CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

TURKLERIN UST DUZEY RUHSALLIGI VE YAKIN GELECEKTEKI DURUMU

Ozel not:

Sevgi, sefkat, hosgoru yuksek ruhsal donanimlar - ruhsal silahlardir.

Turklerin yeterince idrak edip suurlandiramadiklari bilgi sudur:

'Kime, Neyi, NICIN, Ne zaman, Ne kadar' verecegini bilmek... Bu, enerjinin tasarrufu yasasini uygulayabilmek demektir.
Bu bilgiyi uygulamasi, her turlu enerjinin israfini onleyecektir. Cunku ISRAF HARAMDIR. Hangi konuda olursa olsun.

Turklerin simdiye dek "hayir" diyememesi, vicdani geregi idi. Kuskusuz bunda yani vicdan tatbikatinda yetkinlesti. Bunun bir ust asamasi - bir ust bilinc hali ise, makul vicdan' dir. Iste, YUZYILLARDIR YASADIGI bunca AMANSIZ SINAVIN, USTUNDEN FIRTINALARIN , SIMSEKLERIN EKSIK OLMAYIS NEDENI, bu tatbikatta yani makul vicdan tatbikatinda da yetkinlesmesidir. Makul vicdan uygulamalariyla: kime, NICIN, neyi, ne zaman, ne kadar vereceginin idrakleri ve ust bilinci elde edilir.

Bu suur / bilinc yetkince elde edildiginde, bizler, dunyaya karsi yuksek rehberlik odevimizi yapmaya gececegiz.

Hosgoruyu de kime, NICIN, ne zaman, ne kadar vereceginin idrakleri ve yuksek bilincini elde etmek zorundadir. Cunku, Hosgoruyu, kayitsizlik derecesine ulastirmakla Kendi Varligini hep tehlikeye atmistir. Zaman, hayat, fizik enerjilerini israf etmistir. (bkz. tarihimize; Turkiye Cumhuriyetinin icinde bulundugu hale, yani tam bagimsizlik savasimizi tamamlayamamisligimiza )


TURKLERDE HOSGORU EVRENSELDIR


Roux’ya gore (s.24-25) "Kimi zaman bazi halklar, Turkler tarafindan ezilmis olduklarini soylemislerdir. Ama, Turkler, daha cok egemenlikleri altindaki halklara olaganustu parlak donemler yasatmislardir."

Gercekten de, tarih bunun ornekleriyle doludur. Tabgaclar doneminde Cin, Gokturkler ve Timurlular doneminde Orta Asya, Idil Bulgarlari ve Altinordu Devleti’nde Karadeniz’in kuzeyi, Buyuk Selcuklular ve Safeviler doneminde Iran, parlak bir hayat yasamislardir. Memluk Turk Devleti Misir’i, Delhi Turk Sultanligi ve Babur Imparatorlugu Kuzey Hindistan’i gelistirmistir. Anadolu Selcuklulari doneminde Anadolu halki, refah icerisinde olmustur. Osmanlilar ise basta Balkanlar olmak uzere Ortadogu ve Kafkaslar gibi karmasIk bolgeleri guzel ve huzurlu yasatmislardir.

Osmanlilar, Araplar uzerinde ciddi bir egemenlik kurmamislardir. Aksine Surre Alaylari gibi vasitalarla beslemeye calismislardir. Bu konuda 18. yuzyil Osmanli burokrati ve durust bir defterdar olan Sari Mehmed Pasanin “Devlet Adamina Ogutler” adli kitabinda soylediklerini kitabin Turklerin Yeniden Dirilisleri bolumunde belirtmistim. Zaten Osmanlilar, Araplari dinin sahibi olarak goruyorlar ve onlara “kavmi necip” yani ustun kavim diyorlardi. Bu nedenle digerlerinden daha cok hosgoru gosteriyorlardi. (Halbuki Arap yoneticilerin bazilari, Emeviler doneminde Muslumanliga yeni giren ve Arap olmayan halklarin coguna da “acem” diyerek yabanci muamelesi yaptilar. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in amcasi Abbas bin Abdulmuttalip’in soyundan gelen Abbasiler ise, Emevi iktidarini devirdiler. Hayati Ulku’nun aktardigina gore (s.456) hirslarini alamayarak, Emevi Halifelerinin bazilarinin mezarlarini actirdilar. Kemiklerini cikarttirip topladilar ve oylece yaktilar. Ayrica Emevilerin sembolu olan Sam’daki Beni Umeyye mescidini, uc ay kadar ahir olarak kullandilar.)

Diger taraftan Rus vakayinamelerinde anlatilanlara gore, 1024 yilinda Rus ulkesi Suzdal’de, siddetli bir kitlik ve aclik olur. Idil Bulgar Turkleri ac kalan Ruslara cok miktarda hububat gotururler. Bu donemde Bulgarlar, tarimla ugrasmaktadirlar ve daha zengin olduklarindan, sIk sIk Ruslarin saldirilarina maruz kalmaktadirlar. Turkler yardimi boyle ters bir ortamda yaparlar.

Turklerin egemen olduklari bolgelerde yasayan halklarin, bugun gecmislerinde yaptigimiz diye ovundukleri eserlerin arasinda, Turklerin yaptiklari onemli bir yer tutar. Bu konuda kitabin Musluman Turklerde Mimarlik ve Sanat bolumunde, onemli eserler hakkinda bilgi verildiginden, burada ayrica belirtmeye gerek gorulmedi.

Yine Roux’nun diger bir gozlemi soyledir (s.27): "Halkin, hukumdarin dinini benimsemesini isteyen Avrupa’nin tersine, Turkler 'evrensellik'i kabul ettirmeye calistilar. Baris icinde bir arada yasamanin kesinlikle mumkun oldugunu soylediler. Bu onlarin (Turklerin) uygarliga en buyuk katkilarindan biri olmustur."

Ankara Savasindan (1402) sonra, Osmanli yonetiminde on yil suren fetret (bosluk) donemi olustu. Bu donemde Balkan Devletleri, Osmanli yonetiminden kurtulmak icin ciddi bir girisimde bulunmadilar. Halbuki ortam, Balkan Devletlerinin bagimsizligi icin cok uygundu. Bu tavirda, Osmanli Turklerinin onlara goturdukleri duzenin ve hosgoru anlayisinin etkisi buyuktur. Bu durum Osmanlilarin getirdiklerinin Balkanlarda mevcut olandan daha iyi oldugunu ve Balkan halklarinin yeni gelenlerden hosnut kaldiklarini gosterir. Ayrica Balkan dillerindeki yorgan, dosek, kapi, pencere gibi terimlerin Turkce’den gecmis olmasi da, Turklerin Balkanlara medeniyet goturduklerini gostermektedir.

Avrupa’nin o donemlerdeki durumuyla ilgili olarak, Prof. Djevad’in aktardigina gore (s.78-79) Jaques Bonaparte soyle diyor: "Alicenapligi hepimizce bilinen Fatih’in Istanbul’u almasindan yarim asir kadar sonra Bourbon baskumandaninin ceteleri (1527’de V.Karl yonetiminde) Roma’ya hucum ederek ele gecirmislerdi. Bu barbarlar esirlerin tirnaklarini sokmus , agizlarina erimis kursun dokmuslerdir. SimsIki bagli baba ve kocalarinin onunde kadinlari katletmisler, butun mabetlere tecavuz etmislerdir. Bu hayvanca vahset bir-iki gun degil , hic kesilmeden aylarca surmustur."

Prof. Ahmed Djevad’in (s.61), De Amicis’in “Constantinopole” adli eserinden aktardigi ve diger bir cok Batili yazarin da anlattigi sekilde Turkler, hosgorulu ve evrensel davraniyorlardi. "Eger Turkler egemenlikleri altina aldiklari milletlere, Hiristiyanlarin yaptigi gibi zorla Islamiyet’i kabul ettirmis olsalardi, ki buna kimsenin itirazi olamazdi. Bugun ne Ermeni meselesi, ne Girit meselesi, ve muhtemelen ne de Sark (dogu) meselesi olurdu. Oysa Turkler bunu yapmadilar." Ayni yazar devamla soyle diyor. "Hiristiyanlar tarafindan her yerden kovulan Yahudilerin melce bulabildigi tek ulke de barbar(!) Turkiye olmustur. Inanclari yuzunden yurtlarindan kovulanlarin hep Osmanli Imparatorlugu’nda melce bulabildiklerini goruyoruz." Bu konuda uzunca ornekler veren yazar goruslerini soyle surdurur: "Boylece, Hiristiyan Avrupa’nin bizzat Hiristiyan kani doktugu ve inanclari degisIk olanlara vahsice zulumler yapmaktan zevk duydugu bir devirde, Osmanli Imparatorlugu’nun, engizisyonun bulunmadigi, yakmalarin ve sihirbazlik ithamlarinin var olmadigi tek ulke oldugu kesindir."

Gercekten de Avrupa’nin bir bolumu bu haldeydi. 1850'li yilarda hâlâ kadinlarin icinde seytan oldugu iddiasiyla yakilmalari suruyordu. Bugun Bati, baska ulkelerden normal ya da kacarak gelen, siyasi veya inanclarindan dolayi baski gorduklerini soyleyenlere kucak acmaktadir. Ancak, bu yardimlarin bir kisminin gercek bir insanlik dusuncesiyle yapildigi suphelidir. Gelen bu insanlarin iclerinden sectiklerini, geldikleri ulkelerine karsi bir devirme ya da baskaldiri yapabilmeleri icin desteklemektedirler.

J. Baudrillard’in arka kapak yazisinda da belirttigi gibi bugun, geri kalmis ya da gelismekte olan ulkelerin baslarina sorun olan hemen butun hareketlerin beslendigi yerler, ABD ve Avrupa’dir. Bu ulkeler, inanci ister sosyalist, ister irkci fasist, ister Ayetullah Humeyni gibi dini olsun, herkesi barindirip, kimini de yetistirip geldikleri ulkelerine gondermektedir. Insan haklari evrensel beyannamesini yayinlayan Batililarin yonetimindeki Avustralya Kitasindaki yerlilere, henuz 1995 yilinda, lutfen vatandaslik hakki verilmesi beyannameye aykiri davrandiklarini gosterir. Bundan on bes yil oncesinde, Guney Afrika Devleti’ni yoneten beyazlar ise, zencileri yok sayiyorlardi. Dort yuz yil sonra bile, zencilerin secimlere katilamayacagini, yonetici olamayacagini soyluyorlardi. Malesef hicbir Batili ulke bu yoneticilere, ciddi bir baski uygulamiyordu.

Turkiye’yi ilgilendiren konularda ise, Avrupali bir kisim yoneticinin tavri yine yukaridaki gibidir. Avrupali cocuklari da zehirleyen eroin kacakciliklarina ragmen, PKK teror orgutunu, bazen sessiz kalarak, bazen yardim ederek desteklediler. Bilindigi gibi PKK ile mucadele, Turkiye’nin ekonomik bunalim ortamina girmesini hizlandirmistir. PKK ile yetinmeyen bazi Avrupalilar, bagnaz dini guruplari dahi, Turkiye’ye karsi ileride islerine yarayabilecegi dusuncesiyle desteklemeye ya da bu guruplarin faaliyetleri karsisinda sessiz kalmaya devam etmektedir.

Baska ulkelere insancil davranmalarini ogutleyen Avrupali yoneticiler, IRA, ETA gibi orgutlere ayni hosgoruyu gostermemektedir. Baader Mainhopf cetesinin ileri gelenlerinin baslarina gelenler bilinmektedir. Alman derin devleti tarafindan, kisa sure icerisinde intihar susleri verilerek, yok edilmeleri suphesi unutulmamistir. Bu uygulama gostermektedir ki, PKK gibi bir orgut Almanya’ya karsi mucadele etseydi, Almanya’da ne bir uyesi ne de sempatizanlarinin barinmalari cok zor olurdu.

Gunumuzde Avrupa’da yasayan Musluman bayanlara, basortusu konusunda izin verilmektedir. Ancak bu uygulama insanlari yaniltmamalidir. Cok az sayida olan Muslumanlara hosgorulu davranmalarinin nedeni devlet duzenini tehdit edecek boyutta olmamalaridir. Yoksa, ister Musluman isterse Hiristiyan olsun, Avrupa’nin icerisinden cikacak benzer guruplar sistemi tehdit ederse, Batinin cok sert davranacagini gecmis olaylar gostermistir. Bunu ABD guvenlik guclerinin, bir tarikat merkezini ablukaya almasi sonucu, 72 kisinin yanarak olmesiyle dunya gordu.

Bilindigi gibi, Osmanli Imparatorlugu 500 yildan fazla Balkanlarda hukum surdu. Osmanlilar buralari terk ettikten sonra, sanki bunca yuz yil hicbir sey degismemis, sadece bir ruyadan uyanilmis gibiydi. Hattâ kendi baslarina yapamayacaklari bir cok gelismeler de, ruyalarinda iken gerceklesmis olarak.

Bu konulari Cemil Meric soyle yorumlamaktadir: “Osmanli, Ilay-i Kelimetullah icin hayatini seve seve verir. Yani baglandigi dava ugruna hayatini istihkâr eder. Bu nedenle Osmanli istismar icin ulke fethetmez, imar icin fetheder. Bu duygulara sahip Osmanli, ulkesinin kapilarini butun insanlara acmistir. Osmanli’da adalet butun kurumlarin bel kemigidir.”

