CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Er meydanina firlayacak guce sahip olmayan fertlerin de sunabilecekleri hizmetler vardir.

[Editörün Notu: Çok değerli Yazarımız, bedenen artık aramızda değil.. 
Bu yazı, İçinde bulunduğumuz olaylar, hala değişmediği için güncellenmiştir. Olaylara bambaşka açılardan bakmak şarttır. Mutad olanı zaten herkes bilir. Önemli olan mutad olmayanı görebilmek için objektif olup inceleyip  araştırıcı olmak gereklidir. Türkiye de Evrenden bağımsız değildir. Evren varlılarının iletişim kurma etkileşim şekilleri, yine Evrenler gibi sonsuzca yollardan oluşur.)


Yurdumuzu ic ve dis dusmanlara karsi ve ozellikle de " bizi yutmak isteyen KAPITALIZMIN EMPERYALIZMINE KARSI" mucadeleye girismis olan VATANSEVERLER'in er meydanina firlayacak guce sahip olmayan aile fertlerinin de sunabilecekleri hizmetler vardir. Bu konuyu isleyen agir basli yazimizi SITENIZ' de yayinlamanizi diler, saygilarimi sunarim.
Yavuz Keskin
Em.Og.Alb.
Fransizca Ogretmeni


KOZMIK KARANLIK GUCLER

Yerkure uzerinde yasamakta olan beseriyetin bugun sevgi ve digerkamlik atmosferi icersinde yasamadigini bilmeyenimiz yoktur. Evlerin icindeki yasam tarzi planetin butun bolgelerine dalga dalga yayilmaktadir, yani evlerde ne yasaniyorsa butun dunyada da o yasanmaktadir. Bunun artik boyle surup gitmemesini saglamak uzere olumlu adimlar atma zamani gelmis ve hatta gecikmektedir bile.

Sevgi ve digerkamlik icersinde yasayamiyorsak, bu, bizim dogruyu yanlistan ayirt edemeyeisimizden oturu degil, bizi ACGOZLULUGUN OBSEDE ETMIS (1) olmasindan oturudur. Ac gzoluluk ne kadar igrenc bir seydir ! Dunya gezegeninin her yaninda, yani butun uluslarda gorulmektedir. Ulus ulusa karsi, irk irka karsi savasmaktadir; bunun nedenini arayacak olursak, bu daima acgozluluktur. Guclu olan, zayif olani soymakta ve gezegenin her yaninda korku ve mucadele hukum surmektedir. Bu durum, guclunun zayifi oldurup yedigi orman hayatinin durumuna benzemektedir.

Kanatlarimiz olsaydi da melekler gibi ucarak yerkureyi havadan seyredebilseydik, bu durumu her tarafta gorebilirdik ve kalplerimiz sizim sizim sizlardi. Hepimizin pek iyi bildigi gibi her yerde mabetler ve din adamlari mevcut, ama vaazlara haftanin bir gununde kulak verilmekte, diger gunlerde ise hersey unutulmakta ve alisilmis yasam bicimine devam edilmektedir. Beser varliginin boyle yasamasi cehaletten oturu degildir. Eger oyle olsaydi, kisi, egitilmek suretiyle degistirilebilirdi. Nitekim bu durum bugune kadar degistirilememistir ve surup gitmektedir. Neden mi boyledir? Soyleyelim: Yerkuremiz kara bulutu andirir nitelikte bir karanlik ile sarilip sarmalanmis durumdadir. Bu karanlik, kotu amacli varliklarin form-panse'lerinden (2) olusmus bir karanliktir; dunyamizda sanki halki yok etmeye calisan bircok SATAN (3) varmis gibidir. Bu karanligi olusturan elemanlar halkin kanini emen vampir yarasalar gibidirler.

Bereket versin ki bazi yonetici kadrolarimiz, bu karanlik gruplara mensup degildirler. Bunun icin Tanriya ne kadar sukretsek azdir, cunku toplumlar onlar sayesinde ayakta durmaktadirlar.

Pekiyi, bu karanlik kisiler kimlerdir?

Incil'in Apocrypha (4) bolumunde de yer alan Cennet'ten kovulmus negatif varliklardir. Bunlarin temel gorevleri, beseriyeti, Tanri Emirlerini ihlal etme yonunde ayartmaktir. Acgozlulugu ve dostane olmayan her turlu eylemi tesvik etmektedirler; fakat acgozluluk hep basi cekmekte, gurur ve kibir de ikinci sirayi isgal etmektedir. Bu karanlik kisilerin cogu, para getiren kuruluslarin yuksek makamlarinda oturmaktadirlar. Bu kuruluslar, bu duzenbazlarin saflarindan gelen hisse sahipleri icin asiri karlar yapmak uzere hileyle isletilmektedirler.

Bunlar, faaliyetlerini gizlice yurutmektedirler. Yuzeyde, olagan is adamlari gibi gorunmektedirler. Oysa aslinda buyuk bir luks ve refah icinde yuzmektedirler. Gercek renklerini ancak gizli toplantilarinda gostermektedirler.

Kisacasi, beseriyet bugun ser ceteleri yuzunden mutlu bir hayat yasayamamaktadir. O halde, butun beseriyeti olanca gucuyle tehdit etmekte olan bu karanligi yok etmek, boylece gezegenimizi arindirmak ve dezefenkte etmek icin el ele vermek zorundayiz. Ey dunyalilar, uyanin ve cevrenize bir bakin; cevrenize bakarken ayrica kendi ic dunyaniza da bakmayi ihmal etmeyin; cunku, farkinda olmadan, sizi icinizden kiskivrak yakalamis karanlik varliklardan birini de barindiriyor olabilirsiniz. (1)


YERKUREMIZ BU KARANLIK BULUTTAN NASIL ARINDIRILABILIR?

Bu konuda diger uluslarla irtibat saglamak uzere isbirligi yapacak guruplar kurunuz, onlarla gorusunuz, onlarla aranizda sevgi baglari olusturunuz. Uluslarin fertleri bu yolla kiyam ettirilecek, zihinleri durumu kavrayacak ve karanligin ser guclerini defetmek icin gerekli pozitif enerjinin tezahur etmesine yol acacaktir. Bu is, isik nesretmekle gerceklestirilebilir. (5) Karanligi yok etmede hic bir zaman basarisizliga ugramayan Tanri Isigi'na yakariniz.

Dehsete dusmus ve caresiz kalmis kisilere sevgi nesrediniz. (6) Yeryuzunun aydinlanmis kisilerine cok is dusmektedir.

Bu mesaji okumus olan siz artik yardim edebilirsiniz. Gunde 1-2 kereden fazla dua ediniz. Butun beseriyete sevgi nesrediniz. Biliniz ki, Tanri, yakarisiniza yanit verecektir: " ISTEYIN, VERILECEKTIR " denilmemis midir? Bu ogut, gerektigi gibi dinlenilmemis ve anlasilmamistir; yani duaniz, arada sirada gerceklestirilen bir isteyis olmamali, zihininiz ve kalbiniz her gun, her saat hayrin kaynagina yukselmeli ve yardim cagriniz oraya ulasmalidir. Bunun, uzun ayrintili bir dua olmasi gerekmez; birkac kelime yeterlidir: Unutmayiniz ki duanin gucu, dilekte bulunus anindaki iman ve SEVGI'dedir.

SER CETELERI, SEVGI DOLU BIR ATMOSFERIN ICINDE IS GOREMEMEKTEDIR. ONLARIN DAYANAGI VE KUVVETI, SAVASLAR VE AYAKLANMALAR, AC GOZLULUK VE NEFSANIYETTIR. Onlari bundan yoksun kiliniz, atmosferi sevgi ve iman isigiyla doldurunuz, o zaman kotu varliklar, beslenecek bir sey bulamayacaklari icin kacacaklardir.

Gerci bu maksat icin olusturulmus gruplarin hepsi de bol isik yaymaktadirlar, ama evlerinde oturan tek tek bireylerin yardimina cok ihtiyac vardir. DUNYA PLANETININ TUM CEVRESINI GENIS BIR ISIK TABAKASI CEVRELEMELIDIR KI, HICBIR KARANLIK BUNU KARARTAMASIN VE HICBIR KARANLIK VARLIK BU TABAKAYI ASIP ICERIYE SIZAMASIN. UZERLERINE ISIK YONELTILDIGINDE ONLAR DEHSETE KAPILMAKTA VE KACACAK DELIK ARAMAKTADIRLAR.

Osmanli Saltanat artiklari olan son usak ruhlu Padisah ve hilafet erbabinin, ulkeyi emperyalist devletlere peskes cekmeleri sonucunda, ic ve dis dusmanlara karsi ve ozellikle " BIZI YUTMAK ISTEYEN KAPITALIZMIN EMPERYALIZMINE KARSI " bir Ulusal Kurtulus Savasi vermistik. O savasta, babalar ve ogullar silaha sarilip MUSTAFA KEMAL'in pesine dusmusler, analar sirtlarinda bebeleri oldugu halde kagnilarla kocalarina ve ogullarina muhimmat tasimislardi.ya evde kalanlar, yani masum dedeler, nineler ve sahisiz torunlar ne yapmislardi? Su anda bizim yapmadigimiz gerekeni yapmislardi. O esi bulunmaz Komutan ile emri altindaki yigit evlatlarinin yedi duvele karsi yaptiklari savasta zafer kazanmalari ve yuvalarina MUZAFFER GAZILER olarak donmeleri icin gece gunduz dua etmislerdi.

Osmanli Saltanat artiklarinin misyonunu bugun baskalari yuklenmislerdir. Bu da, 2inci ATATURK MISYONU uygulamasini zorunlu hale getirmistir. (7)

Su haldee ATAMIZ'in bize isil isil parildayan bir dostluk ve kardeslik yurdu olarak emanet etmis oldugu Turkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, acgozlulugu ve dostane olmayan her turlu eylemi tesvik eden kibirli negatif varliklara yar etmemek icin elinize cografya derslerinde kullanilan bir yerkure alip butun beseriyete zihinsel olarak israrla sevgi vibrasyonlari yollayiniz. Bakin, o zaman karsinizda ser ceteleri diye bir sey kalir mi? Esim ve ben bu calismayi bir nine ve dede olarak surekli sekilde yapiyoruz. Ya siz?

Yavuz KESKIN
Em.Og. Alb.
Fransizca ogretmeni
(1960-Fr-4)

BILIM ARASTIRMA MERKEZI'nin
- Kotuluk ve Kaynaklari (1981) ve
- Sirius Misyonu - Bildirge (1979) adli eserlerinden yararlanilirak hazirlanmistir.

NOTLAR :

(1) Obsesyon : Gorgu ve seviye bakimindan geri kalmis, bilgi ve gucunu nefsani maksatlar ugrunda kullanmayi benimsemis varliklar bedenli bir varliga (insana) derece derece nufuz eder ve onu etkisi altina alarak irade ve muhakemesini felce ugratincaya kadar icsel hayatina girer. Bu olaya obsesyon denir. (METAPSISIK TERIMLER SOZLUGU - Ergun ARIKDAL, Ruh ve Madde Yayinlari, s.110) (1971).

(2) Form-panse : Dusunce sekli - Zihin enerjisinin etkisiyle subtil maddede olusan uc boyutlu sekil. (DUSUNCE SEKILLERI - Dr. Annie BESANT - C.W. LEADBEATER, Ruh ve Madde Yayinlari, 1988).

(3) SATAN : Seytan

(4) Apocrypha : Incil' in, sahte ve taklit oldugu mutalaa edilerek geriye kalmis kismindan ayrilmis olan bir parcasidir.

(5) Konficyus : " Karanliklardan yakinip sizlanacagina, ne olur bir mum da sen yaksana. "

(6) Yuksek Rehber Ruh Goethe : " Onunuze dunya haritasini aliniz. Dunya haritasinin her kosesine sevgi vibrasyonlari gonderiniz. Bunlari herkes yapacak seviyede degildir. Sizler (spiritualistler, aydinlanmis kisiler bu duzeydesiniz. "

(7) Sirius Misyonu - Bildirge : BILIM ARASTIRMA MERKEZI YAYINLARI, s.35.

Atatürk emperyalizm hakkında ne düşünüyordu


Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi, olağanüstü bir devrimci, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, insanlar arasında hiçbir renk, din ırk ayrımı gözetmeyen eşsiz bir devlet adamı.”

Bu satırlar, üyesi olan 156 ülkenin oybirliği ile aldığı kararla 1981 yılını ‘Atatürk yılı’ ilan eden UNESCO’ya ait.

