CUMHURIYET AHLAK ÜSTÜNLÜĞÜNE DAYANAN BİR ÜLKÜDÜR, CUMHURİYET ERDEMDİR

Mesele Osmanlıca mı yoksa Türk ve Atatürk Düşmanlığı mı?

Osmanlıca ya geri dönüşü savunanlara göre Türkçe yetersizmiş !?!  Şemsettin Sami (Resim: 2) bunu savunanlara ne de güzel yanıt veriyor Osmanlı devrinden hem de.

Öyledir ki, tüm dil bilimciler, "Türkçe dünyada evrimi en yüksek dildir." demekte iken neden Osmanlıcayı savundukları malumdur.

Kendileri easasen Türk olmadıklarından yani Türkçe düşünme, hissetme ve algılama derinliğine sahip olmadıklarından; dahası bilimde, felsefede Evrensel Görüş ve Düşünüşte de (Resim:1)  yetersiz  olduklarından, böyle bir savla Türk ve Atatürk  karşıtlığını dile getirmiş olmaktadırlar.


Resim: 1

Resim: 2


Resim: 3

NOEL BABA DEĞİL, AYAZ ATA



NOEL BABA DEĞİL, AYAZ ATA

Ayaz Ata, Türk,Altay ve Orta Asya mitolojilerinde, özellikle Kazak ve Kırgız Türkleri'nde ve Türkmenlerde Soğuk Hanı olarak tanımlanmaktadır. Mitolojilere göre kışın soğukta ortaya çıkan, kimsesizlere ve açlara yardım eden bir evliyadır.

Kaynak: Gazi Üniversitesi Türk Sanatı Topluluğu


Doların misyonu ve her yere taşıdığı majik etki


Bir doların üzerinde sağ taraftaki 6 köşeli yıldızın daha farklı bir biçimi bugün İsrail bayrağında bulunan ünlü Davud Yıldızı'dır. 

Piramit şeklinin üzerindeki “Annuit Coeptis” yazısı Latince “Bizim meselemiz, plan başarıyla tamamlanacaktır” anlamına geliyor. Hemen beraberindeki “E Pluribus Umum” ise “Birçoklarının içinde bir tane” yani Eski Ahit'teki “Seçilmiş Kavim” anlamına gelmektedir. 

Altta yer alan “Novo Ordo Seclorum – Çağların Yeni Düzeni” , İllimunati'nin temel sloganı olan “Ardo Ab Chao” yani “Kaostan Düzen çıkarmak-Kaos Bizim İçin İyidir” formülüyle birlikte değerlendirilmelidir. Kendileri tarafından yaratıldığı ve kontrol edşifreilebildiği sürece “kaos” korkulacak bir şey değildir, hatta iyidir. Çünkü önce kaosla boşluk yaratır, sonra istedikleri gibi doldurur ve yenidünya düzenini kurarlar. 

ABD dolarının üzerinde bulunan simgeler nasıl bir küresel komployla karşı karşıya olduğumuzun simgesidir. 

Bu banknotların yeşil renkte olması da, yine, dünyayı kontrol maksatlarına hizmet edecek o frekansın maksatlı kullanılmasıdır. 

Her rengin bir enerjisi/ frekansı vardır ve yeşil, yayıp büyüten frekansa sahiptir. Yeşil ile, Dolar üzerine işledikleri maksatlarının etkisi güçlendirilmiştir.  


Daha önce hiç bir yerde yayınlanmadı: 81 yıl önce bugün

 

29 Eki 2014 tarihinde yayınlandı 

Anadolu Ajansı, Kültür Bakanlığı arşivinden Mustafa Kemal Atatürk'ün katılımıyla 1933 yılında düzenlenen Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının daha önce hiç bir yerde yayınlanmamış görüntülerini yayına sundu.

Uygur İmparatorluğu Mu’dan sonra, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu olma özelliğini de taşır.




Büyük Uygur İmparatorluğu, Güneş İmparatorluğu Mu’ya ait en büyük ve en önemli koloni imparatorluğuydu. Uygur İmparatorluğu. Uygur İmparatorluğu Mu’dan sonra, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu olma özelliğini de taşır.

Uygur İmparatorluğu’nun doğu sınırı Pasifik Okyanusuydu. Batı sınırı yaklaşık olarak bugün Rusya’da Moskova’nın bulunduğu noktaya yakındı. İleri karakollar ise Avrupa’nın iç kısımları boyunca Atlantik Okyanusu’na dek uzanıyordu. Kuzey sınırları belirleyen kayıtlar mevcut olmamakla birlikte muhtemelen Asya’da Arktik Okyanusa (Kuzey Buz Denizi) dek uzandığı söylenebilir. Güney sınırı, Koçin Çini, Burma, Hindistan ve Pers ülkesinin bir bölümüydü.


Önemli bir hatırlatma:

Abdullah Gül, Türkoloji’ye yaptığı hizmetlerden dolayı Rusya bilim adamı Dmitriy Nasilov’a Liyakat Nişanı verdi…

Rusya'nın birçok Türk halkının vatanı olduğunu söyleyen Rus, yüzyıllardır Türk dil, kültür ve medeniyetini araştırıyor, bizde de Prof. ünvanlı Türk düşmanları "aydın" yakıştırması altında Batı'dan devşirdiği eksik düşünceyi bize uydurmaya çalışıyor, ne Türk'ü bilirler, ne İslam'ı.

Eksik İslam okuması yapan kılık dindarları da sözde ümmetçilik adı altında yine Batı'da Mevdudi'nin manevi kızı olarak bilinen Meryem Cemile'nin görüşlerini bize uydurarak Türk'e çamur atmayı görev bilirler. Irkçılık terimi sadece Türk karşıtlığı ve Türk'e karşı kullanılır, Batı'da ki oryantalizm bunu emreder.

Oysa Türk olmadan, bir Tulunoğulları, bir Eyyubiler, bir Atabeyler, bir Selçuklu, bir Türkiye Selçukluları bir Osmanlı, bir Safevi, bir Gazneli, bir Hint Babürleri, bir Timurlular, bir Baybars'ın Mısır Türk devleti olmadan savunduğunuz düşünce piç, savunduğunuz din öksüz ve yetim, siz de acınacak haldesiniz… Suratınıza tükürseler de uyansanız mankurtluktan, Kölelikten, Batı'nın kıçını yalamaktan, utansanız da ayrılsanız Şarkiyatçıların yalan katarından… Yazıklar olsun size, eğer bu milletin zerre hakkı varsa okuduğunuz ilimlerde, yazıklar olsun sizin gibi nankörlere, utanmazlara, arlanmazlara.. .