Osmanli Imparatorlugu’nun duraklama ve gerileme doneminde devleti savunmak, buyuk olcude Turklere kaldi. Devlet icerisindeki Turk olmayan cesitli topluluklarin gucsuzlukleri, umursamazliklari ve ihanetleri devam ediyordu. Onyargisiz olarak ve belgelere dayanarak hukum veren Batili tarihciler gibi J.P.Roux’ya gore (s.230) Turkler bu savunmayi, hayran kalinacak bir kahramanlikla ve buyuk bir ozveriyle yaptilar. Roux’ya gore bu ustun mucadeleden kendileri bir yarar saglamiyordu. Iste bu durum, ozverilerinin degerini yuceltiyordu. Butun sIkintilara ragmen Osmanlilar, yatirimlari hâlâ Balkanlara ve Arap ulkelerine yapiyorlardi. Anadolu tamamen az gelismislige ve kaderine terk edilmisti.

Gerileme donemlerinde Turkler, Yenicerilerin de ciddiyetsizlesmeleri sonucu genel olarak yenildiler. Kimi zaman da yendiler. Yendikleri savaslarin sonunda ise, masa basinda diger devletlerin baskisiyla kaybettiler. Ama, pes etmediler. Dunyada esi benzeri olmayan bir inanca sahip olduklarini gosterdiler. Mucadeleyi surdurduler. Butun bu olumsuz sartlarda bile, egemenlikleri altindaki baska milletlere kotu davranmadilar. Sadece devlete baskaldiran bazi guruplari ve insanlari cezalandirdilar, ama kisisel olaylar haric, devlete baskaldirmayan yabanci halklara kotu davranmadilar.


Osmanli’nin geriledigi donemde Avrupa’da iki imparatorluk daha vardi: Avusturya-Macaristan ve Ingiltere. Bu ikisi de, yikildiklari son savaslara kadar, hep imparatorluklarindaki diger milletleri savasa surduler. Avusturya-Macaristan Imparatorlugu’na butunuyle bakildiginda, 19. yuzyilin ikinci yarisindan itibaren ekonomik gerileme vardi. Ancak dikkatle incelendiginde, P. Kennedy’nin kanaat olarak aktardigina gore (s.252), Viyana civari ve Bohemya bolgesi gibi oz ulkelerinde, ekonomik gelisme soz konusuydu. Demek ki, Avrupali Imparatorluklar egemenliklerindeki baska halklari somurerek, artik degerleri kendi oz ulkelerine tasiyorlardi.

Ingilizler, neredeyse bir dunya imparatorlugu kurarak mustemlekelerini somurmelerine ragmen, 19. yuzyilda o bolgelerde ciddi sayilabilecek cok az eser biraktilar. Halbuki, Turkler egemenlikleri altindakileri de korumak icin sadece kendileri savasa gidip perisan oluyorlar, ama sIkintilarina ragmen, bu milletleri rahat ettirmek icin hâlâ calisiyorlardi. Avrupalilar ise, Turklerin davranislarinin tersini uyguluyorlardi. Kendi menfaatlerinin korunmasi icin kendilerinden cok egemenlikleri altindaki insanlari savasa suruyorlardi. Diger taraftan da Avrupalilar, o milletleri ekonomik olarak somuruyorlardi.

Turklerin kendileri savasa gidip, egemenlikleri altindakileri rahat ettirme cabalarini, bazi Avrupalilar baska turlu degerlendirebilirler. "Turklerin hatasi" olarak nitelendirebilirler. Avrupalilar ile Turkler arasindaki bu anlayis farki, Cemil Meric’in yorumlarini hakli cikariyor. Cemil Meric, Osmanli’nin, baglandigi dava icin hayatini severek verdigini soylerken, Avrupalinin ancak yakin ve elle tutulur cikarlar ugruna fedakarlik yapabilecegini belirtir. “Avrupa kapitalizminin manivelasi kârdir, Osmanli’da ise kâr diye bir kavram yoktur” der.

Prof. Dr. A. Djevad’in Rumen Popescu Ciocanel’in "Revue du Monde Musulman" dergisinin Aralik 1906 sayisindan aktardiklari (s.79): "Fatih bir millet olan Turkler idareleri altindaki cesitli milletleri Turklestirmeye calismamis, onlarin din ve geleneklerine saygi gostermistir. Romanya icin, Rus veya Avusturya idaresi yerine Turk idaresi altinda yasamak bir sans olmustur. Zira, aksi taktirde bugun Rumen milleti diye bir millet olmayacakti." Nitekim Karadeniz’in kuzeyi bir Turk yurdu iken, Ruslarin egemenligine gectikten sonra bolgede Turk kalmadi.

Bu gercekler, Osmanli egemenliginde yasayan diger bazi milletler icin daha da gecerlidir. Anadolu’da yasayan Ermeni, Rum ve Kurtler icin, Turk idaresinde yasamak bir sans olmustur. Ermeniler ve Rumlar, Osmanli yonetiminde Turk tebaadan daha rahat yasadilar. (Kazan Hanliginin baskenti Kazan’da bile ayri bir Ermeni mahallesi vardi.). Kurtler ise, Selcuklu ve Osmanli Turkleri sayesinde ayakta kalabilmislerdir denilebilir. Degil devletleri, beylikleri bile olmayan Kurtlerin Ermeniler, Farslar ve Araplar arasinda benliklerini koruyarak yasayabilmeleri pek mumkun olmayabilirdi. Turkler sayesinde hayatta kaldiklari gibi, kendi baslarina ulasmalari mumkun gorunmeyen bir medeniyet icerisinde yasadiklari soylenebilir. Nitekim Turklerin Ortadogu bolgesindeki egemenlikleri son bulunca sIkinti baslamistir. Bugun Turkiye’de yasayan Kurtlerle, en kaliteli petrole sahip bir devlet olan Irak’ta yasayan Kurtler arasindaki yasam kalitesi farki bile, tek basina yukaridaki iddiayi dogrular.

Benzer konumdaki Ermeniler, 1895’te ilk buyuk isyanlarini gerceklestirdiler. Yurt disinda kurduklari Hincak ve Tasnak gibi teror orgutleri Osmanli egemenlik alaninda faaliyetlere basladi. Bu teror orgutleri dis destekle silahlandilar. Turk ve Kurt koylerini basmaya ve insanlari oldurmeye basladilar. Amaclari hayallerindeki buyuk Ermenistan’i kurabilmek icin bolge halkini o yoreden surmekti.

Sonra I. Dunya Savasi sirasinda dusmanlarla isbirligi yaptilar. Rus ordusuna kayit yaptirdilar ve Turklere karsi savastilar. Ermeniler, bolgedeki silahsiz Turk ve Kurt koylerini basmaya devam ettiler. Osmanli arsivlerine gore Ermeniler, 500.000 den fazla insani vahsice katlettiler. Kendilerini korumak icin silahlanan Turk ve bilhassa Kurt koyleri de Ermenilere karsilik verdiler. Ihanet derecesindeki bu davranislarina ragmen Ermeniler, Osmanli yonetimi tarafindan korunmaya calisildi. Savas bolgesinden ulkenin daha rahat yorelerine aktarildilar. Bati Anadolu ve Istanbul’daki Ermeniler yerlerinde kaldi. Bu yer degistirme sirasinda guvenlik acisindan tren istasyonlari ve demiryollari kullanildi. Askerlerin cogunun cephede olmasi sebebiyle Turk ordusunun yetisemedigi bazi yorelerde, Ermenilerden cok eziyet gomus olan Turk ve Kurt halklarindan onlara saldiranlar oldu. Halklar arasindaki bu catismalarda her taraftan da cok sayida insan oldu. Turk ordusu, I. Dunya Savasinin yogunlugu icerisinde bu catismalari onledi. Goc kafilelerine saldiranlari yakalayarak mahkeme etti. Bunlardan yaklasIk 3.000 kisiyi idam dahil cesitli cezalara carptirdi.

Olaylarin yasandigi tarihler dunyada hastaliklarin etkili oldugu yillardi. Nitekim Ataturk Tarih Kurumu’nun rakamlarina gore, 1914-1918 arasinda Osmanli ordusunun mensuplarindan 401.859’u, hastaliklar sebebiyle hayatini kaybetmistir. Tiflis’e goc eden Ermenilerin basina gelenler ise daha kotudur. Tiflis o donemde Ruslarin isgalindedir. Ermenilere yardima giden ABD misyoner derneklerinin rakamlarina gore Tiflis’te 350.000 Ermeni gocmen vardir. Ama hastaliklardan dolayi bunun 258.000’i Tiflis’te hayatini kaybetmistir. Halbuki bugunku Suriye sinirlari icerisine goc ettirilen Ermenilere Osmanlilar, cok guzel isleyen bir tedarik duzeniyle iyi bakmislardi. Yiyeceklerini, sagliklarini temin icin ABD buyukelcilerini bile sasirtan organizasyonlar yapmislardi. Ziraatcilik yapmalari icin tohumluklar bile verilmisti.

Dunya Savasindan sonra Fransizlar ve Ingilizler Suriye’ye yerlestiler. Ellerinde her imkân vardi. Turklerin Ermenilere karsi yaptigi en kucuk bir yanlisi goremediler. Olaylarin canli sahitleri hayatta olmasina ragmen, Turkleri yargilayabilecek hicbir hata bulamadilar.

Yine savas sonunda galipler Istanbul’u isgal etmislerdi. Osmanli’nin butun arsivleri ellerindeydi. YaklasIk 140 Ittihat ve Terakki partili Turk onderini tutuklayarak, Malta’da hapse attilar. Ermeni olaylarini arastirdilar. Ama mahkeme acabilecek kucuk bir delil bile bulamadilar. Hersey ellerinde iken yapabilecek birsey bulamayanlarin, 80 yil sonra konuyu tekrar gundeme getirmelerinin tek aciklamasi siyasi sebepler olabilir.

Rumlar ise Turklerin Kurtulus Savasinda, Turklere karsi dusmanlarla birlik olup savastilar. Rumlar, Cumhuriyetle birlikte Yunanistan’daki Turklerle takas edildiler. Iki taraf da karsilikli olarak ve anlasarak goc ettiler. Anadolu’dan 150.000 Rum goc ederken Turkiye’ye 400.000 Turk goc etti. Kurtler ise Yavuz Sultan Selim doneminden itibaren, vergi vermediler ve askere alinmadilar. II. Abdulhamit donemindeki Kurt Hamidiye Alaylarina askeri birlikler denilemez. I. Dunya Savasi sirasindaki olaylari Sevket Sureyya Aydemir’den ogreniyoruz.

Turkler, Gok Tanriya inanirken dahi, dogru ve yanlisi Tanrinin bildigini dusunurlerdi. Ibrahim Kafesoglu'nun G.Feher'den ve V.Besevliev'den ayri ayri aktardigina gore (s.97), Direklerdeki 2. Bulgar Kitabesinde yazili olan Bulgar Turklerinin hani Kurum Hanin su sozleri bu davranislarina isaret etmektedir. " Dogru insani ve yalanciyi, Tanri bilir. Bulgarlar (Turkler), Hiristiyanlarin (Bizanslilarin) iyiligi icin cok calistilar. Ancak onlar bunu cabuk unuttu. Fakat Tanri biliyor." Bu nedenle Turkler, yonetimleri altindakilere hep iyi davrandilar. Ama nankorluk edenleri, kendi gucleri yettiginde, Tanri adina cezalandirdilar. Kendi guclerinin yetmedigi durumlarda ise, olayi Tanrinin adaletine biraktilar.

TURKIYE CUMHURIYETI’NDE HOSGORU

Turklerin hosgorululuklerinin evrenselligi sureklidir. Bazilarinin ileri surdukleri gibi, imparatorluk zamaninda diger milletleri yonetebilmek icin, zorunlu olarak uyguladiklari bir yol degildir. Bunu anlamak icin imparatorluk sonrasi Turkiye Cumhuriyeti’ndeki olaylara bakmak yeterlidir.

Ermeni teror orgutu ASALA, 1970'li yillarda Turk Buyukelcilik mensuplarini oldurmeye basladi. Turkiye disinda, genelde Avrupa ve Amerika’da meydana gelen bu olaylari, ilgili ulkeler onleyemediler. Oldurme olaylari on yildan fazla surdu. Bu donemde, ne Turkiye Devleti, ne de herhangi bir Turk kurulusu, Turkiye’deki Ermenilere karsi baski yapmadilar. Ulkelerindeki cok zengin Ermeni is adamlarina saldirmayi ve hattâ islerini engellemeyi bile dusunmediler. Turkiye’deki Ermeniler, zengin ve rahat yasamlarini surdurduler.

Ayni sekilde, cogunlugu Kurt kokenli olan ve bazi Batililarin destekledigi PKK teror orgutu, Turkiye Cumhuriyeti’ne karsi 1984-1999 arasinda cok ciddi olarak silahli mucadele verdi. Halen yer yer catismalar devam ediyor. Bebekler dahil, on binlerce masum insan oldu. Onbinlercesi de sakat kaldi. Istikballeri kararanlar ise cok daha fazlaydi. Sonunda butun Turkiye’nin gelecegi bulutlandi. Turkiye’nin bu mucadele sirasinda silaha harcadigi ve bosa giden para ise, korkunctu. Bosa giden harcamanin, Turkiye’nin bir yilik butcesine denk oldugu tahmin edilmektedir. Bu rakam ekonominin guclenmesine harcanmaliydi. Eger ekonomiye harcansaydi bugun, terore bulasmis bazi Kurtler dahil, Turkiye’deki kisi basina milli gelirin en az iki katina cikmasi dogaldi.

Iste butun bu olumsuz sartlar altinda bile, ne Turk Devleti, ne de sivil kuruluslar, kendilerine silah cekmeyen PKK disindaki Kurtler uzerinde ciddi bir baski yapmadilar. Aksine, Kurt is adamlari, Devletin en kârli ihalelerini almayi surdurdu. Kurt burokratlarin hem sayilari artti, hem de makamlari yukseldi. Kurt kokenli siyasiler ise, daha da iyi duruma geldiler. Kurtlerin oturmadigi bolgelerden aday olarak, Turk secmenlerin oyuyla, TBMM’ne girmeyi surdurduler. Bir kisim Kurt milletvekillerinin yeminlerine uymayarak, yanlis hareket etmeleri uzerine cezalandirilmalari, bu gercekleri ortemez.