Söz konusu emperyalizm olunca, 156 ülkenin ortak görüşüne göre, dünyada sömürü düzenine ‘dur’ diyebilen ilk lider olan Atatürk’ün, yenilgiye uğrattığı bu haksız düzen hakkındaki görüşleri büyük önem taşıyor doğal olarak.

Sadece yurdumuzun, yurttaşlarımızın değil tüm insanlığın baş belası olan doymak ve durmak bilmez emperyalizmi zaten O’ndan daha iyi tanımlayabilecek biri de olamaz sanırım.

Ata’nın bu konu hakkındaki konuşmalarından onlarca örnek verilebilir. Ben ise bir kaçına değinmek istiyorum.

Üçü – beşi geçmeyen oyunlar ile dünyayı esir almaya çalışan sömürücü devletlerin, ülkemizin de yer aldığı coğrafyada yüzyıla yakın bir süredir oynadığı oyunu, dönemin faşist ve de yayılmacı politika izleyen İtalyan lider Mussolini üzerinden Atatürk şu şekilde özetlemektedir:

“İnkılabımızın tam dönüm anında topraklarımıza göz dikerek saldırmak isteyen düşmanın, dini ele alarak birçok fitne ve fesatla halkı kandırmaya kalkıp, türlü entrikalar çevirmekten çekinmeyeceği de muhakkaktır. Biliyor musunuz ki Mussolini peşindekilerle buraya gelirse nasıl gelecektir? Önünde dervişler, hacılar, hocalarla gelecektir. Din adamlarını elinde silah olarak kullanacaktır.” (1)

Emperyalizmin ilk hedefinin neresi olduğunu da, Kurtuluş Savaşı sırasında 10 Ağustos 1920’de Afyon’da subaylara yaptığı konuşmadaki şu sözleri ile açıklamaktadır:

“İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret etiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.

Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz. (2)

Ulu Önder ayrıca, vatan savunmasında iki cephenin varlığından bahseder:

Dahili cephe, görünürdeki cepheAsıl olan dahili cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Görünürdeki cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlup olabilir. Fakat bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dahili cephenin düşmesidir. Bu hakikate bizden ziyade vakıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Hakikaten ‘kaleyi içinden almak’ dışından zorlamaktan çok kolaydır. (3)

Kısacası, Atatürk için tek düşmanın kim olduğu bellidir:

“En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan milletler. Bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hakim olan kapitalizm afeti ve onun çocuğu olan emperyalizmdir.” (4)

Peki dünyadaki bu sömürü düzeni hep böyle mi gidecektir?

Atatürk, emperyalizmin geleceği hakkındaki görüş ve dileğini de şu sözler ile belirtmiştir:

“Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir.” (5)

“Mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve yok edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır.” (6)

“Ekonomik bağımsızlık olmadan tam bağımsızlık olmaz.” sözünü ne yazık ki ancak yaşayarak kavrayabildiğimiz, öngörüleri ile tarihin akışını değiştiren bu yüce insanın bu konuda da haklı çıkması, kuşkusuz bütün insanlığın ortak dileğidir.

Gökhan Cebeci

Odatv.com


Kaynakca:

1)   Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 18, Kaynak Yayınları, sayfa 182

2)   Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 9, Kaynak Yayınlan, sayfa 112

3)   Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 20, Kaynak Yayınları sayfa 168

4)   M. Kemal Atatürk, Hakimiyet-i Milliye, 20 temmuz 1920

5)   Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 26, Kaynak Yayınları, sayfa 144

6)   Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 12, Kaynak Yayınları sayfa 201

http://bit.ly/2hcMwxp

M. K. ATATÜRK: RUSLARLA İŞBİRLİĞİ DIŞ POLİTİKAMIZIN TEMELİDİR

[ Editörün Notu: Atamızın ölümünden sonra, Atamızın öğütlerinin aksine olan basiretsiz anlaşmalar yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi, Türkiyeye hiçbir zaman hiçbir faydası olmamış ve olmayacak olan NATO dur. 
NATO, ülkemizi işgal eden ve Kurtuluş Savaşında kanımızla ülkemizden kovduğumuz emperyalist ülkerin teşkilatıdır. 
Türkiye DP iktidarında kendi elleriyle, ülkemizi işgal edenleri içimize sokmuştur. Bu, affedilemez bir ihanettir. 
Detaylı bilgi için bakınız : http://bit.ly/2hyGqIS ]


  
M. K. ATATÜRK: RUSLARLA İŞBİRLİĞİ DIŞ POLİTİKAMIZIN TEMELİDİR

1- Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikada özenle güttüğü amaç, uluslararası barışı korumak ve güven içinde yaşamak olmuştur. Başta SSCB (Rusya) olmak üzere komşularımızla, diğer doğu ülkeleri ile dostluk ve iyi geçinme yolunda ilişkiler kurduk, antlaşmalar yaptık. Emperyalist ülkelerle ittifak yapmaktan uzak durduk.

2- SSCB ile işbirliğini Türk dış politikasının temeli yaptım. Her ne pahasına olursa olsun, Türkiye’nin bu işbirliğinden hiçbir şekilde vazgeçmemesini istedim. Fransa, İngiltere ile olan sürtüşmesinde Türkiye’yi bozuk para gibi kullanmak istedi. Ama Türkiye bunu uzun süre önce anladı. Anlaşmazlıkları olan farklı emperyalist devletler arasında oyun oynamak, şimdiye kadar hemen hemen hiçbir şey getirmemiştir. Görüyordum ki, devletimiz ancak SSCB ve Doğu ile daha sıkı birleşmesi halinde ayakta kalabilir.

3- Bu yüzdendir ki, benden sonrakilere vasiyetim şu oldu: Sovyetler Birliği’ne karşı asla bir saldırı politikası gütmeyeceksiniz. Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Sovyetlere yöneltilmiş herhangi bir antlaşmaya girmeyecek ve böyle bir antlaşmaya imza koymayacaksınız.

4- Türk-Sovyet dostluğuna dair diğer görüş ve değerlendirmelerimi çeşitli konuşmalarımda şöyle dile getirdim: Birçok tecrübe devirleri geçirmiş olan yeni Türkiye-Sovyet Rusya dostluğu, gitgide büyümekte olan bir dostluktur. Diğer hiçbir devlet aleyhine yönelik değildir. Bu dostluk her iki ülkeye çok büyük bir güven temin etmekte ve milletler arasındaki ilişkilerde sadakatin bir örneğini oluşturmaktadır.

5- Sovyetlerle dostluğumuz sağlam ve içtendir. Kara günlerimizden kalan bu dostluk bağını, Türk ulusu unutulmaz değerli bir hatıra bilir. İki ülke arasında her yönden temaslar sıklaşmakta ve genişlemektedir. Sovyetler, Cumhuriyetimizin onuncu yılında, yüksek üyeleriyle şenliklerimizde hazır bulundular. Devletlerimiz hükümetleriyle ve uluslarıyla her fırsatta birbirlerine nasıl inandıklarını ve ne kadar güvendiklerini bütün dünyaya göstermektedirler. Son günlerde Boğazlar sorununu ortaya koyduğumuz zaman, Sovyetler’in bizim tezimizdeki doğruluğu ve haklılığı bildirmiş olmaları, Türk ulusunda yeniden derin dostluk duyguları uyandırmıştır. Türk-Sovyet dostluğu uluslararası barış için şimdiye kadar yalnız hayır ve fayda getirmiştir. Bundan sonra da yalnız hayırlı ve faydalı olacaktır.

6- Ancak Sovyetlerle dostluğumuz asla bir tabiiyet şeklini almadı, alamazdı. Kasım 1936’da Sovyet Elçisi Karahan’a en kesin şekilde bildirdiğim gibi: Ben Türkiye-SSCB dostluğunu sadece eşit ilişkiler varsa, beni tanıdıklarını hissedersem sağlarım; başka türlü bir karşılıklı ilişkiyi kabul etmem. Sizin çok güçlü ve donanımlı bir ordunuz olduğunu biliyorum, ama ondan korkmuyorum. Ben dünyada kimseden korkmam, buna siz de dahilsiniz. Benim arkamda on sekiz milyon halk var; sadece emir vermem yeterli olacaktır ve nereye yönlendirirsem, benim peşimden oraya gelirler. Çok zarar verebilirim, bunu tabii ki asla yapmam. Benim verdiğim sözler, dostluğum gibi kutsal ve sağlamdır.

prof. Dr. Cihan Dura

11.8.2016


Taksim Cumhuriyet Anıt’ında Atatürk’ün sağında iki Rus yer almaktadır: Ünlü Rus mareşal Kliment Voroşilov ile ünlü Soviyet KGB kurucusu Mihail Frunze. Bu kişiler Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşunda oynadıkları önemli rolü Atatürk’ün özel emri ile tüm gelecek nesiller için asla unutulmasınlar diye burada yer almaktadırlar. Çok yazıktır ki günümüzün Türk nesli bu kişilerin ne adlarını biliyor ne de ne yaptıklarını.

TÜRK TOPLUMU, NE 27, NE 32, NE DE 47 ETNİK GRUPTAN İBARETTİR! BUNLARIN HEPSİ BİLİM DIŞI SAFSATADAN İBARETTİR


TÜRK TOPLUMU, NE 27, NE 32, NE DE 47 ETNİK GRUPTAN İBARETTİR! BUNLARIN HEPSİ BİLİM DIŞI SAFSATADAN ÖTEYE BİR DEĞERİ OLMAYAN SPEKÜLASYONLARDAN, TÜRK TOPLUMUNU YÖNLENDİRMEK, BATI’NIN İSTEDİĞİ İNSAN TİPİNDE YANİ MİLLİ ŞUURDAN YOKSUN İNSAN KALABALIKLARI HALİNE GETİRMEK İÇİN UYDURULMUŞ YALANLARDIR.

BİZLER DÜNYANIN EN ESKİ, EN MEDENİ MİLLETİYİZ. EN SOYLU VE EN HOMOJEN MİLLETİYİZ. TÜRK MİLLETİ BİRDİR,  BÜTÜNDÜR, BİZİ PARÇALAYAMAZLAR 

Sevgili Okurlar

Bu gün Suriye de Fırat Kalkanı harekatında önce 4 şehidimizin olduğu söylendi sonra 14 şehidimizin olduğu haberi geldi 4 ü ağır 34 yaralımız varmış. Son olarak gelen haberler şehit sayısının daha fazla olduğun yönünde. inşallah yanlış bilgidir diyoruz. Ancak 4 veya 14 acımız büyük Allah şehitlerimize rahmet Yaralılarımıza acil şifa kederli ailesine sabırlar diliyoruz.Yüce yaradan dan milletimizin üzerine bir kabus gibi çöken bu acı günlerin tez elden bitmesini diliyoruz. Milletimizin Başı sağ olsun.

Sevgili Okurlar,

Bu günkü Yazımızı öğle saatlerinde düzenlemiştim. Ancak şehit haberleri üzerine yayınlamak istemedim. Akşam şehit sayısı artınca tekrar vaz geçtim ancak daha sonra Atatürk'ün 1916'da Muş Cephesinde Ruslarla savaşın en şiddetli anlarında bile fiilen savaştığı cepheden döner dönmez dil mevzu üzerinde çalıştığını düşündükçe milli meselelerin her şart altında öğrenilmesi gerektiğini düşünerek çalışmamızı paylaşmaya karar verdim.

Sevgili Okurlar,
Bir yanda bombalar patlıyor,Askerlerimiz polislerimiz otobüsleri içinde veya kenarında veya cephelerde sürekli kalleşçe edilirken bu katliam sadece fiilen öldürerek değil gençlerimiz mankurtlaştırarak Türklük şuurundan uzaklaştırarakta hızla devam ediyor.

Bu günlerde twetterde 36-42 veya 47 etnik gurup söylemleri yeniden dolaşmaya başladı.Bu sosyal medya aracağılı ile yürütülen bir bilgi kirlenmesidir. Milletimizin,sanki biz ırk bütünlüğü olan bir Ulus değilmişizde oradan buradan toplama hasbelkader bir araya gelmiş insan topluluklarıymışız gibi bilgilenilmesi sağlanmaktadır.

Bu alçakça, alenen ve kasıtlı olarak yapılmakta olan Türk düşmanlığıdır.
Bunu söyleyenler vatan hainidir ve ırkımıza düşmandırlar.

Karşılarında kendilerine cevap verecek kimse olmadığı için herkes ağzına gelen ihaneti sergilemektedir.

Sevgili Okular,
Hainler bir diğer taraftan fırsat buldukça Tv’lerde, gazetelerdeki köşelerinde, sözde bilimsel bir konuyu paylaşıyorlarmış pozlarında “Hepimiz Türkiyeliyiz. Biz çeşitli ırklardan kültürlerden geliyoruz. Biz rengarenk bir mozayiğiz. Türkiye Cumhuriyetinde 27 veya 42 etnik grup yaşamakta, Bu etnik grupların da varlıklarının tanınması gerekmektedir. ''Türkiye Türklerindir' gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye'de yaşayan herkesindir” diyorlar!