1918 yılında Erzurum’da 26-27 Şubat gecesinde 3 bin dolayındaki Türk Ermeniler tarafından öldürüldü



1918 yılında Erzurum’daki Rus Kuvvetleri Komutanı Albay Tverdokbelov’un anılarından şunları öğreniyoruz: 26-27 Şubat gecesinde 3 bin dolayındaki Türk’ün Ermeniler tarafından öldürüldüğünden ve Ermeni kökenli Rus subaylarının bu katliama yardımcı olduklarından yakınmış ve öldürme , ırza geçme, yağmalama olaylarının artması ve yakalananların Ermeni kökenli subay ve erlerce serbest bırakılması üzerine bir toplantı yaparak şunları söylemiştir: “Biz burada Ermenilerin Rus üniforması altında feci cinayetler işlemeleri için değil, Rusya’ya hizmet için kaldık. Eğer Ermenilerin barbarca ve vahşice davranışları son bulmazsa şehri terk etmemize izin verilmesinde ısrar edeceğiz. Ermeniler Rus subayları aldatarak kıyım yaptılar. Ermeni ileri gelenleri soykırımın önüne geçebilirdi.”

 Çeviri F.Ozonur

Bozkurt Efsanesi


Bozkurt Efsanesi / Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan

Bozkurt, Türk milletinin totemidir. Totem, içtimaî mana taşıyan bir semboldür. Bozkurtun totemliği de ayrı Türk zümrelerinde başka başka anlaşılmıştır. Göktürklerde dişi kurt, bir cedde (büyük anne); Uygurlar için erkek kurt, bir ceddir. Oğuzlarda ise erkek bozkurt büyük seferlerde önderlik eden bir millî kılavuzdur. Türklerin, kurdu totem olarak melafetmelerinin manası yabancılar tarafından izah edilmiştir. Arap tarihçisi Mesudî’ye göre bu, Türkleri diğer milletlerden ayıran bir millî karakterin ifadesidir. O, eski Kuşanlara ait bir hikâye anlatıyor ve diyor ki:

“Türklerin en büyük padişahlığı Çin ile komşu olan Kuşan Devleti olmuştur. Ona Dokuzoğuz da diyorlar. Bunlara yırtıcıların ve atların padişahı derler (Melik üs’süba ve’lhiyet). Çünkü dünya devletleri arasında onlardan daha kudretli, daha şevketli ve şiddetli, memleket idaresinde onlar kadar mazbut bir devlet yoktur. Ve dünyada en çok at yetiştiren millet de bu Kuşa n Türkleridir”. Burada milâttan evvelki Kuşanlarla milâdî X. yüzyıla (yani Dokuzoğuzlara) kadar Kansu ve Çin arasında yaşamış olan devlet irade olunmuş. Bunlara Altın Han demişler. Mısırlı Aybek oğlu Abdullah’ın naklettiği rivayetlerde Çengiz’in büyük ceddi olarak tanıttığı Kara Alp Arslan da arslanlar ve diğer yırtıcı hayvanlar arasında dağlık yerlerde yetişmiş bir kahraman olarak tanıtılmıştır. Oğuz Destanı’nda Kül Erkin Han’ın oğlu olan Tuman Han hakkında, yırtıcı hayvanların dillerini bildiği; bir ihtiyar kurdun üç genç kurtla kendi aralarındaki konuşmalarını dinleyerek memleketin refahını temin eden tedbirler aldığı anlatılmıştır.

Kurt, başlıca harplerde yol gösteren bir kılavuzdur. Uygurca Oğuz Destanı’nda Oğuz Han’ın her seferinde bir mavi kurdun orduya rehberlik ettiği, seferin sonu gelince bu kurdun yere oturduğu anlatılmıştır. XI. yüzyılda Semerkant’ta yaşayan Süryanî metropolidi Michael, Selçukîlerin İran’ı istilalarını anlatırken onların eski cedlerine İran seferlerinde köpeğe benzer bir hayvanın (yani kurdun) yol gösterdiğini anlatırken, kurdun rehberlik ettiği bu seferin Muhammed Peygamber’den 100 sene evvel, yani milâdî V. yüzyıl ortalarında, vaki olduğunu ifade etmiştir. O diyor ki: “Bu yırtıcı hayvan bir sefer zamanı gelince, Oğuzlara yakın gelerek Türk dilinde, ‘Göç! Göç!’, yani göç edeceksiniz, diye ulurmuş. Oğuzlar bu hayvana tam yanaşmıyorlardı. Ancak göz görecek yerden onu takib ederler. Sefer tamam olunca oturur. Oğuzlar da durur. Sonra bu hayvan kaybolur ve ikinci bir sefer zamanı gelinceye kadar görünmez”.

Oğuz Destanı, böyle seferlerin sadece kurdun işaretiyle başladığını anlatır. Uygurca Oğuzname’de seferlerin başında kurdun resmi de konulmuştur. Yoksa sefer hakanın isteğiyle ve halkın uymasıyla başlar. Sefer kararlaştırıldıktan sonra kurt ortaya çıkar ve kılavuzluk eder. Yani bir seferin zarureti, kurt tarafından ilham edilmez.

Göktürklerde, Karluk ve Halaçlarda bozkurt, bir mürebbiyedir. Büyük ced bir mağarada doğuyor. Oraya dişi kurt gelip, sütü ile çocuğu büyütüyor. Kurdun iki çocuğu vardır, Türkün ceddi de onların yanında üçüncü oluyor. Bu gibi akideler eski Etrüsklerden Romalılara geçmiş ve böyle iki yavruyu emziren bir kurdun resmi, geçen sene Türkistan’da ve Ora Tepe şehrinin yanında yapılan kazılarda bir duvarda bulunmuştur.

Bu duvar IX. yüzyılda yapılmış, belki daha eski, bir binaya aitmiş. Geçen sene (1968’de) Tahran’da toplanan İran Sanatı Kongresi’nde Rus profesörü Belenitski, “Bu resim Roma efsanesinin Türkistan’dan geldiğini ifade edebilir.” demişti. Çünkü bu tip resmin Sasanîler zamanından kalan bir örneği Roma kurdundan farklı imiş. O hâlde Ora Tepe kurdu, eski Roma’dan daha eski bir resimden alınmış olabilir. Bu kurda Moğol ve Türkler, her iki dilde müşterek olan bir kelime olmak üzere “Açina” (Moğollarda Açino); Hudud’ülÂlem kitabında “Asena” demişler. Göktürklere ait rivayette kurdun Türk olan çocuğu ve on iki kabilenin reisi sıfatıyla on iki çocuk bu kurttan doğmuş veyahut onun tarafından emzirilerek beslenmiş.