Butun bunlar da gosteriyor ki Kurtler, Turkiye Cumhuriyetinin yonetiminde, varliklarindan daha cok etkililer. Buna ragmen Turkiye Cumhuriyeti yoneticilerinin PKK olayina bakisi, Osmanli yoneticilerinin “Celâli Isyanlari”na bakisi ile aynidir. Hadise ayrimcilik olarak degil, devlet duzenine baskaldiri olarak degerlendirilmektedir. Cunku PKK, baslangicta teror eylemlerini Kurt kokenli insanlara yoneltmisti. Eger Turkiye Devleti, olaya devlete baskaldiri olarak bakmayarak, vatandaslarinin hukukunu korumaya kalkismasaydi, bugun Kurtler birbirleriyle carpisiyor olurdu.

Turklerdeki hosgoru anlayisi bireylerin yasantilarinin hemen her alaninda kendini gosterir. Halk, insanlarin yaptiklari hatalara, yoneticilerin yanlislarina, is sirasindaki aksakliklara, sIkca da olsa izin istemelere vb. disiplinsiz davranislara karsi hep hosgoruludur. Bu nedenle is hayatinda, bir Turkun idaresinde calisan diger bir Turk’ten, Almanlardaki is disiplinini beklemek yanlis olur. Halbuki Turkler, baska milliyetlerin yonetiminde ciddi ve disiplinli calisirlar. Ama kendileri gibi hosgorulu davranan ve “hayir” diyemeyen Turk yoneticilerin yonetiminde ayni disiplini gosteremeyebilirler.

Hosgoru anlayislari disipline edilemedigi zamanlarda Turkler, duzensiz ve idare edilemez bir konuma girebilirler. Turklerdeki hosgoru ile uste kesin itaat duygusunu birlikte yurutmek gerekir.

Turkler, genel anlayis olarak kendilerinden destek, yardim, is gibi istekleri olan magdurlara karsi "hayir" diyemezler. Bu davranislari hosgorulugun bir sonucudur. Bir Turk, hic tanimadigi bir insani magdur gorurse, "hayir" diyemez. Yapisini bildigi, hatirini kiramayacagi bir kisi icin, hic menfaati olmadan destek verebilir. Hattâ bu durum, ozel sektor icin de gecerlidir. Turkiye’de sIkintiya giren, ya da batan ozel isyerlerinin batmalarinin bir sebebi de, "hayir" diyememeleridir.

Ancak gunumuzde devlet burokrasisinin yapisi, yeni bir anlayisi ortaya cikarmaktadir. Normalde hayir diyemeyen anlayisin yerini, herseye hayir diyen bir burokratik tutum almak uzeredir. Turklerin hosgoru anlayislarina ters olan bu davranislarin surmesi, gelecek icin tehlikelidir.

Turklerin "hayir" dedikleri ve hosgoru gostermedikleri konular da vardir. Vatanlarina ve namuslarina uzanan bir tehlike sezdikleri zaman, cevaplari kesin olarak "hayir" olur. Kendilerine herhangi bir konuda hoslanmadiklari bir baski geldigi zamanlarda da, cogunlukla "hayir" derler. Vatan ve namuslari tehlikeye girince hemen harekete gecerler. Baska bir konuda baski geldiginde ise “hayir” demek icin ortamini buluncaya kadar beklerler.

Turkler, kurduklari imparatorluklarda halklarin bir arada baris icerisinde yasayabileceginin ornegini dunyaya verdiler. Sahip olduklari yoneticilik ozellikleri ile en bunalimli bolgeleri en az sorunla yonettiler.

Turklerin uyguladiklari ve uygarliga kazandirdiklari bu yonetim anlayisina, bugunku dunya daha cok ihtiyac hissetmektedir.


DIN DILININ TURKCELESTIRILMESI

Toplumumuzda giderek "inakçi" (dogmaci) düsünce yapisi yayginlasiyor. Bunu üzülerek söylüyorum; fakat insanlar artik birçok seyi sorgulamadan, önlerine sunuldugu gibi kabul ediyorlar. Hani insanlarin "yumusak karni" diye yorumladiklari belli duyarliliklari vardir ya? Iste günümüzde insanlar özellikle dinsel boyuttaki düsünce yapilarini ve uygulamalari pek sorgulama yoluna gitmiyorlar. Elbette Tanri'nin bize buyurduklarini sorgulamak dogru degildir. Fakat bazi insanlarin söylemlerine "Tanrisal" özellik kazandirarak, onu topluma dayatmaya çalismasi, kuskusuz sorgulanmalidir. Bu sorgulama olgusuna bir örnek vereyim: Suyu üç yudumda içmek, ters dönmüs bir terligi düzeltmek, lavaboya sol ayakla girip sag ayakla çikmak… gibi toplumca benimsenmis davranislarin "neden" yapildigini çogu kimse bilmez. Eger bunlarin "hangi mantikla" böyle yapildigini bilir ve uygularsa, ne mutlu…

Simdi kisilerin sorgulamadan kabul ettikleri dinsel anlamdaki farkli bir boyuta dikkatinizi çekmek istiyorum: "Din dili"…Tarihimize baktigimizda, geçen binlerce yil içerisinde birçok dini benimsedigimizi, en çok da Gök Tanri Dini ve Islamiyet etkisinde kaldigimizi görürüz. Fakat Islam'dan önce kabul ettigimiz ve baska uluslardan aldigimiz bütün dinlerde, hep "inanç" boyutunda alintilar yapmis, dini kendi dilimizle anlamaya / uygulamaya çalismisken, Islam dinini benimsedikten sonra dilimize büyük bir hizla Arapca - Farsça sözcükler girmeye baslamistir. Bu da, yalnizca "inancini" benimsedigimiz bir din ile, din boyutunda öz dilimizden uzaklasmamiza neden olmustur. Söyle ki Islamiyet'ten önce de onun yüceligine inandigimiz Ulu miz, Islamiyetle birlikte "Allah" adini almis ve insanlar "Tanri" demekten utanir hâle getirilmislerdir. Hâlbuki ikisinde de "Yaratici" kastedilmektedir.

Konuyu farkli yönlere çekmeden, Türkiye'de dinsel anlamda kullanilan dilin neden Turkcelestirilmesi gerektigini açiklayayim: Din, insanlarin tinsel (manevi) boyutta doyuma ulasmalarini saglar. Asil amaci, insanlara sistemlesmis bir "inanç yapisi" sunarak, insanlari o yapi içerisinde Tanri'ya yaklastirmak ve bu yolla onlarin doyuma / hazza ulasmasini saglamak olan din, kuskusuz kisilerin "anladiklari" dil ile uygulamaya geçirilmelidir. Bugün Türkiye'deki insanlarin % 90´ina yakininin anadilinin Turkce oldugunu ve bu insanlar içerisinde sonradan Arapca ögrenenlerin sayisinin yok denecek kadar az oldugunu düsünürsek; anadili ve resmi dili Turkce olan bir topluma, dinlerini anlamadiklari bir dil ile yasamlarina uygulayacaklari bir dayatma yapmanin dogru bir düsünce olmadigini anlayabiliriz.

Cumhuriyet'ten sonraki dönemde "din dilinin Turkcelestirilmesi" ve "Turkce ezan" gibi konularda çesitli tartismalar yapilmistir. Bu tartismalar, nedense bazi çevrelerce amacindan uzaklastirilmis ve her zaman Turkceden yana olan kisiler "dinsiz" ilan edilmistir. Biz de daha önceden bu konulari bazi yerlerde tartistik ve bazi arkadaslarimiz bize "Böyle sey olur mu, siz dinden çikmissiniz? Bunlar Islam'a aykiri…" gibi seyler söylediler. Bilmenizi isterim ki, benim bu yaziyi yazmamdaki amacim, kisilerin dini duygulariyla oynamak veya Islam'i gereksiz konularla yipratmak degildir. Ben, sadece toplumdaki bence yanlis olan yerlesik düsüncelerin yeniden sorgulanmasi gerektigini düsündügüm için böyle bir yaziyi yazma geregi duyuyorum.

Konunun basit bir yönünü ele alalim: Türkiye'de yasayan Müslümanlarin hepsi, en azindan Fatiha Suresi'ni ezbere biliyordur. Acaba bu insanlarin yüzde kaçi bu surenin anlamini biliyordur? Emin olun ilahiyat ögrenimi almayan kisilerin çogu bu surenin anlamini bilmez. Anlami bilinmeyen sözler, kisilerin yüreginden geçerek söylenmez. Örnegin Çince bilmeyen birisi, eline Çince yazilmis bir metni alip okusa, o okuma kisi için ne ifade eder? O kisi yalnizca gördüklerini agziyla söylemistir; fakat agzindan çikanlarin ne anlama geldigini hiç bilmez. Iste vurgulamaya çalistigimiz, kisilerin bilmedikleri bir dilde ezberledigi kalip sözleri tapinma dili olarak kullanmalarinin yanlisligidir.

Cami ibadet eden insanlara dikkat edin, imamin Arapca okudugu dualarda, yalnizca duanin ahengini duyumsamaya çalisip kendilerinden geçmeye çalistiklarini ve yalnizca kendi çabalariyla Tanri'ya yaklastiklarini görürsünüz. Arapca dualar, ayetler… bittikten sonra hocanin Turkce dua ettigi bölümde ise, camide "Amin!" sesleri yankilanir. Çünkü kisiler Tanri'dan dilediklerini, dualarinin sözlerini anlamis, yürekleriyle ona katilmislardir. Iste temel sorun, bunu anlayabilmekte baslamaktadir. Ayni seyi namazda düsünelim. Namaz kilinirken, sureler - dualar okunur. Düsünün ki en çok bilinen surelerden olan "Ihlas Suresi"ni okumaya basladi birisi. "Kul hüvallahû ehad." diye basladi ve duasini tamamladi. Peki içtenlikle yanitlayin, kaç kisi içinizde "Kul hüvallahû ehad." sözünün anlamini biliyor? Emin olun Türkiye'deki Müslümanlarin %95´i bu sözün anlamini bilmez. Tanri'ya yaklastigimiz her ani, anlamini bilmedigimiz sözcüklerle doldurmamiz elbette ibadetin hakkiyla yerine getirilmemesine yol açar. Güzelce düsünülürse, bütün tapinmalarda son Turkce dua bölümünün disinda söyledigimiz / dinledigimiz hiçbir seyi anlamadigimizi görürüz.

Daha önceden yazdigim "Kutsal Dil Var midir?" baslikli yazimda, dünyada "kutsal" sayilabilecek bir dilin olmamasi gerektigini ve "ata dilinden" basla bir dilin "kut"lu sayilmamasi gerektigini belirtmistim. Bazi insanlar buna karsi çikip, Arapcayi Turkce karsisinda üstünmüs gibi görmeye / göstermeye çalisiyorlar. Bu, binlerce yil önce Kasgarli Mahmud atamizca da ortaya konulmustur ki, Turkce dünyanin en köklü ve en güçlü dillerindendir. Durum böyle iken, bazilari Kur'an'in Arapcadan baska bir dile çevrilmesinin pek dogru olmadigini, hiçbir zaman dogru bir çevirinin yapilamayacagini söyleyip dururlar. Acaba Kur'an farkli bir kodla mi yazildi? Elbette hayir. Bugün nasil ki Arapca yazilan kitaplar birebir baska dillere çevriliyorsa, Kur'an da öylece bütün dillere çevrilebilir. Bunun için "Islamin özü bozulmamalidir." diye bahaneler üretmek bosunadir.

Bugün dünyadaki Hristiyanlara bakin. Italyanlar, Ingilizler, Almanlar, Fransizlar… yani özünde Latin kökenli topluluklar Hristiyan olduklari hâlde, hepsi tapinmalarini kendi dillerinde yaparlar ve dinlerini kendilerince yasarlar. Dogru olani da budur. Gagauz Turkleride Hristiyandir. Fakat kimse onlara "Hristiyanlik yalnizca su dille yapilir." diye dayatma yapmiyor. Onun için onlar, dinlerini Turkce ile yapiyorlar. Daha önceki dönemlere bakarsaniz, atalarimiz birçok dini benimsemisler; fakat dinlerini benimsedikleri topluluklarin dillerinden pek etkilenmemislerdir. Demek ki bu olanakli ve basarilmis bir seydir. Yuce Onder Ataturk'un zamaninda ezanlar Turkce okunuyormus. Hatta okunan hutbeler de sonradan Turkcelestirilmis. Peki soruyorum: Acaba dinini, kendi dilleriyle yasayan insanlarin imanlari eksik mi kaliyor? Bence yalnizca Türkler degil, dünyadaki bütün toplumlar dinlerini "anladiklari" dille yasamalidirlar. Çünkü anlamadiklari bir dille öteki dünyaya hazirlik yapmak, insanin içini rahatlatmaktan öteye geçmez. Bunun aksini iddia edenler, Araplar'in uydurduklari "Cennet ehlinin dili Arapca'dir, onlar Allah'in huzurunda Arapca konusurlar." hadisine (?) bile inanacak kadar sig düsünenlerdir. Iste size Atatürk döneminde uygulamaya konulan Turkce ezan...

