CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

“ BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT - BELEDİYE ” bağlantılı yolsuzluk iddiaları ÖRTBAS mı edilmek isteniyor ?


“ BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT - BELEDİYE ” bağlantılı  yolsuzluk  iddiaları
ÖRTBAS mı  edilmek isteniyor ?

 
Sultangazi Belediyesinde meydana geldiği iddia edilen İmar Yolsuzlukları iddiaları ilginç bir boyut kazandı.

ADLİYEDE   BİLİRKİŞİ   SKANDALI   !

BİLİRKİŞİ   RAPORLARI DA   SAHTE  ÇIKTI  
Gaziosmanpaşa Belediyesinde başlatılan  imar yolsuzlukları iddiaları  Sultangazi Belediyesinde devam ediyor. Zincirleme sahtecilik iddialarımıza ilişkin 4 ayrı dosyada,
 “ BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT- BELEDİYE ” odaklı yolsuzluklar ortaya çıktı. (İddialarımız, her aşamamasıyla 3.000 sayfayı aşan belgeleleriyle tek tek ispatlıdır!)

8 AYRI KEŞIFTE ,  BILIRKIŞILERIN   IMZALARI  YOK  !
Skandal olaylarla medyada gündemden düşmeyen Gaziosmanpaşa Adliyesinde iddialar ayyuka çıktı.
Şimdi ise; 20 trilyonluk arsalarda, içerik itibariyle sahte ve gerçeğe aykırı raporlar düzenleyen bilirkişiler, Harita ve Kadastro Mühendisi Mehmet K. ile İnşaat Mühendisi E.Hasan B. haklarında MALİYE HAZİNESİNE ve Savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Bu kişilerce düzenlenen diğer dosyaların da geçmişe yönelik olarak müfettiş marifetiyle incelenmesini talep ettik.

" Belediyenin çaycısında, şoförün de bile sahte kâşeler var ! "
Gaziosmanpaşa Belediyesindeki yasadışı işlemler MEDYA' da haber olduğu gibi, sahte imza ve kaşe kullanılarak 253 adet bina projeleri, aynı şekilde iş merkezlerinde sahte uygulamalar, 114adet şaibeli Jeolojik Raporlardaki usulsüzlük ve sahtecilikler, çıkar ilişkileri yapılanmasıyla UCUBE bir sistemle İmar Yolsuzluklarındaki sahtecilikleri daha önceden, delilleriyle ve belgeleriyle KAMUOYUNDA PAYLAŞTIK. ( Haber kaynakları da sunulmuştur)

Oluş şekli ve seyrine göre; bu yolsuzlukların yine Belediye bünyesinden ya da başka kamu birimlerinden, işbirliği içinde gerçekleştiği yönünde bulgular söz konusudur.

Planlı İmar Yolsuzluğu 18  YIL süresince kademe kademe uygulandı !!!

TAMAMLAYICI   SAHTECİLİK  mi ?
 İddia konusu sahte işlemler  " Yeni Sahteciliklerle”  mi  tamamlanıyor ?
Gaziosmanpaşa ‘dan ayrılarak  kurulan  Sultangazi İlçesi Belediye Başkanı Cahit Altunay ve ekibi ;
 “ Bizler  4 yıllık yeni belediyeyiz, KURUCU İŞLEM DEĞİL TAMAMLAYICI İŞLEM yapıyoruz “ şeklinde yazılı cevaplar veriyorlar.

 Ayrıca,“ BOĞAZIMIZDAN HARAM LOKMA GEÇMEDİ ” diyerek basına açıklamalar yapan Cahit Altunay ‘a soruyoruz :

Temeli  zincirleme hile ve  sahteciliğe dayanan işlemler, TAMAMLANIR MI ?
YOK HÜKMÜNDEKİ sahteciliğin ve hilenin; kurucusu, tamamlayıcısı mı olur ?
 KURUCU sahtecilik mi ?
 TAMAMLAYICI sahtecilik mi ?
 YARIM KALAN sahte ve hileli işlemler Sultan gazi Belediyesinde hızla artarak devam ediyor.
Adeta yağmurdan kaçarken doluya mı  tutulduk ?
 Hızla tamamlamaya çalışıyorlar herhalde…. !
“HARAM LOKMA” meselesini de sizlerin takdirine sunuyorum….

ALTUNAY, ISRARLA SUÇ İŞLİYOR !
3.500 m2 Arsa Kaybolur mu ?
 36yıldır tapulu maliki olduğu arsaların, Adli ve İdari Yargı kararlarıyla sabit olmasına rağmen, 3.500 m2 'lik kısmı YÜRÜTÜLEN ARAZİ oluyor!!! Yapılan sahteciliklerle haksız imar yoğunluğu ve haksız imar alanı kazanılıp, VAR OLANI YOK, YOK OLANI VAR yaparak istedikleri kişilere hukuk dışı yerler kazandırılıyor.

Sadece Yürütülen değil, UÇAN ARSA mı var ?
Sultan gazi Belediye Başkanı Cahit Altunay ve ekibine, iddialarımızı konu hile ve sahteciliğe dayanan olaylara ilişkin detaylı bilgi ve belgeleri tek tek sunmamıza rağmen, NEDENSE görmezden geliniyor. Bağımsız mahkemede, yapılan işlemlerin SUÇ teşkil ettiği ve 2005 yılından bugüne kadar devam ettiğine dair KARAR verilmiştir. ( Gaziosmanpaşa 4.Asliye Hukuk Mahkemesi 2012/58 D.İş ) Gaziosmanpaşa Belediyesinde başlayan hukuka aykırı işlemler, 2009 yılından itibaren de Sultan gazi Belediyesinde artarak devam etmektedir.

Kamuoyunu yanlış yönlendirmeye sebebiyet veren bir açıklama belediye basın bürosunca yayınlanmıştır.
"HER  İDDİAMIZIN  ARKASINDAYIZ !!! " hiçbir kimseye iftira atmıyoruz, tam aksine avukatları olarak bana ve müvekkillerime İFTİRA edilmektedir.
Tüm işlemlerin 2005 yılında tamamlanıp bitmiş gibi gösterilmesi de tamamen saptırmadır.

Yargı kararları olmasına rağmen bizim, müfteri ilan edilmemiz de kamuoyunu yanıltmak suretiyle KENDİNİ AKLAMAK amaçlıdır. Müvekkilim, başından itibaren hazırlanmış hile ve sahteciliğe dayalı bir SENARYO ile mağdur edilmek istenmektedir.Sahteciliğe dayalı işlemlerle müvekkilim  “ TUZAĞA DÜŞÜRÜLEN AV ” misali kandırıldığı gibi şimdi de kamuoyu yanıltılmak istenmektedir.


Adli ve idari yargıda verilen karar gerekçeleri dahi tırpanlanıp, kendi işlerine gelen şekilde bildirimde bulunuyorlar aslında ;

Bizzat avukat olarak sahtecilikleri tespit ettikten sonra derhal MALİYE HAZİNESİ ‘ne İHBAR ‘da bulunup davalar açtık.Hazine Avukatları dosyalara el koydu



BAHSEDİLEN ARAZİ KİM VEYA KİMLERE MENFAAT SAĞLIYOR?
Mahkeme Kararları da Yok sayılıyor.Mahkemenin “suç var, yargılama yapılması gerekir” kararına rağmen, müvekkilin 20 TRİLYONLUK parselleri, hukuka aykırı, hile ve sahteciliklerle elinden alınmak istenmektedir. BİLİRKİŞİ - MAHKEME - AVUKAT- BELEDİYE odaklı ortaklaşa ve zincirleme kötü niyetle işbirliği halinde gerçekleştirilen “ hile ve sahteciliğe ” dayanan, iddialarımıza konu olayların tüm aşamaları onlarca somut delil, belge, bilgi, bulgu ve ciddi emareler ile ispatlı olup, bizde oluşan kanı budur.

