve sıkı sıkıya bağlı iken bazı insanlar daha esnektir ve ilişkilere daha çok önem verir. Bazı insanlar kendi kararlarını kimseye danışmadan verirken bazı insanlar etrafına danışmadan karar alamaz. Bazı insanlar hayatlarında sürekli değişiklik isterken bazı insanlar değişiklikten hiç hoşlanmaz. Bazı insanlar işlerini tek başına yapmaktan hoşlanırken bazıları grupla çalışmaktan hoşlanırlar. Bazı kişiler tek kanıtla inanırken bazı kişiler sık sık kanıt isterler. Bazı kişiler yaptıkları işin detayına çok önem verirken bazıları olayın bütününü görürler. İşte insanların bütün bu farklı davranış kalıplarını anlayabilmek için meta programları bilmek gerekir.Dış Referanslılar - İç Referanslılar İç Referanslılar:Herhangi bir işte başarılı olup olmadığını ya da kendisi için önemli olanı, kendi değer ve inançları doğrultusunda belirler ve başkalarının onayına ihtiyaç duymazlar. Başkaları tarafından kontrol edilmekten hoşlanmazlar ve kontrolün daima kendilerinde olduğunu hissetmek isterler. Bu meta programa sahip kişileri yönlendirmek oldukça zordur. Özgür olmak onlar için önemlidir; lider ruhlu, kararlı ve kafasına koyduğu şeyi mutlaka yapan kişilerdir. Risk almaktan çekinmezler, çünkü karşılaştıkları sorunları genelde halledebileceklerini düşünürler. Onları motive etmek için; "Sen başarırsın" ya da "Bunu senden iyi kimse bilemez" gibi cümleler kullanılmalıdır. Kendi kararlarını kendileri verirler. Liderler genellikle iç referanslıdır. Kafalarındaki düşünceyi o konuya hâkim kişilerle paylaşarak karar alan iç referanslılar başarılı olurken, kimseye danışmadan karar alanlar ise çoğu kez hüsrana uğrayabilir. İç referanslılar kendi görüşlerine göre hareket eder ve karar verirler. "Bu işi iyi yaptığına emin misin?" diye sorduğunuzda, "Evet, bence gayet iyi yaptım" derler. Genelde kendilerine "Ben hayattan ne bekliyorum?" diye sorarlar
Zihniniz Başkaları Tarafından Kontrol Edilebilir ve Ele Geçirilebilir
İnsanları kontrol etmenin verdiği haris tamahın iç gıcıklayıcı baskısı, eh bir de konunun "esrarengiz" yapısı "zihin kontrolünü" müthiş çekici yapmakta. Neler yok ki bu dosyada. Tek kelimeyle tetik çekenler, hayvanları silaha dönüştürenler, ezoterik bilgiler, gizli servisler ve daha neler neler! Günümüzdeki alt kolları birer ahtapot gibi yerküreyi saran "psikolojik" operasyonlar için, çok ama çok eski dipnotları var. Hasan Sabbah´ın Haşhaşi Tarikatı´nda, müritlerin, haşhaş etkisiyle intihar ve suikastları kolayca yapmaları gibi. Size ne ifade eder bilemeyiz, ama "cennete" inandırılan Haşhaşinler, mutlulukla ölüme/öldürmeye koşuyorlardı. Bu tarihsel olayın etkileri öyle derin oldu ki, günümüzde suikast anlamına gelen İngilizce "assassination" kelimesi bile "haşhaşin"den türetildi. Amerika´nın boynuzları "ustasını" geçse de, gerçekte kötülüğün kaynağı bir zamanların "Şeytan İmparatorluğu"na gidiyor... Soğuk savaşın "Demir