Kur'an'in hangi dilde okunmasi gerektigi de tartisma konusudur. Bazi insanlar sadece yazildigi dilde okunmasini, bazilari da önce Arapcasini sonra Turkcesini okumak gerektigini söylüyor. Burada bizim düsüncemiz yine sabit ve oldukça mantikli. Arapca bilmeyen bir insan, Kur'an'i Arapcasindan okuyarak 10 kere hatim etse ne olur? Hatta anlamini bilmedigi hâlde Kur'an'in tamamini ezberlese (hifz etse) ne olur? Bu kisi, Tanri'nin (Allah'in) sözünü (kelamini) anlayabilmis midir? Hayir! Aslinda burada "Arapça bilmek" konusunu da açmak gerekiyor. Arapca bilmek, yalnizca Arap alfabesini ögrenip, Arapca okunusuna göre "okumaya" çalismak degildir. Okunulan sözcükler sizler için bir sey ifade etmiyorsa, siz Arapca bilmiyorsunuz demektir. Bu her dil için böyledir. Düzgün düsünen bir insan bilir ki, kisi kutsal kitabini öz diliyle veya anladigi dille okumalidir. Anladigi dille okumalidir ki Tanri'nin uyarilarini anlasin, orada bizlere söylenenleri yorumlayip inanç yapisini olustursun.

Aslinda bu konu uzadikça uzatilabilir. Fakat uzun yazilari okumaya çogu kisinin pek yaklasmadigini düsünerek söylemek istediklerimin bir özetini yapmak istiyorum: Din, kimsenin tekelinde olmamali, yalnizca kisi ile Tanri arasinda bag kurarak kisiyi doyuma ulastirmalidir. Islam, bütün uluslara gönderilmistir ve hiçbir yerde Islam'i yalnizca "Arapca" yasamak gerektigi söylenmemistir. Bir Çinli Müslüman olduktan sonra Arapca ögrenmek zorunda olmadan inancini yasayabilmelidir. Tipki bu biçimde, Türk ulusu da Araplarin dayatmalarindan siyrilip Islam'in özünü yasayabilmek için, dinini öz diliyle yasatabilmelidir. Dini, kurallar bütünü olarak görmeyip, Orta Çag'daki "kilise" anlayisindan uzaklasip, dinimizi "Türk"çe yasayabilmeyi umuyorum.

Yavuz TANYERI

HERSEYE RAGMEN BIR NURA DOGRU YURUMEKTEYIZ.


Bilinmelidir ki, ALTIN CAG dedigimiz surec, Mustafa Kemal Ataturk'un bize manevi mirasi olan EMPERYALIZMIN YERYUZUNDEN YOK OLDUGU surectir.


Bilinmelidir ki, herkes kendi emeginin, amellerinin ve dusunce seklinin sonuclarini yasar. Bunlarin ister suurunda olsun ister olmasin.

yani, Altin cag icin = emperyalimin yeryuzunden yok olmasi icin emek veren, emeginin karsiligini elbette alacaktir. yani, Emperyalizmin yoklugu = altin cag donemini yasayacaktir.

Aksini dusunen, yani dusunce sekilleri buna izin vermeyen de, buna inanmayan da bunu yasayamayacaktir. zira, cok acik degil mi, inanciyla, dusunce sekliyle, korkulariyla vesveseleriyle emperyalizmi besledigi yada ona besin oldugu. Olabilir, ihtiyaci budur yani bizlerin aksini dusunmek ve dusundugunu yasamak. Herkesin kendine ait bir dunyasi vardir, ve o dunyayi yasar. Kendimize ait dunyanin icinde barindirdiklarimizi, baskalari da kendi dunyasinda barindiriyor olabilir. Onlar, ortak oldugumuz, bulustugumuz noktalar, taraflar olarak ortak dunyamizi teskil ederler ve orada bulusur ve birlikte orada yasariz.

ve yine, cok acik degil mi altin cagi yani emperyalizmin yeryuzunden yok oldugu donemi kuracak olanlarin, yasacak olanlarin , tamamen kendi uzerinde hakimiyet kurabilmis varliklarin isi olacagi !?

Zira, kendine hakim olamayan, hicbir sey yapamaz. Birileri onun icin dusunur. O, duygu, dusunce ve icgudulerinin gudumundedir. Duygu tatmini arar, kim tatmin ederse onun pesinden gider. Esasen tekamul seviyesi bu olan varliklar, duygusunun efendisi degil, duygusu onun efendisidir. Dusuncenin efendisi degil, dusunceler onun efendisidir.

Neyi, nicin, ne zaman, dusuneceginin ayarlarini yapamayan yani kisacasi dusuncelerinin uzerinde hakimiyet kuramayan, neyi yerli yerinde ve tam zamaninda bilincle ve kontrolunde olarak yapabilir? Hic bir seyi.

Dusunceleri uzerinde hakimiyet kurabilmek demek, isteklerini/ihtiyaclarini, duygularinin ve icgudulerinin etkisi altinda kalarak degil, suurlu bir sekilde belirleyerek istedigi sonuca ulasmaktir.

Ozetle, piyasadaki soylemin aksine olarak: Dusundugumuz icin var degiliz, var oldugumuz icin dusunuyoruz. Hakimiyet realitesi varligi, duygu ve dusuncelerinin vazifelerini bilir ve o vazifeleri denetler, onlara istikamet verir.

Yani hakimiyet realitesi varliklari icin Iyi niyet yetmez, elde edilecek sonucun da iyi olmasi saglanmalidir.

Daha soylenecek cok soz var. Ancak simdilik su kadarini soyleyelim ki, cesitli kisveler altina girmis bazi kimseler, dusunce sekillerinize, duygulariniza yon vermek isterler: "eski hamam eski tas" i tasimanizi isterler ki, bunlar kendilerini besletmek isteyen "hirsizlar" dir, daha da onemlisi BOZGUNCULARDIR.

Bir dusunce seklinin, neyi bozup neyi yapmaya calistigina dikkat ediniz!

Bu dikkat:
- kendinizi kullandirmamak icin gereklidir;
- sirtiniza basarak beslenenleri;
- ve kendilerini sirtinizda tasittirmayi aliskanlik haline getirmis olanlari yada sizi buna alistirmak isteyenleri, vd vd;
gizli emelleri aciga vurmak, duyurmak, ortaya dökmek, dile vermek icin gereklidir.

Yoklayiniz ve denetleyiniz ki, suuraltlariniz hangi pisliklerle doldurulmus? Bir ornek verelim, "insanin utancini yuzune vurma" ifadesi tum semavi ogretilerde olmadigi halde, tam aksine oldugu halde, bu kabullenilmis sonucunda da insanlari pasiflestirmistir, dahasi dilsiz seytan yapmistir ( bkz. Hz. Muhammed ). Insanlar, utanilacak bir sey yapmasinlar icin din vardir. Dinde, utanilacak sey yapanlarin cezasi da bellidir.

Saydiklarimiz ve sizlerin bunlara ekleyebileceginiz gereklilikler, EMPERYALIZMIN YOK OLMASI ICIN ZORUNLUDUR,
olmazsa olmazlaridir.

Atasozlerini, ozlu sozleri, vd, hadisleri de mutlaka sugecinizden geciriniz (gizli emelleri gerceklessin icin birsey soyleyip muhammet peygambere atfediyorlar). Her hal ve hareketiniz; ediminiz bilgiden dogan imanla ,inancla olsun. Kuru kuruya yada, bir bilen dedi diye degil, size ait- size ozgu olmasidir onemli olan. Kuskusuz, bunun icin sen ahmet oldun, o mehmet. Yani, parmak izleriniz bile degisik, ozgun.
Suzgeciniz de, parmak izinizdir.

"Cok bilir" birileri, sizi agina dusurup (orumcek misali) yada deligine cekip besinini sizden saglayamazsa kudurur, saldirganlasir, ki yine sizden beslenebilmektir maksat. O turler, negatiflikten beslenirler. Ozetle, beser kisvesine burunmus akrep tabiatlardir bunlar.

Biliyorsunuz ki akrep, vucudunda zehir tasiyandir. Bir dusununuz, o zehiri bedeninde tasimak ne buyuk bir yuktur?! O nedenle de o yuku indirmenin yollarini arar durur. Her varlik, yaradilis maksadini icinde tasir. Tabiatlari neyse onu icra etmekle yukumlendirilmislerdir.

Insan tabiatli olanin gorevi, uzerine basildiginda cirt diye olecek olan bu haserelere insan muamelesi yapmamaktir. Onlara insan muamelesi yapmakla, kendilerini insan sanmalarina neden olunmaktadir. Yani, insan kisvesine (eskilerin tabiri ile de soyleyecek olursak, kaliba ) girmis - burunmus haserelerin reptillerin tabiati degisir mi? onu iyi analiz etmek lazim. insan mi, hasere mi? Nihayetinde, ruhun yaptigi sey, bir kalibi kullanmak ve onu ömrunun sonunda birakmak degil mi?! Oyledir. (*)

Insan tabiatinda olmayanlar, surungen asalak tabiatli olanlar, sizden aldigi her doneyi, her bilgiyi size silah olarak dogrultur, kursun olarak dondurur. Sizden aldiklari bilgiyi, edindikleri enformasyonu, veris, aktaris maksadinizin disinda kullanirlar.. carpitirlar, saptirirlar, dejenere etmenin yollarini arar dururlar... dahasi, eger sizde kusur bulamazlarsa, kendilerindeki asagilik vasifalari (zehiri) size atfederler; zira o yukten yani bedenindeki o zehirden kurtulma yolunu mutlaka bulmalidir: yalan, riya, iftira vb herseyi kullanirlar. Yeter ki bedenindeki zehirden kurtulsun... herseyden, her kosuldan hep karli cikmaktir dertleri. yani ozetle, guzel ahlak sahibi olmak onlara hic uymaz. Zaten, baska turlu somurgen olunmuyor ki.

Guzel ahlak sahibi olmak, insana mahsustur.

yani, bu surungen asalak hasere tabiatli olanlara; mayalarina gubre karismislara, "belki adam olurlar' diye emek vermeyiniz. Emeginizi, maksadiniz dogrultusunda kullanacak olana veriniz. Helal olan budur. Israf haramdir, yani emeginizi "belki adam olur' larla israf etmeyiniz. ozetle, bu turleri beslemeyiniz, ki semirmesinler. Bir dusununuz, acima, merhamet vb duygulariyla, yaziktir deyip kendi ellerinizle beslediginiz varliklar bugun basimiza puskullu bela oldular... neticesinde, acima duygularimiz yuzunden bize yazik olmaktadir. Bu tur denetimimizden gecmemis duygularimizin nelere, ne gibi sonuclara sebep olacagi artik besbelli olmustur. Kim neyi hak ediyorsa onu veriniz, ihtiyaci budur cunku. Yani, ayaklar yurumek icindir. Ayaklari bas yaparsaniz, isler yurumez.

Bilinmelidir ki, herkes kendi emeginin, amellerinin ve dusunce seklinin sonuclarini yasar. Bunlarin ister suurunda olsun ister olmasin.

Altin cag icin = emperyalimin yeryuzunden yok olmasi icin emek veren, emeginin karsiligini elbette alacaktir. Yani, emperyalizmin yoklugunu = altin cagi yasayacaktir. Emek vermeyen ve buna inanmayan da hak etmedigi icin yasamayacaktir. Herkes hak ettigini er veya gec yasar. Emperyalizmin yoklugu donemi demek, asalaklarin somurgenlerin bulunmadigi donem demek zaten. Hem, zaten onlar altin caglarini demir caginda =kaliyuga = karanlik cagda yasadilar. Caglari yani kaliyuga bitti... bu somurgenler, son dokuntulerini toplamakla mesguller. kabul etmek istemeseler de bu boyle.

Bilinmelidir ki, ALTIN CAG dedigimiz surec, Mustafa Kemal Ataturk'un bize manevi mirasi olan EMPERYALIZMIN YERYUZUNDEN YOK OLDUGU surectir.

Ve bizler, herseye ragmen bir nura dogru yurumekteyiz.

Kim ne derse desin. tum bizi asagi cekmeye calisanlardan eteklerimiz kurtulmustur.. baglarimiz da kesilmistir. artik bizlerden beslenemeyecekler !

(*) Ruh, bedenin ne icindedir ne disinda.. Konuyu dagitmamak simdilik bu mesleye girmek istemiyoruz. Ileride bu konuyu da acacagiz.

TUM KURUMLARIN UYUSTUGU, KONUSMASI GEREKEN YETKILI CENELERIN SUSTUGU BU DONEMDE, BU YAZIYI HERKESIN OKUMASI SAGLANMALI..

Fethullah Hoca, bu kadar dindarligina karsin HACI degildir.

Mekkeye Medineye gidemez.

Neden mi? Seriat kanunlarina gore Fethullah hoca SEYH statusune
soyundugundan ve muritleri oldugundan Saudi arabistan sinirlari
icerisinde ele gecirilirse hemmen katledilir.

Cunki; Islamiyetde seriatda ve Kuran da seyhlere ve/veya tarikat
liderlerine yer yoktur.

Ozetle Allah ile kul arasina kimse giremez!!

BUGUNUN YOGUN GUNDEMINDE ONEMI DAHA DA ARTTI.

Uyandirin
Korkmayin heryerde konusun konuyu siz acin
Takside taksiciye konusun
Apartmanda kapiciya konusun
Sakalli gazete bayinize konusun
Eve gelen gundelikciye konusun.

Anlatin eger Fethullah dindarsa peygamber gibi ise
neden Amerika'da yasiyor ?
neden Mekke'de Kabe yakinlarinda bir malikanede degil de
Amerika'da FBI ciftliginde.

Soyleyin bu zat degilmiydi 25 yil o cami senin bu cami
benim salya sumuk aglayarak FAIZ haram diyen ?
sorun kapiciniza peki BANK ASYA nedir ?

