CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı donanması neden yoktu..

Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı donanması neden yoktu..


Çanakkale Savaşları’nın ilk bölümü deniz savaşıydı. Denizciler bir şekilde savaş sahnesinde vardı ama, Osmanlı Donanması ortada yoktu. E. Amiral Türker Ertürk yazdı

http://odatv.com/images/2016_03/2016_03_18/canakkale-savasinda-osmanli-donanmasi-neden-yoktu-1803161200_m2.jpg

18.03.2016 11:34

Bugün; Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101’inci yıldönümü! Bu yazıyı size, konferans için davetli olduğum Hamburg’a uçakla seyahatim esnasında yazdım. Ne tesadüf ki; geçen yılda, 100’üncü yıldönümünde yine Almanya’da, ama başka bir kentte, Bremen’deymişim. Hatta o konferanstan sonra, Osmanlı’nın I.Dünya Savaşı’na girmesinin görünürdeki nedeni olan, Alman Amiral Souchon’un Bremen’de bulunan mezarını ziyaret etmiştim.
Esasında Çanakkale, I. Dünya Savaşı’nın çok sayıda cephelerinden sadece biriydi. Bu savaşa; 29 Ekim 1914’de gönderlerine ay yıldızlı bayrak çekilmiş ve personeline fes giydirilmiş Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) harp gemilerinin bulunduğu ve Alman Amiral Wilhelm Anton Souchon’un (1864-1946) komutasında bir filonun, Karadeniz’de Rus limanlarını bombardıman etmesi sonucunda girdik. Sonrasında; İngiltereFransa ve Rusya, Osmanlı’ya savaş ilan etti.

KİM KİMİN KOLUNA GİRDİ

Osmanlı, gerçekte bu savaşın dışında kalamazdı. Çünkü; emperyalizm tarafından paylaşılmak istenen coğrafyanın üzerinde oturuyordu. Hastaydı, üretemiyordu, topraklarını ve halkını yönetemiyor, refah ve mutluluk veremiyordu. Ayrıca; hala dinsel düşünme dönemindeydi, Avrupa’yı Avrupa yapan bilimsel ve akılcı düşünce sistemine geçememiş ve bunun tabii sonucu olarak, Sanayi Devrimi’ni yaşayamamış ve ıskalamıştı.

Almanya; birliğini geç kurduğundan (1871), Avrupa merkezli emperyalizmin küresel paylaşımında çok geri kalmıştı. Bu nedenle; dikkatini ve ilgisini henüz fiili olarak paylaşılmayan Osmanlı coğrafyasına teksif etti. Bu nedenle; Alman İmparatoru II. Wilhelm tahta çıktıktan bir yıl sonra İstanbul’a geldi ve II. Abdülhamit’i ziyaret etti. Wilhelm; 1898’de İstanbul’a yine geldi, arkasından Kudüs’e gitti; “İslam Alemi’nin ve Halife’nin koruyucusuyum mesajını vermeye çalıştı. Bu maksatla, II. Abdülhamit’le kol kola girmiş fotoğrafları dağıtıldı. Fotoğrafta II.Abdülhamit, Wilhelm’in koluna girmişti. Bu fotoğrafta verilen mesaj çok netti; “Koruyucunuz ve haminiz biziz”Wilhelm son İstanbul ziyaretini ise; Sultan Reşat döneminde, 1917’de yaptı.

100 YIL ÖNCESİNİN PLANI NASILDI

100 yıl öncesinin emperyalist planının ilgi alanı; Viyana’dan Hindistan’a kadardı. Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş güçlü Almanya, bu coğrafyaya egemen olmak istiyordu. Osmanlı ile ilgisi, bu nedenleydi. Koruyordu, çünkü rakiplerine (İngiltere, Fransa, Rusya) kaptırmak istemiyordu.

Almanya; zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu anlaşılan Ortadoğu ile Mısır ve Hindistan’a göz dikmişti. Rakipleri; Mısır’ı ve Hindistan’ı elinde tutan İngiltere, İngiltere’den yana taraf olan Fransa ve Anadolu üzerinden sıcak denizlere inmeye çalışan Rusya idi.