Türkiye’deki tüm vatandaşları koruyan, sözde insanlık adına yapıldığı iddia edilen bu söylemler PKK’nın, AB'nin ABD'nin Uluslararası Emperyalizmin talepleri ile örtüşmektedir.

“AB’ne girilmesi” veya Türkiye’nin “Yeni Dünya Düzeninde” yerini alması için “Kemalist Ulus Devletin sonlanması gerekir” diyen Emperyalist Batı’nın talepleri ile içimizde, sözde din iman adına (*)  Emperyalizmin maşalığı yapan Türk düşmanlarının talepleri aynıdır.

Öncelikli olarak etnik ayrıştırma veya kışkırtma konusunu ele alalım. Türk toplumu, ne 27, ne 32, ne de 47 etnik gruptan ibarettir. Bunların hepsi bilim dışı safsatadan öteye bir değeri olmayan spekülasyonlardan, Türk toplumunu yönlendirmek Batı’nın istediği insan tipinde yani milli şuurdan yoksun insan kalabalıkları haline getirmek için uydurulmuş yalanlardır.

Bazı üniversite mensubu akademisyenler ülkemizde Yörükler, Aleviler, Tahtacılar, Çepniler vb. türden etnik gruplardan söz açmaktadırlar ki bunlar ya kasıtlı olarak ülkeyi etnik topografyaya ayırmak isteyen hainler ya da tamamıyla cahil kişilerdir.

Bunun gibi bir de azınlıklar kategorisini şişirenler vardır. Bunlar da Asuriler, Süryaniler, Nesturiler vb. azınlık grupları oluşturmaktadırlar. Bilindiği üzere Asurlular, aslında Nesturiler olarak bilinen Hıristiyanlığın monofizit grubundadırlar. Amerikalılar tarafından desteklenmiş ve dini liderlerinin (Mar Şimun) başkanlığında Kürtlere karşı bir güç oluşturmuşlardır. Hatta Asuriler Keldani olarak da adlandırılmaktadır. 1830’larda bu hususta İngiliz ve Amerikalı misyonerler önemli rol oynamışlardır. 

Güneydoğu’da Asuriler, Keldaniler, , Nesturiler; Süryaniler gibi kategorileştirilmeye çalışılan bu azınlık gruplarının da miktarlarının yüz binin üzerinde olduğu şüphelidir. 1965 istatistik verilerine göre, tüm nüfusta Türkçe’ den başka dilleri konuşanların oranı ise % 9’dur. Aynı döneme ait Kürtçe konuşanların sayısı da % 7 civarındadır. O halde Kürtlerin dışında kalanlar % 2 kadardır.

“P. A. Andrews’in Türkiye’de 47 etnik gurup var” şeklinde yaptığı tanımlama hain ve cahiller sürüsünün dilinden düşmüyor.

Türkiye Andrews’un görüşlerini incelediğimizde katılmadığımız bazı temel ayrılıklar ortaya çıkmaktadır. Andrews’un iddiaları da bilimsel değildir:

Yörükler, Türkmenler, Azeri Türkleri, Uygurlar, Kırgızlar; Özbekler, Nogaylar, Kırım Tatarları, Balkarlar, Karaçaylar, kazaklar, Tahtacılar, Çepniler; Alevi ve Sünni Türk ayırımları, Şii ve KArapapak türü Azeri farklılaşmaları, Alevi-Sünni Türkmen gruplaşmaları, Bulgaristan ve Balkanlardan gelen Müslüman göçmenleri, etnik gruplar halinde göstermek, bilimsel olmaktan ziyade oryantalist bir yaklaşımın ürünüdür.

Hatta “Afşarlar Tahtacılar, Türkmenler, Abdallar, Sarıkeçili, Yörükleri, Karakeçili Yörükleri gibi ” dil, din, kültür ve duygu birliği açısından “millet-altı” grupların etnik olarak gösterilmesi çok yanlıştır.

Andrews’un ülkemizde yaşayan Azerileri, Özbekleri, Türkmenleri Kazakları, Kırgızları, Kırım Tatarlarını, Uygurları, Balkarları ve Karaçayları Hala Ermeni, Rum, Yahudi, Polonez, Arap, Süryani, Eston, Molokan, Alman asıllılarla aynı kefeye koyması bilimsellikle açıklanamaz.

Yine “Sünni Kürtler, Alevi Kürtler, Yezidi Kürtler, Zazalar-Sünni ve Zazalar-Alevi” türü etnik kimlik üretmesi de tartışmaya açıktır. Ne Kürtler ne de Zazalar Hakkında yazar bir soy kütüğü ortaya koymamaktadır. Yazar, Gökalp’ten kaynaklanan Türk Türkleri ve Türk Kürtleri ikiliğine de devam etmektedir. Lozan’da Azınlık olarak belirtilen unsurlar bellidir ve nüfusumuzun %1’i bile değildir.

Andrews’un “Sünni Kürtler, Alevi Kürtler, Yezidi Kürtler Zazalar-Sünni ve Zazalar-Alevi” türü etnik kimlik üretmesi de tartışmaya açıktır. Ne Kürtler ne de Zazalar Hakkında yazar bir soy kütüğü ortaya koymamaktadır. Yazar, Gökalp’ten kaynaklanan Türk Türkleri ve Türk Kürtleri ikiliğine de devam etmektedir.

Ayrıca, Şavak aşiretleri hususunda da “farklı bir kültüre sahip, yarı göçebe bir grup olduklarını” söylüyor. 28 (P. A. Andrews, a.g.e., s. 157) Keza, “Şavaklılar kırmanca konuşurlar, konuştukları dil kırmanca konuşan diğer insanlar tarafından anlaşılamaz” yargısında bulunuyor. Oysa, Muhtar kutluata göstermiştir ki, Şavaklılar bir Türkmen aşiretidir. Tüm maddi ve manevi kültürleri Asyatik özellikleri aynen yansıtmaktadır. Hatta, kullandıkları hayvan damgalarına kadar. Ayrıca, Zaza oldukları da bilinmektedir.

Siyasal açıdan, ülkemizi çok kültürlü bir model içinde görmek isteyen Peter Andres’un bu görüşlerinin hiçbir ciddi araştırmadan geçirmeden çok sayıda siyasimiz tarafından benimsemiş olması da çok üzücü ve düşündürücüdür. Ülkemiz ve insanımız, tüm nitelikleriyle Bugün gözler önündedir. Bir deney masası kabul ederek üzerinde her türlü sosyal, antropolojik, etnolojik ve dil bilimsel açıdan analizler yapılabilir. Buna her zamankinden çok daha ihtiyaç da vardır.

Türk Milleti bir bütündür Türk Milletini sosyolojik, hukuki ve siyasi bir bütün olarak değil de, etnik/ırk topluluklarına göre 27 parçalı olarak görmekten kaynaklanıyor. Sonra da bu parçaların eşitliğinden bahsediliyor. İnsanlık, toplulukların eşitliğini sağlayacak kriterleri henüz bulamadı, ama bizdeki bölücüler keşfetmişler(!) Dünya hukukuna ve anayasamıza göre, bireyler/vatandaşlar eşittir ve böylece toplumdaki bütün farklılar da eşitlenmiş olmaktadır.

Bir başka saptırma da; Batı ülkelerinde vatandaşın kimliği; Alman, Fransız, İspanyol, İtalyan, Yunan, Amerikan vb.leri iken, nedense bizde Türk denilmesi "ırkçılık" sayılıyor. Türk Irkına sevgi ve sempati duyanlara "Irkçı" diyenler Türk Milletine karşı ırkçılık yapmak suretiyle Türklüğü sadece etnik olarak ele alıp Türk Milletinin birlik ve bütünlüğünü parçalamak isteyenlerin amaçlarına hizmet etmektedirler.

Sevgili Okurlar
Türk toplumunda egemen grup Türk kültürü ve Türk insanıdır. Bugün, orta Asya’dan Kafkaslara kadar bağımsızlıklarına kavuşan Türk Cumhuriyetleri bunun en canlı delilidir. Ortak kökümüz, ortak dilimiz, ortak kültürümüz sürüp gitmektedir. Dilde, duyguda beraberliğimiz vardır.

Bir kültürü oluşturan maddi ve manevi unsurlardır. Ancak, maddi kültür unsurlarının temelinde yatan bazı maddi olmayan unsurlar vardır ki, onlar da bir kültüre biçim veren ana kaynağı teşkil ederler. Bunlar da kültür önermeleri, kültür değerleri, kültür inançları ve kültür normlarıdır. Kültürümüzün bu manevi unsurlarının motif ve dokusunu, Eski Anadolu fetih uygarlıklarının hangisini oluşturduğunu kim iddia edebilir?

Bugün Amerika’yı oluşturan İngiliz, Fransız ve Alman halklarının Avrupa’daki soydaşlarıyla alakalı kültür bağlarının sürekliliğini koruduğunu söyleyebilecek bir kimseye rastlamak mümkün olmazken Türk milletinin binlerce yıl önceki atalarıyla çok yönlü bağlılığı bilimsel bir gerçek olarak ortada durmaktadır.

Bu konularda Türkiye'de en yetkin kalemlerden birisi olan Kıymetli hocamız Prof. Dr. Orhan Türkdoğan Niçin Milletleşme isimli eserinde muhtelif yıllardaki nüfus sayımlarındaki değerlendirmeleri esas alarak yapılan projeksiyonda nüfusun % 13.1’ini Kürtçe, Zazaca, Arapça, Çerkezce, Abazaca, Lezgice, Boşnakça, Arnavutça lisanlarını ikinci dil olarak konuştuğunun tespit edildiğinden bahisle şunu söylemektedir :

”Birleşik Devletler standart birimine göre, bir ülkenin nüfusunun % 80’inden fazlası aynı dili konuşuyor veya ayni dine mensupsa o ülke homojen bir yapıya sahiptir. Görüldüğü üzere, Türkiye’de bu oran % 87’dir. Bu da Türk Toplumunun homojen yapısını gösterir."

Kaldı ki Bugün ikinci dil olarak başka dilleri konuşan insanlarımız Türk toplumunun Cumhuriyetle başlayan Uluslaşma sürecinde Türk Kimliğini benimsemiş olup Türkiye de yaşayan vatandaşlarımızın %92’si Türk Kimliği ile gurur duymaktadır. Türkiye de egemen toplum, Türkçe konuşan ve Türk kültürü ile yoğrulmuş, kendini Türk olarak hisseden ve yanı dini paylaşanlardan ibarettir.

Nitekim bu senaryoları hazırlayan Batı ülkeleri de gerçekleri bilmekte ancak milletimize yanlış aksettirmektedir.

Geçtiğimiz yıllarda CIA’nın Türkiye de yaptırdığı gizli araştırma SABAH gazetesinde manşetten yayınlanmıştı. CIA araştırmasına göre bile “Türkiye'de yaşayan halkın %85’i Türklerden oluşuyor”

Aynı toprakları vatan seçmiş aynı düşmana karşı mücadele veren aynı olaylar karşısında acıları aynı sevinçleri ve aynı kaderi paylaşan insanlar aynı milletin fertleri olarak kendileri ile gurur duymalıdır. Bunun tersi kabilecilik, kavimcilik, şuuru ortaya çıkar ki bu da sosyolojik açıdan bir yozlaşmadır, geri dönüştür. Türk toplumunun davası bugün için milletleşme olmalıdır.

Belirlendiği üzere, etniklik kategorisine girenlerin oranı ülkemizde yüzde 13 kadardır. Azınlık unsurlarına gelince, bunlar da Rum Ermeni Yahudi ve Süryani’lerdir. Bunların tümünün oranı da yarım milyonu aşmaz. Ülkemizin nüfusunun %86'sı, Genelde Oğuz boyuna mensup Türkçe konuşan Türk boy ve oymaklarının torunlarıdır. Bu nedene, ülkemiz homojenlik oranı yüksek olan sosyolojik bir yapılaşmayı ortaya koyar.

Günümüzde de bu ve benzeri araştırmaların sonuçları göstermektedir ki, ülkemiz nüfusunun yüzde %92 sini soy, din, dil ve kültür açısından bir ortak paydada birleşen Türk halkının Türklükten başka bir kimlik kabul etmeyen Türk varlığı temsil etmektedir. Devleti kuran ve büyük çoğunluğu temsil eden Türklük varlığının “öteki” konumuna getirilmek suretiyle bir “çok kültürlülük” macerasına ülkenin sürüklenmesi akıl-mantık işi değildir. Buna Türk milletinin izin vereceği de düşünülemez.
Bizler dünyanın en eski,en medeni milletiyiz. En soylu ve en homojen milletiyiz: Türk milleti birdir bütündür. Bizi parçalayamazlar.