Once alistirmaniz gerekir.
Goruntuye.
Seslere.
Hareketlere.
Sessizlige.
Cevrenizde olup bitenlere.
Yavas yavas alistirirsiniz.
Alisirlar.
Turbana.
Carsafa, peceye.
Tasyapi'ya.
Ogullarin gemilerinin olmasina.
Cocuklarin televizyon kurmasina.
Yakinlarin yolsuzluklari na.
Sevgililere alinan evlere.
Cokeslilige.
Erkeklerin, kadinlarin ayri ayri oturmasina.
Ramazanda ogle yemegi verilmemesine.
Beyaz takkeyle gezenlere.
Hem de oyle alisirsiniz ki size cok dogal gelmeye
baslar.
Bizde boyle deyip gecmeye baslarsiniz.
'Galiba demokrasi bu da biz mi anlamiyoruz?' diye
kuskulanirsiniz.
Sonra da uyusursunuz.
Yavas yavas uyusursunuz.
Icinizden bile tepki duymaz olursunuz.
'En az uc cocuk yapin' derler, dinler gecersiniz.
'Bizi azaltmaya calisiyorlar' derler, gulme duygunuz
bile kaybolmustur.
'Bati'nin ahlaksizligini aldik' derler, oyle dinler
durursunuz.
Uyusturmuslardi r sizi.
Bir yandan Canakkale zaferini kutlarsiniz.
Ote yandan Canakkale savasini yillar sonra
kaybettiginizi bile fark etmezsiniz.
Basbakaniniz planlarini Amerika'ya aciklar.
Siz burdan dinlersiniz.
Amerika Ankara'yi isgal etmektedir.
Siz Ingilizce ogrenmeye calisirken durumu
goremezsiniz.
***
Alisirsiniz ve uyusursunuz.
Gecmise dalip gitmisken,
gelecegi kaybetmekte oldugunuzu fark edemezsiniz.
Plan da bunun icin yapilmistir.
Once alistirma.
Sonra uyusturma.
Yuzunuze demokrasi derler, arkanizdan gulerler.
Yuzunuze cokkulturluluk derler, arkanizdan bolerler.
Yuzunuze degisim derler, arkanizdan soyarlar.
Yuzunuze gelisim derler, arkanizdan bakarlar.
Alisirsiniz.
Uyusursunuz.
Tehlikenin farkinda misiniz?
Once Alistirma - Sonra Uyusturma...

PROF. DR. ERDAL ATABEK
Herseyden once "ruhlarla gorusmek" deyiminin belirttigi anlam uzerinde biraz durmamiz gerekiyor.

Ruhlarla gorusmek ifadesi ilk hamlede akla geldigi gibi hic de basit ve herkesin kolaylikla kavrayabilecegi bir hadisenin ifadesi degildir. Burada cok sey bilmek, cok sey gormek, cok sey dusunmek ve ozellikle cok sey duymakla ancak sezilebilecek ve nadiren ulasilacak basari dereceleri vardir. Bu kadarcik sozden sonra "Ruhlarla nasil gorusulur?" sorusunu hemen bir iki satirlik yazi ile cevaplandirmayi elbetteki dusunmuyoruz.

Ruhlarla Gorusmek meselesinin mutalaasina gecmeden once dunya hayatinda birbirimizle olan gunluk iliskilerimize kisacik bir goz atmamiz faydali olur. Iki insan birbiriyle nasil gorusur? Bunun en yaygin ve bilinen sekli, karsi karsiya gecip dille veya isaretlerle konusmaktir. Insanlar arasinda en ilkel bir anlasma araci olan bu tarzdaki gorusmeyi herkes bilir ve uygular. Fakat is bu derecede kalmaz, biraz daha ileri gider. Uzak mesafelerden birbiriyle gorusmek icin ormanlarda yasayan ilkel insanlarin kullandiklari tamtam sesleri veya duman yerine (*), uygalasmis insanlar yaziyla - mektupla anlasmislardir. Bu baglanti vasitasi, oncekilerden cok ileridedir.

Simdi, bu asamaya yukselmemis ilkel bir insana, eger medeni bir insan memktup gonderse ve bu mektupla hatta o ilkel insanin hayatini ilgilendiren bazi onemli haberleri ona bildirmek isterse o zavalli ilkel, bu mektubun bir ifade vasitasi olup olmadigini dusunmedigi gibi ayni zamanda ondan bir anlam cikarabilecek bir kabiliyette olmadigindan ona hicbir kiymet vermez ve o mektubun, ne kimden geldigini, ne de ne maksatla gonderildigini dusunmeyi aklina bile getirmez. Halbuki onun icin kendi hayatiyla ilgili onemli haberler vardir.

Ama mektup kullanabilme asamasina gelen icin durum oyle mi ya?... O, kendisine gelen boyle bir mektuba ilkelden bambaska anlam veririr. Ve ne yapip ederek onu anlamaya calisir, anlamak carelerini muhakkak arastirir. Okumasini bilmiyorsa onu okuyabilecekleri arar bulur. Yazinin mamasini anlamiyorsa onu kendisine anlatabileceklere basvurur. Ve herhalde omrunde mektup gormemis ilkelin yaptigi gibi onu sus diye basinin ustunde tasimaya yada ayaklariyla cigneyip gecmeye kalismaz. O, bu mektubun kendisine bir maksadi anlatnmak icin gonderilmis bir teblig oldugunu ve bir fikri, bir duyguyu ifade ettigini dusunup, ona bu bakimdan kiymet verebilecek, bilgi ve gorgu seviyesine yukselmis varliktir.

Simdi bilgi ve gorgusu biraz daha ilerlemis insanlara gecelim: Bir telefon veya telsiz haberlesmesi karsisinda onceki sehirlinin bunlara gore durumu da asagi yukari mektuptan anlamayan vahsinin o ilk sehirliye gore olan durumuna benzer. Yani, bu ilk sehirli bu araci hic duymamis, gormemis ve kullanmamis ise bir teklefon veya telsiz santrali icinde bulundugu halde ikinci sehirlinin ozel maksatlarla kendisine haberler gondermek icin bu vasitalari kullanmak hususunda gosterdigi butun cehitlere ragmen ona derdini anlatmasi mumkun olmaz. Zira, o, ne bunu anlayabilecek ve ne de ondan istifade edecek durumdadir. Oteki prcalanarak butun telefonu caldirdigi , butun verici makineleri harekete gecirdigi halde bizim asik bunlari sadece hayretle ve bazen de hayranlikla bir sure seyrettikten sonra, bu gurultuden hicbirsey anlamadan, hicbir yararlanmasi olmadan safiyane bir askinlik haliyle oradan uzaklasip gider. Buna mukabil bu isleri gormus ve anlamis ve onlara inanmis lanlar icin bu araclardan hergun bol bol yararlanmak kadar tabii bir hal tasavvur edilebilir mi?

Ama bu is bu kadarla kalmiyor. Bundan yuz sene once once Amerikada teneffus eden herhangi bir insanin nefes alisverisini asyanin bir sehrinin bir evinde oturan herhangi bir diger insanin hemen hemen ayni zamanda isitebilcegini ve bu nefes gurultulerinin gorunurde hicbir arac olmadigi halde, Amerikadan Asyayay kadar bir anda gidebilecegini soylemis olsalardi, basta akademisyedn alimler oldugu halde, buna hicbir kimse inanmazdi degil mi? Ve farz edelim ki, o zaman Asyadaki bu islerden haberi olmayan insanlara Amerikadaki adamlar boyle radyofonik dalgalarla bazi muhim haberler gondermis bulunsalardi, hatta Asyadakilerin ellerinde birer radyo alici aleti dahi tesadufen bulunmus olsaydi, gene onlarin bu dalgalrdan ve bu dalgalarin getirdigi bilgilerden hicbir haberleri olmazdi. Bundan baska eger biraz da alim geciniyor idiyseler, boyle muazzam bir haber tufani icinde yuzduklerini mutemadiyen inkar etmekten de cekinmezlerdi! Acaba bu halin, bir mektuptan anlamadigi icin ona kiymet vermeyen ilkel bir insanin arzettigi halden farki varmidir? Halbuki bi isin hakikati ve sartlari anlasildiktan ve onun tatbikatina girismenin yollari ve icaplari ogrenilip onlara inandiktan sonra radyo nesriyati insanlar arasinda en faydali, en luzumlu ve belki de en kudretli bir anlasma vasitasi olarak kabul edilmistir. Ve bugun bu hal o kadar tabiilesmistir ki, aksam ustu koltuguna kuirulmus Asyali bir insan Ingiltereden kendisine gonderilen havadislerin nereden, nasil ve hangi yollarla geldiklerini dusunmeden ve bu makinenin o havadisleri hakikaten disardan alip kendisine verdigi meselesi uzerinde zerre kadar suphe ile durmadan sadece almis oldugu havadislerin kiymet ve mahiyetlerini anlamaya calisir. Ve elindeki radyo makinesinin de bu islere ancak vasitalik yapan aractan baska birsey olmadigini takdir eder. Halbuki radyo islerine yeni alismak uzere olanlar icin bu havadisler ve musiki parcalari ikinci planda kalir, onlari asil isgal eden sey bu makinenin icinde bulunan seytani kesfetmek ve bu seslerin hakikaten iddia edildigi gibi uzak memleketlerden gelip gelmedigini tahkik etmektir.

Fakat keske isler burada kalsaydi da bugunku inkarci bazi akademisyen dostlarimizin, ilkel bir insanin kendisine gonderilen mektubu kiymetlendiremedigi icin cigneyip gecmesi gibi, bir telgraf veya bir telefon merkezinde bulunan gorgusuz sehirlinin kendisine kucak kucak gelen haberler karsisinda bon bon bakinarak hicbirsey anlamadan orasini terketmesi gibi, yada onbinlerce haber, teblig ve muzikk dalgalarinin tufani icine gomulmus olmasina ragmen ve bir radyo aleti de elinin altinda bulundugu halde sirf onu lambasini yakmak, istasyon isaretlerini bulmak icin luzumlu manipulasyonlari biolmediginden o, dalgalardan hicbir haber alamayan ve bundan daha beteri, o haberlerin mevcudiyetlerini inatla inkar edcecek kadar evrende olup bitenlerdcen habersiz bulunan bir insanin dusmus oldugu gibi zavalli sonuca dusmuis olduklarini gormeseydik !

Ama bu temenniden ne cikar? Bu akibeti goruyoruz ve gorecegiz. Cunku insan hz.
ademden beri insan olarak yasamistir. Binaenaleyh o, her insanin gecirmesi mukadder olan tekamul kademelerinden birer birer gecmek zorundadir.

Evet, filhakika isler burada durmuyor. Bugun daha ilerisini gorenler ve arastiranlar insanlarin uzaktan birbirine tesir ettiklerini, birbirne bazi fikirler ve duygular gonderebildiklerini kesfetmis bulunuyorlar. Hatta bu fikir dalgalari birtakim laboratuvar aletleriyle dahi tespit edilerekbugun akademik mefhum icine bile girmis bulunuyor. Ingiliz Ruhsal Arastirmalar Cemiyetinin 'proceedings' adi altinda 21 cildi asan nesriyati bu neviden ilmi musahedelerle doludur. Bununla beraber herkesin bu kitaplari karistirip okumasi ved onlarin uzerinde durmasi mumkun olabilecek kadar zaman henuz gecmemistir. Binaenalyeh boyle yuksek tertipteki muvasalalar bahsinde daha bircok mektup cignenecek, daha bircok telefon ve telgraf istasyonlari bir koyunun yaptigi gibi ziyaret edilecek ve daha bir cok radyo dalgalari inkar edilerek istifadesiz bir halde ziyan olup gidecektir.

Bugun bir insan bazi sartlar altinda diger bir insana fikrini gonderip ona istedigi seyi telkin edebiliyor. Burada elbetteki radyo meselesinden daha yuksek ve ince tertipte isler vardir. fakat bunlarin esaslari birbirinden asla ayri seyler degildir. Hem birincisi, hem de ikincisi uzerinde durulmasi gereken tek dava, disardan gonderilmis olan haberci dalgalara karsi insan ruhunun alici hale getirilmis olmasindan ibarettir. Bununla akademi bugun mesgul olmuyor, diye bircok kimsenin yaptigi gibi bu hakikati ilim disi addetmek hakkina sahip degiliz. Ve akademinin de bu davayi ele almakla mukellef olduguna kani bulunuyoruz. Eger o, bunu yapmiyorsa vazifesine henuz baslamamis demektir.

Bir insan bilerek bilmiyerek, isteyerek istemeyerek diger bir insanin ruyasinda veya uyanik halinde ona bazi fikirler ve duygular telkin edebilir. Ruh ve Kainat kitabinda (*) buna dair bazi misaller zikredilmistir. Mesela bir tip operatorunun, ahbabi olan discinin ruyasina girerek onun midesi uzerinde ameliyet yapmasi hikayesi bunlardan biridir. (5/576) Su halde, ruyada idrak ve fehmettigimiz bazi duygu ve dusuncelerin suur altimizdaki kaynaklarinin hangi amillerle uyandirilmis olduklarini daha genis bir dusunce ile arastirmak icap eder. Keza yine oyle m8isaller zikredilmistir ki, bunlarda mda bir insandan diger insana fikir ve duygu intikallerinin vukuu bariz olarak gorulur.

Bir sabah kalktiginiz zaman akliniza birdenbire bir dostunuz X gelir. fakat ogleye dogru ya ondan bir haber alirsiniz veya bizzat kendisini gorurusunuz. Bu hadiseye biz, tesaduf deyip geciverenlerden degiliz. Halk arasinda yayilmis olan: " seni andim, kulaklarin cinladi mi?" veya "Kulaklarim cinliyor, galiba beni andilar." sozunu bir hurafe telakki edenlerin bu haline acimamak elden gelmez. Zira bunlar, ne dusunce intikaline ( transmission de pensee), ne telepatiye ne durugoru (klervoyyans) hadisesine dair muspet, inanilir ve ilmi tetkikatin hicbirinden haberi olmayan ve bunlar uzerinde kafalarini zerre kadar yormamis bulunan kimselerdir.

Bugun ilmi hakikattir ki, bazi insanlar hic gormedikleri bir kitabi, bir mektubu, bir gazeteyi mukemmelen okuyabilir ve insanin kafasinin icindeki dusunceleri kesfedebilir. Biz bunlarin bircok misallerini gorduk ve tetkik ettik.