perde" arkasında kalan laboratuarlarında, "pis savaşlar"ın akla ziyan "zihin savaşları"na giden yolu açan etikette yazılı dört harf var. SSCB... Yani, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği! Günümüzde bazı çok basit sorular sorulabilir. "İnsan zihni nasıl kontrol edilebilir?" gibi, "Peki ama ne için?" gibi. Bilinen o ki, masum bilimsel meraklar, kısa sürede tehlikeli fantezilere yol açabiliyor. "Askeri, politik ve istihbarat alanlarında "zihin kontrolü" yapılması örneklenebilir. Niyet masumdu başlangıçta. Zihin kontrolü ile hastalıklar tedavi edilebilirdi. Ancak "soğuk savaş" ve devamındaki yıllarda masumiyet yitirildi. Sonuç dramatik. Konu zihin olunca, psikoloji ve psikiyatri ivme vermiş. Hemen ardından parapsikoloji, dinsel motifli uygulamalar, medyumluk, duru görü, 6. his, 7. his, 8. his (17´ye kadar gidiyor), uyuşturucular, vücuda elektronik implantlar takılması, enerjinin tahrip amacıyla hedeflere yöneltilmesi, radyasyon, duyu azaltılması, hipnoz, propaganda teknikleri, beyin yıkama vb. kavramlar virüs gibi yayılmış gizli merkezlerde. Alt başlıklar böyle olunca, derinliği ve çapı bilinmeyen bir alana milyonlarca dolar, yüzlerce proje ayrılmasının sonuçları pek iyi olmamış. Bugün hangi tehlikeyle karşı karşıya insanlık?" derseniz eğer...
Beatiful Mind!..
İlk bilgilerin izi 20. yüzyılın ilk çeyreğine, SSCB´de, Prof. Vassiliyev´in l930´larda yaptığı araştırmalara kadar sürülebiliyor. Onun ulaştığı bilgiler, "Zihin Telkini Tecrübeleri" adı altında l962 yılında yayınlandı. Vassiliyev, çalışmalarını, telepati yoluyla düşüncelerin beyinler arasındaki nakline yöneltmişti. Vassiliyev, ruhen hasta olan İvanovna ve Fedorova isminde iki denek üzerinde çalışmaya başlar. Deneklere beyin dalgaları, cilt direnci ve diğer biyolojik fonksiyonlarını ölçecek aletler bağlayıp, telkinle hipnoza sokar. Önceleri ayrı ayrı odalarda, sonra da uzak mesafelerde transa giren deneklerin düşünce yoluyla birbirlerine gönderdikleri mesajlar kaydedilir. İki kadının kurşun levhalardan bile geçen telepatik zihin dalgalarını izleyen Vassilyev, ruhi olayları mekanik görüşe bağlayamayınca endişelenir. Çünkü tanrıyı reddeden rejim açısından geçerli bir açıklama yapma olanağı yoktur. Önceleri deneklerin trans halini şartlı refleks olarak değerlendiren Vassiliyev, değişik insanlarla deneyi tekrarlar. Sonuç aynıdır. Tüm deneklerde önce şuur kaybı olur, sonra transa girerler. Denekler arasındaki uzaklığı 1.500 kilometreye kadar çıkaran Vassiliyev, neticenin değişmediğini görür. Telepatik iletişim sürmektedir. Vassilyev uyuşturucu ilaçlarla da deney yapar. Meskalin verdiği bir kızdan, sekiz kutunun içine yerleştirdiği pamuklara sarılı cisimleri tanımlamasını ister. Denek, üzerinde Moskova Merkez Postanesi´nin bulunduğu resimli pulu; "Bu koca taştan binayı kutu içine nasıl soktunuz" olarak tanımlar.
Sovyetler işe koyuluyor!