Türk milleti 400 milyona yaklaşan nüfusu, 13 milyon km2 civarında (bu günkü) vatan topraklarıyla Türk birliğini gerçekleştirecektir.

Atalarımız 44 milyon km2 alanda yönettikleri toprakları vatan yaptılar. Tarih vatandır. Tarihimizle bağlarımızı koparmayacağız.

Değerli Arkadaşlarım tekrar milletçe başımız sağolsun.Yüce Tanrı Büyük milletimizi korusun ve gözetsin.

Hayırlı geceler

22 Aralık 2016
saat 01.30

TANER ÜNAL



ATATÜRKÇÜLERE, TÜRKÇÜLERE, ÜLKÜCÜLERE VD TÜM VATANSEVERLERE KARŞI İFTİRA VE KOMPLOLAR DEVAM EDİYOR

ATATÜRKÇÜLERE, TÜRKÇÜLERE, ÜLKÜCÜLERE VD TÜM VATANSEVERLERE KARŞI İFTİRA VE KOMPLOLAR DEVAM EDİYOR:

CIA, MI6, BND GİBİ ÖRGÜTLERİN HİMAYESİ ALTINDA ÇOK ÖZEL BÜROLARDA HAZIRLANAN PLANLAR.

BUNLARIN YERLİ UŞAKLARI TARAFINDAN YÜRÜTÜLÜYOR..

BUNLARI İYİ TANIYALIM HAİNLERİN MASKELERİNİ İNDİRELİM MİLLETİMİZE KİM OLDUKLARINI TEŞHİR EDELİM. İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DURUMDA BU MİLLİ BİR GÖREVDİR.

TÜRKLÜĞÜNÜN ŞUURUNDA TÜM VATANSEVERLERİN VATAN İÇİN EL ELE VERMESİ GEREKMEKTEDİR.

Sevgili Okurlar,

Biz de buradaki bir çok arkadaşımız gibi aile büyüklerimizin dizlerinin dibinde marşlar ve kahramanlık türküleri dinleyerek büyüdük.

Biz nasıl “Türk”,”Atatürk”,“Cumhuriyet”,”Vatan” diyerek büyüdüysek birileri de dedelerinden “Türk düşmanlığı”, “Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı” dolayısıyla “Vatan hainliği” öğrenerek büyüdüler.
Biz nasıl “Türk” ,“Atatürk” ve “Cumhuriyet” diyerek vatanımıza olan sorumluluğumuzu yerine getiriyorsak onlarda “Türk düşmanlığı” “Atatürk düşmanlığı”,”Cumhuriyet düşmanlığı” yaparak “vatan hainliklerini” icra ediyorlar.

Tabii ki "Biz vatan hainiyiz" diyemiyorlar...

Bin dereden su getirerek ihanetin bir yolunu sözde bilim adına, sözde insanlık adına anlatıyorlar.
Sözde bilim adına, sözde insanlık adına CIA, MI6, BND gibi örgütlerin himayesi altında çok özel bürolarda hazırlanan ihanetler, öne bir şahıs konularak sunuluyor, o şahsın adına kitaplar yayınlanıyor. Satılmış medya kuruluşları tarafından çeşitli vesilelerle ön plana çıkarılan bu kitapları yüz binlerce saf temiz Türk genci bilim adına okuyor. Bu konularla ilgili konuşurken bilim adına bir şeyler söylediğini sanıyor...

Halbuki mesele gayet basit.

İstiklal harbinde Atatürk’ün önderliğinde Türk Milletinden ağır bir tokat yiyen dış düşmanların çocukları ve torunları, bunlarla içeride iş birliği yapanların torunları ile birlik halinde Vatan sevdalılarından intikam alıyor.

Sevgili Okurlar,

Bu satılmış Türk düşmanı çukurlar, Şeyh Sait denilen Vatan hainini övmek için Twetterde Tag açıyorlar.

Dün Fetullah denen sahtekar Ermeni için günde 20 saat ağladığını söyleyenler bu gün Atatürkçüleri Milliyetçileri Ülkücüleri Türkçüleri FETÖ'cülükle suçlayarak kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar.
Bunları iyi tanıyın Bunları ve yaptıklarını milletimize teşhir edin.

Türk asaletinden susuyor. "Boş ver hocam bunlar için değmez" diyor. Halbuki bir yandan İstanbul'da, Kayseri de kalleşçe canlarımızı katlediyorlar,öbür tarafta da bu alçaklar vasıtasıyla Türk Milletine ve tüm vatanseverlere karşı psikolojik harp yürütüyorlar.

Değerli Arkadaşlarım,

Facebook ve Twetter büyük imkan susmayalım vatan için el ele vererek sesimizin daha gür çıkmasını sağlayalım ne kadar ihanet varsa ne kadar hain varsa maskelerini indirelim.
Unutmayalım ki Türk Milletinin genetiğinde 10.000 yıllık kahramanlık ve vatan aşkı bulunmaktadır. Siyaset, mevki, makam devletin içerisinde görev yapan tüm vatan evlatlarının ruhuna ve vicdanına egemen olamaz.

Muhakkak bir yerlerde yüreği vatan aşkıyla yanan bazı yiğitler sizin söylediklerinizi dikkate alacak bu hainler için gerekli yasal takibatı başlatacaklardır.

Görüşmek üzere,
Sevgiler saygılar

19 Aralık 2016
 Saat 16.05
TANER ÜNAL



Türk Rönesansı olmadan kalkınma ve uluslaşma süreci tamamlanamaz. Buna engel, Türk Tarih Kurumunu ve Türk Dil Kurumunu'nun kuruluş maksadına göre çalıştırılmayışıdır!

Mustafa Kemal Atatürk realist bir devlet adamı olarak içinde bulunduğu zorlukların ve elindeki kaynakların farkındaydı. O bir Türk rönesansı olmadan  kalkınmanın ve uluslaşma sürecinin tamamlanamayacağını çok iyi tespit etmiştir. Bu nedenle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin kültür olduğunu bir çok açıklamasında  vurgulamıştır. Yapılan devrimlerin temel unsurunu daima kültür  teşkil etmiştir. Yazı, şapka, kılık kıyafet devrimleri, yaratılması hedeflenen toplum için ön hazırlıkları oluşturmuştur. Bu devrimlerin hemen ardından  Türk rönesansını gerçekleştirecek bilimsel kurumlar kurulmaya başlanmıştır.

Dolmabahçe Sarayı'nda dil bilginleri ile birlikte. 

24.08.1936
Örneğin Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’nin Tıp Fakültesinden önce kurulması Mustafa Kemal’in sosyal bilimlere verdiği önemin en açık göstergesidir. Bu nedenle o mesaisinin büyük çoğunluğunu sosyal bilim çalışmalarına ayırmış, kendisi de bu araştırmaların içinde bulunmuştur. Mustafa Kemal sosyal bilimler sahasında ise daha ziyade dil ve tarih çalışmaları ile yakından ilgilenmiştir. Yaptığı çalışmaların içinde tarihe olan ilgisi ve verdiği değer ise apayrı  önem taşımıştır.

Atatürk tarihi her zaman yol gösterici olarak görmüş ve aşağıda yer alan sözleri ile de bu fikirlerini beyan etmiştir (1): “Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar, bahusus ahlakta mütekâmil olamayan kavimler, en büyük mukaddesat karşısında bile hasis hissiyata tâbi olmaktan men’i nefs edemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük hadisatta, bu hadiseler içinde âmil ve fâil olanların etvar ve harekât ve muamelâtı onların ahlâk seciyelerini gösterir.” “İnsanların tarihten alabilecekleri mühim dikkat ve intibah dersleri; bence devletlerin, umumiyetle siyasi müesseselerin teşekküllerinde, bu müesseselerin mahiyetlerini tebdilde ve bunların inhilâl ve inkırazlarında müessir olmuş olan sebepler ve âmillerin tetkikinden çıkan neticeler olmalıdır.” “Tarih; bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiç bir zaman inkâr edemez. 

(2)Tarih araştırmalarında arkeoloji ve antropoloji başta gelir, tarih bu bilimlerin çıkardığı belgelere dayandıkça sağlam temelli olur. Çağdaş uygarlığı anlayabilmek, kavrayabilmek, dünyadaki eski uygarlıkları, insanlığın ilk uygarlıklarını doğru tanıyabilmekle mümkündür.” 


Fransız ‘Revue Hittite et Asianique’ yayın kurulunun
Atatürkle ilgili bir makalesi





















Not:
(1) : Atatürkçülük, C.I, s.360.
O tarih anlayışı ile sadece dünya barışına katkıda bulunmamış, en büyük eseri olan Türk Milli varlığının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Türk milli varlığını ve kimliğini tüm dünyaya tanıtmış ve kabul ettirmiştir.  Tarihi bilgileri okuyup o bilgilerden yararlanmakla kalmamış, tarihçilerin yaptığı araştırma sonuçlarının hatalarını, eksiklerini bulacak ve düzeltecek kadar da kendisini tarih bilgisiyle donatmıştır.  Tarihe verdiği değeri görevi tarih araştırmaları yapmak olan Türk Tarih Kurumu’nu  kurarak somut olarak ispat etmiştir. Bu kurumu kurmakla yetinmeyip gelecekte yaşaması için gerekli finansmanı da  temin etmişti.

(2) Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 44-47, Menteş Kitabevi, 2000 s.12


ATATÜRKÇÜ ÖĞRETİNİN GENEL YAPISI / Atatürk Öğretisi’nin 10 ilkeden oluşan mimarisi,

“Efendiler, 
-Efendier, Cumhurreisi’nin halk tarafından seçilmesi mahsurludur! Vekillerin seçmesi en iyisidir. Nedenine gelince, yarın birisi çıkar ‘beni halk seçti’ diyerek krallığını ya da diktatörlüğünü ilan ederse, demokrasi tehlikeye girer! Tarihte örnekleri çoktur…”





GİRİŞ DERSİ: ATATÜRKÇÜ ÖĞRETİNİN GENEL YAPISI

Atatürkçü Öğreti 4 ilke grubundan oluşur:

Ana ilke, Varoluş ilkeleri, Uygulama ilkeleri, Uyum  ve Yöntem ilkeleri.

Atatürk öğretisinin temeli Millet olgusudur. Millet birinci realite, dayanak ve başlangıçtır. Her şeyden önce üzerinde durulacak, savunulacak ve geliştirilecek olan, Millettir. Öncelikle öğrenilecek ve korunacak olan, odur.

1) Ana İlke

Bu anlayış milliyetçilik ilkesinde yerini bulur. Birinci ilke budur.

2) Varoluş İlkeleri

Milletin varlığı ve korunması iki koşula bağlıdır: Millî Egemenlik ve Tam Bağımsızlık (M ve T).

3) Uygulama İlkeleri

Bu koşullar (M ve T)  üç ilke ile somutlaştırılır, uygulamaya konur, işler hale getirilir:

-Halkçılık (H)   -Cumhuriyetçilik (C)   -Devletçilik (D)

Geri kalan dört ilke Uyum ve Yöntem ilkeleridir.

4) Uyum ve Yöntem ilkeleri

-Uyum İlkeleri: Laiklik, Devrimcilik.

-Yöntem ilkeleri: Yukardaki tüm ilkelerden en iyi sonuçların alınabilmesi için, uygulama sırasında şu iki ilkenin gerekleri daima yerine getirilecektir: Bilimcilik, Sosyal Ahlak.

**

Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin yapısı, öz olarak budur.

Aşağıda sistemin ayrıntılarına giriyorum.

1) ANA İLKE: MİLLİYETÇİLİK İLKESİ

A) BİRLİK YASASI

Birlik yani bir araya gelme; yaradılışın temel bir kuralıdır.

Bütün oluşum ve varlıklarda ögeler sistemli olarak ve durmaksızın bir araya gelir; böylece en basitinden en karmaşığına yeni ve daha gelişkin varlıklar ortaya çıkar.

Birlik yasasına insanlar da tabidir.

İnsan sosyal bir varlıktır. Başlangıçtan beri bir arada yaşar. Yaşamını topluca sürdürür, ihtiyaçlarını topluca karşılar. Oluşturduğu topluluklar giderek büyür, sayıca artar, aralarında ilişkiler kurulur, zamanla birleşir, daha büyük topluluklar kurarlar. Kabile ölçeğinden kavim, oradan millet (ulus) ölçeğine, sonunda uluslararası ölçeğe yükselir.