Bir taraftan ruhlarin mevcudiyetini bircoklarina inkar ettiren cehaletin de sebebi bu inkarcilarin ruhlardan haber alamamis olmakta bulunmalaridir. Diger taraftan ise bu haberler ruhsal yollardan kendilerine mutemadiyen geldigi halde tipki evvelce zikrettigim, haber tufani icinde bihaber kalmis, bicareler gibi bunlar da bu haberleri idrak edememektedirler. Demek ki,
bu insanlar, gafletlerinin neticesi olan bu duygusuzluklarini hareket noktasi olarak kabul ve ona gore de ruhlarin mevcudiyetini inkar ediyorlar; fakat ruhlari inkar ettikleri icin de, bu gafletlerini gidermeye yarayacak muspet faaliyete gecmeye, yani ruhlarla gorusmenin ilmi yollarini arastirmaya gerek gormuyorlar. Ve onlarin cehitsizlikleri de ruhlardan gonderilen haberleri duyma kabiliyetlerinin inkisafina mani oluyor. Su halde bugunku ortalama ilim seviyesi bakimindan beseriyet bir fasit daire (dongu) icinde yuvarlanip durmakta ve bu girdaptan kendini kurtarip ileri atilmak, yuksek realitelere ulasmak kudretini henuz gosterememektedir. Bu geriligin sebepleri uzerinde durmayi faydasiz ve luzumsuz goruyorum.

Hulasa, ruhlarin bizimle - henuz unsiyetsizligimziin neticesi olarak - her zaman anlamak kudretini gosteremedigimiz gizli munasebetleri de vardir. Ve bu munasebet dusundugumuz ve tahmin edebildigimizden Biz bunlari gormekte israr ettikce daha cok fazla ve sumulludur. Biz bunlari gormekte israr ettikce onlarin tesirlerinden kendimizi kurtarmis olmayiz, yalniz onlarin mahiyet ve istikametlerini degistirmis oluruz ki, bu da bizim lehimize bir netice vermez. Zira o tesirler istenmeyen gozlerimize gene batar; fakat artik onlar, tabii, istifadeli ve yukseltici birer duygu halinde degil, ihmal edilmis ve terbiyesiz birakilmis veya kotu ve yanlis yollarda terbiye edilmis marazi, zararli ve alcaltici zorlama halinde kendisini gosterir. Ileride ruhlarin bu gizli tesirleri bahsine biraz daha ayrintili olarak tekrar donecegiz.

Fakat ruhlar boyle gizli tesirlerle de iktifa etmiyorlar ve kendilerini tanitabilmek icin daha asagilara inerek adeta bir arac halinde, mesela bir radyo makinesi gibi (bu tesbih cok kabadir) kullandiklari medyomlarin maddi imkanlarini faaliyete geciriyorlar ve bu sayede karsimizda konusuyormus, yazi yaziyormus ve hatta klendilerini bize gosteriyormus gibi hadiseler husule getiriyorlar. Ve butun bu tezahurler icinde alelade bir insanin asla beceremeyecegi bir takim isler yapiyorlar: Ornegin, cok yuksek duygu ve dusunce mahsulu fikirleri ve bilgileri, takip edilmeyecek suratle ona yazdiriyorlar, soyletiyorlar, acik berrak gorusler halinde gosteriyorlar. Daha ne yapsinlar? Ve hala buna inanmayan bazi insanlar acaba ruhlardan daha ne bekliyorlar? Ve ruhlar onlara bundan baska daha ne yapabilirler? Haydi bakalim o sistematik inkarci, efendi kendi kafasina gore farzetsin de kendisini bir muddet icin ruh halinde spatyoma gecmis gorsun, acaba bu zat kendi mevcudiyetini kendisi gibi dusunen insanlara kabul ettirmek icin nasil hareket edecektir? Bu sorunun cevabi cidden merak cekicidir.

Fakat gene de bircok insani bu ise inandirmak mumkun olmayacaktir. Zira insan hz.
ademden beri insan olarak yasamistir. Ve tekamulun her safhasindan hazmede ede gecmek zorundadir. Binaenaleyh bunlarin icinde halen bilmedikleri ve anlayamadiklari icin husnuniyetle ve masumane bir ruh haleti ile henuz inanmayanlar bulunacak.

Bunlarin icinde, bir tarafta dunyanin binbir zevk ve eglencesi dururken boyle sikici seylerle ugrasmanin sirasi mi, diyen "adam sende"ciler bulunacak.

Bunlarin icinde, bazi buyuk hakikatlerin heybetli cehresinden urkecek kadar kendilerini kabahatli sayarak bu islerden kacanlar bulunacak.

Bunlarin icinde, birkac gunluk omurden sonra son bir gunun en son saniyesinde butun maddi kiymet ve servetlerini bir anda birakmak zorunda kalacaklarini dusunmeyip, gaye ittihaz edindikleri bir iki kiymetsiz maddi degerin ancak bir tekamul vasitasi oldugunu idrak etmek istemeyenler bulunacak.

Ve nihayet bunlarin icinde, saplanmis olduklari birtakim batil dusunce ve itikatlarin gayyasindan kendilerini kurtaramadiklari icin ne pahasina olursa olsun, hakikati gormemeye karar vermis olanlar bulunacak. ..

Biz butun bunlari kendi hallerine birakiyoruz. Zira baslarini zorla obur tarafa dondurenler, yani ruhlarin mevcut oldugu ve insanlari irsad etmek icin onlara muhtelif vasitalarla tebligat gonderdigi hakikatine gozledrini simsiki yummak isteyenler karsisinda bugun bizim giblerin cirpinip durduklari gibi onlar da kimbilir gelecek hangi bir gunde ayni seyi yapacaklardir.

Bir sesi duymak icin ilk yapacagimiz sey kulaklarimizi tikamak degil, bilakis acmak ve sesin geldigi tarafa cevirmektir. Keza bir manzarayi gormek icin de gozlerimizi simsiki yummayiz. Bilkais hem acariz, hem de icabinda onlari durbun, gozluk, mikroskop, teleskop gibi bir suru yardimci aletle de takviye ederiz. bundan baska, isitilmis bir sozun veya gorulmus bir manzaranin kiymet ve manasini anlamak icin gene ilk yapacagimiz sey o sozu bir kulakla alip obur kulakla vermek veya o manzarayi bir gozle alip obur gozle atmak degil, onlara ait kafamizin icinde bir dusunce ameliyesi gecirerek bu isitilen ve gorulen seyleri hazmetmeye calismak olur.

Bunun gibi, fizik alemimizin henuz uzaktan uzaga sezmeye basladigi kozmik isinlarin sIkligi derecesine indirecek kadar muhitimize yaklastirmis olduklari yuksek intisar ve titresimleriyle (vibrasyoonlariyla) dunyaya bazi seyler soylemek ve kendi istifademiz bakimindanbazi seyler hakkinda bizi aydinlatmak isteyen varliklarin ruhumuz kanaliyla imajlari (imgeleri) sinir sistemimize yansitmaya ve bunun icin de sinir sistemimizi usulu dairesinde hazirlamaya, yani fizyo-psikolojik kabiliyet ve imkanlarimizi genisleterek bize gelen imajlari organizma mikrofonu ile buyutup tebaruz ettirmeye ve ayni zamanda da onlarin tasimakta oldugu derin ve kapsamli manalari anlamaya ve tatbik etmeye calismakla mukellef bulunuyoruz. Iste yukselme ve tekamul yolu budur ve bu isler de bu yolda yapilir. Boyle yapildikca ruhumuzda yeni yeni inkisaflar baslar ve muhitimizle ve bilhassa hicbirimizin mevcudiyetini inkar edemeyecegi, icinde yuzdugumuz sonsuz bilinmeyenler alemiyle olan munasebetlerimizi daha iyi anlayabilmemizin imkani artar. Aksi halde kulagini seslere, gozunu renk ve sekillere karsi simsiki tikayan ve isittigi sesleri, gordugu manzaralari hice saymak aliskanliginda bulunan bir insanin etrafindan toplayabildigi seyler ne kadar fakirane olusa, kendi ruhumuzun nihayetsiz kudretleri ve kainatin sayisiz imkanlari hakkindaki bizim bilgimiz de o kadar iptidai ve zavalli bir durumda kalmaya mahkum bulunur. Asagi yukari bugunku manzara da budur.

Su halde icimize gelen her duyguyu, gordugumuz her ruyayi, karsilastigimiz her hadiseyi, nazari tetkikten gecirmeye, iyilik veya fenaliklarini arastirmaya ve butun bu musahedeler arasindaki munasebetleri bulmaya ve bilhssa bu oluslarin sebeplerini kesfetmeye cazlisirsak, bu hususta ilk karsilasacagimiz muskilattan sonra onumuzde muazzam bir kainatin genis ufuklar icinde tabaka tabaka acildigini ve kendimizin de orada bir kiymet ifade etmek durumuna layik bulundugumuz idrak etmeye baslariz.

Bu hususta luzumlu olan calismalarin usulleri ve egzersizleri nesriyatimizin konusu icindedir. Fakat daima arz ettigim gibi bunlarin kiymeti ancak aratiricilarin gosterecekleri iyiniyetle cehit ve gayrete baglidir. Bu uzun konuyu simdilik burada keserek okuyucularimla birlikte spatyoma girmek ve biraz da orada dolasmak istiyorum.

Eger bu kitaplari butun psisik, metapisisik ve spiritik konulari tetkik etmis ve kavramis bir okuyucu kitlesi icin hazirlamis olsaydim, bu konuyu burada acmaya gerek gormezdim. Fakat ozellikle son zamanlarda bu islerle yakindan alakali gorunen ve hatta kendilerini kompedan (uzman) zanneden bazi kisilerin de dahil oldugu buyuk bir arastirici zumresinin ruhlarla gorusmek meselesi karsisindaki henuz hazirliksiz durumu, bu isi ta basindan itibaren ele almanin geregini bizlere hissettirmektdir. Zira boyle yapilmadikca ruhlarla temas konusunda irdelemeye, muzakereye konu olusturan sureclerin, hadiselerin ve olgularin arzu edilir derecede verimli bir bilgi isigi altinda gorusulmesine imkan ortaya cikmayacaktir. Bundan dolayi ruhlarla gorusmek bahsine girismezden once ruhlar kimlerdir, konusu uzerinde durmak gerekiyor.

Ruh hakkinda, Ruh ve Kainat kitabinda izahlar verilmistir. Bu kitap, yuksekturkiyeidealikutuphanesi'nde mevcuttur. Onlari burada tekrarlayacak degiliz. Ancak uzerinde durdugumuz konulara okuyucularimizin hazirlanabilmesini saglayacak luzumlu bazi bilgileri burada belirmeyi faydali goruyoruz.

Ruh, dunyamizda ve madde kainatinda ancak maddi aracla (ornegin, beden; galasiler) tezahur zemini bulan tezahur zemini bulan etkin (muessir) bir kudrettir. Bu kudret devamli bir tekamul halindedir. Ve bu olgunluk da ruhun maddelerle olan munasebetinde mevcuttur. Bundan oturu onun bir taraftan geriye dogru uzanip simsiyah ufuklar icinde kaybolan karanlik, diger taraftan beser gozunun dayanamayacagi nurlu sahalarda ileriye dogru akip giden aydinlik hayat safhalari vardir. Geri hayat safhalarini sonuclandiran cehalet ve gorgusuzlukten dolayi beceriksizlik ve cocukluk haline karsin, gorgu ve tecrube ile gelismis kudretli ve yapici mlekelerin ruhta tezahuru onun ileri hayat safhalarini vasiflandirir.

Su halde ruhlar derece derece yukselerek birbirinden ayrilirlar. Acaba ruhlarin bu tekamul derecelerini belirten ozellikleri nelerdir? Bu buyuk soruyu su kisacik yazimizda kendi kendimize sormaz istemezdik, ancak onu ileride ele alinacak daha genis konular icinde mutalaa etmeyi arzulardik. Fakat medyomlugun bircok ince ve karanlik noktalarindan bir kismini aydinlatmak icin bu mecburiyete katlanmak mecburiyeti hasil oldu.

Her seyden once sunu arzedelim ki, ruhlarin huzurlarini, geri taraflarini, asagi duygu dusuncelerini yada meziyetlerini , ileri yeteneklerini, yuksek duygu ve dusuncelerini ogrenmeye calismakla, onlarin ancak bizimle temas noktalari bakimindan derecelerini ustunkoru belirleyebilmek imkanini buluruz.

Acaba bir arastiricinin boyle bir tasnife ihtiyaci var midir? Denilebilir ki, ruhlarla gorusmeye niyet etmis herkesin bu hususta az cok bilgiye sahip olmasi sarttir. Bu cihetin ihmalinden oturu zararlari baska yerlerde uzun uzudaya anlatacagiz.

Burada bazi okuyucularimizin aklina soyle bir fikir gelebilir : Goremedigimiz, duyamadigimiz, hatta mevcudiyetine bile nazlana nazlana inanmaya calistigimiz varliklarin ozelliklerine ve ruh hallerine dair cizilmis hayali bir semanin tatbikatta ne faydasi olabilir? Bu fikri bir itiraz olarak ileri suren aziz okuyucumun yerden goge kadar hakki var. Zira o goremiyor, duyamiyor ve nazlana nazlana inaniyor veya inanmiyor, Ama, ne yapalim ki, su bicare yazar dostunuzun da bunun aksini iddia etmekle yerden goge kadar hakki var. Zira o goremiyor, duyamiyor ve nazlana nazlanainaniyor veya inanmiyor. Ama ne papalim ki su bicare yazar dostunuzun da bunun aksini iddia etmekte yerden goge kadar hakki var. Cunku o da goruyor, duyuyor ve kendi varligina kendisini inandiran bilgi, duygu ve gorgu temellerine mustenit saglam bir inancla ruhlarin varliklarina ve onlari var edene inaniyor. Bu inanis ne telkinle, ne sadece arzu etmekle, ne isitmek ve gormekle, ve ne cennetin cekiciligi ve ne de cehennemin korkusu ile mumkun degildir. Bu, senelerce suren sabirli ve devamli bir calismanin, bir cesaretin, bir cabanin temin ettigi gorgu ve tecrubelerin mahsuludur. Sathi calismalarla elde edilemez. Fakat bir defa elde edildikten sonra artik kaybolmamak uzere ruhta, buyuk bir kiymet halinde mevcudiyetini daima hissettirir. Ben bunu butun okuyucularim icin temenni ederim.