VAHŞİ İSLAM İSYANI

Osmanlı’nın savaşa girmesinin üzerinden henüz 15 gün geçmişti ki; 14 Kasım 1914’de, Padişah Fermanı ile “Kutsal Cihad” ilan edildi. Buna Alman Cihadı da denir. Fikir babası; Alman diplomatik çevrelerinde Ebu Cihad takma adıyla anılan, anadan Alman ve babadan Yahudi diplomat, tarihçi ve arkeolog Maxvon Oppenheim idi. Almanlar için Cihad, kendi ifadeleri ile “Vahşi İslam İsyanı”; öncelikle İngilizler olmak üzere, Ruslara ve Fransızlara karşı başlatmak içindi. Teşkilat-ı MahsusaAlmanların isteği ile kuruldu, Alman parası ile finanse edildi ve Almanların belirlediği hedeflere yönlendirildi.

Osmanlıların savaştığı tüm cepheler; kendi çıkarlarının gereği olarak değil, Almanların çıkarlarının dikte ettiği cephelerdi. Zaten Osmanlı, Genelkurmay Başkanı ve Donanma Komutanı ile Berlin’in ve onun çıkarlarının emrindeydi. On binlerce vatan evladı; SarıkamışKanal ve Galiçya gibi cephelere Almanların isteği ile sürüldü ve yaşamlarını kaybetti.

EGE ADALARINI NİÇİN KAYBETTİK

Tek bir istisna vardı; Çanakkale. İtilaf devletleri; artık Osmanlı’ya son darbeyi vurmak, Ruslara yardım götürmek, Osmanlı’nın kalbi olan İstanbul’u ele geçirmek, savaştan önce yaptıkları gizli paylaşım antlaşmalarına göre Osmanlı’yı paylaşmak için, donanmaları ile 19 Şubat 1915’de Çanakkale Boğazı’na saldırdılar.

Çanakkale Savaşları’nın ilk bölümü deniz savaşıydı. Denizciler bir şekilde savaş sahnesinde vardı ama, Osmanlı Donanması ortada yoktu. Çünkü örümcek kafalı dini-darlarımızın yere göğe koyamadığı II. Abdülhamit; korkuları ve vesveseleri yüzünden,Osmanlı Donanması’nı Haliç’e kapatarak yok etmişti. Bu yüzden Osmanlı Donanması; sadece Çanakkale’de değil, 1897 Osmanlı-Yunan, 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan ve 1919-1922 İstiklal Savaşları’nda da yoktu. Ege Adaları’nın tamamını, donanmamız olmadığı için kaybetmiştik.

ANAFARTALAR KAHRAMANI

Çanakkale Boğazı; emsalsiz düşman donanmasına karşı, başarı ile ve kahramanca savunulur. 7-8 Mart gecesi;Nusrat’ın döktüğü mayınların da yaptığı katkıyla,18 Mart 1915’de son defa boğaza yüklenen itilaf donanması püskürtülür, ağır hasar ve kayıplar vererek geri çekilirler. Zafer kazanılmıştır ama düşman,Çanakkale’yi bir defa daha zorlamak istemektedir.

Bu sefer, 25 Nisan 1915’de,Gelibolu’ya çıkarma yaparlar. Tarihin en kanlı savaşları olur burada. Türk Askeri yeniden rüştünü ispatlar. 19. TümenKomutanı ve Anafartalar Kahramanı Yarbay Mustafa Kemal;bir güneş gibi doğar ve Kurtuluş Savaşı’nın doğal liderliğine giden yol açılır. Sonunda düşman,9 Ocak 1916’da Çanakkale’de ikinci defa yenilerek, çeker gider.

TARİHİN AKIŞI DEĞİŞİR

Esasında;Çanakkale’de hem tarih yazılır, hem de tarihin akışı değiştirilir. Ruslara yardım gidemeyince, 1917 Ekim Devrimi’nin önü açılır. Ruslar; emperyalist şer cephesinden çekilir, gizli bölüşüm anlaşmalarını açıklarlar ve daha sonra yapacağımız İstiklal Savaşı’nda bize destek verirler.