B) ÖRGÜTLENME VE MİLLET

Toplu yaşam düzen gerektirir. Kurallar konulmasını, bunların uygulanmasını içerir. Kural koyucular, uygulayıcılar ortaya çıkar. Bu oluşum, topluluğun örgütlenmesi demektir. Öyle bir zaman gelir ki, örgütlenme devlet şeklini alır.

Bir toplum devlet sahibi olunca, millet adını alır.

Baştan beri esas, bir arada olmaktır; bu “bir arada oluş”, yani birlik; milletin, dolayısıyla bireylerin yaşam ve gönençlerinin ilk kaynağı ve koşuludur. Dolayısıyla, var olmak, varlığını sürdürmek ve iyi yaşamak için millet oluşumunu sürdürmek, korumak ve savunmak, üzerinde titremek esastır; akıl ve mantık gereğidir.

Toplumun bu hali, “ulus-devlet” halidir. Milletçe yaşamak, haklarını savunmak ve kalıcı olmak için, bugünün koşullarında tek yöntem budur, başkası yoktur.

Bu gereklilik Milliyetçilik ilkesinde ifadesini bulur.

Milleti Milliyetçilik İlkesi ile tanır ve tanımlarız; niteliklerini, koşullarını, muhafaza yollarını öğreniriz.

2) VAROLUŞ İLKELERİ

A) YÖNETİM VE YOZLAŞMA

Devlet olunca, artık bazı kişiler başa geçecek, milleti yönetecektir.

Yönetilmek başlangıçtan beri insan toplumlarının bir ihtiyacıdır. Zamanla birileri bu alanda kendini gösterir; diğer ihtiyaçlarda olduğu gibi: Birileri çiftçi, inşaatçı, öğretmen, mühendis,… olurken; birileri de yönetici olur, bunu sürekli bir uğraş haline getirirler.

Peki, bu “yönetici” dediğimiz kişiler nasıl ortaya çıkar? Genel olarak, iki şekilde diyebiliriz:

-Ya kendiliklerinden, kendilerini zorla dayatarak,

-Ya da millet tarafından seçilip görevlendirilme yoluyla...

Başka bir deyişle ya zorbalıkla, ya da milletin uygun görüp seçmesiyle yönetici konumuna gelirler.

Ne var ki, yöneticilik birtakım sorunları da beraberinde getirir. Şöyle ki:

Millet içinde yeni bir sınıf oluşur: Baş yönetici,  alt yöneticiler, daha alt yöneticiler,… ortaya çıkar. Teşkilatlanma başlar ve artar, genişlik ve derinlik kazanır.

Yönetim demek güç, kuvvet demektir. Çok büyük kaynaklar yöneticinin ve çevresinin kontrolü altına girer. Mevcut yetkiler pekişir, yeni yetkiler elde edilir. Yönetici mitleşir, ihtişam ve erişilmezlik kazanır. Yöneticinin milletle arasındaki mesafe açılır. Hatta, bazen insanüstü görülmeye bile başlar.

Ellerine büyük kaynaklar ve güç geçince yönetici sınıf kendi tutku ve çıkarlarını kollamaya meyleder. Millet sömürülür; baş yönetici ve onun altındakiler, hepsi katılır bu sömürüye. Bu süreç hemen bütün toplumlarda görülmüştür, görülüyor. Yönetici sınıf koşullar gerektirince iç ve dış sermaye sınıfı ile ittifak kurmuş, çoğu zaman onların emrine girmiştir. Hatta onların onayı ve desteğiyle iktidar olmuştur. Bugün de öyledir.

B) BU OLUMSUZ GELİŞME NASIL ÖNLENEBİLİR?

İleri sürülen bir çözüm, yöneticilerin “millet tarafından seçilmesi”dir. Bu takdirde yönetimin yozlaşması; bazı koşullar yerine getirilirse, önemli ölçüde önlenebilir.

Bununla birlikte, devletin ve milletin varlık ve bütünlüğüne, devamlılığına yönelik iç ve dış kaynaklı tehlikeler tamamen ortadan kalkmış olmayacak, var olmaya devam edecektir. Bunlar Atatürk’ün Nutuk’ta “iç ve dış bedhahlar” olarak andığı düşmanlar ve onların tasallut ve saldırılarıdır. Bu saldırılara karşı çare ise, varoluş ilkelerini en sıkı şekilde uygulamaktır:

-Millî Egemenlik: Millet içerde bütün kararlarını kendisi alır.

-Tam Bağımsızlık: Millet dışa karşı bütün kararlarını kendisi alır.

Bu iki ilkenin gerekleri ne derecede yerine getirilirse, devlet ve milletin varlığının dokunulmazlığı, devamlılığı ve gelişip kökleşmesi de o derecede garanti altına alınmış olur.

Ancak varoluş ilkelerinin gerekleri ve işlevleri de kendiliğinden sağlanamaz.

3) UYGULAMA İLKELERİ

Peki, varoluş ilkelerinin işlemesi nasıl sağlanacaktır?

Varoluş ilkeleri (M ve T) soyuttur. Onları şu üç uygulama ilkesi ile somutlaştırır, gerçekleştiririz:

-Halkçılık İlkesi (H)

-Cumhuriyetçilik İlkesi (C)

-Devletçilik İlkesi (D)

H: Milliyetçiliğin, C: Millî Egemenliğin ete kemiğe bürünmesidir, uygulamaya konulmasıdır. D: İhtiyaçların karşılanması, güçlü bir ekonomi, Tam Bağımsızlığın güvence altına alınmasıdır.

HALKÇILIK : Milliyetçilik ilkesini sağlamlaştırır. Halk, milletin somut halidir; gözle görülür, elle tutulur halidir. Onu bu ilke çerçevesinde düşünüp davranarak tanıyabiliriz.

CUMHURİYETÇİLİK: Millî Egemenliği somutlaştırır. Millî Egemenliğin ete kemiğe bürünmesidir. Bütün ülkeyi kaplamış, dal dal ayrılan dev bir örgüt olarak karşımıza çıkar. Tam Bağımsızlığı destekler. Eğer Millî Egemenliği ruha benzetirsek, Cumhuriyet o ruhun bedenidir.

DEVLETÇİLİK: Güçlü, kendine yeterliliği yüksek bir ekonomi yaratır. Tam Bağımsızlık ancak güçlü ve ulusal bir ekonomi ile mümkündür.

4) UYUM VE YÖNTEM İLKELERİ

Geri kalan dört ilke Uyum ve Yöntem ilkeleridir. İlk 6 ilkenin nasıl, hangi yollardan gidilerek uygulanacağını gösterir.

a) Uyum ilkeleri

Türkiye çağa uyum sağlayamamış bir ülkedir. Bu özelliği şu iki ilkenin uygulanmasını gerektirir: Devrimcilik, Laiklik. (Dm ,L),

-Kalıplaşmayacağız, zamana ve değişime uyacağız, Devrimcilik: Dm

- Din gereğidir diye geçmişe ve geleneklere bağlı kalınamaz, Laiklik (L).  Laiklik Millet hayatında aklı ve doğru bilgiyi öne çıkarır, etkin kılar.

b) Yöntem ilkeleri

Yukardaki tüm ilkeler uygulanırken, iki ilkenin gerekleri daima yerine getirilecektir. Ancak bu takdirde tüm ilkeler mükemmel şekilde uygulanabilecek, en iyi sonuçlar elde edilecektir. Bu ilkeler şunlardır: Bilimcilik, Sosyal Ahlak (B, A).

-Bilimin (B) kural ve verilerine uyacağız.

-Bütün ilkelerin anlaşılması ve somutlaştırılmasında ahlaki esaslara uyacağız. Bilimsel kuralları insanileştireceğiz: Ahlak (A)

** * *

Atatürk Öğretisi’nin 10 ilkeden oluşan mimarisi, yukarda açıkladığım şekildedir.

Aşağıda şematik olarak sunuyorum.

Prof. Dr. Cihan Dura

http://bit.ly/2gEShnF

YÜCE ÖNDERİMİZ HAKKINDA BAZI YORUMLAR: Onu sadece sadece bizler Değil, Tüm dünya ülkeleri'ndeki de saygıyla anıyor.

Değerli Arkadaşlar,

Yüce önderimizi kaybedişimizin 78. Yılında onu özlem, sevgi saygıyla anıyoruz ettik. Onu sadece sadece bizler Değil, Tüm dünya ülkeleri'ndeki de saygıyla anıyor.

Gerçek lider kişiliğini dile getiren yorumların bir kez daha ilginizi çekeceğini umuyorum. Bunun Için de geçen yıl sizlere göndermiş olduğum YÜCE ÖNDERİMİZ İÇİN YABANCI YORUMLAR !!! başlıklı yazımı, bir kez daha anımsatmak istedim.

Sevgi saygılarımla A.Ş. (2016/11/09)

Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR



Değerli arkadaşlar,  

Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK hakkında, yabancı yönetici, kurum ve medya kuruluşlarının yaptığı yorum ve değerlendirmeleri Sn. Hanri BENAZUS bir kitapta toplamış. Ayrıca Yüce Önderimizin başka yerlerde olmayan ve kendisinin yıllarca biriktirdiği 4800 adet fotoğraflarından bazılarına da yer vermiş. Kendisini gönülden kutlar, çok teşekkür ederim.
Saygıdeğer Atamazın, gerçekten yüzyılımızın en büyük lideri olduğunu belgeleyen bu kitap, çok güzel bir çalışma olmuş. Milliyet yayınlarından temin edebileceğiniz bu kitabı, özellikle Yüce Önderimizi, onun ilke ve devrimlerinin önemini anlamayan ve çarpıtmaya çalışan yabancı hayranı kişilere armağan etmenizi öneririm. Yüce önderimiz hakkında yapılan yorum ve değerlendirmelerden bazılarını aşağıda sizlerle paylaşmak istedim.

Değerli arkadaşlar,

Her kim ne yaparsa yapsın, bizlere padişaha kul olma yerine, bağımsız ulus ve özgür vatandaş olma bilinci aşılayan yüce önderimize duyulan, sevgi ve saygı sonsuza kadar yaşayacaktır. Onun ilke ve devrimleri, AB-D emperyalizmine karşı direnen tüm uluslara da örnek olmaya devam edecektir. Çünkü o bizim gözbebeğimiz !!! Ayrıca Yüce önderimiz, bir kez daha 20. yüzyılın lideri seçilmiştir. 2008 de ABD’de Brown Üniversitesi öğretim görevlisi Profesör Arnold Ludwig, geliştirdiği bir metodoloji sonucunda, Atatürk’ün 20. yüzyılın en büyük siyasi lideri olduğunu ortaya koydu. 11 kategoriye göre seçilen liderler sıralamasında 31 puanla Atamız birinci olurken, Mao Zedung ve Franklin Roosevelt 30 puanla ikinci olmuşlardır. Saygıdeğer Atamızı, kaybedişimizin 78 yılında, onu saygı, sevgi ve hürmetle anıyoruz. Işıklar içinde yatsın.