Kurt tarafından beslenilmiş olan ilk Türke Böri Tekin, yani “Kurt Prens” denilmiş. Cengiz’in Türk olan

ecdadına ait rivayetlerde Türkçe kelimeler, Böri Tekin hanedanının tebaası olan Şivei, sonraki isimleriyle Moğol dilinde değişikliklere uğramıştır. Türkçe börü kelimesine (kurt manasında), bu cedde ait Çin rivayetlerinde “Fuli” denilmiştir. Fakat “Açena” kelimesi de Göktürklerde kullanılmış. Açina da Türkçe bir kelimedir. Budha kültü ile bağlı hüyüklere “acina” demişler. Son zaman Özbekleri Arapça “cin” kelimesiyle bağlamak isteyerek buna “Acinna” demişler. Fakat “cin” kelimesinin “acinna” şeklinde bir çoğulu yoktur. Her hâlde açina, yani Türklerin ceddi, yahut ceddesi olan Açena, Budizm kültürü ile bağlanmıştır. “Tegin” kelimesi mesela Ot Tegin’in “Ot Çegin” telaffuzunda olduğu gibi, “t” harfi, “ç” telaffuz edilmiştir. Cengiz’in ecdadına ait rivayetlerde birçok Türkçe kelimelerde başlangıç “T”, “Ç” harfi ile telaffuz edilmiştir. “Börü Tekin” ismi “Börü Çegin” ve sadece Börçegin telâffuz olunmuş ve bunun manasını bilmeyen Moğollar “Mavi gözlü” olduğuna dair etimoloji uydurmuşlar.

Börü Tekin ismi Göktürk ve Karahanlıların prenslerine verilen maruf bir isimdir. Merkezi şimdiki Kabil yanında Begram (daha eski ismiyle Kaisa) olan İndoskit krallarının ceddinin adı da Börü Tekin imiş. El Biruni, bunu “Borıh Tekin” olarak yazmış ve bunun doğduğu ve Türk askeri elbisesi giymiş hâlde halkın huzurunda sürünerek dışarı çıktığı mağaranın bu eski Kâbil yanında gösterildiğini ve kendisine BWR denildiğini, yani El Biruni zamanında daha herkesin bildiği bir yer olarak gösterildiğini kaydetmiştir. Benim bizzat 1914 yılında Şarkî Buhara’da Feyzabad ve Dihnev mıntıkasında yaşayan Karlukların bir mağarada dişi kurt tarafından beslenen prensi “Bayburı” tesmiye ettiklerini işitmiştim. Milâttan önceki Usun (Vusun) Türklerinde de bozkurt dişi annedir. (yani kola mensup olan Göktürklerinki gibidir). Çengiz’in cedleri olan Börü Tekinlerde de Göktürk ve Usunlarda olduğu gibi bozkurt bir ceddedir. Göktürklerin eski bir kolundan ayrılmış olarak gösterilen eski Tibet hükümdar sülâlesi de kendilerinin bozkurt anneden gelmiş olduklarına inanmışlardır.

Prof. Marquart, Uygurların ceddi sayılan erkek kurdun Müslümanlığın tesiriyle bazı kaynaklara arslan olarak geçtiğini ileri sürmüş. Mısır Memlûklerinden Aybek oğlu Abdullah Türk ve Moğolların menşelerine ait naklettiği rivayetlerinde de dişi kurt yerine dişi arslandan türemiş olduğunu düşünerek olsa gerek, kurt yerine arslanı almıştır, fakat hikâyenin Moğolca ve Çağatayca asıllarında hep dişi kurt bahis konusudur. Zamanımızdaki bazı Marksistler gibi Süryani Papazı Michael ve İranlı Gerdizi, Oğuz ve Kırgızların menşelerine dair naklettikleri rivayetlerde, bunları küçümseyerek “kurt” yerine, “it” kelimesini almışlardır. Gerdizi bu Kırgızların “Saklap” dedikleri herhalde eski Saklardan gelmiş olduklarından, cedlerine Farsça “sek” yani köpek demiştir. Fakat bu yabancılar, Türklerde ayrı kabilelerin veyahut milletin totemlerinin muayyen hayvanlardan geldiğinin ve bunun değiştirilemediğinin farkında değildirler. Yani kat’i olarak Türk kavimlerinin müşterek totemi kurttur.

Kurt efsanesinin teferruatına gelince, bunun erkek kurt şeklini yaşatmış olan Uygurların, Çin kaynaklarında kayıtlı rivayetlerine göre; Hun Yabgusu’nun (yani hükümdarının) çok güzel iki kızı olmuş ve onları isteyenlere vermeye kıyamamış. Bunlar ancak bir Tanrı’ya zevce olmaya layıktır, demiş ve memleketin kuzey tarafında yüksek bir kale yaptırıp iki kızını oraya hapsettirmiş. Tanrı’ya niyaz etmiş ve kızlarına gelmesini, onlarla evlenmesini rica ederek dualarda bulunmuş. Nihayet bu kale etrafında ihtiyar bir kurt dolaşmaya başlamış. İki kızın küçüğü ablasına “Bize gönderilecek olan mabud herhalde şu kurttur.” demiş ve her iki kız kurdun yanına gelerek onunla evlenmişler. Bu temastan Huihu (Uygur) kabileleri vücuda gelmiş. Bu sebepten Uygurların şarkıları kurt ulumasına benzermiş.

Erkek kurt efsanesinin güzel bir şekli, Çengiz’in ecdadına ait hikâyelerde bulunur. Börçegin sülâlesi arasında taht kavgası çıkınca, davanın çözülmesi işine erkek bozkurt karışıyor. Duyun (tüyün) Bayan ismindeki Hanın ölümü esnasında oğullarından hiçbirisi padişahlığa layık görünmediğinden, ölümünden sonra kadını Alangua’nın çadırına ışık deliğinden bir nur olarak gelip, kurt olarak çıkacağını söylemiş. Gerçekten de böyle geliyor, kadın hamile kaldıktan sonra kurt olarak çıkıp gidiyormuş.

Dişi kurt efsanesine gelince, Göktürk tarihinin başlangıcına dair yine Çin kaynaklarında naklolunan rivayetlere göre Göktürklerin babaları “Batı Denizi” (Sihay) sahilinde otururlarmış. Komşu hükümdarlardan birisi ansızın hücum edip bunların hepsini kılıçtan geçirmiş. Yalnız, on yaşında bir çocuk kalmış. Onun da el ve ayaklarını kesmişler. Ona doğru bir kurt gelip bunu Batı Denizi’nin doğu tarafına nakletmiş. Hem Kaoçang yani Uygur yolunun kuzey tarafındaki dağlardan birinin mağarasında yerleştirmiş. Burada takriben 100 km çevresinde mümbit bir ova varmış. Etrafı hep kayalarmış. Kurt bu çocukla birleşerek on oğul doğurmuş. Bunlardan birisinin ismi Asena, yani kurt, imiş. Bu çocuklar mağaradan çıkıp etraftaki kabilelerden kız kaçırıp çoğalmışlar. Nihayet AHienŞe adlı birisi bunları mağaradan çıkarmış. Bunlar Kienşan (yani Altın) dağlarında yerleşmişler ve demircilikle meşgul olmuşlar. Buradaki KaoTschang, şimdiki Urumçi tarafları demek olduğundan, bunun kuzeybatısı Kuzey Tiyanşan dağlarına rastlar. Altın dağları ise Thomsen ve Parker’in fikirlerince şimdiki Doğu Türkistan’ın güneydoğusunda bulunan dağlar olacak. Asena’nın oğulları bayraklarının mızrağına bir kurt başı takarlarmış. Çinlilerin Wei Sülâlesi tarihi ilklerden bahsederler (bunlar prenstir). Bunlardan biri Çuce, Türk destanlarında “Şu” ismiyle maruf olan ve Orta Tiyanşan’ın “Çu” havzasında hükümdarlık eden sülâlenin ismi ceddi olacak. Dördüncü küçük kardeşleri IÇiniSetu, kurt anneden doğmuş imiş. Komşuları olan düşmanlarının hücumuna uğrayınca bunların hepsi ölmüş. Yalnız on yaşında olan küçükleri IÇiniSetu sağ kalmış. Buna bir dişi kurt rast gelmiş; onu bir mağaraya götürüp emzirip beslemiş. Büyüyünce bu ana kurttan dört oğlu doğmuş. Bu prenslerin dördüncüsü NaTuluşa (İslami rivayetlere göre Nutel; “şe” de Türkçe “şad” demektir: Nutelşad), halkını kurt annesinin vatanı olan Basısişı dağlarında yerleştirdi. Bu dağlar Issık Göl mıntıkasının dağları olacak. Halkı ona “Türk” ismini ve AHienŞe lâkabını verdi.