ÇanakkaleKahramanlarımızıbir kez daha saygı ve minnetle anıyor, halen devam eden iç güvenlik harekatında ve terör saldırılarında şehit olan ve yaşamını kaybeden askerlerimize, polislerimize ve sivillerimize rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Saygılar sunarım.

E. Amiral Türker Ertürk 
Odatv.com

ÇANAKKALE DEMEK

Çanakkale demek, 

Bir Ulusun, yoktan varoluş ve diriliş destanıdır.. 

Başta Atam olmak üzere, tüm şehitlerimizi, 

Saygıyla ve minnetle anıyoruz.



18 MART 1915
I. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren Çanakkale Savaşı, aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın da tarih sahnesine çıktığı yerdir.

 Osmanlı başkenti İstanbul’u ele geçirmek isteyen İtilaf Devletleri, bu amaca ulaşmak için Birleşik Krallık ve Fransız gemilerinden oluşan güçlü bir donanmayı Çanakkale Boğazı’na gönderdiler. İtilaf Donanması, Boğaz boyunca konuşlandırılmış topçu bataryalarını etkisiz hale getirerek yolu açmak üzere 18 Mart sabahı kapsamlı bir saldırıya geçti.

Ancak Nusret mayın gemisinin önceki gece yerleştirdiği mayınlar ve isabetli atışlar yapan topçu bataryaları düşmana beklenmedik bir sürpriz yaşattı. Bu şiddetli direniş sonucunda HMS Ocean, HMS Irresistible ve Bouvet adlı zırhlılar sulara gömülürken, Inflexible, Suffren ve Gaulois adlı savaş gemileri ağır hasar gördü.

Bu durum, İtilaf Donanması komutanlarını büyük bir şaşkınlığa uğrattı.

Donanma Komutanı İngiliz Amiral John de Robeck, daha büyük bir kaybı göze alamayarak çekilme emri verdi. İlk saldırı püskürtülmüştü. Amaçlarına denizden ulaşamayacaklarını anlayan İtilaf Devletleri, kara harekâtıyla Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek amacıyla 25 Nisan 1915’te bu kez Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya başladılar.

Bu tarihten 1916 yılı başlarına kadar gerçekleşen çetin kara muharebelerinde, Liman Von Sanders’in ana komutası altındaki Türk ordusu yaklaşık 250 bin şehit verdi. Savaşta Kurmay Albay Mustafa Kemal, tarihe geçecek bir başarıyla İtilaf kuvvetlerinin püskürtülmesinde çok önemli bir rol üstlendi.

Günümüzde 18 Mart tarihi, Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi olarak kutlanmaktadır.

.

HER GUN SEHITLERIMIZI ANIYORUZ !!!

Değerli arkadaşlar,
Yaklaşık 10 aydır, ne yazık ki hemen hemen her gün, etnik ve dinsel terör belası yüzünden şehitler veriyoruz. Üstelik İstanbul ve Ankara kent meydanlarında oluşan katliamlar yüzünden onlarca can kayıbı yaşadık. Yani her gün şehitlerimiz ve gazilerimiz için büyük bir acı ve üzüntü içindeyiz. 

Son olarak, 13 Mart Pazar günü başkentimizde, 10 otobüs durağının bulunduğu Kızılay meydanı, Atatürk Bulvarında patlayan canlı bomba ile 37 canımızı kaybettik. 71 kişi de yaralı olup, bakım altında.

Her yıl 18 Mart geldiğinde, geçmişteki tüm şehitlerimiz anmak için 18 MART TÜM ŞEHİTLERİMİZİ ANMA GÜNÜDÜR !!! başlıklı yazımı sizlere gönderirdim. Bu yıl yaşadığımız terör belası yüzünden meydana gelen can kayıplarımız nedeniyle, 18 Mart olmadan tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi anmak istedim.

Umarım terör yüzünden devam eden can kayıplarımız son bulur ve güzel ülkemizi bölmek ve bizleri birbirimize düşman etmek için projeler üreten AB-D emperyalizminin kirli amaçları gerçekleşmez.