Sevgi ve saygılarımla (9.11.2015).
Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

YÜCE ÖNDERİMİZ HAKKINDA BAZI YORUMLAR:

“Sizlere şunu söylemek isterim ki, Mustafa Kemal’e katip olmak isterim. Sebebi de onun her akşam sofrasında bulunup, yüksek fikirlerinden beslenmek dileğinde oluşumdandır. Böylece yeniden üniversite bitirmiş olacağım”.
Fransız Başbakanı: Edoward Herriot

“Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede, bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir. Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamı ile BÜYÜK ADAM niteliğine hak kazanmıştır. Bundan dolayı Türkiye övünebilir”.
Yunan Başbakanı: Eleftherios Venizelos

Atatürk, asker devlet adamı olarak çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi, Türkiye’nin dünyanın en ileri memleketleri arasında hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza o, Türk’lere, bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden, kendisine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir”.
ABD General Mc Artur

Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. Yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir devrimci olmuştur”.
İsrail Başbakanı: Ben Gurion

Kemal Atatürk yalnız yeni Türkiye’nin sembolü değil, aynı zamanda çağımızın en ilgi çekici şahsiyetlerden biridir. Çalışkan, güçlü ve özgür Avrupa’nın diğer ülkeleri ile işbirliğine sağlam şekilde bağlı olan Türkiye, bugünde onun izinde yürümektedir”.
İtalya Başbakanı: Giovanni Leone

“Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye’nin doğması, yeni Türkiye’nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk’ün ve Türk halkının işidir. Şüphesiz ki Türkiye’de giriştiği derin ve geniş devrimler kadar, bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur”.
ABD Başkanı: John F. Kennedy

“Bana, bütün Avrupa’da bir devlet adamı daha gösterin ki, Dünya savaşı sonunda Gazi Kemal ölçüsünde ileriyi gören bir siyasi olgunluk örneği vermiş olsun”.
Eski ABD elçisi: General Charles H. Sherrill

“Sovyet Rusya Hariciye Nazırı Litvinof ile görüşürken kendisine, onun fikrince bütün Avrupa’nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana Avrupa’nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi”.
ABD Başkanı: Franklin D. Roosevelt

“Çanakkale savaşında Mustafa Kemal’in bulunduğu bölge yoğun topçu ateşi altında kalmasına rağmen, O’na bir şey olmamıştır. Hatta Mustafa Kemal bizlere nispet olsun diye gözümüzün önünde siperler arasında dolaşmakta ve sigarasını içmektedir. Bu yüzden askerleri O’na bir isim takmışlardır: Efsunlu Mustafa Kemal”.
İngiliz İstihbarat Subayı: H.G. Armstrong

“Bir insanın değerinin ölçüsü, kendi alanındaki üstünlüğünü dostuna, düşmanına kabul ettirebilmesidir. İşte Atatürk, bu yüceliğe erişmiş dahilerden biridir. Bir ihtilalci olarak, modern Türkiye’yi yaratmış, davasında muzaffer olmuş ve yüzyılımızın büyük devlet adamları arasına katılmıştır”.
İngiliz Romancı: Somerset Mangham

“Yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğe bakın ki, o büyük dahi çağımızda Türk Milletine nasip oldu ve karşımıza çıktı”.
İngiltere Başbakanı: D. Loyd George

Atatürk’ün dünyanın gidişi hakkındaki görüşleri, insanı ürkütecek kadar doğru çıkmıştır”.
Times Gazetesi

Kemalizm, yüzyıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladı”.
Fransız Yazar: Gerard Tongas

Atatürk modern Türkiye’nin kurucusu ve ulusunun reformcusudur. Onun güçlü önderliği sayesinde, ortaçağı yaşayan şarklı Osmanlı İmparatorluğunun zihniyeti yıkıldı ve diğer uluslar safında, uygarlıkça ileri, yapıcı bir seviyeye erişen ve durumunu devam ettirebilen modern gelişmiş laik bir Cumhuriyet kuruldu”.
Encylopaedia Britannica

Kemalizm ne faşizm ve ne de hümanizmdir. Bunların ikisi de ilerlemeyi ve tarihsel evrimi önleyici kuruluşlardır. Burada ise atılım sağlamak, uygarlıkça geri kalmış ülkeyi çağdaşlaştırmak için devrim yapılmaktadır. Bu Türkiye’nin gerçek devrimidir”.
Yunan Tarihçi: Thomas A. Vaidis

“Eğer Kemalizm yolunu, Türk Ulusunun yolunu tutarlarsa, Türk Ulusu gibi özgürlük hasreti çeken bütün sömürgeler, yarı sömürgeler bağımsızlıklarına kavuşacaklardır”.
Dr. Stephan Ronart

Gazi Kemal, Padişahı ve Hilafeti ortadan kaldırdıktan sonra, tükenmiş bir imparatorluktan, asıl Türk’lerin yaşadığı toprakları kurtarmış ve ondan Yeni Türkiye Cumhuriyetini meydana getirebilmiştir”.
Alman Yazar: Fon Miköş

Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz diplomatik sezişi ile düşmanlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti üç yılda memleketine yalnız askeri değil, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı”.
İtalyan yazar: F. Lerrone Di San Martino

Atatürk, başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz ona yaklaştıkça, o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza kadar baki kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır”.
Arriba Gazetesi: Portekiz

Kemal Atatürk, büyük bir askerdir, fakat barışseverdir ve bütün komşu devletlerle dostluk dileğindedir. Onun sayesindedir ki, Çin’den Tuna’ya kadar bütün uluslar aynı ülkünün çevresinde kardeşçe birleşmişlerdir. Bu ülkü şudur: Özgürlük ve ulusal egemenliği yabancı istilacılara karşı ne pahasına olursa olsun savunmak ve modern bir devlet kurulmasına çalışmak”.
Tchang Yang Ye Lao Gazetesi: Çin

“Lozan!ı o kazandı; son iki yüzyıldır ihtiyar Asya’nın, Avrupa’ya karşı kazandığı ilk zaferdir”.
New York Times Gazetesi: ABD

Atatürk'ün son kez katıldığı Cumhuriyet Bayramı görüntüleri




29 Eki 2016 tarihinde yayınlandı
Atatürk'ün son kez katıldığı Cumhuriyet Bayramı görüntüleri

Cumhuriyetin kuruluşunun 14. yılı kutlamalarına ait daha önce yayınlanmamış görüntüler, TSK'nın internet sitesinde yer aldı. Atatürk'ün son kez katıldığı Cumhuriyet Bayramı kutlamaları olan 29 Ekim 1937 yılına ait görüntülere yer verildi.

Cumhuriyet 93 Yaşında - 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun



Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir.
Cumhuriyet fazilettir. -Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlu Olsun


.

(güncelleme) Atatürk'ün Bu Görüntüleri İlk Kez Yayınlanıyor AMERİKAN ARŞİVİNDEN ÇIKAN GÖRÜNTÜLER


Atatürk'ün bu görüntüleri binlerce kilometre uzakta, Amerika'da ortaya çıktı... İzmir'de Yunan ordusunu denize döken Atatürk ve silah arkadaşlarının kente girerken çekilen video görüntüleri Amerikan arşivlerinden ilk kez ortaya çıktı.

.

Cumhuriyetimizin 93. Yılını idrak ediyoruz. Türkiyemize - hepimize Kutlu olsun


ATATÜRK ANLATIYOR: CUMHURİYET MİLLÎ EGEMENLİĞE, YÜKSEK AHLAKA, TÜRK KÜLTÜRÜNE DAYANIR, TEMELİNDE ANTİEMPERYALİST BİLİNÇ VARDIR

Bir kutsal ülkünün tecellisi, milli azim ve bilincin eseri Türkiye Cumhuriyeti…  Milletçe en büyük eserimiz... Onuncu Yıl nutkumda söylediğim gibi: Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki başarıyı, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimle yürümesine borçluyuz.

Türkiye cumhuriyetle idare edilen bir devlettir. Devletimiz Millî Egemenlik idealini en iyi ve en güvenilir şekilde temsil edip uygulayan devlet şeklinin, Cumhuriyet olduğuna inanmıştır. Bu sarsılmaz inançla Cumhuriyeti her tehlikeye karşı, her aracı kullanarak korur ve savunur. 

Dünya tarihinde, dünya üzerinde mutlakiyet yönetimi olmuştur, meşrutiyet yönetimi olmuştur. Bir de cumhuriyet hükümetleri vardır. Cumhuriyet halk idaresidir, demokrasi sistemi ile devlet şeklidir. Demokrasi prensibinin, en çağdaş ve mantıklı şekilde uygulanmasını sağlayan hükümet şeklidir.  Demokraside yöneten millettir, devletin son iradesini ortaya koyan da millettir. Demokrasi esasına dayanan cumhuriyet; yurttaş özgürlüğünü tanıyan, ona saygı gösteren, onun sağlanmasını ve korunmasını en birinci görev bilen siyasi yönetimdir. Eski devirde özgürlüklerin korunması gibi bir sorun yoktu. Çünkü özgürlük yoktu.

Cumhuriyetin sultanlıktan farkı şudur: Cumhuriyet yüksek ahlakî değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet erdemdir. Cumhuriyet idaresi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir.  Sultanlık ise korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Korkuya, tehdide dayalı olduğu için de, korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Cumhuriyet ahlaksız toplumlarda yaşayamaz.

Cumhuriyet Türk’ün yüksek siyasi kurumu, Türk milletinin tabiat ve karakterine en uygun idaredir.  Onu kuran, Türk milletidir, sahibi odur. Türkiye Cumhuriyeti milletimizin doğrudan doğruya, kendiliğinden kurduğu devlet teşkilatı ve hükümettir. Cumhuriyet idaresi Türk milletinin öz ve paha biçilmez malıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin dayandığı temeller vardır. Bu temeller devrimler, devrim kanunlarıdır; Türk toplumudur, yüksek Türk kültürüdür.  İnancım odur ki, toplumun bireyleri Türk kültürüyle ne kadar dolu olursa, cumhuriyetimiz de o kadar sağlam olur.


Türkiye Cumhuriyeti Emperyalizme karşı verilen silahlı bir mücadele sonunda kurulmuştur. Temelinde antiemperyalist bilinç vardır. Türk kahramanlığının, ulusal azmin ve ulusal bilincin ürünüdür. Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan 30 Ağustos Muharebesi… Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasıdır. Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temelini orada attık. Sonsuz hayatını orada taçlandırdık. O sahada akan Türk kanları, semasında uçan şehit ruhları devlet ve Cumhuriyetimizin sonsuza kadar muhafızlarıdır. Ordumuzun kahraman genç subayı ve Cumhuriyet’in idealist öğretmen topluluğunun değerli üyesi Kubilay da öyle… Cumhuriyetimiz onun tertemiz kanıyla hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiştir.

Ancak biz Cumhuriyetimizi çok daha güçlendirmeyi amaç edindik: Bunun için maliyemizi güçlü ve düzenli kılmaya çalıştık, barışı savunduk. Birlik, azim ve çalışma en esaslı prensibimiz oldu.

** * **

Cumhuriyet’te hükümet, millet birdir. Cumhuriyet rejimimiz milletimize en uygun olan, dünyaya örnek bir rejimdi. Bu hususları cumhurbaşkanı olarak yaptığım kimi konuşmalarımda dile getirdim, aşağıda sunuyorum.

Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir, adı Cumhuriyet’tir. Cumhuriyet’te hükümet millettir, millet de hükümet... Milletle hükümet arasında ayrılık yoktur. Bu ikisi arasında geçmişte olan ayrılık kalmamıştır. Hükümet ve onun üyeleri kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını bilir;  milletin…, yalnızca milletin efendi olduklarını da!

Cumhuriyet idaresi Türk milletinin tabiat ve şiarına en uygun olan idaredir. Türk milleti, egemenliğini en kapsamlı şekilde ortaya çıkaran yeni idareye kavuşuncaya kadar daima mevcut siyasi kurumlara yabancı kalmıştır. Çünkü geçmişin kurumları, başından sonuna kadar milletin başında yumruk tutan bir sürü despotlar kadrosundan başka bir şey değildir. Sonra, Cumhuriyetimiz sağlam temeller üzerine kurulmuştur. O dünya uygarlığı ve insanlık için, benzemeye çalışılacak bir örnektir. 

 Cumhuriyet idaremizin başka özellikleri de vardır: Ulusaldır, herkesindir, demokrasiyle özdeştir. Türkiye Cumhuriyeti kat kat ulusallık üzerinde yükselmiştir: Ulusal savunma, ulusal ekonomi, ulusal kültür, ulusal eğitim ve öğretim! Yurttaş olarak “ne mutlu Türküm” diyen herkesin cumhuriyetidir. Bu nedenledir ki, adı “Türk Cumhuriyeti” değil, “Türkiye Cumhuriyeti” olmuştur. Şunu da eklemeliyim ki, cumhuriyetle demokrasi asla birbirinden ayrılamaz.  

** * **

Cumhuriyet Millî Egemenliğin güvencesidir. Türk zekâ, yetenek ve kaynaklarını işlemeyi, Türk varlığını ve çıkarlarını korumayı, yurttaşların güvenliğini sağlamayı amaçlar. Ülkemizi geçmişin kör dövüşü ve idari kötülüklerinden uzak tutar. Ülkenin saygınlığını artırır. Halka hizmet, gönenç ve mutluluk götürür; özgüven ve devletine güven duygusu kazandırır. Milletimize parlak bir gelecek hazırlar. Bütün bu alanlarda önemli başarılar da elde ettik. Bunları bir kitabımda, Meclis ve diğer bazı konuşmalarımda açıkladım, aşağıda tekrarlıyorum.

Cumhuriyet’in ilk işlevi millet egemenliğini gerçekleştirmektir. Cumhuriyet, Millî Egemenliği en gelişmiş şekilde ortaya çıkarır. Milletvekillerinden meydana gelen meclisi ve sınırlı zaman için seçilmiş Cumhurbaşkanı ile, Milli Egemenliğin korunmasının en sağlam güvencesidir.

Türk milleti hayal peşinde koşmaktan bıkmış usanmıştır. Artık akılcı ve gerçekçi bir politika izlemek devrine girmiş bulunuyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi’ni onun için kurduk. Ulusal sınırlar içinde Türk zekâsını işlemek, Türk uygarlık yeteneğini geliştirmek, maddi ve manevi kaynakları işletmek Cumhuriyet’in temel politikasıdır.