Gerçekler inatçıdır.  Adalet Cesaret ister.
Bizler, sadece gerçeğin ve Adaletin peşindeyiz ! 
İddia konusu mide bulandırıcı “VİDALANMIŞ İŞLER ” ayyuka çıkınca;
sözünde durup bakalım kimler  İSTİFA  edecek ?

Basına ve kamuoyuna saygıyla duyurulur. 12.02.2013 Av.Ömer KİBAR
Hayatta küçümseme hiçbir kimseyi
NOKTA' da küçüktür ama BİTİRİR cümleyi
Not : Lütfen şayet içeriği bizim gibi onaylıyorsanız, bu metni tüm önemli sitelere ve ülkede düşüncesi ne olursa olsun NAMUSLU her insanın mailine ulaştırın

“HARAM LOKMA” meselesini de sizlerin takdirine sunuyorum….



 



 ( Kaynak;16/03/2004 tarihli "Sahte mimarlar aranıyor" haberi için http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=109693)
(Kaynak; 21 Ocak 2006 tarihli "Belediye sahte imza kullandı" haberi için http://www.birgun.net/worker_index.php?news_code=1137812581&year=2006&month=01&day=21)



SİLİVRİ VE BASTİL

HUKUKUN EGEMENLİĞİ DERNEĞİ
 Society Of Law Sovereign-Societe Du Droit Souverain-Verein Des Souveraenen Rech


SİLİVRİ ÖNÜNDE BİR “BASTİLLE OLAYI” YAŞANMIŞTIR.

SİLİVRİ YURTSEVERLERİ DERHAL TAHLİYE EDİLMELİDİR.
TASFİYE SÜRECİNDEKİ BİR MAHKEMEDE DAVA GÖRÜLEMEZ

Ergenekon Terör Örgütü adı verilen ve Silivri Cezaevi kampusü içinde görülmekte olan davanın son gelişmeleri üzerine bir açıklama yapan Hukukun Egemenliği Derneği E.Genel Başkanı Av.A.Erdem Akyüz; bu davada yargılanmakta olan tüm sanıkların derhal tahliye edilmeleri gerektiği ve tasfiye sürecine giren bir özel mahkemede davanın görülemeyeceğini ifade etti.
         Akyüz “Yargılama ve kovuşturmanın başladığı senelerdenberi söylendiği üzere davanın adı dahi yanlış ve saptırıcıdır. Tarihe mal olmuş bir Türk Destanının adı verilen terör örgütü davası olamaz.
Yargılamanın yapıldığı yer; şehir dışında, ulaşım ve konaklama olanaklarının bulunmadığı bir yerde, üstelik cezaevi sınırları içindedir. Yani daha davası devam etmekte ve masumiyeti esas olan kişiler şimdiden mahkum edilmiş gibidirler.
Burada yaşanan olay tarihi “Bastille Olayını” anımsatmaktadır. Hatırlanacağı üzere Bastille Baskını’nda; ellerinde tırpan, kürek gibi, aletlerle binlerce Fransız, hapishane olarak kullanılmakta olan Bastille Cezaevini basmış ve içerideki mahkumları salıvermişlerdir. Eylemin yapılış amacı, Kraliyet tarafından hapsedilen düşünce suçlularını kurtarmaktı. Bastil Baskını, tarihde yeni bir sürecin ve çağın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu gün Silivri Cezaevi önünde yaşanan ve demokratik hakların kullanıldığı olaylar da bu süreci anımsatmaktadır.  Bastil cezaevinin yıkılarak taşlarından köprü yapılması gibi, Silivri Cezaevi de Müze olacaktır.
Kovuşturma sürecinde yaşanan hukuksuzluklar, kopyala yapıştır yöntemiyle binlerce sayfaya varan iddianameler, tek bir davaya monte edilen onlarca dava, ceza yargılama usul hukukuna aykırılığı saptanan sayısız uygulamalar herkes tarafından bilinmektedir. Bunlar tarihe mal olmuştur ve tarih tarafından yargılaması yapılacaktır.
Ancak içinde bulunduğumuz koşullarda, yargılaması devam eden ve yaklaşık olarak 5 senedenberi tutuklu olarak yargılanan sanıkların, yurtseverlerin bir an önce ve derhal tahliye edilmeleri gerekli ve zorunludur.  Türkiye’yi bir karmaşaya götürebilecek derecede hatalı uygulamaları başlatanlar, uygulayanlar ve bunlara destek verenler sorumlu olacaklardır.

Açıklamadır.

Türk-Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu (TÜRKÇE - ENGLISH)

UZM. YRD. BERNA TÜRKDOGAN

 

Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman DEMÎREL’in yüksek himayelerinde İğdır Valiliği ile Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı’nca düzenlenen “Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi’nin Açılışı”nı, “Iğdır-Hakmehmet Köyü Toplu Mezar Kazısı”nı ve “21. Yüzyıla Girerken Tarihe Dostça Bakış: Türk Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu 5-7 Ekim 1997 tarihinde Iğdır’da gerçekleştirilmiştir.

Törenlere Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu, Iğdır ve Kars milletvekilleri, Iğdır Valisi Şemsettin Uzun, Belediye Başkanı Nurettin Araş, Nahçıvan Ali Meclis Başkanı Vasıf Taliboy, Doğubeyazıt Tugay Komutanı Tuğgeneral Fehim Güler, Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Erol Oral, Iğdır Garnizon Komutanı Albay Ümit Dündar, İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ahmet Yılmaz Turan, Türkiye’nin Nahçıvan Başkonsolosu Burhan Aydın, İlçe Kaymakamları, yerli ve yabancı bilim adamları, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı.

Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu, “Türkiye Cumhuriyeti, yüzyılın en büyük iftirasına maruz kalmıştır” dedi. 21. Yüzyıla girerken, tarihe dostça bakış, Türk-Ermeni İlişkileri uluslar arası sempozyumun açılışında konuşan Bakan Mirzaoğlu, Türklerin tarih boyunca hiçbir şekilde soykırım yapmadığını söyledi. Türklerin en güçlü olduğu dönemde değil de en zayıf oldukları dönemlerde soykırım yaptıklarına dair sözlerin açıkça bir iftirayı gösterdiğine işaret eden Mirzaoğlu, “Tarih boyu birlikte yaşadığımız insanları yıllar sonra neden katledelim?” diye sordu.

Uluslararası sempozyumlarda tarafsız olduklarından şüphe duyulmayan yerli ve yabancı bilim adamları sayesinde tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılacağını ümit ettiğini ifade eden Mirzaoğlu, şunları söyledi;
“Açılan toplu mezarlar mezarlardan çıkarılan kemiklerin Türklere ait olduğu artık bir gerçektir. Hakmehmet köyünde açılan toplu mezarda buna en yakın zamanda bir örnektir. Ermeniler, Yahudiler, Ruslar’ın Osmanlı döneminde hür yaşamalarına izin verilmiştir. Patrikhaneler, ibadethaneler buna birer misaldir. Ama ne yazık ki, emperyalist devletler Ermenileri kullanmayı bilmiştir. Çeteler kurdurmuşlar, o çetelere silah vererek, Türklere karşı kışkırtmayı başarmışlardır.”