Sevgi ve saygılarımla (15.3.2016).

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

18 MART TÜM ŞEHİTLERİMİZİ ANMA GÜNÜDÜR !!!

"Milli benliğini yitirmiş uluslar, başka milletlerin avıdır."
M.K.Atatürk


Değerli arkadaşlar,
TBMM tarafından, oldukça geçte olsa, 27.06.2002 de kabul edilen, 18 Mart tüm şehitlerimizi anma günü nedeniyle; 
            1- Osmanlı İmparatorluğunun son 150 yılında, Yüce Önderimiz Mustafa Kemalin müthiş öngörüsü ve becerisi ile kazanılmış tek zafer olan Çanakkale de emperyalist güçlere karşı ülkemizi korumak amacıyla yapılan savaşta,
            2- Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’e inanan ve güvenen halkımızın, yine emperyalist güçlere ve onun piyonu olan Yunanistan’a karşı ülkemizi korumak ve Türkiye Cumhuriyetini Kurmak amacıyla verilen kurtuluş savaşında, 
            3- Sadece ABD ye yaranmak ve NATO’ya girmek amacıyla ve de ülkemizin ulusal çıkarları ile hiçbir ilgisi olmayan Kore’de yapılan savaşta,
            4- Yapılan uluslararası antlaşmalarla, garantör ülkemizin ulusal çıkarlarını gözetmek ve soydaşlarımızın canlarını korumak ve de onları Rum mezaliminden kurtarmak amacıyla Kıbrıs’ta yapılan savaşta,
            5- Güzel ülkemizin bölünmesi amacıyla yine AB-D emperyalizminin organize ettiği dış güçlerce desteklenen ve yönlendirilen PKK ile yapılan mücadele sırasında,
            canlarını seve seve veren, gözü pek ve kalbi ülke sevgisi ile dolu yurtseverlerimizi rahmet ve minnetle anarken, bu savaşlarda yaralanarak bizlere ulus sevgisi için canlı örnek teşkil eden gazilerimizi de unutmayalım.

Değerli arkadaşlar,
Osmanlı padişahının, aynı zamanda halife olması yüzünden ilan edeceği cihad ile İngilizlere karşı tüm Müslümanları ayaklandıracağını sanan Almanların ve yerli işbirlikçilerinin, büyük ayak oyunları ile birinci dünya savaşına katıldık. Öyle ki Osmanlı padişahı, kendi ordusunun yönetimini bile Almanların emrine verdi.

Ne yazık ki emperyalist istila ve işgale karşı Çanakkale mücadelesi veren Osmanlı ordusu, Alman komutanların yönetiminde gereğinden fazla zayiat vermiştir. Çünkü Alman komutanlar, askeri strateji olarak Avrupadaki İngiliz-Fransız askerlerinin, Almanların karşısından çekilip, Çanakkaleye gönderilmelerini istiyorlardı. Özellikle Yüce Önderimiz Mustafa Kemali, yapılacak çıkarma konusunda dinlemeyen ve küçümseyen, Çanakkale Orduları Genel komutanı Mareşal Liman Von Sanders yüzünden binlerce vatan evladını kaybettik. 

Burada yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ve tüm silah arkadaşlarını saygı ve sevgi ile anmak isterim. Çünkü onların sayesinde kazandığımız zafer aynı zamanda Rusya’daki Romanof’ların çarlık yönetimine yardıma gitmek isteyen İngiliz ve Fransız donanmasını da engellemiştir. Böylece Rusya’da halk devrimin gerçekleşmesini sağlamış ve dünya tarihine yön vermiştir. 

Değerli arkadaşlar,
Çanakkale harbini bana büyükbabam anlatırdı. Büyük babam da kardeşi Hüseyin ile birlikte Çanakkale’de savaşmış. Büyük babam topçu olarak görev yapmış ve kulakları oldukça ağır işitiyordu. Kardeşi Hüseyin ise piyade olarak savaşa girmiş ve şehit olmuş. Ne yazık ki Sivas-Zara doğumlu olan Hüseyin dedemin belgelerine bir türlü ulaşamadım. Çünkü Zara nüfus idaresi yanmış. Düşünün lütfen, bir kişi bu güzel ülkenin özgürlüğü için çekinmeden hayatını veriyor ve bu olaydan kimsenin haberi yok.