SSCB´de, 1970 başlarında 20´den fazla laboratuar kurulur. Sovyet Bilimler Akademisi sayısız deney gerçekleştirir. Parapsikolog Naumov´un o tarihlerdeki açıklamaları, masum bir bilim adamının görüşlerini yansıtıyor gibidir; "Biz, insanda şuur dışı gerçekleşen bir haberleşme sistemini bulmak üzereyiz. Bir insan, normal şuuru dışında başka bir insanı etkileyebilir mi? Bu telesomatik akımların yayılmasına neden olan şartlar neler? Bu telesomatik akımlar belirsiz bir boyutun bilinmezliği içindedir. İşte bu bilinmeyen enerji üzerinde yapılacak çalışmalar beşeri münasebetleri mükemmel bir ahenk içine sokabilir." Bu iyi niyetli açıklamalar, gün gelecek dünyanın en güçlü ülkeleri arasında keskin rekabet yaratacak; milyonlarca dolarlık bütçeleri tüketecek, gizli belgelerin sayısı milyonları, gizli operasyonların sayısı da yüzleri aşacaktır. Asıl trajik ve korkutucu olan ise bu "bilim dalında" ortaya çıkacak buluşlar ve dehşetengiz uygulamalar olacaktır bundan böyle. Bir zamanlar "çiçeği burnunda" bir bilim dalı olarak kabul gören parapsikoloji artık askeri ve istihbari alanda kullanılmaya başlayacaktır. Zihnin okunması ve kontrolü çağı başlamıştır artık...
Hijyenik fikirler: Beyin yıkama...
Haber alma örgütleri tarafından uygulanan beyin yıkama yöntemleri, bir çeşit "zorunlu hipnotik trans. CIA tarafından yayınlanan gizli bir raporda, soğuk savaş döneminde KGB´nin beyin yıkama ve insan eğitme yöntemleri incelenmiş. Yani insanlardaki savunma sistemi nasıl yıkılır, yeni model insan nasıl yaratılır. Beyin yıkama yöntemleri, SSCB´de rejim muhaliflerine uygulandığı gibi, rejimle tam bir uyum içerisinde, birer robot gibi çalışabilmeleri için gönüllülere de uygulanmış. Böylece, rejimin istediği insan tipini yaratmak; insanları, gerektiğinde bir terörist, bir sabotajcı gibi eğitmek amaçlanmış. CIA eski başkanlarından Richard Helms; Watergate soruşturmasında Warren Komisyonu´na şu açıklamayı yapıyordu; "Yapılan araştırma göstermiştir ki, SSCB kendi sisteminin isteklerine uygun politik görüşe bağlı olacak, halkının davranışlarını düzenleyebilecek bir kontrol teknolojisi geliştirmeye çalışmaktadır. Bundan böyle aynı teknoloji, bilgiler kodlanarak insan hedeflerine yöneltilebilecektir. Ve bu, insan zihinleri harbi olacaktır." CIA raporlarında, ABD´deki yeni tip bir casusluk şebekesinden de söz edilir. Buna göre; hipnoz, telapati, düşünce okuma ve düşünce nakli gibi özel yeteneklere sahip ajanlar, Amerikan halkının şuuraltını etkileyerek, düşüncelerini KGB´nin programı çerçevesinde değiştirmeye çalışıyor. Ajanlar, çeşitli dini ve mistik topluluklara nüfuz ederek, bunları, konsantrasyon ve imajinasyon çalışmaları ile etkilemek istiyorlar. Aynı raporlarda; Sibirya´da, beton sığınaklar içinde oluşturulan nükleer infilak etkisinin, bir grup yetenekli psjiko-süje tarafından, istenilen hedeflere zihinsel olarak nakledildiğinden söz ediliyor. Raporda, Sovyetler´in laboratuarda ürettikleri bakteri türlerini kullanarak, psişik süje yardımı ile ve zihin yoluyla çok uzaklarda hastalık çıkarabildikleri anlatılıyor. İnanılmaz gibi, ama bu işlemler için askeri hedefin fotoğrafını kullanmak yeterli olmakta. Öyle ki, 1963 yılında kaybolan ABD Nükleer Denizaltısı Tehresher´in, bu yolla batırıldığı dahi söyleniyor. Demirperde ülkelerinden Bugaristan, daha 1960Prof. Dr. Lozanov başkanlığında oluşturduğu "Telkinbilim ve Parapsikoloji" kurumunda; zihin kontrolü, zihinsel şifa, retina ötesi görme, süratli öğrenme (saggestoloji) çalışmaları başlatır. Çekoslavakya´da ise, psikotronik adı altında yapılan bilimsel çalışmalar; telepati, telegnosis ve psikoknesis üzerinde yoğunlaşır. Çekler işi o kadar ciddi tutarlar ki, Çek Bilimler Akademisi çalışmaları destekler, Charles Üniversitesi Nörofizyoloji Bölümü deneylere yardımcı olur. Günümüzde bu tür kurumların en ünlüsü, ABD´de, direkt Beyaz Saray´a hizmet veren "Zihin Araştırmaları Merkezi"dir.