Devlet Bakanı Mirzaoğlu, bugün Türkiye Cumhuriyeti topraklarında Ermenilerin ve Yahudilerin yaşadığını, Lozan Antlaşması’na uyan Türkiye’nin azınlıkların haklarını sonuna kadar korumasını bildiğini söyledi ve Türkiye Cumhuriyeti, varsa sorunları barışçı yollardan çözümlemesinden yanadır, bırakın Türk-Ermeni ilişkilerini Türkiye dünyada güçlü bir barışın oluşmasından yanadır, dedi.
Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof.Dr. Azmi Süslü de, yaptığı konuşmada, yeni bir yüzyıla girerken, bu yüzyılın dünyaya barış getirmesi dileğinde bulundu.

Prof.Dr. Süslü, Anadolu’nun her köşesinin şehitlerle dolu olduğunu, Türklerin değil, asıl Ermenilerin soykırım yaptıklarını söyledi.

Bir milyon insanın Ermenilerce hunharca katledildiğine dikkati çeken, Prof. Dr. Süslü, “Van’da Muş’da, Bingöl’de, Iğdır’da, Erzurum’da ve Anadolu’nun birçok köşesinde Türkler Ermenilerin katliamlarına maruz kalmıştır. Amerikalı bir grup parlamenter de yaptığı incelemede bir milyon Müslüman Türkün katledildiğini tespit ve kabul etmiştir” diye konuştu. Bugüne kadar toplu mezarların açılmamasını “şehitlerimizin rahatsız olmamaları” anlayışından kaynaklandığını işaret eden Başkan şunları söyledi;
Her şeye rağmen geç de kalınmış olsa Anadolu’nun her köşesindeki toplu mezarlar açılacak ve Ermenilerin yaptığı soykırım ortaya çıkarılmaya devam edecektir. Terör, toprak ve tazminat talepleri devam ettiği sürece bu konudaki ilmi çalışmalarımız da devam edecektir. Bundan böyle tokat yemeden, iftiraya uğramadan önce tarihi gerçekleri tek tek ortaya çıkarmaya devam edeceğiz.

Iğdır’da yaptırılan soykırım anıtı ve müzesi ümit ediyorum ki, bir araştırma merkezi bir eğitim merkezi haline gelir. Bu anıt, yapılan soykırımı yeni nesillerin zihinlerine nakledilmesini sağlar.” dedi.
Iğdır Valisi Şemsettin Uzun da, Iğdır’da yaptırılan Soykırım anıt ve mü/esinin bir gerçeği ifade ettiğini belirterek, “Iğdır da tarih yazılmıştır” dedi.

“Umarım ki bu sempozyumda tarihi gerçekler iyice su yüzüne çıkar ve Ermenilerin Türklere yaptığı soykırım dünyaya anlatılır” diye devam etti.

Iğdır’da 1998 yılında yapımına başlanan “Soykırım Anıt ve Müzesi” Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu tarafından açıldı.

Açılış töreni saat 09.00’da anıta çelenklerin konulması,saygı duruşu ve İstiklâl Marşı’nın okunması ile devam etti. İmam Hüseyin Yeşil tarafından Kur’an okundu, İl Müftüsü Osman Dalcı da dua etti.
Anıtın açılışını yapan Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu, mezalime uğrayanların anısına dikilen anıttan mutluluk duyulduğunu, bu anıtın dostluk anıtı olduğunu, müzenin ise insanlığa ibret müzesi niteliğinde olduğunu söyledi.

Yapılan tüm eserleri barışa, dostluğa, insanlığa adadıklarını ifade eden Bakan Mirzaoğlu, “Milletimiz büyük millettir. Devlet-millet el ele vererek her türlü zorluğun üstesinden gelmesini bilmiştir, bilmeye de devam edecektir. Son günlerde yaşadığımız deprem sonrası gelişmelerde buna bir örnektir” diye konuştu.

Komşumuz Ermenistan’ın Iğdır’a yaptırılan bu anıttan ibret almasını arzu ettiklerini ifade eden Bakan Mirzaoğlu, şöyle konuştu;

Türkiye Cumhuriyeti olarak her zaman barıştan, dostluktan yanayız. Komşularımızla ticari, kültürel ilişkilerimizi geliştirmekten yanayız. Afrika’ya, Avrupa’ya, Asya’ya barış tohumlarını geçmişte biz attık, yine atmaya devam ediyoruz. Bütün insanlara kültürel haklar, dini haklar verdik. Bizler Türkiye Cumhuriyeti içerisinde dost ve kardeş olarak Ermenisi ile her insanı ile barış ve kardeşlik içinde yaşıyoruz. Din, ırk, mezhep ayrımı yapmıyoruz. Biz barıştan, adaletten yanayız. Barış mesajlarımızdan anlamayanlara, topraklarımızda gözü olanlara karşı her zaman kararlı konumdayız. Dostluk elimizi tutsunlar, bu topraklara göz dikmekten vazgeçsinler. Kars’ta açacağımız Doğu Kapısı dostluk kapısı olacaktır.

Iğdır Valisi Şemsettin Uzun da, anıtın yapılış kararını, 1995 yılında Iğdır’da yapılan aynı konu üzerindeki bir sempozyumdan sonra alındığını hatırlatarak, kararın uygulandığını söyledi. Anıtın temelini 1 Haziran 1998 yılında attıklarını belirten Vali Uzun, “ülkenin en büyük soykırım anıtıdır. Temeli atıldığında çok büyük mutluluk duyduk. Anıtı yaparken bütün üniversitelerin fikirlerini aldık” diye konuştu.
1915-1920 yılları arasında Iğdır’da yaklaşık 80 bin kişinin Ermeniler tarafından hunharca katledildiğine dikkat çeken Vali Uzun, şöyle devam etti.

“Madur olan biziz, Katliama uğrayan da biziz. Ama görüyoruz ki, Ermeniler işi ters göstermeye çalışıyorlar. Katliamı onlar yapmış. Dünyada yaklaşık 20 yerde sözde soykırım anıtları yapmışlar, yapmaya da devam ediyorlar. Türkiye Cumhuriyeti haklı davasını dünya platformunda anlatamamıştır. Soykırıma uğradığı gerçeğini dünyaya kabul ettirememiştir. Ermenilerin amacı, Türkiye’yi uluslar arası platformda başarısız kılmaktır, sonra da tazminata mahkum etmektir, daha sonra da toprak istemektir.
Bizim Ermenilerden toprak talebimiz yoktur. Asla da olmayacaktır. Ama Ermeniler için kan ve toprak talebi devam etmektedir. Ermenilerin, büyük Ermeni devleti kurma hayalleri hala devam ediyor. Bunu simgeleyen belgeler vardır. Bölücü örgüt PKK terör örgütü de aynı rüyayı görmektedir. Demiştir.
Iğdır Belediye Başkanı Nurettin Araş, “açılış töreninde “Iğdır’ın anlamlı bir anıta sahip olmasından duyduğu mutluluğu dile getirdi. Anıta gözümüz gibi bakacağız dedi. Anıtın Türk ruhunu oluşturduğunu söyledi. Bu anıtın yorumunu iman, insaf sahibi insanların yorumlarına bıraktıklarını ifade etti.
Soykırım anıtının mimarı Prof.Dr. Cafer Alioğlu Giyasi de yaptığı konuşmada, yükselen anıtın Ermenilerin tüm iddialarını çürüttüğünü bildirdi.