Dişi kurttan türeyen Börçegin sülâlesi, yani Çengiz’in ecdadına ait rivayetler, daha çok çeşitlidir. Burada zikri geçen coğrafî isimlerin yerleri tespit edilebiliyor. Bu ülke, Tibet ile Çin arasındaki Kokenor (yani Gökçegöl) mıntıkasıdır ki burasına “BörüTibet”de denilmiştir. Moğolca Altantopçu rivayetine göre sülâlenin ceddi olan Börçegin (yani BörüTekin) bir dişi kurt tarafından beslenmiştir. Birçok rivayetlerin anlattığına göre, bunlar Tengiz denilen Batı denizinin (yani Kökenor) batısında idiler. Tengelek ismindeki bir ırmağın boyunda yaşıyorlardı. Bu Tengelek, bugün Saydam ile Kokenor arasında aynı ismi muhafaza etmiştir. Düşman olan komşu milletler hücum edince Bozkurt, bu prensi bu denizin şarkına geçirmiştir. Orada dağlar arasındaki meralarda birkaç nesil barınmışlar ve çoğalmışlar. Yani Göktürk rivayetindeki 200 li (100 km) çevresinde olan mümbit saha Reşideddin ve başkalarının rivayetine göre Ergenekon’un kendisidir. Bu Ergenekon, Smith’in tetkikine göre bugün Kunerkin ismini taşıyan yer olacaktır ki Hun hükümdarlarının Nanşan dağlarındaki esas vatanlarına yakın bir yerdi.

Çengiz’in ecdadına ait rivayetlerde Altın Han ile hanımı Kurleviç, Alamelik Körklü ismindeki güzel kızları güneşten hamile kalınca, bunu bir sandık içine koyup Tengelek nehrine atmışlar. Fakat bunu Kıyat kabilesinden Dunbavul Mergen ile Türkmenlerden Şibasokur (Tepegöz) yakalamışlar ve kız, Dunbavul’un karısı olmuş.

Abdulah’ın naklettiği rivayetlerde, yukarda zikrettiğimiz gibi, dişi kurt yerine “dişi arslan” ibaresi kaydedilmiş. Bir Tibetli olan annesi tarafından Karatdağ dağlarında bırakılınca, bunu dişi arslan beslemiş. Onun zaten iki tane yavrusu varmış. Büyüyünce Alp Kara Arslan ismini alan bu genç, üç erkek, üç kadın ve bir kızdan ibaret olan Tatarlara rastlamış ve bu kızla evlenerek bundan on iki oğlu olmuş.

Oğullarından Çengiz temirci imiş (yani demirci). Bu Cengiz, sonraki Cengiz Han’ın büyük ceddi ve bu isim de “Tengiz” demek imiş. Bunların yaşadığı göl çevresinde “Izırmak” ismindeki şehirde kendi imali olan demir silâhları satmakla geçinen Cengiz Han, bu gölün ortasındaki adada beslenen ve “Otatı” ismindeki at sürülerinin de sahibi imiş. Hikâyede bu atlar Arapça olarak “Deniz atları” (Birdhevn albahri) olarak isimlendirilmiştir.

Kökenor’un ortasındaki gölden çıkan aygırla kısrakların birleşmesinden doğan bu atlar ve demircilik, Çin kaynaklarında da zikredilmiştir.

Dişi kurttan türeyen Börçegin sülalesine ait hikâyeler bir taraftan Tiyenşan dağlarında diğer taraftan Kokenor mıntıkasında, üçüncü olarak da Kâbil mıntıkasında milâttan evvelki yüzyıllardan başlayıp gelişmiştir.

Bu kurt ced ve ceddi hakkındaki kayıtlar Prof. J. Marquart tarafından Uber Das Volkestum der Komanen, s. 3036, 7071 ve 142; Sir Gerard Clauson’un 1964 yılında Helsinki’de basılan Turks and Volves ismindeki eserinde de Moğol rivayetleri, H. H. Howorth’un Journal Royal Asiatic Society 1908 yılı cildinde; Göktürklere ait rivayetler, Bahaeddin Ögel’in Belleten, cilt: 21 (1957) “Doğu Göktürkleri Hakkında Vesikalar ve Notlar” isimli eserinde toplanmıştır. Kıpçak rivayetleri ve Aybek ile Abdullah’ın verdiği malûmatlar daha neşredilmiş ve tahlil edilmiş değildir. 470

Alıntı Kaynağı: Türkler, Cilt: 3 S.544-546

TEYZE ÇOCUKLARI(MIZ) DENiZ BAYKAL ve BULENT ARINÇ - Zülfü Livaneli


DEĞERLİ CUMHURİYET HALK PARTİLİ DOSTLARIM ! 