Zannediyorum Hüseyin dedem gibi güzel ülkemizin bağımsızlığı uğruna şehit olmuş binlerce vatan evladının da belgesi yoktur. Onların sayesinde bu günleri yaşayabiliyoruz. 

100. yılını yaşadığımız Çanakkale zaferinde ve tüm savaşlarda kaybettiğimiz şehitlerimizi ve gazilerimizi bu gün bir kez daha anımsayalım. Lütfen onlara gereken saygı ve sevgiyi esirgemeyelim. Işıklar içinde yatsınlar.

Sevgi ve saygılarımla.
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR


Muazzez İlmiye Çığ’dan Emine Erdoğan’a tarih dersi / “HER FIRSATTA KÖTÜLEDİĞİN CUMHURİYETİN BÜTÜN NİMETLERİNDEN YARARLANIYORSUN!”

Profesör  Muazzez İlmiye Çığ, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın açıklamalarına sert tepki gösterdi. Bir kez daha tarih dersi verdi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, peş peşe tarihe geçecek açıklamalarda bulunuyor. Emine Erdoğan için tarih dersi ise Cumhuriyetin köklü çınarı Muazzez İlmiye Çığ’dan geldi.

Emine Erdoğan’ın tarihe geçecek açıklamalarına bilim dünyasının asırlık çınarı Profesör Muazzez İlmiye Çığ’dan yanıt geldi. FOTO: DEPOPHOTOS Atatürk dönemi için “90 yıllık enkazı kaldırdık” diyen Emine Erdoğan, enkazdan geri adım atarak, enkaz derken darbe dönemini kastettiğini söyledi. Başörtülü kadınların seçilme hakkına da ancak 80 yıl sonra sahip olabildiğini açıkladı.

Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık açıklamasından darbe dönemlerini kastettim diyerek çark eden Emine Erdoğan dün de Osmanlı haremini övdü. “Harem okuldur kadınların hayata hazırlandıkları bir eğitim yuvasıdır” dedi.

Emine Erdoğan’ın tarihe geçecek açıklamalarına bilim dünyasının asırlık çınarı Profesör Muazzez İlmiye Çığ’dan yanıt geldi.

İşte Muazzez İlmiye Çığ’dan Emine Erdoğan’a tarih dersi veren o açıklamalar:

“HER FIRSATTA KÖTÜLEDİĞİN CUMHURİYETİN BÜTÜN NİMETLERİNDEN YARARLANIYORSUN!”

” Emine Erdoğan “enkaz çarkı” ile yine cehaletini ortaya koymuş. 1980 yılında ancak başörtülü kadınlar seçilme hakkını kazanmışlar! A cahil kızım ondan önce eğitimli kadınlarda başörtüsü yoktu ki. İkinci Meşrutiyet de kızlar ilk okula girebildiler. O zaman onların başları örttürülmedi. Henüz Cumhuriyet olmadan Çorum’da 1922-24 yılları arasında gittiğim Ravza-i Nisvan isimli ilk okulda okudum. Hiç birimizin başı örtülü değildi, hatta oldukça büyük kızlar olmasına rağmen. Bunu kanıtlayan fotoğraf da var. Kuran dersimiz vardı, onda da başımız örttürülmedi.