Ezoterik bilgilerden parapsikolojiye
Tibet Budizmi, Zen Budizmi, Sufizm ve Yoga gibi öğretilerin içerikleri, Batı da tam anlamıyla bilinmiyor. Bugün, zihnimizin normal çalışmasının dışında, sezgiye dayanan bilince sahip olduğumuz kabul ediliyor ve insanın akıl ile sezgiye dayanan kabiliyetleri arasındaki fark inceleniyor. Dini ve mistik Batıni sistemlerdeki meditasyon ve vecd ise batıda yeterince bilinmiyor. Bugün modern bilimin ortaya koyduğu madde ve enerji kanunları, medeniyetimizi oluşturuyor. Ancak bu kanunlar yalnızca maddeye ilişkin ve canlıların duyumlar dışı yeteneklerine cevap bulamıyor. Bu nedenle, bir grup bilim insanı metafizik ve mistik öğretilerden yola çıkarak, dünya yaşantısının bir hayalden ibaret, bir rüya hali olduğundan yola çıkarak sezgileri inceliyor. Yeni bir bilim dalı olarak kabul edilen ve giderek gelişen Parapsikoloji, eskinin batıni öğretileri ve bilgilerini, modern-teknolojik cihaz ve vasıtalarla inceliyor. Londra Üniversitesi King´s College Matematik Profesörü John G.Taylor, The Shape of Minds to Come (Zihnin Gelecekteki Şekli) adlı kitabında şöyle diyor; "Zihin ihtilalinin yarı yolunda bulunduğumuz anlaşılıyor. Daha parlak gelişmeler olacak. Zihnin yeni anlayışı; insanın hislerini, hareket tarzlarını yahut zekasını kontrolde güçlü metotlar meydana getirdi. Biz şimdi birçok zihin halini, hemen hemen bütünüyle, fiziki vasıtalarla kontrol edebiliyoruz." Parapsikoloji terimi ilk kez 1880 yıllarında Dessouir tarafından kullanılmış.Normal yaşantımızda karşılaştığımız, ancak mevcut müspet ilgilerimizle açıklanamayan ruhi olayları tanımlayan bir terim. Parapsikoloji bugün; beş duyumuzun dışında, bazı olayları sezebilmek, etkileyebilmek ve geleceğe, geçmişe ait bazı şeyleri anlamaya yardımcı olan bir bilim dalı haline gelmiş bulunuyor. Parapsikoloji´nin, ABD ve dünyada yayılmasındaki en etkin isimlerden birisi olan Dr. J.B.; bir insanın duyumlarını kullanmadan, dış dünyadan ve diğer insanların zihinlerinden bilgiler alabileceğine inanıyordu. Yani "Duyumlar Dışı Algılama".