LÜTFEN BU YAZIMI HER YERDE PAYLAŞIN , PAYLAŞINKİ CUMHURİYET HALK PARTİSİNİ , YILLARCA KİM YÖNETMİŞ HERKES BİLSİN VE DUYSUN , SAYGILARIMLA.
ZÜLFÜ LİVANELİ YAZISI
TEYZE ÇOCUKLARI(MIZ) !
DENiZ BAYKAL– BULENT ARINÇ (ARAŞTIRINIZ) VAY DENİZ VAY, SENİ GİDİ SENİ...,
AKŞAMLARI BALLI SÜT, SABAHLARI ORMANDA KOŞU, ÖĞLE YEMEĞİNDE ÖZEL MENÜ... 
SONRA KASETLERDEN ÇIK...
DENİZ BAYKAL İLE BÜLENT ARINÇ'IN TEYZE ÇOCUKLARI OLDUĞUNU, İKİSİNİN DE ROCHEFELLER BURSU İLE OKUDUĞU GERÇEĞİNİ YAZAN ZÜLFÜ LİVANELİ UZUN UZUN DA DENİZ BAYKAL'I YAZMIŞ...
DENİZ BAYKAL AKP'Yİ İKTİDAR YAPMIŞ!
BÜLENT ARINÇ'I MECLİS BAŞKANI YAPMIŞ, İKBAL KAPISINI AÇMIŞŞŞ!
DENİZ BAYKAL KİMDİR ?..
BİLMİYOR AMA KİM OLDUĞUNU BİLMEDEN İHANETİNİ YAZIYOR...
YA BİLSEYDİ DENİZ BAYKAL'LA BÜLENT ARINÇ'IN TEYZE ÇOCUKLARI OLDUKLARINI.
BİR VARMIIŞ, BİR YOKMUŞ...
SEBATAY OLDUĞU İÇİN CAN KORKUSUYLA SURİYE'DEN ALANYA'YA KAÇARAK YERLEŞEN BİR AHMET NEŞŞAR VARMIŞ... YIL 1860. 
BİZİM SAFTİRİK YÖRÜKLER ARAPÇA BİLDİĞİ İÇİN ONA "ŞEYH AHMET NEŞŞAR" DEMİŞLER...
KIRİPTO SEBATAY ŞEYH AHMET NEŞŞAR'IN BİR OĞLU İKİ KIZI VARMIŞ...
KIZLARINDAN BİRİ RAZİYE...
DİĞERİ ŞADİYE...
RAZİYE'NİN LAKABI DA VAR "ALIK RAZİYE"...
RAZİYE BERGAMA YAHUDİLERİ’NE GELİN GİTMİŞŞ…. !
BUGÜNKÜ İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ LEVİ AİLESİ !
RAZİYE'NİN KIZI İSE SEVDİYE…
SEVDİYE'NİN OĞLU İSE BÜLENT ARINÇ ... !!!
PEKİ ŞADİYE'DEN GELME, SİDİKLİ ATİKE'NİN TORUNU DENİZ BAYKAL BÜLENT ARINÇ'IN NESİ OLUR ?
ZATEN HER İKİSİ DE DENİZLİ MİLLETVEKİLİ AHMET UĞUR NEŞŞAR İÇİN, DAYIMIN ÇOCUĞU DEDİKLERİNE GÖREEEEE...
EEE...
BİR ŞEY OLURLAR CANIMMM !..
KEKLENMİŞ CHP'LİLERE BUNLARI ANLATAMAZSIN, HEMEN BELGESİNİ SORARLAR,
LEVİ ÇOK VEFAKARDIR,
ÇOK DİNCİ (!) BÜLENT ARINÇ'IN OĞLUNUN DÜĞÜNÜNDE TEK MÜSLÜMAN ÜLKESİNDEN BÜYÜKELÇİ YOKTU AMA TEK BAŞINA İSRAİL BÜYÜKELÇİSİ LEVİ ŞEREF MİSAFİRİ OLDU... !!!
VEFAKARLIĞINI TEBRİK EDERİZ !..
EEE... 
DENİZ BAYKAL DA ÇOK VEFAKARDIR,
BÜYÜK ELÇİ LEVİ ANADOLU GEZİLERİN DE ERZİNCAN'DAN, KAYSERİ'DEN, TRABZON'DAN HER İLİMİZDEN KOVULDUĞU HALDE LEVİ'NİN BABA TARAFINDAN KUZENİ, CHP BİR NUMARA MANİSA MİLLETVEKİLİ ŞAHİN MENGÜ'YÜ GÖREVLENDİREREK, İSRAİL BÜYÜKELÇİSİNİ KIRMIZI HALILARLA KARŞILADILAR…
“AKRABALARI” İÇİN MANİSA'DA COŞKULU TÖRENLER YAPTILAR...
MANİSA SANKİ İSRAİL OLMUŞTU...
TEYZE ÇOCUKLARI İŞİ BİLİYOR...
ZATEN HER İKİSİNİN DE PATRONU ABD'DEKİ AZGIN YAHUDİ ROCHEFELLER VAKFI DEĞİL Mİ ?..
HER İKİSİNİ DE BU VAKIF OKUTMADI MI?
HER İKİSİNİ DE ABD'DE BU VAKIF KARŞILAYIP KOLLADI! 
NEDEN?
DENİZ BAYKAL ATATÜRKÇÜLERİ KEKLEDİ....
TEYZE OĞLU İSE DİNDARLARI KEKLEDİ...
VE
İSRAİL LOBİSİNE EKLEDİ !..
HADİ DİYELİM Kİ DİNDARLAR CAHİLDİ…
YA UYANIK CHP LİLER KIRK SENE NASIL DA KEKLENDİ? !


.



Türk ermeni ilişkileri krolonojisi 1022 - 1999 yılları

Kıbrıs Gazimiz  Sayın Mehmet Kolburan Tarafından hazırlanan 
Türk ermeni ilişkileri kronolojisi aşağıdadır.  

Milletimiz soykırım iftirası ile mücadele ederken bu kronolojinin 
Türk Milletinin bu iftiraya karşı  savunmasına destek olacağı şüphesizdir. Sunuyorum.

Op. Dr. Aytekin Ertuğrul
T.C. Türk Milletinin Bir Ferdi.


KRONOLOJİ (1022-1998 yılları)

1022 Ermeni topraklarının İmparator II. Basileios tarafından Bizans topraklarına katılması üzerine 
40 bin Ermeni Anadolu'ya sürgün edildi.  

1046 Ermeni hanedanları Bizans İmparatoru 
IX. Konstantin tarafından katledilerek yok edildi.  

1054 Sultan Tuğrul Bey döneminde 
Selçuklulara bağlanan Ermenilere özerklik verildi.  

1098 Ermeniler Haçlılarla işbirliği yaptılar.  

1461 Fatih Sultan Mehmed, Bursa'daki Ermeni Piskoposu Hovakim'i (Ovakim) İstanbul'a getirterek kendisine Patrik unvanını verdi ve Ermenilere birçok haklar tanıdı.  

1567 Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl kadar önce Venedik'te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki bir papaza İstanbul'da bir Ermeni matbaası açması için izin verildi.  

1790  İlk resmi Ermeni Okulu, Amira Miricanyan ve Şnork Mığırdıç tarafından Kumkapı Fıçıcı Sokak'ta kuruldu.  

1823  Artin Bezciyan adlı Ermeni, 
Kumkapı'da Bezciyan Okulu'nu kurdu.  

1824 Patrik Karabet, Ermenice gramer okutan 
Kumkapı Okulu'nu Patrikhane'nin himayesine aldı.  

1853  (22 Ekim) Ermeni Maarif Komisyonu kuruldu.  

1876 Kurulan Mecliste Ermeni milletvekilleri de katıldı.  

1877  (7 Aralık) Ermeni Milli Meclisi, Ermeni halkının askere yazılarak savaşa katılma kararını aldı.  