Cumhuriyet’in iç ve dış politikası; gelecekte de onur, kuvvet ve doğrulukla ve Türk milletinin kuvvetlerini onun refah ve gelişmesi için yöneltmek ve toplamakla öne çıkacaktır. Cumhuriyet’in varlık ve sağlamlığını ve milletin yüksek çıkarlarını iç ve dış herhangi bir kasta karşı her an savunmaya hazır bulunarak, dışarda dostluklara ve barışçı çalışmaya destek ve vefalı olmak, içerde yurttaşların güvenlik ve asayiş içinde çalışma ve gelişmesine hizmet etmek asıl gayemizdir.

Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti ricali geçmişin anlamsız kör dövüşlerini bilir, bunları hiçbir sebep ve şekille tekrar etmek istemez. Cumhuriyet, Türk vatanını yüzyılların birikmiş idari kötülüklerinden kurtaracaktır. O ülkemizin hak ettiği itibar ve saygıyı koruyacak ve yükseltecek biricik yönetim şeklidir. Türkiye Cumhuriyeti dünyada işgal ettiği konuma layık olduğunu eserleriyle kanıtlayacaktır. Türkiye Cumhuriyeti mutlu, başarılı ve muzaffer olacaktır.

Devleti ve hükümeti kendi malı ve koruyucusu bilmek… Bu bir millet için büyük nimettir, büyük şereftir. Türk milleti bu sonuca Cumhuriyet’le varmış ve her yıl bunun artan olumlu sonuçlarını görmüş ve göstermiştir. Biz milletimizin maddî ve manevî huzuruna her şeyden fazla önem verdik. Ne mutlu ki, ben ve arkadaşlarım, Cumhuriyet rejiminin, yurdumuzda huzur ve sükûnun en iyi şekilde yerleşmesini sağladığını sevinçle görüyorduk. Vatandaşlarımız ve yurdumuzda oturanlar, Cumhuriyet kanunlarının eşit koşulları altında kendileri için hazırlanan özgürlük, gönenç ve mutluluk imkânlarından en üst derecede istifade ediyorlardı. Bilinmelidir ki, Cumhuriyet rejimi, varlığını, var olduğunu özellikle yurttaşların huzur ve sükûnunu eşit bir şekilde sağlayarak gösterebilir.

** * **

Üç temel kurumu vardır Cumhuriyetimizin. Birincisi meclistir. Meclis milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Cumhuriyette son söz meclisindir. Millet adına yasaları o yapar. Hükümete güvenoyu verir, onu düşürür. Belli usule göre ve belli bir dönem için seçilmiş olan cumhurbaşkanı ise, başbakanı görevlendirir. Başbakan da güvendiği milletvekilleri arasından bakanlar kurulunu oluşturacak bakanları seçer. Üçüncü kurum bağımsız yargıdır.

Cumhuriyet idaresinde Meclis, Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet; yalnızca halkın özgürlüğünü, halkın güvenliğini ve rahatını düşünür, bunları sağlamaya çalışır. Cumhuriyet idaresi yurttaş özgürlüğünü tanır ve sayar, onu korumayı birinci görev bilir. “Yurtta barış, dünyada barış” prensibini uygular.

Cumhuriyetimizin iç ve dış siyaseti; her zaman onurla, kuvvet ve doğrulukla kendini gösterir. Türk milletinin bütün güçlerini, milletimizin refah ve gelişmesi üzerine yönlendirip yoğunlaştırır.  Cumhuriyet’in iç siyaseti, vatandaşın hayatı üzerinde hiçbir nüfuz ve tasalluta izin vermez.

Cumhuriyet halkımıza özgüven vermiştir, devletine güven duygusu aşılamıştır. Bugün ekonominin her alanında ve ülkenin her tarafında Türkler kendilerine ve devletlerine tam bir güven içinde çalışıyorlar. Cumhuriyet yeni ve sağlam esaslarıyla Türk milletini güvenli ve sağlam bir gelecek yoluna koyduğu kadar, asıl düşüncelerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, yepyeni bir hayatın müjdecisi olmuştur.

Cumhuriyetimiz Türk milletinin refahı ve yükselmesi yolunda yüzyılların görmediği başarılara erişti. Milletin refah ve gelişmesinin gereklerini, onun eğilim ve ihtiyaçlarını bularak ve öğrenerek gerçekleştirdi. Kimsesizlerin kimsesi oldu. Çünkü biz Cumhuriyeti ülkemizin koşullarına, toplumsal eğilimlerine ve halkın ihtiyaçlarına tamamıyla uygun bir rejim olarak kurduk. Bu şekilde az zamanda elde ettiği sonuçlar, Cumhuriyet yönetiminin milletimize hazırladığı geleceğin ne kadar parlak olduğunu tahmin ettirmeye yeterlidir. Asla şüphe yoktur ki, Cumhuriyet’in gelecekteki evlatları bizden çok daha gönençli, daha bahtiyar ve mutlu olacaklardır.

Prof.Dr. Cihan Dura
28 Ekim 2016 -

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE, BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR.

"TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE, BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR." PROF. DR. ZİYA GÖKALP

Prof. Dr. Ziya Gökalp'ı vefatının 92. yılında saygıyla ve rahmetle anıyoruz.

Sevgili Okurlar,

İmparatorluk devrinin 1908’den sonraki safhasında siyasî, içtimaî ve iktisadî şartların ağırlığı altında bunaldığı yıllardayız. İmparatorluk 1908 sonrası çok çeşitli siyasi ve sosyal çalkantıların içerisinde iken idealist genç bir subay kurtuluş çareleri aramaktadır. Bu genç subay'ın adı Mustafa Kemal'dir.

Vatanı yuvarlanmakta olduğu esaret uçurumundan kurtarma çarelerini düşünmektedir. Aynı yıllarda Türk tarihinde yüzyıllardan beri eşi görülmemiş bir fikir hamlesine sahip Ziya Gökalp yoğun enerjisiyle çalışmaktadır.

Ziya Gökalp'ın vakur ve tesirli sesi Türk toplumunun her kesiminin saygısını kazanıyor yeni bir heyecan fırtınası estiriyordu. Vakur haliyle kızgın lâv denizlerini barındıran gizli hareketsiz dağlara benzeyen Ziya Gökalp, Türk'e has sükûnetiyle topluma ışık saçıyordu.

O’nun büyüklüğü ve asaleti gönülden inandığı Türk milletinin tarihî hasletlerini ilmin rehberliğinde, ortaya çıkarmasından kaynaklanıyordu. Gökalp için araştırılıp cihana duyurulması gereken tek hakikat, Türk millî kültürünün azameti, tek mefkûre ise Türk milliyetçiliğiydi.


Ziya Gökalp Diyarbakır gibi uzak bir Anadolu ilinde öğrendiği Fransızcanın yardımı ile Avrupa felsefesi ve olaylarını takip etmiştir. Ziya Gökalp edindiği bu bilgilerle Batı zihniyetini ve fikrî davranışlarını, belki ilk defa, ciddi mana da Türkiye’ye getiren bilim adamıdır. 

Ziya Gökalp Batı Bilim kültür ve zihniyetin tesirinde kalmamış Türk milli kültürü ve millî menfaatleri bakımından değerlendirmiştir. Ziya Gökalp bu sebeple tehlikeli görülmüş Milliyetçi aydın ve askerlerle birlikte Malta adasında sürgün yaşamıştır. Hayatı boyunca tüm bilim fikir camiasına bilgi ve ışık saçan Gökalp milli mücadele de ölüm-kalım mücadelesi verenlerinde ışığı olmuştur.

Ziya Gökalp 1.Dünya Savaşında en acı olayları yaşayarak bezginleşen millî varlığı muhafaza etmek endişesi taşıyanların yüreğinin sesiydi. vatan evlatlarına Türkçülük ve Milliyetçilik idealini gösteriyor Türk Ülküsünün yurtta tüm yayılmasını kökleşmesini sağlıyordu.

Ziya Gökalp Türk Ülküsü Türk Kültürü ve Türk Milliyetçiliği ibaret asîl gayesine ulaşmak için hayatı boyunca bıkıp usanmadan çalıştı. Türkçülük düşüncesini ilmi temellere suretiyle bir şair, bir destancı, bir tiyatro yazarı, ahlâkçı veya toplum bilimci olarak eserler vermiştir.

Ziya Gökalp İstanbul Darülfünununda İçtimaiyat kürsüsünde ders verirken bir sosyolog, “Ala Geyik” i yazarken bir şairdir Ziya Gökalp “Altın Destan”, “Kızılelma”, “Altın Işık” ı kaleme almış Bu manzumeler tatlı, iç açıcı, halk ve geçmiş sevgisi uyandırıcı ne güzel parçalardır!

Ziya Gökalp, Kant’tan, Nietsche’den ve Bergson’dan fikirler naklederken bir filozof, “Yeni Hayat” taki manzumeleri ile ateşli bir inkılâpçıdır.

Ziya Gökalp bir çok sahada emsalsiz eserler verirken o sahaların yalnız biri konusunda çalışıp tek eser veremeyen bir sürü “fikir ve ilim” adamı vardır.

Ziya Gökalp, kısacık ömrü ve bin bir sıkıntı arasında bu kadar derin ve nitelikle konuları son derece sade bir üslûpta kolay anlaşılır bir Türkçe ile anlatmıştır.

Ziya Gökalp her biri zamana göre yeni bir çığır olan pınar gibi akan bilgileri Genç dimağlara müstesna bir kabiliyet ile şahika heybeti ile aktarmıştır.

Sevgili Okurlar

Bu anlamlı günde Ziya Gökalp'ın dilinden "Türk İslam Sentezi" hakkındaki düşünce ve eleştirilerini kendi anlatımıyla paylaşıyoruz.

Ender aydınımız Türklük - Türkçülük fikrini içten benimseyip bu yolda gerçekten övgüye değer emek harcamışlardır. Prof. Dr. Ziya Gökalp Türk milliyetçilik dâvasını bir düzene koymak, sistem haline getirmek uğrunda çalışan büyük başarıya ulaşan dev ülkü adamı, emsalsiz ideolojisttir.

Atatürk, Gökalp’ın “Türkçülük fikirlerini aynen tatbik etmiş, Gökalp çizgisinde “Millileşme, Laikleşme ve Medeniyetçiliği” getirmiştir. Atatürkçü düşünce sisteminde, ümmetçiliği engellemek için İslamlaşma yerine birlik ve beraberlik yaratacak laikleşme egemendir.

Atatürkçü düşünce sistemi Türkiye Cumhuriyeti Devletini milli birlik ve beraberlik içinde yaşatmak gücüne sahiptir. Atatürkçü düşünce sisteminin değişmez prensipleri, özetle milliyetçilik ve medeniyetçiliğe dayanır.

Milli Mücadele ve sonrasında girişilen devrimlere, milliyetçilik ve medeniyetçilik ilkeleri, başlıca kaynak olmuştur. Atatürkçü düşünce sisteminde üç düşünce akımının önemli yerleri bulunduğunu görmekteyiz. Bu akımlar, millileşme, laikleşme ve çağdaşlaşma (medeniyetçilik)dır.

Türk milletinin Kurtuluş Savaşından sonra bağımsız yaşaması ve çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkabilmesi için dayandığı fikir akımları bunlardır.

Türk İslam Sentezi fikriyatı Ziya Gökalp'a göre ülkeleri felakete götürecek bir düşüncedir. Türkçü düşünce sistemine göre Sentezci düşünce tartışmasız "Siyasi Ümmetçilik" olarak görülmekte ümmetçi her düşünce ise Arap milliyetçiliği anlamına gelmektedir.

Türkçü düşünce sisteminin "Uluslaşma, laikleşme ve Türk kültür ve medeniyetini yayma" unsurları aynı zamanda Atatürkçü düşünce sisteminin dayanaklarıdır.

Türk düşüncesinden sapmalar yapılması halinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığı ve sonsuza kadar sürdürülmesi ülküsü zedelenecektir. Bu günde aynısını yaşıyoruz.

Nitekim “Türk – İslam Sentezi”ne benzer düşünceler, çok gerilerde, teokrasi ve klerikalizmin yürürlükte bulunduğu İkinci Meşrutiyet döneminde egemen olmuşlardır.

O dönemde yürüyen fikir akımlarıyla Türk – İslam Sentezi’nin arasında benzerlikler vardır.

Bu konuda en yetkili kaynaklardan biri de, Türk düşünürü Ziya Gökalp’in “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” ve “Türkçülüğün esasları” adlı iki önemli yapıtıdır.