Giyasi şöyle dedi;

“Soykırım anıtı için seçilen yer Iğdır şehrinin Doğu girişinde, yani Azerbaycan, İran ve Ermenistan’dan gelen yolların kavşağıdır. Üçgen biçimli arazinin sahası 1.3 hektardır. Bu yerin anıt inşası için seçilmesinde amacımız Iğdır’a komşu ülkelerden gelen misafirleri ilk olarak bu anıtla karşılamaktır. Anıtın ilerisinde bir de müze bulunmaktadır. Müzeye giriş kapısı Türk Selçuklu mimarlık geleneğine dayanan taç kapı şeklindedir.

Suni tepe kurganın ortasında 36 metre olan kılıç topağı yükseliyor. Türkiye devleti simgesi ve bayrağında olan beş köşeli yıldızı yükseliyor. Anıtta yapılan kılıçların sayısı beştir. Onlar planda beş köşeli biçim yaratıyor. Üstten bakıldığında kılıç topağı Türkiye devleti simgesi ve bayrağında olan beş köşeli yıldız gibi görünüyor. Tepede beş köşeli yıldızın her ucundan bir Türk kılıcı yükseliyor ve onların uçları yukarıda birleşip bütünleşiyor.” Diye açıklama yapmıştır.

Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Öğretim Üyesi Prof.Dr. Cevat Başaran, anıt içerisinde yer alan müze hakkında verdiği bilgide, müzede ilk kez Iğdır Ovası’nda yapılan toplu mezarların oluşturduğu panoların sergilendiğini, ayrıca müzede Erzurum, Van ve Kars’ta yapılan toplu mezar kazılarının görüntülerinin de gösterildiğini söyledi.

Atatürk Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Enver Konukçu da yaptığı açıklamada, amaçlarının herhangi bir düşmanlığı körüklemek olmadığını, milletlerarası anlaşmalara rağmen hayatlarını kaybeden insanların hatırasını gelecek kuşaklara taşımak olduğunu ifade etti.
Sempozyum da konuşan Azerbaycan Milletvekili Sabır Rüstem Hanlı, “Türkiye’de Osmanlı Tarihi’nden utanır hale geldik” dedi. Dünyadaki emperyalist güçlerin Türklere karşı bir oyun içerisinde olduklarını, Türklerin ise uğradıkları soykırım ve haksızlıkları dünyaya anlatmaktan aciz kaldıklarını ileri sürdü. Türk tarihi kadar şerefli tarih olmadığını ifade eden Hanlı, “öyle bir hale geldik ki, Türkiye’de Osmanlı Tarihi’nden utanır hale geldik. Türkiye tarihi, Türkiye dili Azerbaycan tarihi dili, Türkmenistan tarihi dili, diye saçma sapan şeyler ortaya atıldı. Asla böyle bir şey söz konusu değildir. Dünyada tek bir Türk tarihi ve Türk dili vardır. Diye konuştu.

Emperyalist güçlerin ortaya koyduğu oyunlar sonucu geçmişimizden de utanır bir millet haline gelindiğini ileri süren Hanlı, toplu mezarların açılmasında geç kalındığını, bunun da büyük bir hata olduğu görüşünü savundu.

6 Ekim 1999 Çarşamba günü, Iğdır Ticaret Meslek Lisesi Konferans Salonu’nda düzenlenen Sempozyum 3 Oturum halinde gerçekleştirildi.

Prof.Dr. Yaşar Sütbeyaz’ın Başkanlığını yaptığı I. Oturum’da, Başkan Yardımcısı olarak Doç. Dr. Esin Dayı görev aldı. Prof.Dr. Erich Feigl “Ağrı Dağı ve Iğdır Açısından Dostlara Dostça Bakış”, Prof.Dr. Cevat Başaran “Hak Mehmet Öncesi toplu Mezar Kazılarına Bakış”, Prof.Dr. Mehlika A. Kaşgarlı “Haçlı seferleri ve Ermeniler”, Yrd.Doç.Dr. Erol Kürkçüoğlu “Ortaçada Bizans ve İran’ın Ermeni Siyaseti”, Yrd.Doç.Dr. Mehmet Onbaşı “XVI. Yüzyılda Kayseri ve Civarında Ermeniler”, Doç.Dr. Şükür Memmedov “Ermenilerin Türkiye ve İran’dan Göç Ettirilmeleri Politikası” başlıklı bildirileri sundular.
Öğleden sonra devam eden II. Oturumun Başkanlığını Prof.Dr. İsa Habibbeyli ve Yrd.Doç.Dr. Erol Kürkçüoğlu yaptılar. Bu oturumda, Prof.Dr. Stefano Trinchese “Italy and Turco-Armenian Relations”, dr. Erdal İlter “Taşnak Partisi’nin Ermeni İsyanlarındaki Rolü”, Doç.Dr. Cafer Guli Mirzayev “Andranik’in Nahcıvan’daki Vahşetleri”, Doç.Dr. Ali Yusifov “Nahcıvan şehrinde Ermeni Mezalimi”, Doç. Dr. İsmail Hacıyev “Moskova ve Kars Antlaşmalarında Nahcıvan”, Dr. Hüsamettin Yıldırım “Türk-Ermeni İlişkilerinde Ermenilerden İtiraflar” başlıklı bildirilerini sundular. Prof.Dr. Yaşar Akbıyık “Haçin ve Zeytun Ermeni Meselesi’nin Çözümü” başlıklı bildirisini gönderdiği Sempozyuma aynı tarihlerde bir evlat sahibi olmanın mutluluğunu yaşadığı için katılamadı.

Daha sonra ise Prof.Dr. İsa Habibbeyli “Azerbaycan Kaynaklarında Ermenilerin Yaptıkları Katliamlar”, Doç.Dr. İman Caferov “Edebi Sayahatnâmelerde Ermeni Meselesi”, Prof.Dr. Enver Konukçu “Sürmeli’de Eçmiyadzin Kutsal Kilisesi ve Araş Yakınlarındaki Hak Mehmet Köyü Olayı”, Prof.Dr. Abdüsselam Uluçam “Doğu Anadolu Mimarisinde Türk-Ermeni Kültür İlişkileri”, Prof.Dr. Mehmet Saray “Ermeniler Yol Ayrımında”, başlıklı sunumlarını yaptılar. Tartışma ve Değerlendirme bölümleri ile sona eren sempozyumun sonuç bildirgesi ekte verilmiştir. Ayrıca yapılan kazının raporu da Atatürk Üniversitesi’nden gelen Prof.Dr. Cevat Başaran ve beraberindeki kazı ekibi örencileri Dr.Ali Yalçın Tavukçu ve Arş.Gör. Ertan Küçüktepe tarafından hazırlanarak yayıma hazır hale getirilmiştir.