1878  (13 Nisan) İstanbul Ermeni Patriği Nerses, 
İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury'ye gönderdiği muhtırada, Türklerle beraber yaşayamayacaklarını bildirdi. 
(13 Temmuz) Berlin Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya, Osmanlı Ermenileriyle ilgili 61. madde eklendi.
(3 Ağustos) İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Salisbury, İstanbul Büyükelçisi Layard'a gönderdiği talimatta, Osmanlı Hükümeti'nin Doğu'da reformlara başlaması gerektiğini bildirdi.
1890  (20 Haziran) Erzurum İsyanı 
(Temmuz) Kumkapı Nümayişi Birinci Sason İsyanı
1892 - 1893 Merzifon, Kayseri, Yozgat isyanları  

1895  (30 Eylül) Babıâli olayı 
Kasım ayında, Ermenilerin Maraş'ta isyan teşebbüsü
1896 (30 Ekim) İstanbul'da Ermeni eylemi 
(1 Haziran) I. Van isyanı
(26 Ağustos) Osmanlı Bankası Olayı 
1902  Ermeni dilcilerden H. Acaryan, 
"Ermeni Dili'ne Türk Dili'nin Tesiri ve Ermenilerin Türkçe'den Aldıkları Sözler" adında bir eser yazdı.  

1904  İkinci Sason isyanı  

1905 (21 Temmuz) Yıldız Camii'nde, 
Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid'e suikast teşebbüsü.  

1908 Ermenilerin Jamanak adlı gazetesi yayın hayatına başladı. İkinci Meclis açıldı ve Ermeni komitecilerden bazıları Millet Meclisi'ne girdi. 
1909 (14 Nisan) Adana'da Ermeni isyanı  
1915 (15 Nisan) II. Van İsyanı
(24 Nisan) Osmanlı Devleti aleyhinde 
faaliyette bulunan Ermeni komiteleri kapatıldı. 
Bu komitelerin idarecilerinden 2345 kişi tutuklandı.
(3 Mayıs) Ermeniler Van'da büyük bir katliama giriştiler. 
(27 Mayıs) Yer Değiştirme (Tehcir) Kanunu çıkarıldı. 
1918  (1 Şubat) Ermeni komitacı Arşak, 
Bayburt'ta katliam yaptı.
(25 Nisan) Ermeni komitacılar, 
Kars'ın doğusundaki Subatan köyünde 
750 Müslüman'ı katletti. 
(1 Mayıs) Ermeni komitacılar, Kars'ta, aralarında çocukların da bulunduğu 60 Müslüman'ı katletti.
1919  (20 Kasım) Osmanlı bürokrasisinde üst düzeyde görev yapan Bogos Nubar Paşa ve Şerif Paşa, 
Ermeni-Kürt bağımsızlık belgesini imzaladılar.  

1920 (12 Ocak) 450 kişilik Ermeni süvari birliği, 
Antep'in Arapdar köyünde Müslümanlar'a işkence yaptı. 
(2 Aralık) Gümrü Anlaşması imzalandı. 
1921 (15 Mart) Talat Paşa, 
Berlin'de Ermeniler tarafından katledildi.
(6 Aralık) Sait Halim Paşa'yı Ermeniler Roma'da katletti 
(16 Mart) Moskova Anlaşması imzalandı.
(18 Mart) Ermeni Misak Torlakyan, 
Azerbaycan İçişleri Bakanı Cevanşir Han'ı, 
Tepebaşı'ndaki Pera Palas Oteli önünde öldürdü.
(13 Ekim) Kars Anlaşması imzalandı. 
1922 (22 Temmuz) Cemal Paşa, 
Tiflis'te Ermeniler tarafından katledildi.  

1923 Ermeni asıllı Münib Boya, 
Van milletvekili olarak meclise girdi.
(24 Temmuz) Lozan Anlaşması imzalandı. 
1934  Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı romanı, ABD'de İngilizce yayımlandı.  

1935  (15 Aralık) Pangaltı Ermeni Kilisesi'nde toplanan bir grup Ermeni, Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserini "Türk milleti hakkında iftiralarla dolu olduğu" gerekçesiyle yaktı.  

1936 Franz Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" 
adlı eserinin Fransa'da yayımlanması, 
Türk basınının tepkisini çekti.  

1937 Cevat Rıfat Atilhan, "Musa Dağı" adında 
kitap yazarak, Franz Werfel'in eserinin gerçekleri yansıtmadığını bildirdi. Werfel'in, "Musa Dağ'da Kırk Gün" adlı eserinin filme alınmasının engellenmesi, 
ABD Dışişleri Bakanlığı nezdinde gündeme geldi. 
1943  Ermeni asıllı Berç Türker Keresteci, 
Afyonkarahisar milletvekili oldu.  

1957 Mığırdıç Şellefyan, 27 Ekim seçimlerinde, 
Demokrat Parti listesinden İstanbul milletvekili seçildi.  

1964 (24 Aralık) Kıbrıs Dışişleri Bakanı Kipriyanu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde 
"Ermeni Meselesini" ortaya atarak Türkiye aleyhine 
karar çıkarmaya çalıştı.  

1965 (24 Nisan) Brezilya'nın Sao Paulo kentinde, Ermeniler tarafından Türkiye aleyhine gösteri düzenlendi.  

1969 (24 Nisan) Londra'da, Türk Elçiliği önünde 
Ermeniler tarafından gösteri yürüyüşü tertip edildi.  

1973 (27 Ocak) Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir, Mığırdıç Yanıkyan adlı Ermeni tarafından katledildi.  

1975 (20 Ocak) ASALA (Gizli Ermeni Kurtuluş Ordusu) örgütü kuruldu.
(22 Ekim) Viyana'da, Büyükelçi Daniş Tunalıgil katledildi. 
(24 Ekim) Paris'te, Büyükelçi İsmail Erez ile polis Talip Yener katledildi. 
1976  (16 Şubat) Beyrut Büyükelçiliği 
Birinci Kâtibi Oktay Cerit katledildi. 
(28 Mayıs) Zürih Çalışma Ateşeliği Bürosu bombalandı. Saldırının faili olduğu anlaşılan Noubar Soufoyan adlı bir Ermeni yakalandı, yargılandı ve suçu sabit görülerek 
15 ay hapis cezasına çarptırıldı. 
1977  (29 Mayıs) İstanbul Yeşilköy Havaalanı'na ve Sirkeci garına patlayıcı madde atıldı, saldırıda 4 kişi öldü ve 31 kişi yaralandı. Saldırıları "Aşırı Ermeni Hareketleri Örgütü" üstlendi. 
(9 Haziran) Vatikan Büyükelçisi Taha Carım katledildi. 
1978 (3 Ocak) Brüksel Büyükelçiliği'ne patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi.
(3 Ocak) Londra'daki Türk bankasına patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi.
(2 Haziran) Madrit'te, Büyükelçi Zeki Kunaralp'ın eşi Necla Kunaralp ve emekli Büyükelçi Beşir Balcıoğlu katledildi. 