Oradan göçtüğümüz Bursa’daki Nilüfer Hatun okulunda ve Bizim Mektep’de 1924 yılı sonu, 1925 yılı içinde yine kızlarda başörtüsü yoktu. Öğretmen okulu ve üniversitede yine başımız açıktı. İşin ilginç yanı 1925 de çıkan kıyafet kanununda Kızların başörtüsü ile ilgili bir madde bulunmuyordu. Padişahlık dönemindeki gelenek sürüyordu. Ne zamana kadar sürdü biliyor musunuz? 1980′de kurucu meclis üyesi Mehmet Yamak’ın İmam Hatip kızlarının başının örtülmesini istemesine kadar. Ben hemen kendisine “bizde bir rahibe sınıfı olmadığını, rahibeler gibi kızlarımızın başlarının örttürülmeyeceğini” yazdım. Fakat bundan sonra değil imam hatip kızları, liselerde üniversitelerde çalışkan, fakat fakir olan kız çocuklarını, başlarını örtmeleri koşulu ile aylığa bağladılar. Böylece Eğitime başörtüsü girdi. O bir din kıyafeti sayıldığından, laik devletin kurumlarında bunların okumaması gerekti. Yobazlık ve siyasal hırs üstün geldi. Böylece eğitim yapan başörtülüler, başörtülü olduklarından değil, eğitimli oldukları için seçilmeye başladı, Emine Hanım! Hoş, ilk kadın seçilmesinde Satı kadının başı örtülü idi ve seçilmişti.

Emine hanım! O rahibe kıyafeti ile de olsun, eşinizin koluna girip ülke ülke dolaşarak Başkanlarının elini sıkmanız bile, o fırsat buldukça kötülediğiniz Cumhuriyeti kuranlar sayesinde. Cahillik ancak çokkkk.. okumakla önlenir, bilesiniz…

Emine Erdoğan’ın, “Harem okuldur, kadınların hayata hazırlandıkları bir eğitim yuvasıdır” sözlerine yanıtı ise şöyle oldu:

“YAZIKLAR OLSUN!”

” Emine Erdoğan artık her gün yeni bir inci! atıyor ortaya. Şimdi de Harem’in ne kadar yüksek ideallerle çalıştığını, oradaki kadınları hayata, ( hangi hayata?) hazırlandığını anlatıyor. Ona karşılık onların saltanat erkeklerinin birer seks aleti olduğunu, gereksiz gebe kalanların boğularak öldürüldüğünü, hepsinin tam birer köle olduğunu bilmiyor herhalde. Kadın sultanların mülk edinebilmelerini, özgürce kullanabildiklerini söyleyerek bu, kadın haklarının medeniyetimizde ne kadar köklü olduğunu gösteriyor, diyor. Kadın sultanların gözden düşünce bütün elindekilerin alındığını, halk kadının ise en ufak bir hakkı olmadığını, ancak Cumhuriyet ile kadın haklarının ele alınıp verildiğini, o sayede yalan yanlış söylese de kürsülere çıkıp konuşabilme özgürlüğünü, hakkını kazandığını kabul edemiyor Emine Erdoğan, yazıklar olsun!”

Ayla ÖZDEMİR / ayla@sozcu.com.tr

Abdullah Gül'ün Colin Powell'la Yaptığı Gizli Antlaşma

"Allah, Türk yöneti̇mi̇ni̇ vi̇cdan ve adalet duygusu i̇le akıldan yoksun bırakarak cezalandırmaya karar verdi̇." -Vladimir Vladimiroviç Putin, Rusya devlet başkanı 

Yukarıdaki bu ifadeler, tarih önünde söylenmiş, Tari̇he geçen si̇yaset ötesi̇ bi̇r i̇fadedi̇r.

Ey Türk milleti,

Atatürk’ün en önemli hayati vasiyetlerinden olan, "Başımıza getireceğiniz insanların kanındaki cevheri asliyi tahlil etmekten bir an bile feragat etmeyin” uyarısını dikkate almamak ahmaklık değil de nedir?!

Putin'in ifadesini doğrulayan tarih önündeki Türk Yönetimi  [bkz: http://yuksekturkiyeideali.blogspot.com.tr/2016/03/biliyor-musunuz-turkiyeyi-kimler.html ] ve onları tekrar tekrar seçip iktidara getirmek suretiyle tarih önünde ahmak - akla düşman duruş sergileyen halkın aymazlığı ve/veya tercihi altta bulunmaktadır.

Kimler tarafından nasıl bir bela ve melanetin içine sokulduğumuzun kanıtıdır:
Abdullah Gül'ün Colin Powell'la Yaptığı Gizli Antlaşma




Dışişleri Bakanıyken Abdullah Gül’ün ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Colin Powell ile gizli bir anlaşma imzaladığı biliniyor.