21. YÜZYILA GİRERKEN TARİHE DOSTÇA BAKIŞ: TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU SONUÇ BİLDİRİSİ
Tarihi gerçeklere ışık tutmak maksadıyla yaklaşık 20 yıldır üniversitelerin yaptığı bilimsel çalışmalar kapsamında arşiv belgeleri, yerli ve yabancı kaynaklar, birkaç yıldan beri de sesli-görüntülü malzemeler kullanılırken, bir yandan da canlı tarih taramaları ve Ermeniler tarafından katledilen Türklere ait toplu mezar kazıları yapılmıştır. Bu çalışmaların bir halkası olarak da, Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin dünyanın çeşitli yerlerinde katlettiği Türklerin anısını yaşatacak olan Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi 5 Ekim 1999 tarihinde açılmış, Iğdır Hakmehmet Köyü nde Ermenilerin katlettiği Türklere ait toplu mezar .kazısı yerli ve yabancı bilim adamları ve basın-yayın mensuplarının katılımı ile 5-6 Ekim 1999 tarihlerinde yapılmış ve 6 Ekim 1999 tarihinde de çeşitli ülkelerden bilim adamlarının bildiri sunduğu “21. Yüzyıla Girerken Tarihe Dostça Bakış: Türk-Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu” düzenlenmiştir. 5-6 Ekim 1999 tarihlerinde Iğdır da yürütülen yukarıdaki bilimsel faaliyetlerle aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:

1- 5 Ekim 1999 tarihinde açılışı yapılan, günümüz Türkiyesi nin ilk ve en büyük Soykırım Anıt ve Müzesi’nde sergilenen malzemeler, 5-6 Ekim 1999 tarihlerinde Hakmehmet Köyü’nde yapılan toplu mezar kazısında ortaya çıkan bulgular ve sempozyuma sunulan bildiriler, Ermenilerin iddiasının aksine Türklerin bir soykırıma tâbi tutulduğunu ispatlamaktadır.

2- Iğdır Soykırım Anıt ve Müzesi’nin, Türk-Ermeni ilişkileri konusunda araştırma yapılabilecek bir merkez haline getirilmesi ve buranın Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki Üniversitelerden birine bağlanmasının uygun olacağı ve yanına yapılması Valilikçe planlanan Kültür Merkezi nin süratle bitirilmesinin, ayrıca Hakmehmet Köyü toplu mezar alanının bir şehitlik haline getirilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

3- Yerli ve yabancı bilim adamlarınca sempozyuma sunulan bildirilerde, Ortaçağdan günümüze kadar olan Türk-Ermeni ilişkileri bilimsel kaynaklara dayanılarak değerlendirilmiş ve tarihi gerçekler ortaya çıkarılarak insanlığı aydınlatma hedefi güdülmüştür..

4- 21. Yüzyıla girerken Kafkasya Bölgesinde etkin ve kalıcı bir barışın, huzur ve güven ortamının tesis edilmesi gerekmektedir. Bu maksada hizmet edilmesi için Ermenistan, haksız bir şekilde işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmeli, sorunlarını barışçı yollarla çözmeli, bundan sonra da komşularına yönelik asılsız iddialardan ve toprak taleplerinden vazgeçmelidir.

5- Bütün bu faaliyetlerin sonuçları kitaplar, albümler, CD-ROM’lar filimler halinde dünya kamuoyunun bilgisine sunulmalıdır.
On the eve of the 21st Century

A Friendly look at the History:

The International Symposium on the Turkish-Armenian Relations

Final Declaration**
in order to shed light on the historical facts, during the last 20 years various universities have been earnying out academic researches on archieves-documents and on many local and foreign sources. During recent years a series of interviews have been earned out with eye-witnesses and also, many mass-graves of the Turks massacred by the Armenians during 1915-18 have been opened. Within the framework of these works and studies, a museum and a monuments in the memory of the Turks massacred by the Armenians in various parts of the world during the First World War was erected in Igdır on 5th October 1999 at a solemn ceremony. On the 5th and 6th October 1999, a big mass-grave at the Hak Mehmet Village of id İr was opened in the presence of the local and foreign experts and members of the press.

in addition to these activities and International Symposium was organized in Iğdır provincial centre on 5th-6th October 1999 which adopted the following resolution unanimously:

The documents and findings being exhibited in the Monument and Museum which was inaugurated in Igdır on 5th October 1999, and the findings unearthed at the Hak Mehmet Village, as well as the academic papers submitted to the International Symposium, underlines the fact that during 1915-18. The Armenians massacred hundreds of thousands of Turks in Eastern Turkey.Thus proving the baselessmen of the Armenian allegations on this matter.

It has been decided to advice that the “Igdır Monument and Museum of Massacre” be turned into a technically well-fitted modern research centre in the field of Turkish-Armenian relations and handed över to one of the universities in the region
it has also been decided to urge the quick completion of the “Cultural Centre” planned by the Governor of Igdır, and that the Hak Mehmet mass-grave area be turned into a Martyrdom.

in the papers submitted to the Symposium, the Turkish-Armenian relations since the Middle Ages have been evaluated in the light of documents and academic sources, historical facts have been underlined and world public opinion have been supplied with sufficient information in this subject.

On the eve of the 2İst Century, in the Kafkas Area an effective and flashing peace on security should be established.

For this aim, the Armenians must withdraw from the Azerbaican territories which they invaded unlawfully, try to settle the problems by peaceful means, and blaming her neighbours by fabricated allegations and give-up her claims of territory from her neighbours.

The results of these activities be supplied to the world public opinion in books, albums, CD-Rom’s and films.

IĞDIR – HAKMEHMET KÖYÜ TOPLU MEZAR KAZISI RAPORU***
Iğdır’ın 12 km. kuzey-batısında yer alan Hakmehmet Köyü’nde 1919 olayları sırasında katledilen Türkler’e ait bir kuyu-mezar olduğu ilk kez, köylülerin anlatımları sonucu, Prof. Dr. Enver Konukçu tarafından tespit edilmiştir. Buradaki araştırmaların tarihi belgelerle de doğrulanması üzerine, mezarda bilimsel kazı yapılması kararlaştırılmıştır.

Iğdır’da 5-7 Ekim 1999 tarihlerinde düzenlenen “21. yy’a Girerken Tarihe Dostça Bakış: Türk – Ermeni İlişkileri Uluslararası Sempozyumu” çerçevesinde gerçekleştirilen kazı çalışmasına 6 Ekim’de başlanmış ve çalışma şartlarının güçlüğü nedeniyle kazı 7 Ekim’de de sürdürülmüştür. Kazı çalışmaları Atatürk Üniversitesi’nden Arkeolog Prof. Dr. Cevat Başaran, Dr. Ali Yalçın Tavukçu ile Arş. Gör.Etan Küçükefe ve Hacettepe Üniversitesi’nden Antropolog Yrd. Doç. Dr. Yılmaz Erdal’dan oluşan teknik ekip tarafından yürütülmüştür. Çalışmalara Hakmehmet Köylüleri de katkıda bulunmuştur.,

Hakmehmet Köyü meydanında bulunan ve üzerinde bir yazıt yer alan kuyunun önce yüzeyden ağzı tespit edilmiş ve yarım-daire açma metoduyla kazılmasına başlanmıştır. Üstteki yaklaşık 1.00-1.50 m’lik dolgu toprağın kaldırılmasından sonra, 0.90-1.00 m’lik kuyunun ağzı tam olarak ortaya çıkmıştır. Kuyunun ağız kısmının üç sıra moloz taşlarla örülü ve üzerinin de sonradan yerleştirilmiş bir beton tablayla kapatılmış olduğu tespit edilmiştir. İlk 8 m.’de herhangi bir bulguya rastlanmamıştır. 11. m’de, iri blok taşlarla birlikte bir mandanın kafa isketeli ortaya çıkarılmıştır. Bu iskeletin kafasında muhtemelen kurşunla açılmış bir delik olduğu görülmüştür. Çalışma zemininin olumsuzluğu nedeniyle ilk gün çalışmalarına ara verilmiştir.