(8 Temmuz) Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşeliği 
ve Türkiye Turizm Bürosuna patlayıcı maddeler atıldı. Saldırıyı "Ermeni Soykırım Adalet Komandoları" üstlendi. 
(6 Aralık) Cenevre Başkonsolosluğu'na patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Yeni Direniş Örgütü" üstlendi. 
(17 Aralık) THY Cenevre Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı "Ermeni Gizli Kurtuluş Örgütü (ASALA)" üstlendi. 

1979  (15 Nisan) Yunan Hükümeti, 
Atina'nın Nea Simirna meydanında 
"'Ermeni İntikam Anıtı"nın dikilmesine izin verdi. 
(22 Ağustos) Cenevre Başkonsolosluğu'nda Konsolos Yardımcısı Niyazi Adalı'ya karşı suikast düzenlendi. Saldırıda 3 kişi yaralandı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(27 Ağustos) THY Frankfurt Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(4 Ekim) THY Kopenhag Bürosuna patlayıcı madde atıldı. Saldırıyı ASALA üstlendi.
(12 Ekim) Lahey'de, Amsterdam Büyükelçisi Özdemir Benler'in oğlu Ahmet Benler katledildi.
(22 Aralık) Paris'te Turizm Müşaviri 
Yılmaz Çopan katledildi. 
1980  (10 Ocak) ASALA, THY Tahran Bürosuna 
bombalı saldırıda bulundu.
(6 Şubat) Büyükelçi Doğan Türkmen, 
Bern'de saldırı sonucu yaralandı.
(10 Mart) Ermeni teröristler THY'nın Roma Bürosunu bombaladılar. Saldırıda 2 İtalyan hayatını kaybetti, 
14 İtalyan da yaralandı.
(8 Nisan) ASALA, Sayda toplantısında, 
Kürtlerle Ermeniler arasında benzerlik olduğunu iddia ederek Kürtleri kan kardeşi olarak ilân etti.
(17 Nisan) Vatikan Büyükelçisi Vecdi Türel 
silahlı saldırıya uğradı. Koruma görevlisi Tahsin Güvenç yaralandı.
(19 Nisan) ASALA, Marsilya Türk Konsolosluğu'na roketatarlı saldırı düzenledi.
(31 Temmuz) Atina İdari Ateşemiz Galip Özmen 
ve kızı Neslihan Özmen acımasızca katledildi.
(5 Ağustos) Lyon'da, Ermeniler tarafından 
konsolosluğun basılması sonucu Kadir Atılgan, 
Ramazan Sefer, Kavas Bozdağ ve Hüseyin Toprak 
adlı vatandaşlar yaralandı.
(26 Eylül) Paris'te, Basın Ataşemiz Selçuk Bakkalbaşı silahlı saldırıya uğradı ve ağır yaralandı.
(10 Kasım) ASALA örgütü, Strasburg Türk Konsolosluğu'na bir saldırı düzenledi.
(17 Aralık) Sidney Başkonsolosu Şarık Arıkyan ile 
koruma polisi Engin Sever katledildi. 
1981 (13 Ocak) Paris Büyükelçiliği Maliye Müşaviri 
Ahmet Erbeyli'nin arabasına bomba konuldu; 
Erbeyli ölümden döndü.
(4 Mart) Paris'te Çalışma Müşaviri Reşat Moralı ile 
din görevlisi Tecelli Arı şehit edildi.
(3 Nisan) Kopenhag'da, Çalışma Müşaviri Cavit Demir, evine giderken Ermeni teröristlerce kurşunlandı ve ağır şekilde yaralandı.
(9 Haziran) Cenevre'de, sözleşmeli sekreter olarak görev yapan Mehmet S. Yergüz katledildi. Olayı ASALA üstlendi.
(24 Eylül) Paris Başkonsolosluğu'nu basan Ermeniler, güvenlik görevlisi Cemal Özen'i acımasızca katlettiler.
(3 Ekim) Roma Büyükelçiliği 2. Katibi Gökberk Ergenekon, Ermeni teröristlerin silahlı saldırısına uğradı ve ağır yaralanarak saldırıdan kurtuldu.
(27 Kasım) Avrupa'da bulunan "Ermeni Öğrenciler Birliği" ile "'Kürt Öğrenci Derneği", Londra'da ortak bildiri yayınladılar. 
1982  (28 Ocak) Los Angeles'da, Başkonsolos Kemal Arıkan, Harry Sasunyan ve Kirkor Saliba tarafından katledildi. 
(8 Nisan) Ottowa Büyükelçiliği Ticari Müşaviri 
Kemalettin Kâni Güngör silahlı saldırı sonucu yaralandı.
(5 Mayıs) ABD'nin Boston Bölgesi Fahri Konsolosu 
Okan Gündüz katledildi.
(7 Haziran) Lizbon Büyükelçiliği İdari Ataşesi Erkut Akbay katledildi. Bu arada, Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ataşesi Atilla Altıkat, Bulgaristan Burgaz Başkonsolosluğu İdari Ataşesi Bora Süelkan ve Lizbon Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Yurtsev Mıhçıoğlu'nun eşi Cahide Mıhçıoğlu da silahlı saldırıya uğradılar. Türkiye'nin Kanada Büyükelçiliği görevinde bulunan Coşkun Kırca da, silahlı saldırıya uğradı.
(7 Ağustos) 3 Ermeni terörist, Ankara Esenboğa Havalanına silahlı, bombalı saldırı düzenlediler 
ve katliam yaptılar. Otomatik silahlarla ve bombalarla orada bulunanlara saldıran teröristler, 3'ü emniyet görevlisi olan toplam 9 kişiyi öldürdüler ve 78 kişiyi yaraladılar. 
Levon Ekmekçiyan isimli terörist yakalandı
(10 Ağustos) Artin Penik adlı Ermeni, 
Esenboğa katliamından duyduğu üzüntüyü dile getirerek, kendini yakmak suretiyle Ermeni terörünü lânetledi.
1983 (29 Ocak) Levon Ekmekçiyan, 1982 yılı Esenboğa baskını nedeniyle Ankara'da idam edildi. Harut Levonyan ve Rafi Elbekyan adlı iki Ermeni militan tarafından Türkiye'nin Yugoslavya Büyükelçisi'ne düzenlenen suikast sırasında, yoldan geçen bir Belgrad'lı öldü. 
(15 Temmuz) ASALA mensubu teröristler, 
Paris Orly Havalimanı THY Bürosuna bombalı saldırı düzenledi. Olayda, 4'ü Fransız, 2'si Türk, 1'i ABD'li ve 1'i İsveç'li olmak üzere toplam 8 kişi hayatını kaybetti. 
60 kişi de yaralandı.
(27 Temmuz) Türkiye'nin Lizbon Büyükelçiliği'ni basan 
5 Ermeni ölü olarak ele geçirildi. 