CIA devreye giriyor
New York Times Gazetesi´nin l6 Temmuz l977 tarihli sayısında şöyle bir haber yayınlandı; "ABD, insanlığı esir edebilecek görünmez silahlar geliştiriyor." Bir yıl sonra, Arizonalı gazeteci Walter Boward, "Operation Mind Control" (Zihin Kontrol Harekatı) adıyla yayınladığı kitabında ciddi suçlamalarda bulunuyordu; "CIA tarafından uyuşturucu ilaçlarla yapılan deneyler, ABD hükümetinin uyguladığı çok gizli zihin kontrol projesinin yalnızca bir kısmıdır. Bu deneyler binlerce kişi üzerinde 35 yıl devam etmiştir. Bu araştırmalar; hipnoz tekniği, narkotik-hipnoz, elektronik olarak beyinin uyarılması, ultrasonik mikrodalgalar ve alçak ses frekanslarıyla davranışların etkilenmesi, davranış değişiklikleri terapisidir. CIA, psikolojik silah stoklarını, psişik silahların değişik tiplerini geliştirmeyi başarmıştır. Bu yöntemlerle, yeni tip bir harbe girişmesi mümkündür. Bu savaşın görünmez muharebe sahası insan zihnidir. Parapsikoloji silahları devletler vatandaşlarını kendi ideolojik ve politik sistemleri içinde tutmak için veya diğer ülke insanlarının zihinlerini etkileyerek değiştirmek ve kendi gayelerine uygun yönlendirmek amacıyla kullanacaklardır." En hayret edilecek konunun, milli güvenlik etiketi altında zihin kontrolünün araştırılması olduğunu vurgulayan Boward, kitabında zihin kontrolü için uygulanan "MKUTRA Projesi"ne de değiniyor; "Senato istihbarat komitesine; Amiral Turner, ´CIA uyuşturucu ilaç deneylerini durdurdu´ demiştir. Sorulmadı ve kendisi de zihin kontrol projelerinden bahsetmedi. Amiral Turner, zihin kontrol harekatının durdurulduğunu söylemedi, yalnızca deneyler durduruldu" dedi. Günümüzde insanların zihnine çeşitli araçlarla (gazete, kitap, radyo, internet ve televizyon) ulaşma imkanı sınırsız ve kontrolsüz bir halde. İnsan denilen biyolojik varlık, çok kolay programlanabilmekte. Okült (batıni, gizli) bir bilgi olan tekno-maji´nin (teknik büyü) sırları da son 300 yıl içinde insanlar tarafından çözülmüş durumda. Bu bilgi yığını korkunç silahları da beraberinde getirdi. Teknokrat, bilim adamı ve askerlerden oluşan bir grup, bu güçlerin kontrolünü şimdi elinde bulundurmakta. Son 25 yıl, parapsikoloji ve psikotronik gibi adlar altında psikomaji´nin (ruhsal büyü) uygulama alanına konulduğu yıllar oldu. Hedef insan zihinlerini kontroldür. Geleceğin insanının-hatta günümüzün-kaderini; psikologlar, psikiyatristler, nörologlar, nörobiyologlar, biyokimyacılar, kuantum fizikçileri çiziyor."
Blue Bird!
CİA; Sovyet, Çin ve Kuzey Kore´nin zihin üzerindeki çalışmalarına karşı ilk programı 1950´de "Blue Bird" (Mavi Kuş) adıyla hayata geçirdi. Sonraki her gelişme Mavi Kuş´un kanatları altında serpildi. Bugün ilgilenenlerin elinde, CIA´in 1953´te Güvenlik Bürosu, 1962´ye değin Teknik Servisler Kadrosu eliyle yürüttüğü kirli projelere ilişkin 215 bin sayfa doküman var. Ancak bunların tamamı, işin finansal yönüne ilişkin ipuçlarından ibaret. Öze ilişkin kayıtların miktar ve içeriği bilinmiyor, nedeni bu döneme ait tüm belgelerin imha edilmiş olması. Yine de işin içinde yalnızca CİA´nin değil; ABD Savunma Bakanlığı, askeri kurumlar, Avrupa´daki bir çok bilimsel kuruluş ve özel laboratuarların da bulunduğu anlaşılıyor bu dokümanlardan. CIA´in başlangıç çalışmaları parlak sonuçlar verdi. İnsan davranışlarını ve dengesini kimyasal yöntemlerle zayıflatmayı amaçlayan bir ekip, "Scopaline, Barbiturates, Peyote, Mariyuhana ve Mescaline" türü maddeleri kullanarak "gerçek serumu" üretmeyi planladılar. Ekip bununla da kalmayıp, "Beyinlerarası Radyo-Hipnotik Kontrol" projesinin ilk adımlarını da attı. İnsanların içine, onları kontrol edecek küçük alıcıların yerleştirilmesi idi projenin görünmez yüzü. Ve zamanla insanların kobay olarak kullanıldığı projelerin efsaneye dönüşecek isimleri ardı ardına belirginleşmeye başladı; MKULTRA, MKSEARCH, MKACTION ve ARTICHOKE.