İkinci gün öncelikle açma genişletme çalışmaları yapılmıştır. Bu çalışmalar sırasında iki kez köy içme suyu şebekesine ait boruların patlatılması, işleri olumsuz yönde etkilemiştir. 12 m. derinliğe ulaşıldığında, kuyu zemininden su çıkmaya başlamıştır. Üstteki çapı yaklaşık 0.90-1.00 m. olan kuyunun tabanda 2.50-3.00 m’ye kadar genişlediği görülmüştür. Oldukça güç çalışma şartları altında 12 m. derinlikte gerçekleştirilen kazı çalışmaları sırasında, üst üste yığılmış insan iskeletlerine rastlanmıştır. Dipteki su ve çamurun içerisinden 290’ye yakın insana ait kafatası, kol, bacak ve kaburga kemikleri ile çok sayıda iskelet parçası çıkartılmıştır. Bazı isketeler arasında iri blok taşlara da rastlanmıştır. 13 m. derinliğe kadar inilmiş olduğu halde, iskelet yığınının devam ettiği gözlenmiştir. Ancak suyun gittikçe yükselmesi ve kuyu tabanını aşındırması, göçme tehlikesi yarattığından çalışmalar durdurulmuştur. Toplu mezarın tespitine yönelik çizimlerin yapılması, fotoğraf ve slayt çekimlerinin ardından kuyu tekrar kapatılmıştır.
Hakmehmet köyü kuyu-toplu mezarında sadece insan iskeletleri bulunmamış 12. m.’de, üzerinde bronz düğme bulunan üç kumaş parçası, biri tam ikisi yarım üç mermi kovanı, 2 mermi çekirdeği, 1 hançer yüzü ve bir de akik tespih boncuğu ele geçmiştir. Maddi bulguların yanı sıra ele geçen iskeletleri bazılarının üzerinde kurşun patinalarına rastlanması, bunların ölmeden önce yoğun baskı altında kaldıklarını göstermektedir.

Kuyu – mezar çalışmalarında 13. m. derinlikte ele geçen insan iskeletleri ve bunlara ait maddi bulgular, burada bir katliam yaşandığını belgelemektedir. Bugüne kadar açılan Iğdır – Oba Köyü, Erzurum – Alaca köyü, Yeşilyayla ve Tımar Köyleri; Kars – Subatan ve Van – Zeve toplu mezarlarından farklı bir mezar türünün, Hakmehmet Köyü’nde ortaya çıkarılan kuyu mezar olduğu görülmüştür. Normalde 1.50 – 2.00 m. derinde bulunan gömülere karşı Hakmehmet kuyu mezarı, 12-13 m. derinde kendiliğinden oluşmuştur. Buna göre köyün masum insanlarını kadın-erkek, çoluk çocuk demeden katleden Ermeniler, ceset yığınından kurtulabilmek için köyün su kuyusunu kullanmışlardır.

Baş aşağı 13 m. derinlikteki kuyuya atılan yarı canlı insanlar dışarıya çıkmasın diye, üzerlerine iri blok taşlar atılmıştır. Böylece dışarıdan bakıldığında bir hayvanın içeriye düştüğü görüntüsü verilmek istenmiştir.

Sonuç olarak, mezar taşında 51 neferin mezarı olarak belirtilen Hakmehmet Köyü kuyu-mezarı kazısı, hem tarihi olayları bütün gerçekliğiyle gün yüzüne çıkarmıştır, hem de, Ermenilerin bölgede gerçekleştirdikleri soykırıma ulaşan katliamın yeni bir boyutunu ortaya koymuştur.


NOT: 5-7 Ekim 1999 tarihinde Iğdır’da Açılan Ermeni Soykırım Anıtı Açılışı ve 21. YÜZYILA GİRERKEN TARİHE DOSTÇA BAKIŞ: TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU hakkında Anadolu Ajansı Erzurum Bölge Müdürlüğü’nden Esat Bindesen’in katkılarıyla hazırlanmış haber metnidir.

** Metnin İngilizce çevirisi Oktay Öksüzoğlu’na aittir.
*** Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Cevat Başaran, Dr. Ali Y. Tavukçu, Arş. Gör. Ertan Küçüktepe’nin hazırladığı rapor metnidir.

.

TEHLİKELİ SORULAR



TEHLİKELİ SORULAR

Gündemde öyle konular var ki; her biri ayrı ve ciddi yazılar, araştırmalar konusu olabilecek genişlikte ve derinlikte.
Üstelik bunlar eski deyimi ile “zülf-ü yare” dokunabilecek nitelikte. Yani söylenecek bir söz ile, güçlü ve hatırlı kişileri gücendirmek, kırmak ve kızdırmak olasılığı da yüksek.
İnsan olmanın koşulu “doğruları söylemek” olduğuna göre, doğruları söylemekten korkmamak kadar, zülfü yar sahiplerinin de tartışmadan ve eleştiriden korkmamaları gerektiği inancı ile sorularımızı sıralıyoruz.

ERGENEKON HOLDİNG’İNDE 15 DAKİKADA SAVUNMA OLUR MU

Bildiğiniz üzere Şirketler Topluluğuna “Holding” adı verilir.
Bir çok davanın toplandığı Ergenekon Davası da bir nevi “Ergenekon Davaları Holding’i” hüviyetine büründü.
Şimdi bu Holding’de, pardon yani bu davada; savunma kısıtlaması getirilerek 15 dakikada bir savunma yapılması isteniyor.
Senelerden beri devam eden, bir çok sanığı senelerdir hapiste bulanan, binlerce sayfa iddianamesi, yüzlerce klasörü, on binlerce sayfa ekleri, binlerce saat süren CD kayıtları bulunan, iddianamesi, açık ve gizli tanıkları için hiçbir kısıtlama getirilmeyen bir davada “15 dakikada bir savunma” kısıtlaması uygulanıyor.
Bayramlarda şehirlerarasında kaldırılan otobüs seferlerinde, İstanbul şehir hatlarında bile bu kadar sıklıkta sefer sayısına rastlanmazken, 15 dakika aralığıyla savunma “savunma özgürlüğünün bir göstergesi” olarak tarihi yerini alıyor.

VATAN TOPRAĞI KİMİN TOPRAĞIDIR.

Ulusal savunma bazında yapılan açıklamaların birinde “Bizim topraklarımız aynı zamanda NATO topraklarıdır” dendi.
Gerçekten öyle midir.
Bir takım uluslararası anlaşmalar ile bazı ülkeler, anlaşmanın tarafı olan diğer ülkelerin topraklarını savunmayı üstlenmiş olabilirler ama bu hiçbir zaman topraklar üzerinde hak sahibi olmayı içermez. Bu bakımdan topraklarımız yalnızca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve Türk Vatandaşlarının topraklarıdır.

PATRİOT’UN UCU KİMİN ELİNDE

Patriot sözcüğü “vatansever” anlamına gelmektedir.
Günümüzde ise; karadan havaya atılan füze sistemini tanımlamaktadır.
Yani bu füze “karadan havaya atılan vatansever füze” dir.
Peki, bu vatansever füzeyi ateşleyecek parmak, vatansever bir yurtdaşımızın parmağı mı olacaktır yoksa bir yabancının baş parmağı mı.
Üstelik Türkiye Cumhuriyeti topraklarına yabancı askerlerin girip konuşlanması için TBMM’den kanun çıkması zorunlu iken, böyle bir kanun olmaksızın yabancı askerin parmağı, nasıl olup da Patriot’un ucunda olacaktır.