Gül, Powell ile 9 maddelik gizli bir anlaşma imzaladığını gazeteci Sedat Sertoğlu’na açıklamıştı.

İşçi Partisi, bu 9 maddelik gizli anlaşmayı yayınlayarak Anayasa’ya aykırı eylemlerin odağı haline gelen AKP’nin kapatılması ve Başbakanlık koltuğunda oturan R.T. Erdoğan ve diğer hükümet üyelerinin cezalandırılmaları için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurmuştu.

İşçi Partisi Genel Sekreteri Ferit İlsever, tarafından 13 Nisan 2006 günü Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na sunulan dilekçede şöyle deniliyordu:

İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 13 Temmuz 2003 günü düzenlediği basın toplantısında AKP Hükümetinin ABD ile yaptığı gizli mutabakatı açıkladı

Doğu Perinçek bu gizli mutabakatın hazırlanışını ve gelişmeleri şöyle açıklıyordu:

“Uzun süredir Türkiye’ye dayatılan mutabakat, ABD Dışişleri Bakanı Powell ile Abdullah Gül arasındaki görüşmelerde iki sayfalık ve dokuz maddelik bir metin halinde kabul edilmiştir.

Abdullah Gül, bu gizli anlaşmayı Sedat Sertoğlu’na itiraf etmiştir (Bkz. Vatan, 24 Mayıs 2003).

Dışişleri Bakanı Müsteşarı Uğur Ziyal’ın 15-19 Haziran 2003 tarihleri arasında Washington temasları ‘Gizli Mutabakat’zemininde yürütülmüştür.

Ziyal’ın temaslarından sonra Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan özel toplantıda verdiği bilgiler de ‘Gizli Mutabakat’ile aynı yöndedir. ‘Gizli Mutabakat’, en son 2003 Haziran ayı sonunda AKP Hükümeti ile ABD üst düzey yetkilileri arasında yapılan gizli görüşmelerde sonuca bağlanmıştır.”

Açıklanan bu 14 maddelik “Gizli Mutabakat” özetle şöyledir:

1. Irak’ın kuzeyinde bulunan bütün Türk birlikleri ve Türk ordusuna bağlı özel kuvvetler, aşamalı olarak Türkiye sınırları içine çekilecek.

2. Türk ordusu bundan böyle hangi gerekçeyle olursa olsun, sınır ötesi harekâtlarda bulunmayacak. PKK/KADEK’in Türkiye’nin egemenlik alanı dışında takip ve bastırılması harekatlarına da son verilecek.

3. PKK/KADEK’e karşı Türkiye devletinin egemenlik alanı içinde yapılacak askeri harekâtlar için, ABD askeri makamlarına haber ve bilgi verilecek, izin alınacak.

4. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri, PKK/KADEK’e karşı ABD askeri makamlarına bilgi vermeden ve izin almadan harekât yapacak olursa, ABD Hükümeti, ‘Kürt halkına karşı şiddet kullandığı ve soykırım uygulandığı’çerçevesi içinde uyarıda bulunma hakkını kullanabilecek. Bu durumda ABD gerekli gördüğü ambargo ve silahlı müdahale gibi siyasal ve askeri yaptırımları saklı tutacak.

5. Türkiye, ABD’nin İran’a ve diğer Ortadoğu ülkelerine karşı uygulayacağı sınırlı askeri harekâtlara, ABD’nin talep etmesi halinde şartsız olarak üs ve taşıma kolaylıkları sağlayacak, askeri birlik verecek. Türk birliklerinin komuta yetkisi, ABD komutanlığında olacak.

6. Türk ordusunun asker sayısı ve silah kuvveti, ABD’nin uygun bulduğu sayı ve kabiliyete indirilecek, özellikle tank ve ağır silahların miktarı düşürülecek, savaş uçağı sayısı sınırlanacak, bütün silah ve cephane bundan sonra ağırlıklı olarak kısa menzilli taktik savunma kavramına göre ayarlanacak, Türkiye’de bulunan ABD ve NATO irtibat subaylarının görev alanları ve yetkileri genişletilecek.