Prof. Dr. Ziya Gökalp’ın Türk- İslam Sentezi hakkında düşünceleri “Türkleşmek, İslamlaşma, Muasırlaşmak” adlı kitabının 9-10.sayfalarında şöyle belirtilmektedir:

Ziya Gökalp “Her birinin nüfuz dairelerini tayin ederek bu üç düşünce akımının üçünü de (Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak) kabul etmeliyiz."

Ziya Gökalp " Daha doğrusu, bunların bir ihtiyacın, üç muhtelif noktadan görülmüş safhaları olduğun anlayarak (Muasır bir İslam Türklüğü) yaratmalıyız”.

Görülüyor ki, “Türk-İslam Sentezi” adlı hayat görüşü, Gökalp’te “Muasır bir İslam Türklüğü” kavramıyla açıklanmaktadır. Gökalp kitabın 24.Sayfasında :“Biz Türkler, çağdaş Medeniyet akımı ve ilmiyle donatılmış olduğumuz halde bir “Türk – İslam” harsı (Kültürü) ibda etmeye çalışmalıyız”.

Ziya Gökalp 33. Sayfada da:“Türklerde milliyet hissi uyanmaya başlayınca bir tarafdan da, Türkçülük, İslamcılığa muhalefetle itham edildi. Bu görüşler, İslam içinde Türk’ü eritmeğe girişen (Türk-İslam Sentezi) kavramıyla, Gökalp’in (Muasır bir İslam Türklüğü) kavramı arasında benzerlikler olduğu görülür.

II.Meşrutiyet sonrası Muasır bir İslam Türklüğü kavramını savunan Gökalp, o dönemde (Osmanlıcılık) ve (İslam birliği) fikirlerinin etkisinde idi.

Gökalp, 1923 yılında kaleme aldığı "TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI" isimli eserinde suni bir “Türk – İslam Kültürü” yaratma düşüncelerinin de tehlikelerini anlamıştır.

Gökalp ölümünden bir yıl önce yayımladığı “Türkçülüğün Esasları” isimli eserinde "Türk – İslam kaynaşmasına ilişkin bir düşünce yoktur." demektedir.

Büyük düşünür, bu konu ile ilgili olarak, “Türkçülüğün Esasları”nda ve 75. Sayfada şunları yazar:

Bir zamanlar İttihad-ı İslam mefkûresi (İslam ülküsü) Müslüman kavimlerin bağımsızlığa kavuşmasını, ülkelerinin sömürge halinden kurtulmasını sağlar sanılıyordu. Anlaşıldı ki İslam ittihadı bir taraftan "teokrasi ve klerikalizm", (teokrasi ve klerikalizm'den kastedilen Şeriatçılık-İslamcılık) gibi irticai (gerici) cereyanları doğurmakta Türklük fikriyatını zarar vermektedir. İslamcılık adı verilen düşünce İslam âlemlinde milliyet mefkûrelerinin(ülkülerinin) ve milli vicdanların uyanmasına engel olmaktadır. İslamcılık adı verilen düşünce Müslüman kavimlerin terakkisine (ilerlemesine) engel olduğu gibi bağımsızlığına da engeldir"

Ziya Gökalp devamla "Çünkü İslam âleminde milli vicdanın inkişafına (gelişmesine) engel olmak Müslüman milletlerin bağımsızlığına engel olmak demektir. Teokrasi ve klerikalizm cereyanları ise cemiyetlerin geride kalmasına hatta gittikçe gerilemesine en büyük sebeptir." demektedir.

Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları" isimli eserinde çözümü sunarken şunları söylemektedir: "O halde daima milli vicdanı (milliyetçiliği) uyandırmaya ve kuvvetlendirmeye çalışmalıyız.. Çünkü bütün terakkilerin kaynağı milli vicdan olduğu gibi, milli istiklalin kaynak ve dayanağı Türk Milliyetçiliğidir”

Ziya Gökalp, "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" isimli kitabında bahsettiği "Muasır İslam Türklüğü" kavramını, “Türkçülüğün Esasları”(1923) isimle eserinde terk etmiştir.

Ziya Gökalp "Türkçülüğün Esasları" adını verdiği eserinde 1.Dünya ve İstiklal Savaşının bin türlü çilesiyle olgunlaşan Türk Milliyetçiliği fikir ve düşüncesini bir bütün olarak teferruatıyla ve toplu olarak incelemiştir.

Ziya Gökalp, "Türkçülüğün Esasları"nda, : "Türk kültürünün klerikalizm (şeriatçılık) ve teokrasi (din devleti) ile birleşemeyeceğini" anlatarak "Türk İslam Sentezi"ni reddetmiştir.

Ziya Gökalp Türkçülüğün esaslarında özetle Türk kültürünün İslam kültürü ile bir sentez olamayacağına yönelik görüşler belirtilmiş eserinin 170-171. sayfalarında: "TÜRKÇÜLÜK HİÇBİR ZAMAN ŞERİATÇILIK VE DİN DEVLETİ İLE BAĞDAŞMAZ. TÜRKÇÜLÜK UYGAR BİR DÜŞÜNCE AKIMIDIR." der.

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları'nda “Tanzimatçılar, Osmanlı ile garp medeniyetini bağdaştırmak istedi. Hâlbuki iki zıt medeniyet yan yana yaşayamaz. Batı ve Doğu sistemleri birbirine muhalif bulunduğu için ikisi de birbirini bozmaya sebep olur. İki dinli bir fert olamadığı gibi iki medeniyetli bir millet de olamaz."diyordu.

Türkçülüğün Esasları 56. Sayfasında ise “ İlerleme, ilimlerde, sanayide, askeri ve hukuki teşkilatlarda Avrupalılar kadar ilerlemektir." diyordu.

Ziya Gökalp "Kapitülasyonlarla siyasi müdahalelerle mahkum edilmek istenilen bir millet, Avrupa’nın haricinde telakki olunan bir millet demektir."diyordu.

“Türkçülüğün Esasları”nın 175. Sayfasındaki satırları bu gün yaşamakta olduğumuz tehdit ve tehlikeyi işaret etmektedir.: “Türkçülük (Milliyetçilik) hiçbir zaman klerikalizm (şeriatçılık)’la teokrasi ile bağdaşamaz. İşte bu sebepledir ki, Türkçülük, Millet hareketidir."

Ziya Gökalp "Hâlbuki milletimizin hatta lisanımızın adları "Osmanlı" kelimesiydi. "Türk" kelimesi ağza alınmazdı. Hiç kimse "Ben Türküm" demeğe cesaret edemezdi.”diyordu.

Ziya Gökalp Türkçülüğün Esaslarında:

“BİR ZAMANLAR İTTİHAD-I İSLAM ÜLKÜSÜ MÜSLÜMAN KAVİMLERİN BAĞIMSIZLIĞA KAVUŞMASINI, SAĞLAR SANILIYORDU.

HÂLBUKİ AMELİ TECRÜBELER GÖSTERDİ Kİ İSLAM İTTİHADI BİR TARAFTAN TEOKRASİ VE KLERİKALİZM GİBİ İRTİCAİ CEREYANLARI DOĞURDUĞU GÖRÜLDÜ.

SÖZDE İSLAMCILIK, İSLAM ÜLKELERİNDE MİLLİYET MEFKÛRELERİNİN, MİLLİ VİCDANLARIN UYANMASINA KARŞI MÜSLÜMANLARIN GELİŞMESİNE ENGELDİR..

ÇÜNKÜ İSLAM ÂLEMİNDE MİLLİ VİCDANIN GELİŞMESİNE ENGEL OLMAK MÜSLÜMAN MİLLETLERİN BAĞIMSIZLIĞINA ENGEL OLMAK DEMEKTİR "TEOKRASİ VE KLERİKALİZM - SİYASİ VE BAĞNAZ DİNCİLİK - CEREYANLARI İSE CEMİYETLERİN GERİDE KALMASINA HATTA GİTTİKÇE GERİLEMESİNE EN BÜYÜK SEBEPTİR."

Ziya Gökalp şöyle devam ediyordu: "SİYASİ ÜMMETÇİLİK TÜRKÇÜLÜĞE KARŞIDIR İSLAMCILIK VE TÜRKÇÜLÜĞÜN (TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN) BİRLİKTE ANILMASI YANLIŞTIR"

O HALDE NE YAPMALI?

ÜLKEMİZDE, SADECE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ TÜRKÇLÜĞÜ, TÜRKLÜK ŞUURUNU VE ÜLKÜSÜNÜ UYANDIRMAYA ÇALIŞMALIYIZ."

"ÇÜNKÜ BÜTÜN GELİŞMELERİN KAYNAĞI MİLLİ VİCDAN OLDUĞU GİBİ, MİLLİ İSTİKLALİN KAYNAK VE DAYANAĞI YALNIZ MİLLİYETÇİLİKTİR.” (Türkçülüğün Esasları sayfa 75)

Sevgili Okurlar,

Türkçülük konusunda en yetkin şahsiyet olan Ziya Gökalp bu gün yaşadığımız tehdit ve tehlikeyi tüm boyutlarıyla bizlere anlatıyor. Nitekim bu gün “İslamcılık“ adı verilen ideolojik faaliyetler Sözde bir İslam anlayışı ile ilgilidir. Din Maskesi ile Milletimiz hedef alınmaktadır.

Nitekim Prof. Dr. Ziya Gökalp "TEOKRASİ VE KLERİKALİZM CEREYANLARI İSE CEMİYETLERİN GERİDE KALMASINA HATTA GİTTİKÇE GERİLEMESİNE EN BÜYÜK SEBEPTİR." demektedir.

40 yıldır Türk Milliyetçiliğine Yüzde yüz ters olduğu için karşı çıktığımız siyam ikizini andıran sentezcilik, Türk Milliyetçiliği yaptığını söyleyen partilerin fikir ve düşüncelerini oluşturmaktadır. Sözde Milliyetçi partilerin sürekli Siyasi Ümmetçiler ile aynı parkurda hareket etmeye devam etmeleri Türk Milliyetçiliğine hiç bir şey kazandırmamakta Siyasi ümmetçi hanesine fayda sağlamaktadır. Türk Milliyetçiliği fikir ve düşüncesi sözde ve İslam ile alakası bulunmayan sözde ümmetçilik uğruna ne hallere gelmiştir!

Sevgili Okurlar,

Biz dine veya diyanete karşı çıkılmıyoruz. İSLAMIN TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE -TÜRKLÜĞE-KARŞI BİR MASKE OLARAK KULLANILMASINA KARŞIYIZ.

Nitekim Ziya Gökalp çözümün ne olması gerektiğini şöyle açıklıyor:

"O HALDE NE YAPMALI? ÜLKEMİZDE, SADECE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ TÜRÇLÜĞÜ, TÜRKLÜK ŞUURUNU VE MEFKÛRESİNİ UYANDIRMAYA ÇALIŞMALIYIZ. ÇÜNKÜ BÜTÜN GELİŞMELERİN KAYNAĞI MİLLİ VİCDAN OLDUĞU GİBİ, MİLLİ İSTİKLALİN KAYNAK VE DAYANAĞI YALNIZ MİLLİYETÇİLİKTİR. (Türkçülüğün Esasları s 75)

Türkçülüğün teorisyeni Prof. Dr. Ziya Gökalp'ın dediği gibi "İslamcılık" Siyasi Ümmetçi bir söylemdir. Dinin siyasi çıkarlar için kullanılması ülke bağımsızlığı için tehlikelidir.

Siyasi Ümmetçi söylemler önlerinde engel olarak Atatürkçüleri “Milliyetçileri görmekte Türk Milliyetçiliğini etkisizleştirmek istemektedirler.

Ziya Gökalp'ın ifade ettiği gibi "Türk İslam sentezi" Türk Milliyetçiliğini etkisizleştirmek için siyasi ümmetçilik eklenmesidir.

Hayatımız boyunca yanlışlığını ifade ettiğimiz bu çarpık düşünceye üç büyük Türkçü Atatürk, Ziya Gökalp ve Nihal Atsız karşıdır.

Alparslan Türkeş bu görüşün mahzurlarını anlamış ebediyete intikalinden kısa bir süre önce Benimle birlikte Türkeli gazetesi ve Hürriyet Gazetesiyle yaptığı röportajlarda "BİZ ATATÜRKÇÜYÜZ" demiştir.

Değerli Arkadaşlarım,

Yarın Ülkü devi Prof. Dr. Ziya Gökalp'in yaşamından çok önemli kesitler vereceğiz.

En içten sevgiler saygılar selamlar.
25 Ekim 2016
Saat 23.00

TANER ÜNAL


.
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...