UÇAKSAVAR BOMBALARINI KİM ATIYOR

Gün geçmiyor ki sınır köylerimize düşen “bomba, füze ve kurşunların” yarattığı tehlike ve yaralanmalardan söz edilmesin.
Peki, bu bomba ve kurşunları kim atıyor.
Suriye’de muhalif güçlerin uçağı olmadığına, hükümet kuvvetleri muhalif güçlere karşı uçak kullandığına göre demek ki uçaklara karşı kullanılan bu bomba, füze ve kurşunları muhalif güçler atıyor ve onların astığı bu bombalar bizim sınırımızı aşıp topraklarımıza düşüyor.
Yani sınırımızdaki asıl tehlike, Suriye hükümet kuvvetlerinden değil, bu işe şu veya bu şekilde bizi “bulaştırmak isteyen”, muhalif isyancı güçlerden geliyor.

HELALLİK İSTEYECEK MİSİNİZ

12 Eylül Devrimi’nin adı, 12 Eylül Darbesi oldu.
Aradan 32 yıl geçtikten sonra yargılanıyorlar ve hiç tanımadıkları ama işkencede öldüğü söylenen bazı kişilerin resimleri gösterilerek, televizyon kameraları aracılığıyla soruyorlar : “Bu kişiden helallik isteyecek misiniz
Kardeş kavgasını ve dökülen kanları önlemek için yapılan -adı her ne ise- devrim, darbe veya ihtilali yapanlar alkışlandı, aklandı, seçildi, anayasal güvence getirildi, emekli oldu, her türlü zamanaşımı geçtikten sonra, biri 92 diğeri 87 yaşında hasta yataklarında yargılanıyorlar.
Aslında bizim, onlara sormamız gerekir : “Hakkınızı helal ediyor musunuz

TEKKE VE ZAVİYELER NEDEN AÇILIYOR

Anayasa’da yer alan “Devrim Yasaları’ndan” biri daha kaldırılarak, tekke ve zaviyeler açılmak isteniyor.
Aslında yoldan geçen insanlara “tekke ve zaviye nedir” diye sorsanız, ne olduğunu bilen bile çıkmaz.
Bu açılışa gerekçe olarak, tekke ve zaviyeleri açarak “Alevi inancına da özgürlük getirmek istediklerini” söylüyorlar.
Alevi temsilcileri, büyükleri ise bar bar bağırıyorlar “Bu açılışa bizi alet etmeyin, Alevilik inancının, tekke ve zaviye ile en ufak bir ilişkisi yoktur” diye.
O halde tekke ve zaviyeler niçin açılmak isteniyor.

VAR MI BAŞKA SORULARINIZ

Ana dil’den, af sarmalına, teröristle görüşmelerden, etrafımızda yarattığımız düşman komşu ülkelere kadar “sorular” çeşit çeşit.
Aykırı sorular, tehlikeli sorular, yandaş sorular, çanak sorular…”
Sorularınız varsa siz de sorunuz.
İşte meydan.

Av.A.Erdem Akyüz


Yakın Tarihin ve Bugünün Bir Analizi..



Yakın tarihin ve bugünün bir analizi..

Prof Dr.Yusuf Halaçoğlu (1993-2008 arası Türk Tarih Kurumu Başkanı)


Birilerinin çıkıp Dersimlilerden, Ermenilerden özür dilemesini izledik. Fakat kimse çıkıp da aslında Dersim'de ayaklananların devletten özür dilemeleri gerektiğini söylemedi.
Bunların kim olduğu da herkes tarafından bilinmektedir.
Bunlar altı aşiretten ibarettir.
Dersim'de herkes isyan etmedi.

Diaspora Ermenileri ve Taşnaklar gelsinler ve Türkiye'de bir panel yapalım.

Desinler ki; "Arkadaşlar biz yanlış yaptık, devletimize karşı çıktık. İhanet ettik, sivil insanları, kadınları çocukları, bebeleri öldürdük, hamile kadınların karınlarından ceninleri çıkarıp elimizde salladık".

Bunlar Pastırmacıyan'ın kendi raporlarında var.

Şöyle devam etsinler; "Biz bu hataları yaptık ve Türk milletinden özür diliyoruz".

Biz de o zaman diyelim ki; "Biz sizin bu yaptıklarınıza karşılık olarak sizi sürgün ettik, savaş alanlarına çıkardık. Bunlar olurken başınıza bir takım trajik olaylar geldi. Bu olanlar bizim elimizde olmayan şeylerdi. Eşkıyalar saldırdılar, gasp ettiler, öldürdüler, yağmaladılar. Sizler de yerinizden yurdunuzdan oldunuz. Biz de sizden özür dileriz" diyelim.

Var mısınız?

Bu olayların sorumlusu da anlaşıldığı kadarıyla Kürtlerdir.

Büyük çapta karşılıklı bir öldürme gerçekleşti.

Ama önce Ermeni çeteleri Osmanlı askeri elbiselerle Kürt köylerine saldırdı. Bu sebeple de karşılıklı öldürme gerçekleşti.

Yabancı kaynaklarda da aynı yönde kayıtlar yer almaktadır.

Bu durumu Meclis'te de ifade ettim.

Ermenileri öldürenlerin Türkler mi Kürtler mi olduğunu yine bir açık veya kapalı oturumda tartışmayı Meclis'te BDP'lilere söyledim. Onlar Osmanlı devletinin bunu emrettiğini söylediler. Ben de o zaman bunu kanıtlamalarını istedim.

O zaman Osmanlı yaptıysa da ortaya çıksın dedim.

Var mısınız dedim, yine yoklar, çünkü Osmanlı emretmedi aksine durdurdu.

Bütün ABD ve Alman kayıtlarında der ki "Osmanlı Ordusu olmasaydı, Kürtler Ermenilerin hepsini kesip, bir tanesini bile bırakmazdı".

I. Dünya Savaşı sırasında hangi Kürt aşiretlerinin Ruslarla işbirliği yaptığını da Meclis'te BDP'lilere sordum.

Buyrun, siz Çanakkale deyip duruyorsunuz dedim, bir oturum yapalım hangi Kürt aşiretleri Ruslarla işbirliği yapmışlardır açıklayın, dedim.

1920 Koçgiri, 1925 Şeyh Sait, 1926 Koçuşağı ardından da Dersim. Dersim'le ilgili olarak TÜRKSOLU dergisinde yayınlanan belgeler arasında var.

1935 yılında Kamışlı'da ve Halep'te Kürtlerle, Ermenileri İtalyanlar bir araya getirmiştir.

Dersim'e makineli tüfekleri gönderenler kimlerdir?

Fransızlar.

Türkiye, AB'ye benzer şekilde bir Türk Birliği'ni Türk cumhuriyetleriyle birlikte oluşturamaz mı? Elbette oluşturabilir.

Atatürk döneminde, Sadabad ve Bağdat Paktları gibi örneklerden biliyoruz, Türkiye'nin yüzünü doğuya döndüğünü görüyoruz.

Bugün ise tek umudumuz sanki Batıymış gibi hissettirilmeye çalışılıyor. Türk kamuoyu da bununla oyalanıyor.

Her şey aslına rücu edermiş, güneşin Doğudan yükseldiğini hatırlatmak gerekmiyor mu?

Mesela, TBMM'de Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev'in yaptığı konuşma, Nazarbayev'in Kazakistan'daki söylemleri hakkında AKP Hükümeti neler düşünüyor?

Türk Cumhuriyetlerinin bu birliğe ihtiyacı olduğunun bir göstergesi değil midir? Türkiye bunu değerlendirebilir mi?

Türkiye kendi iradesiyle bir dış politika gerçekleştirecek olursa bu sorduklarımı/söylediklerimi gerçekleştirebilir.