MKULTRA...
Sayılan projelerden MKULTRA´nın ne olduğunu bilmek, bu konuda neden korku duyulması gerektiğini yeteri kadar açıklıyor. MKULTRA´da yalnızca uyuşturucular üzerinde çalışılmıyor. Duyumda azaltma, dini cemaatler, mikrodalga deneyleri, psikolojik şartlanma, psiko-cerrahi, beyin nakli gibi pek çok araştırma yapılıyor proje kapsamında. MKULTRA´da tamamı gizli bütçelerden finanse edilen 180´in üzerinde alt proje bulunuyor. Ana proje çatısı altında kimyasal, biyolojik ve radyolojik maddelerin insan hareketlerini kontrol etme amaçlı ve gizli operasyonlarda kullanılmasına yönelik bir seri araştırma yapılıyor. Kâğıt üzerinde 1964´te sona eren projenin 1970´lere kadar sürdürüldüğü biliniyor. Tüm belgelerin 1973´te yok edilmesi nedeniyle projenin tamamı soruşturma ve kovuşturmalardan sıyrılmayı başardı. "Duyu Ötesi Algılama"; insanın gelecek, geçmiş veya şimdiki zaman hakkında, bilinen beş duyuyu "kullanmaksızın" bilgi edinebilmesine deniyor. Yani "6.his"ten başlayarak! 1970´lere kadar parapsikolojik bir altyapı mevcutsa da, bu tarihten sonra "psişik" çalışmalar çok daha kalibreli, geniş ve tehlikeli bir boyuta tırmanıyor. Örneğin, ölülerden istihbarat temini için medyumlardan faydalanıldığı, bunlara bütçe ayrıldığı biliniyor. Bunlar ABD´de olanlar. Ya Sovyetler? 1975 yılına gelindiğinde, Sovyetlerin bu alandaki faaliyetlerinin gideri 300 milyon Ruble´yi aşmıştı. Bu rakam tek başına işin ciddiyetini gösteriyordu. Ancak ABD için buradaki problem farklıydı. CIA istihbarat alamıyordu ve kongreyi bu alana yatırım yapmaya ikna edebilecek delillerden yoksundu. Yine de konuyu NSA´ye taşıyarak gerekli desteği aldı. 1971´de "duru görü" üzerine çalışmalara başlandı. Bio-insanın klasik 5 fiziksel duyusunun dışındaki bilgiyi organize edebilmek için ek algılayıcılara sahip olup olmadığı araştırılıyordu ve bu başarıldı. Uzmanlara göre, insanın tam 17 tane farklı duyusu vardı ve projeler, deneyler ardı ardına hayata geçiriliyordu. Bugün için söylenecek çok fazla şey yok ne yazık ki. Yöntem ve pratiğin daha sarsıcı hale gelmesinin, ya da uygulama alanının daha tehlikeli çapa erişmesinin kaygıları artırmaktan başka bir önemi yok. Çünkü ilkel haliyle de olsa, bir grubu ya da bir ülkedeki tüm insanları topyekûn etkileyebilecek de olsa "zihin kontrolü" lanetli bir iş. "Uluslararası Af Örgütü" de tam olarak bunu söylüyor zaten: "Bireyin kendi zihin kontrolünü sağlama yetisine zarar verilmesini, düşünce kontrolü ve beyin yıkama bahsinde yer alan bir ahlaki suç olarak ele alıyoruz. Zira bir insanın zihni yetilerini bozmayı ya da yok etmeyi hedefleyen herhangi bir sorgulama ve uygulama prosedürü, yaygın olarak kabul edilen fiziksel işkence sınıflandırmaları kadar insanlık dışıdır."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,
Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.
Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!
Ne mutlu Türküm diyene!.
Bunları Biliyor muydunuz?
Bunları Biliyor muydunuz?
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...
* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”
* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,
* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,
* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,
*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,
* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,
* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...