SPATYOM HAYATINA BIR BAKIS
Simdi aklimiza su sual gelebilir: Acaba dunyada cari olan kaideler spatyomda da aynen mevcutmudur? Bu sorunun cevabini verebilmek icin evvelce baska yerlerde spatyom hakkinda nesredilmis kanaatlerimizi okuyucularimiza kisaca hatirlatmanin luzumunu duyuyoruz.

Spatyom bilgisi hakkindaki anlayis ve gorusumuzun baslangic ve bitim noktalari arasinda kalmak sartiyla, neo spirirualizma incelemlerina dayanarak, biz, oranin hayatini umumi goruste uc merhaleye ayirabiliyyoruz. Simdi bu merhalelelri suratle gozden gecirelim:

I- Insanlarin, olumu muteakip, tekamul derecelerine gore az cok devamli olarak gecirecekleri ilk merhaleyi biz ruhlarin kendiliginden tahayyul durumlarina ait bir devre diye kabul ediyoruz. Bu merhaledeki ruhlarin arasina klasik spiritlerin "tesevvus"(**) halinde " dedikleri ruhlarla, okuyucularimiza biraz sonra sunacagimiz ustat Allen Kardec'in(6/43) tasnif cetvelinde yazili ucuncu guruptaki, yani 10, 9, 8, 7, ve 6 nci siniflardaki ruhlari ve onu muteakip gene takdim edecegimiz Colette ve georges Tiret'nin tasniflerine gore (8/37) birinci, ikinci ve hatta kismen ucuncu mertebelerdeki ruhlari dahil edebiliriz. Asagida zikrettigimiz uc unsurun bir ararya gelmesi, bu merhaledeki ruhlarin umumi evsafini nitelendirmistir, diyebiliriz:

A- Bu merhalede bulunan ruhlarin bircok melekeleri henuz inkisaf etmemistir veya kapanik haldedir. Bu ortamda arastirici ve bulucu kudretleri uyuklama halindedir. Arastirmak ve bulmak; bir cehitle, bir fikri takile, sabirli ve sebatli bir calisma ile mumkundur. fakat bu isler herseyden evvel ruhun muhim bir kudretinin, muhim bir melekesinin yerinde ve yolu ile kullanilmasina baglidir. yani irade ne kadar butunlugune yakin mukemmmeliyet icinde kullanilirsa arastiricilik ve bulucuk kabiliyeti de o nispette tekamul etmis bir hal alir. Irade hayvanlarda bile mevcut olduguna gore, iradesiz hicbir insan ruhunun mevcudiyeti tasavvur edilemez. Ancak buarada muhim olan nokta, iradeye verilecwek istikametin suura layik olup olmamasi meselesi uzerinde toplanir. Hayvanlar bilmeden iradelerini kullanirlar. gene boyle bilmeden iradelerini kullanan insanlara biz, bir baklimdan hakli, bir bakimdan da haksiz olarak "iradesi adam" deriz. Buradaki mesele sudur: hayvanlardaki irade, icten gelen icgudulerle ve dis tesirlerden dolayi zorlamalarla adeta otomatikman istikamet alir. Bir orumcek icgudusule yuvasini yapar. Onun burada suuru ve su veya bu maksada matuf bir dusuncesi yoktuir. Zira bu iki meleke onun ruhunda henuz inkisaf etmis bir halde degildir. Binaenaleyh yuvasini ne kendisinin yaptiginin farkindadir, ne de onu ne maksatla yaptigini bilmektedir. Keza ayni orumcek, yuvsina takilan kucunk bir sinegin uzerine atilirken de bunu ne maksatla yaptigini, bu hayvani yakalamakla ne faydalar temin ettigini asla dusunmeden bu isi yapar. Bununla beraber onun yaptigi butun bu isler ancak kendi iradesinin faaliyete gecmesiyle mumkundur. Ama, bu irade istikametini orumcegin suurundan degil, icgudulerinden ve zorlamalarindan alir. iste boyle bir iradeye biz, kendiliginden irade diyoruz. Otomatik irade de denilebilir. Bu hal, insanlarda da gorulur. fakat otomatik irade ruh kapanikliginin bir vasfi olarak kabul edildigine gore, boyle bir iradenin suurlu iradeye ustunlugu bir insanda ne kadar tebaruz etmis bulunuyorsa onun ruhunun o kadar kapali ve realitesinin o kadar dar olduguna hakli olarak hukmedebiliriz.

Burada sunu arz edelim ki, bir insan, suurunun ve zekasinin erebilecegi seviyenin fevkindeki palanlardan gelen bazi ustun zorlamalarla ve ilhamlara tabi olarak da iradesine istikamet verebilir ki, bu hali evvelki ile karistirmamak icap eder. Zira bunlarda koru korune ve suursuzca degil, bilakis kuvvetli imanla o yuksek ilhamlara bagli bir suurun muvafakati ve mutabakati bahis mevzuudur ki, bu hali baska yerlerde ayrica mutalaa edecegiz.

Iste spatyoma yeni gecmis olan her ruhta evvela boyle bir "iradesizlik" hali, yani kendiliginden istikametini alan iradi tezahurat gorulur. Yalniz ilerlemis ruhlarda bu hal cok kisa, hatta bazen birkac dakikalik bir zaman kadar surer ve gecer. Fakat geri ruhlarda gerilikleri nispetinde bu ruh halini vasiflandiran merhale cok uzun ve hatta ekseriya o ruhun butun spatyom hayati boyunca devam eder. Boyle ruhlar kendilerini tamamiyle pasif hissederler. Etraflarinda bircok olaylarin cereyan ettigini gorurler, fakat bunlarin ekserisinin kendi taraflarindan, kendi iradesiyle husle getirilmis olmasina ragmen ne maksatla ve kimin tarafindan husule getildigi hakkinda onlarin hicbir malumati olmaz. (***) O ruhlar, sadece o hadiselerin icinde ister istemez ve tamamiyle pasif olarak suruklenip giderler. Cogu nahos ve istirapli olan bu imajlari onlar, disradan kendilerine zorla kabul ettiriliyormus gibi telakki ettiklerinden, onlardan kurtulmak icin beyhude yere mucadele edip dururlar. Halbuki bu zavallilar dusunemezler ve bilemezler ki, bu imajlar ancak kendi inanclarinin ve kendi iradeleriyle yapilmis imajinasyonlarinin bir hasilasidir. Ve onlarla mucadele ettikce o hadislerin mevcudiyetini busbutun kabul etmis ve onlarin realitelerine inanmis bulunmaktadirlar. Boyle yaptikca da bilmeden iradeleriyle onlarin hayatiyetini daha ziyade kuvvetlendirerek kendi uzerindeki tazyiklerini artirmaya muteveccih olan istikametlerine yol vermektedirler. Bu halde onlarin spatyomdaki istiraplarini ve azap, hatta iskence cekmelerini mucip olan hadisati daha kuvvetli olarak yasatmakta ve surdurmektedir.

Iste bu bahsin sonunda ayrica "tesevvus halinin suursuzlugu" diye acacagimiz bahiste de uzun uzadiya izah edecegimiz bu karisik ruh halinin amillerinden birisi bu otomatik iradedir. Bu halde faaliyet gosteren bir varlik suursuzdur ve daha tuhafi saskindir.

B- Ikinci unsur, gene yukaridakine bagli bir ruh kapanikligi ile tebaruz eder. Biliyoruz ki, imajinasyon irade ile baslar, irarade ile biter. Iradesiz imajinasyon mumkun degildir. halbuki en geri insan varliginda bile imajinasyon melesi az cok inkisaf etmis bulunmaktadir. iste bir ruhun imajinasyonu temin eden iradesi eger otomatik bir irade ise o imajinasyon, o ruh icin yabanci menseli kalir ve o kendi imajinasyonu mahsulu olan imajlari disradan, yabanci kaynaklardan geliyormus gibi zan ve kabul eder. Bu tipki kalbinin hareketleri kendi ruhunun kudretiyle vukua gelen bir insanin bunu takdir edemeyip onun kendi iradesi disinda bir kuvvetin tesiriyle hareket ettigine inanmasina benzer.

Bu husuta insanlar cok tuhaftirlar. Ufak bir cehit sarfiyla kolayca ogrenebilmeleri mumkun olan bazi hakikatleri -sirf kendilerini itiyatlarina baglayan tassuplari (bagnazliklari) yuzunden bilmemekte israr edip dururlar ve bundan da gene kendilerinden baska kimse bir sey kaybetmez.

Ornegin, bazi insanlar kendi ruhlarinda cereyan eden en goze batici hadiseler hakkinda bile hic olmazsa yabanci bir varlik gibi uzaktan dahi kucuk bir ilgi gostermek kudretinden yoksundurlar. Boyleleri, mesela, ruya, telepati, dusunce intikali, onsezi gibi bilhassa gelecek spatyomm hayatlarinin adeta birer parcasi halinde olan irade ve tahayyule iliskin bir suru diger ruhsal tezahuratla ve bu tezahuratin husulunde rol oynayan yuksek ruh melekeleri ile mesgul olmaktan cekinirler, kacinirlar. ve bunun yerine sirf maddi olduklari icin kiymet verdikleri -belki de yuksek ruh melekelerinden birirnin veya birkacinin inkisafi aleyhindeki- bazi arzu ve temayullerine butun suurlarini baglarlar. Iste spatyomda ruhun en buyuk yardimcisi olan boyle yuksek melekelerini dunyada iken inkisaf ettirememek gafletini gostermis insanlarin olumden sonra girecekleri ilk spatyom merhalesinde kullanmaya aliskin olmadiklari bu melekelerinin bir kismindan uzun muddet istifade edememmeleri ve diger kismindan da ancak suursuzca faydalanmalari kadar tabii bir sey tasavvur edilemez. Ve sonunc u kisma giren tahayyul melekesinin de boyle suursuzca kullanilmasi, ruhun spatyomdaki istirap sebeplerinden bazilarini teskil eden sonucu dogurur. Ruh ve Kainat kitabinbin spatyom bahsinde bu, bazi misaller ile kafi derecede izah edilmistir. Ayrica onalri burada da diger misaller eklenecektir.

Su halde ne kadar geri olursa olsun insanlik mertebesinin muhimmbir vasfi olan tahayyul melekesinin, hele serbestlesmis bir ruhta, suursuzca ve otomatik halde dahi olsa faaliyete gecmesi zaruridir. iste bgu zaruretin bir neticesi olarak kendiliginden tahayyul kudertiyle vuku bulasn objektifd ve subjektif utun imajlar sanki disardan geliyormus, sanki kendi iradesinin disinda cereyan ediyormus gibi bu ruhta aldatici duygular uyandirir ve boylece, bilmeden vicdanindan kopup gelen iyi kotu seylerin hadisler halinde icinde yasanmasindan dolayi buyuk bir saskinlik duyar ve bu da -ilk zamanlarda- bu acemi varligi karmakarisik (tesevvuse dusuren) ve istirapli duruma sokan muhim bir unsur olur. Klasik spiritlerin bu haleti ruhiyeyi "tesevvus hali" diye tasvir etmelerinde bu bakimdan bhuyuk bir isabet vardir. Zira mesela, bir katilin dunyada isledigi suca gore kendisinde husule gelmis olan butun kotu ruh hallerini vicdaninin zorlamalri, tahayyul yolu ile en korkunc, en canli ve dokunakli sekiller, renkler, sesler gibi bir suru imajlar halinde kendi muhitinde canlandirir. ve o zaman bu zavalli varlik, dunyada, bizzat kendi yarattigi bazi imajlari realite zanneden timarhanelik bir delinin intibaksizlik ve istirap hallerini butun ciplakligi ile gosterir.

C- Ucuncu unsur, spatyoma yeni intikal etmis insanlarin dunyadan henuz yeni ayrilmis olmalri neticesinde buraya ait, yani maddi iliskilerle ilgili bir suru goreneklerde4n, itiyatlardan ve arzulardan kendilerini kurtaramamis olmalari ve bunlari ruhlarinda, oralarda da devam ettirmeleridir. Dunyadan getirilen bu luzumsuz unsurlar, maddelr, degerler ruhlarin maddeye baglilikarina ve tekamul derecelerine gore, ya cok kisa zamanda defolurlar veya uzun zaman, hatta ikinci bir enkarnasyon muddetinin girisine baslangicina kadar ve hatta muhtelif spatyom hayatlarinda devam eden ryuuhun korkunc bir istirap kaynagi ve cekilmez bir bas belasi olarak surup gider.

iste obur aleme gecince geri ruhlarda uzun zaman surup giden bu yukarda saydigim uc zararli unsurun ruhta bir araya gelmesi, spatyomun neo-spiritualizmaya gore ayrilmis birinci merhalesindeki varliklarinin ruh hallerine ait umumi evsafini gosteren semayi kolaylikla cizmemizde bize yar5dim edebilr. Yukarki unsurlarin bir araya gelmesinden dolayi ruhi hallerin cewsitlerini dusunup buldukca boyle geri mintiklalarda uzun muddet surunup duran zavalli varliklarin cektikleri istiraplar hakkinda acik fikirler edinmek mumkun olur. ve yukarida soylenen sebeplerden dolayi bu yoldaki zihni arastirmalar esnasinda gosterilecek cehitlerin de insan ruhu icin ayrica muhim bir kazanc ve istikbale muteveccih bir hazirlik oldugunu anlatmaya luzum kalmaz.