7. Irak’ın kuzeyinde kurulmuş olan ve ‘Kürdistan’adı verilen devlet resmen ilan edildikten sonra Türkiye tarafından da resmen tanınacak. Türk devletinin böyle bir devletin kuruluşunu ‘savaş nedeni’sayan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve bu yöndeki politika ve kararları kaldırılacak.

8. Abdullah Öcalan ve diğer dört lideri dışında bütün PKK/KADEK yönetici ve elemanlarına geniş kapsamlı af çıkarılacak.

9. Etnik grupların yasal siyasete katılmaları önündeki bütün yasal kısıtlamalar ve engeller kaldırılacak. Af yasası ile bağlantılı olarak, PKK/KADEK’e yasal siyaset düzleminde yer alma olanağı sağlanacak, hapiste veya dağda bulunan yöneticilerin siyasal mücadeleye katılmaları için gerekli hukuki ve siyasal önlemler alınacak ve uygulanacak.

10. Kamu Reformu Yasası ve Yeni Yerel Yönetim Yasaları hızla çıkartılacak, Tüdrkiye’deki Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehir ve kasabaların belediyelerinin özerkleşmesi süreci kararlı olarak yürütülecek.

11. Türkiye, dört yıl içinde uygulanacak bir planla, üniter devlet yapısını terk ederek, federasyona geçecek.

12. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, ‘Arafat modeli’denen uygulamayla devre dışı bırakılacak, Kıbrıs’ta Annan Planı bazı küçük değişikliklerle hayata geçirilecek.

13. Ege kıta sahanlığı konusunda Türkiye, Yunan doktrinine daha esnek davranacak, Türk jetlerinin uçuş alanı daraltılacak, sık sık ortaya çıkan ‘it dalaşı’ sorunu Yunanistan rahatsız edilmeden çözülecek.

14. Türkiye’nin Ermenistan ile ilişkileri normalleştirilecek ve iyileştirilecek, sınır ticaretinde Ermeniler lehinde düzenlemeler yapılacak, Ermenilerin Türkiye’ye gezilerindeki bazı sınırlamalar kaldırılacak.

Bu “Gizli Mutabakat” ın ilk adımının, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell 2 Nisan 2003 tarihinde Türkiye’ye geldiğinde, Abdullah Gül ile yaptığı özel görüşmede hazırlanan 9 maddelik bir planla atıldığı anlaşılmaktadır.

Abdullah Gül, Powell’la yaptığı bu görüşmenin perde arkasını, görüşmeden yaklaşık bir ay sonra Vatan Gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu’na anlatmıştır.

24 Mayıs 2003 tarihli Vatan Gazetesinde de aktarıldığı gibi Abdullah Gül, Sedat Sertoğlu’na şunları söylemiştir:

“Ben bu gezileri yapmadan önce, şimdi senin oturduğun koltukta (eliyle koltuğa vurarak) ABD Dışişleri Bakanı Powell oturuyordu.

Onunla 2 sayfalık 9 maddelik bir plan üzerinde anlaştık. Ama ben her yaptığımı kalkıp açıklayamam ki.

Powell, Suriye’ye giderken de benimle konuştu. Gizli olan bir sürü gelişme var.”

Aslında, gerek ülkemizde ve gerekse bölgemizde daha sonra yaşanan gelişmeler de dikkatle incelendiğinde -Gül tarafından da zımnen itiraf edilen- bu plan ve mutabakatın, adım adım uygulanmakta olduğunu saptamak mümkündür.

Bireysel olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın, “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar” bölümünde düzenlenen 302, 304, 305 ve 309. maddelerinde yazılı suçları oluşturan ve ağır cezaları gerektiren bu eylemin, örgütsel anlamda parti kapatma nedeni olacağı ise açıktır.

BU HABER GAZETE VE TELEVİZYONLARDA GÜNLERCE YAYINLANMASINA RAĞMEN ABDULLAH GÜL HİÇBİR ŞEKİLDE BASIN AÇIKLAMASI YAPMAMIŞTIR VE İNKAR ETMEMİŞTİR…

.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...