Maalesef bugün bu yoktur.

AB'nin on sene içinde dağılıp çökeceğini ben TTK Başkanı'yken de söylemiştim. Nitekim bu durum şu anda büyük oranda gerçekleşmiştir.

AB kendi içinde büyük bir ekonomik krize düşmüştür.

Sadece Alman ekonomisi ayaktadır. Fransa bile sallantıdadır.

Bütün birlik üyesi ülkelerin ekonomileri ciddi biçimde sarsılmıştır. Yunanistan, İspanya, İtalya, Polonya, Macaristan gibi ülkeler iflasın eşiğine gelmiştir.

AB'nin eski fonksiyonu yoktur ve Türkiye'nin AB'ye girmesinin de hiç bir anlamı kalmamıştır artık.

Aslında yarından tezi yok, Türkiye'nin Gümrük Birliği'nden derhal çıkması lazımdır. AİHM'den de.
Türkiye'de hükümet bundan bir buçuk yıl önce doğru bir siyaset takip ediyordu. Suriye ile vizeler kaldırıldı.

İran'la aynı şekilde anlaşmalar yapıldı.
Bunun üzerine Batı dünyasında hemen eksen kaymasından bahsedilmeye başlandı. Ben o sırada Halep'teydim.

Eksen kayması konusunda televizyonların bana sorduğu soruya şöyle cevap vermiştim: "Türkiye kaymış olan eksenini doğruya oturtuyor".

Dünya enerji merkezlerinin bulunduğu coğrafya, Türk cumhuriyetleri de dahil olmak üzere Ortadoğu coğrafyasıdır.

Irak ve İran'ı da içine alarak Türk cumhuriyetlerinin bulunduğu bu coğrafya dünya petrollerinin, yani siyah altının  % 60'ına sahiptir.

Bütün Avrupa'yı besleyen doğalgaz da bu bölgeden çıkmaktadır.

ABD,  İNGİLTERE , İSRAİL ve AB ,BOP masalı ile Ortadoğunun bu büyük enerji merkezlerine hakim olmaya çalışmaktadır.

Bölgeye yeniden şekil vermeye, parçalamaya çalışıyorlar . Böl ve yönet

Böyle bir ortamda Türkiye'nin bu politikadan vaz geçip yüzünü Doğuya döndürmesi lazım. Medeniyet Batıda yoktur. Onların güneşi sadece kendilerini aydınlatabilecek güçtedir. Ne kadar ışık vereceğini de kendileri bile tahmin edememektedirler.
BOP ile, Kutsal topraklar masalı ile  kendi sonlarını da hazırladıklarının farkında bile  değiller.

Medeniyet Doğuda da vardır.

Bu medeniyeti sadece teknoloji olarak düşünsek bile bugün Tayland'dan Kore'ye, Japonya'dan Çin'e, Hindistan'a kadar Doğuda müthiş bir teknoloji gelişmesi vardır.

Eğer Türkiye akıllı davranarak Türk cumhuriyetleri ile beraber İran, Gürcistan hatta Rusya ile Baltık kıyılarından Kızıldeniz'e kadar uzanan bir coğrafyayı içine alan yeni bir birlik kurmanın adımlarını attığı zaman, dünyada pek  çok şey değişecektir.

Engeller tabi ki çıkacaktır ama bunları aşmak mümkündür.

Böylece dünyada söz sahibi olacak önce ekonomik ardından da siyasi bir işbirliği , ister istemez doğacaktır.

ABD, bugün Çin'le mücadele edemeyecek bir pozisyona düşmüştür. Çin ekonomik gücüyle, nüfusuyla büyük bir güçtür.

Şöyle düşünelim: 400 milyon insan 1,5 dolardan çalışsa 600 milyon dolar günlük geliri var demektir. Bu büyük ekonomiyle ABD'nin başa çıkması mümkün değildir.

Askeri anlamda da bu böyledir.

Dolayısıyla ABD'nin Çin'i alt edebilmesinin tek yolu olarak Çin'in ihtiyacı olan enerji merkezlerine sahip olmak kalmaktadır. BOP ile Çin , kuşatılmak Rusya ise izole edilmek istenmektedir.

Bugün Ortadoğu'da meydana gelen tüm olayların temelinde işte  bu  gerçek yatıyor.

Halbuki biz akıllı olsak da bu coğrafyada işbirliği yaparak bir yerlere varsak zannediyorum ki o takdirde dünyada Türkiye'nin geleceği de garanti altına alınmış olacaktır.

Türk milletinin bu duruma gelmesi aynı zamanda dünya barışının da garantisidir.

Türk milleti emperyalist değildir, başkalarını sömürerek bir yere varmaya çalışan bir yapısı yoktur.

Bu kadar imparatorluklar kurmuştur.

Bunlardan hangi birisi içinde yaşalan milleti kendi kültüründen, dilinden ve dininden uzaklaştırmıştır?

Selçukluları düşünelim.
Emirlerinde bulunan milletlerin arasında Ermeniler ve Gürcüler de vardı. Araplar, İranlılar ve Kürtler de vardı.

Neden hiçbiri asimile olmamıştır?

Karahanlılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Gazneliler neden kimseyi asimile etmemiştir?

Hunlardan ve çok eski devirlerden değil, daha yakın zamanlardan bahsediyorum.

Mesela, Avarlar Macaristan bölgesinde hüküm sürmüştü.

Makedonya bölgesinde Kumanlar vardı.

Bu devletler, milletler şimdi nerededir?

Şu anda yoklar. Çünkü  emperyalist, asimileci değillerdi.

Bugün Makedonya'da Kumanova tarihen de sabit olarak hâlâ Kumanların yaşadığı yerdir. Bunlar birilerini asimile etmek yerine kendileri asimile olarak maalesef Slavlaşmışlardır.

Halbuki çok güçlüydüler.

Avarlar, bütün Avrupa'yı hakimiyetleri altına almışlardı.

Bugün Macaristan'dadırlar ama asimile olmuşlardır.

Gerçekte emperyalist olmadıkları için asimile olmuşlardır.

Cezayir'deki Türkler de bugün oradadırlar.

Gittik ve gördük. Türkçe'yi unutmuşlardır.

Yemen'deki Türkler nerede?

Sana'da Türk mahallesi olarak bilinen yerde yaşıyorlar ama Türkçe bilmiyorlar.

Mısır'daki Kölemen, Memluk, Ihşidiler, Tolunoğulları neredeler?

Osmanlı Türkleri neredeler?

Suriye'de 700 bin Türk var denilmektedir.

Aslında daha da fazladır.

Onların hepsi bugün Arapça konuşmaktadır.

Golan Tepeleri de hep Türk köyleriydi ama Türkçe yazmasını bile unutmuşlardı.

Ürdündekiler, Lübnandaki Türkler  nerede?

Girit'ten gidip Lübnan'da, Suriye'de, Trablus'ta yaşayanlar neredeler? Gittik bunlarla da konuştuk.

Daha dün olmasına rağmen ancak çat pat Türkçe konuşabiliyorlar ve "bizi neden yalnız bıraktınız" diye bize soruyorlardı.

Biz ırkçı olsaydık bugün bunların hiçbirisi olmayacaktı belki ama o zaman da Türk milleti olmayacaktı.

Türk'ün hoşgörüsü, vakur duruşu, insani yanı  olmasaydı bunlar da olmayacaktı. O zaman da medeniyete yön veren, medeni ve insan olan bir Türk milleti olmayacaktı...


Yusuf Halaçoğlu


.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...