Demek ki, bu merhalede bulunan ruhlarin genel durumlarini soylece hulasa edebiliriz: Bu ruhlar bir taraftan, dunyadaki kotu fiil ve niyetlerinin vicdanlarinda cizmis oldugu sarsici ve ezici intibalari hamildirlar; diger taraftan da yersiz ve tatmini imkansiz maddi ihtiraslarin, arzularin ve itiyadlarin birbirine zit tesiri altinda kendi kendine harekete gecen tahayyul melekesi spatyoma yeni gecmis bir varligin oradaki alemini azcok uzun bir zaman icin yaratmis olur. Ruhlarin gecirmesi lazim gelen bu merhaleye biz spatyomun kendiliginden tahayyul devresi diyoruz.

Aliskanliklarin ve vicdani zorlamalarin kuvvedtlerini kaybetmeleri nispetlerinde ruhun suuru acilir, suur acildikca da kendiliginden olan tahayyul, suurlu tahayyul haline intikal ederek ikinci merhaleye gecilir. Fakat her yerde oldugu gibi bu gecis de keskin hudutlarla olmayip tatli tedrici bir seyirle olusur.

II- Spatyomun, neo-spiritualizmaya gore birinci merhalesini takibedeb merhalelerindeki ruhlarin durumlari ve evsafi bu yuksek merhalelerde onlarin inkisaflari vaki oldukca, bizim fehim (anlayislilik) ve idrakimizden, maddi ve manevi anlayis kabiliyetlerimizden ve butun kavrayis imkanlarimizdan cikip uzaklasmaya baslar. Zira buradan itibaren ruh kendini bulur, etrafiyla olan munasebetlerini tanimaya baslar ve azcok kesfolunmus ruh melekelerini gittikce daha buyuk serbestlike kulanabilir. Bu bile bile kullanilacak duruma gecirdikleri kudretleri arsinda yahaayyul melekesi de vardir. iste bu sebepten dolayi spatyomun bu mintiklarina suurlu tahayyul merhalesi diyoruz. (5) Bize gore, Allen Kardec'in tasnif cetvelinin ikinci gurubundaki, yani besinci, dorduncu, ucuncu ve ikinci siniflarindki ruhlarla, Colette ve georges Tiret'in takdim ettikleri cetvelin ucuncu ve dorduncu siniflarindaki ruhlar bu merhalenin varliklaridir.

Bu merhaledeki ruhlarin butun evsafini mutalaa etmek insanlar icin mumkun olmamakla beraber, onlarin muhtelif kaynaklardanbilgi sahamiza aksettirilen bazi hususiyetlerini goz onunde tutarak anlayabilecegimiz birkac bariz vasfini su cumleler icinde toplayabiliriz: Bu merhaledeki ruhlar; inkisaf yolundaki yuksek kudret ve kabiliyetlerini, kazanmis olduklari kiymetleri ve etraflariyla kendi varliklari arasindaki munasebetleri illiyet (determinizm) prensibi isigi altinda gorup takdir etmeye baslamislardir. Bu sebepten dolayi bunlarin spatyomdaki en muhim mesgalelerini bizzat kendileri ve kendilerinin muhitiyle olan munasebetleri hakkindaki mevzular uzeeinde arastirmlarda bulunmak, yani birtek kelime ile: Kendilerini bulmaya calisamak teskil eder. Demek ki, burasi, ruhun kendisini bizzat suuruyla yetistirmeye, daha dogrusu evren olaylariyla ilgili olarak kendi hayatlarini planlamaya basladigi ilk yuksek merhalelerden birisidir.

Yukari ki sozlerden sonra bu merhalenin bilhassa ilk kisimlarindaki varliklariyla temasta bulunacak spiritlerin dikkat etmelerri lazim gelen bazi noktalar uzerinde durmak icap eder: Bunlarin sozleri ve ifadeleri samimi omakla beraber daha ziyade indi ve sahsidir. ve boyle sahsi ve zati intibalara dayanan bilgiler, bugunku dunyamizin azcok yukselmis dusunce seviyesindeki varliklarini her noktasinda henuz tatmin edici bir sumul gostermeyebilir. Zira bunlarda alemsumul (evreni ilgilendiren) munasebetlere dair yuksek bilgiler henuz luzumu derecesinde tekamul etmemistir. Binaenleyh butun bilgileri kendilerinin ve kendileriyle muhitleri arasindaki munasebetlerin hududdunu tecavuz edemez.

suphesiz bu varliklarla temastan edilecek istifade bilhassa moral sahalarda pek buyuk ve kiymetli ve bugunku beseriyet icin de cok sayani arzu olabilir. YYalniz, alemsumul bir ilim mevzuuna iliskin yuksek ruhi komnularin miutalaasinda sadece bu ruhlardan alinacak bilgilerin bugunku fikri ve tecrubeye dayanan ilmi durumumuz karsisinda umulan faydalariyla beraber ekseriya hatadan korunmus olmadiklarini da her an goz onunde tutmak lazim gelir.

iste bu ciheti takdir edemeyen bazi tecrubesiz muarizlarimiz muhtelif spiritizma topluluklarinca alinbmis tebligatin bazan birbirini tutmayisini veya birbirni nakzedisini -bu bilgisizlikleri yuzunden- ruhlarla insanlar arasindaki irtibat (bag kurma) imkani aleyhinde bir silah olarak kullanmak gafletinde bulunmuslardir.



III- Bu derceye yukselmis ruhlarin teskil ettigi ucuncu merhale


Ruhlarla temas kurmak ve onlardan bir takim bilgiler almak icin oyle pek buyuk bilgiye ve teknige gerek yoktur. Bir masa basinda yalan yanlis ruh davetini becerenler coktur. Karsimiza cikan hassas bir kimseyi az bir bilgi ve tecrubeyle uyutmak mumkun olabilir. Meselenin karmasik yonu bundan sonra cikar karsiniza: ruhsal varligi - bedensiz varligi davet ettiniz, hassasi suni uykuya soktunuz, sonra ne yapacagiz?

Bir ruhla karsilasmak veya uyuyan bir insanin karsisinda bulunmak eger sadece o ruhu gozlemek yada o insanin uykusunu seyretmek icin ise buna harcanacak en kucuk bir emege bile yazik olur. Bu seyretme meraki bir kac deneyden sonra tatmin edilir ve is de biter. Hele eger bir insan bunu, baskalarina karsi bir gosteris veya marifet diye veyahut da herhangi bir cikarini temin etmek maksadiyla yapoiyorsa, simdiden belirtelim ki, bi is tasavvur edilen faydayi degil, akillarda bile olmayan zararlari ve belki de felaketleri gerektireblir ki, bu haller de geneaz cok kisa bir zamanda deneylerin ya kesilmesine veya soysuzlasmasina sebep olur.

ilahi yasalar altinda insani yuksek fikirlere goturen iyiyi, dogruyu ve guzeli bulmak askiyla acele etmeden, menfi tesir ve dusuncelerle telasa dusup heyecana kapilmadan ve ozellikle yorulmadan calismak bilimsel ve tatbiki tahliller, deney butunlugune ve acik dayali bilgi ise arasinda saglamlik ve eminlik acisindan


(**) Karisiklik - kendini, yerini, durumunu bilememe.
(***) Bir nevi tesevvus.



(*)

Dünden Bugüne İletişim Araçları

" M.Ö 3000 civarında Mısırda HİYOROGLİF adı verilen yazı sistemi bulundu. Bu yazılar insan hayvan ve eşya şekillerinden ve bazı sembollerden oluşmaktaydı
" M.Ö 1300 Civarında Mezopotamyada ( Bugünkü Suriye ve Irak toprakları) ilk alfabenin kullanıldığı bilinmektedir
" M.S 1045 Mısırlılar tarafından bulunan papirus adlı kağıdı geliştiren çinde ilk kez Pi CHENG adlı mucid matbaa harflerini icad etmiş ve kitap basmıştır. Daha sonraları 1645Avrupada Guttenberg adlı mucit matbaa makinasını icad etmiştir.
" 1820 yılında Danimarkalı OERSTED adındaki bilim adamının elektromanyetik akımı keşfetmesiyle günümüzde kullanılan modern iletişim araçlarının temel çalışma prensipleri doğmuştur
" 1826 da günümüzde en yaygın iletişim araçlarından biri olan Fotoğrafı Fransız NIEPCE tarafından bulmuştur.
" 1936 da İngiliz Cooke ve arkadaşı elektrikli telegrafı icad ettiler.
" 1843 de Amerikalı li bilim adamı kendi adı olan ve (.) ve (-) lerden oluşan MORS alfabesini icad etmiştir. Böylece Fransızcada Uzaktan yazma denilen Tele-Graph : Telgraf aleti herkes tarafından kolay kullanılır hale gelmiştir.
" 1867 yılında Amerikalı politikacı ve mucit SHOLES ilk daktilo makinasını icad etmiştir. Bu makina yazıyla iletişimde devrim yaratmıştır.
" 1876 Yılında Amerikada sağırlar okulunda öğretmenlik yapmakta olan ve bu arada ses üzerine araştırmalar yapan İskoçya asıllı araştırıcı A.Graham BELL elektrik telleri üzerinden ilk insan sesini iletmeyi başarmış ve bu aletin adına Tele-Phone : Telefon yani uzaktan konuşma adını vermiştir. BELL ile yardımcısı Watson arasında 10Mart 1876 da odadan odaya gerçekleşen bu buluş modern iletişimin başlangıcı sayılmaktadır.
" 1877 yılında Amerikalı araştırmacı EDİSON FonoGraf denilen ve ses kaydetmeye yarayan ilk aleti icad etmiştir. İlk kez köpeğinin sesini kaydettiği bu cihaz günümüzde kasetçalarların ve CD çalarların temelini yaratan buluş olmuştur.
" 1894 de Fransız LIMUERE kardeşler İlk sinama makinasını icad etmişlerdir. Böylece görüntünün kayıt edilmesi, saklanması ve yeniden gösterilmesi imkanlı hale gelmiştir. Bu buluş iletişimde devrim sayılmaktadır.
" 1896 yılında İtalyan MARCONİ ilk mors alfabesiyle yaptığı Radyo yayınını başarmıştır. ( daha sonra 1901 de ilk okyanus aşırı radyo yayını yapılmıştır . 1907 Yılında ise kanadalı FESSENDEN adındaki bilim adamı insan sesiyle ilk radyo yayınını yapmıştır.)
" 1922 yılında KORN adlı Alman bilim adamı elektrik tellerinden fotograf gönderebilen ilk fax makinasını icad etmiştir.
" 1926 yılında Logie BAİRD adındaki iskoçyalı bilim adamı insan yüzünün görüntüsünü radyo dalgalarıyla çok uzaklara gönderebilen ve Tele-Vision: Televizyon denen ve uzaktan görme anlamına gelen aleti icad etmiştir.
" 1936 yılında İngilterede İlk kez siyah beyaz TV yayınları BBC tarafından başlatılmıştır.
" 1938 yılında CARLSON adındaki Amerikalı bilim adamı PhotoCopy :Fotokopi cihazını icad etmiştir.
" 1946 yılında Amerikalı J.ECKERT ve arkadaşı MAUCHLY adlı bilim adamları askeri amaçlı hesaplar yapmak için dünyanın ilk bilgisayarını icad etmişlerdir. ENİAC adını verdikleri bu bilgisayar 30 ton ağırlığında ve 4 apartman dairesi büyüklüğünde olup içinde 18 000 elektronik tüp (Lamba) bulunmaktaydı. Bu alet günümüzde kullanılan modern bilgisayarların babası sayılmaktadır.
" 1962 yılında Amerikalılar dünyanın ilk iletişim uydusu olan TELSTAR'ı uzaya fırlatmışlardır. Bu uyduyla kıtalar arası Telefon konuşmaları Telefax Telex haberleşmeleri ve TV -Radyo yayınları yapılması olanaklı hale gelmeiştir
" 1970 li yıllarda Amerikada üniversiteler arası bilgi iletişiminde kullanılmak üzere ARPA denilen yeni bir iletişim sistemi gerçekleştirilmiştir. Bu sistemle ayrı şehirlerdeki bilgisayarların birbirlerine bağlanabilmeleri mümkün olmuştur. 1974 de bu iletişime standart getirilmiş ve adına TCP/IP protokolu denmiştir. Ayni yıllarda Amerikada IBM şirketi bilgi depolamada ve bunun farklı makinalarda kullanılmasını sağlayan ve Floppy denilen disketleri acad etmiştir.
" 1981 Amerikada IBM şirketi İlk kişisel bilgisayar denilen ve bugün iletişimde devrim sayılan ve PC adını verdiği bilgisayarı üretmeye beşladı
" 1982 de Hollandalı PHİLİPS ve Japon SONY şirketleri Compact Disk ( CD ) denilen aleti üretmişlerdir Bu cihazlar çok düşük seviyeli LAZER ile çalışmaktadırlar
" 1983 de Amerikalı MikroSoft firması günümüzdede hala kullanılmakta olan ve iletişimde çığır açan Windows adını verdiği yazılım sistemini icad etmiştir.
" 1985 yılında amerikada kullanılmakta olan ARPA iletişim sisteminin adı INTERNET adıyla değiştirilmiştir. İnternet bilgi otobanı anlamına gelmektedir.
" 1990 yılında yaşadığımız çağa adını veren ve iletişimde bu gün son nokta olan WWW yani world Wide Web icad edilmiştir.

" 1986 ABD National Instruments firması LabVIEW adı altında GUI tabanlı bir endüstri yazılımı yaratıldı

(*) (* kutuphanemiz`de mevcuttur)

http://groups.yahoo.com/group/YuksekTurkiyeIdeali/



MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...