1985 (12 Mart) Ottowa Büyükelçiliği, silahlı, bombalı 
3 Ermeni terörist tarafından basıldı. Kanada'lı koruma görevlilerinden biri vurulup öldürüldü. Büyükelçi Coşkun Kırca yaralı olarak kurtuldu.  

1991 (21 Ocak) Ermeniler, Hacılar kentine bombalı 
saldırı düzenledi. Saldırıda 3 Sovyet askeri ile 2 Azeri öldü. Ermeniler ayrıca, Azerbaycan'ın Sesi gazetesi muhabiri Savâtin Askerova'yı katletti. 
(13 Nisan) Karabağ'da, Ermeniler ile Azeriler arasında çatışmalar çıktı. Azeri köyleri Ermeniler tarafından top ateşine tutuldu. 
(23 Nisan) Suşa kasabasına bağlı Azeri köyleri, 
Ermeni köylerinden açılan top ve makineli tüfek ateşine maruz kaldı. Olayda 3 Azeri öldü, 3 ev yıkıldı, 3 ev de oturulamaz hale geldi.
(26 Nisan) Karabağ bölgesinde 4 Azeri güvenlik görevlisi öldürüldü. Olayı "Karabağ Savaşçıları" adlı Ermeni örgütü üstlendi. 
(23 Eylül) Ermenistan bağımsızlığını ilan etti.  
(26 Aralık) Sovyetler Birliği dağıldı. 23 Eylül'de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan fiilen ve hukuken bağımsız oldu.  

1996 Levon Ter-Petrosyan, ikinci defa 
Ermenistan Devlet Başkanı seçildi.  

1997 (20 Mart) Taşnaksutyun örgütü liderlerinden 
Robert Koçaryan, Ermenistan Başbakanı oldu. 
(20 Aralık) Ermeniler, Surp Agop Hastanesi'nin 
160. yıldönümünü yılbaşı şöleniyle birlikte kutladılar. 
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, 1997 Sedat Simavi Ödülü'nü gazetecilik dalında Garbis Özatay'a verdi. 
1998 Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 
Jamanak gazetesinin 90. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, gazetenin editörü Ara Koçunyan'ı Cumhurbaşkanlığı köşkünde kabul etti.
(Şubat) Ermenistan Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan istifa etti. Böylece Robert Koçaryan'a liderlik yolu açıldı. Petrosyan, Karabağ'da barış istediği için aşırı milliyetçilerin tepkisini çekmişti. 
(Şubat) Petrosyan'ın istifasını değerlendiren Azerbaycan Halk Cephesi Başkanı Elçibey, Koçaryan'ın geçmişte Rusları arkasına alarak Karabağ'da Azerbaycan'a karşı ayaklandığını bildirdi.
(30 Mart) Koçaryan, 
Ermenistan Devlet Başkanlığı'na seçildi.
(Temmuz) Bölücü örgüt PKK'nın başı Abdullah Öcalan, Ermenistan yönetiminden, örgüte özel köy tahsis edilmesini istedi.
(14 Ekim) Mesrob Mutafyan, 
Türkiye Ermenileri 84. Patriği seçildi.


ERMENİ KATLİAMLARINDAN SADECE BİTLİS, ERZURUM, HAKKARİ, TRABZON, VAN'DA OLANLARI





Bunları Tarih Boyu Hep Gizlediler Bizden 

1. Dünya Savaşı sırasında Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van ve çevresindeki bölgelerde Ermeni mezaliminden kaçarak Anadolu’nun iç kısımlarına iltica eden Müslüman sayısının 1 milyon 236 bin olduğunu dile getirildi. Çalışmaya imza atan Karacakaya "Ermeni çetelerin katliam ve baskıları sonucu Müslüman ahaliden 1 milyon 200 binden fazlası tehçire uğradı. Bu nüfusun 605 bin kadarı yollarda ve kaçtıkları bölgelerde açlık, susuzluk ve salgın hastalıklardan zayi ve gaib oldu. 1914-1918 arasında doğu vilayetlerin 363 bin 141 Müslüman, 1918-1921 arasında ise 154 bin 964 olmak üzere toplam 516 bin 105 Müslüman katliama uğradı. Ermeni çete ve gönüllü alayları yüzünden toplamda 1 milyon 121 binden fazla Müslüman yaşamını kaybetmek durumunda kaldı" dedi.
"Savaş sonunda ortaya çıkan tablo"
Savaş sonunda ortaya çıkan tabloyu da arşiv belgelerine göre değerlendiren Karacakaya, şu bilgileri verdi:

10 Mart 1919'da Van Vilayeti "Harpten önce 308 bin olan Müslüman nüfusu savaş bittikten sonra 100 binden biraz fazla olduğu anlaşılmıştır. 200 bin kadar Müslümannın iç bölgelere iltica ettiği, 100 bin kadarının yaşamını yitirdiği ortaya konulmuştur."
24 Şubat 1919'da Bitlis Vilayeti
"488 bin kayıtlı nüfustan yüzde 74’ü (361 bini) Müslüman'dır. Müslümanlar'ın yüzde 30’u (108 bini) harbin etkisiyle vefat etmiş, yüzde 61’i (220 bin) iç kısımlara iltica etmiştir. Şu anda (o dönem) yüzde 29’unun (104 binin) Bitlis’te bulunduğu anlaşılmaktadır. Dönmesi muhtemel ise yüzde 15 (54 bin) Müslüman vardır."
30 Ocak 1919 Erzurum Vilayeti
"İç kısımlara iltica edenler 448 bin 207, dönenler 173 bin 304, dönmesi muhtemel bulunanların 108 bin 898, kayıp veya telef olanların sayısı da 207 bin105 kişi."
27 Ocak 1919 Trabzon Vilayeti

AKUT, “ERMENİ SOYKIRIMI” YALANLARINA KARŞI TÜRK ULUSUNU GÖREVE ÇAĞIRIYOR


11 Şubat 2005 Cuma 14:05

“Ermeni Sorunu, Ermeni ulusunun gerçek
çıkarlarından çok, dünya kapitalistlerinin
(emperyalistlerinin) ekonomik ve politik çıkarlarına
göre çözümlenmek istenmiştir.
                                                                                                                  Mustafa Kemal (1919)

Aziz ve Yüce Türk Milleti,

İçinde bulunduğumuz yıllar, tarihin çok acı bir döneminin, yakın coğrafyamızda yer alan diğer devletler ve milletlerle birlikte 1914 – 1918 yılları arasında dokuz ayrı cephede savaşarak, bizim de yaşamak zorunda kaldığımız 1. Dünya Savaşı çılgınlığının çeşitli dönem ve olaylarının 90. yıldönümlerine denk gelmektedir.

Hatırlayacağınız gibi, yine AKUT’un ve diğer pek çok sivil inisiyatif sahibi grubun ve yurtseverin öncülüğünde, 2004 yılının Aralık ayı sonlarında, “90. Yılda Sarıkamış Şehitlerini Anma Etkinlikleri”, Türkiye’nin dört bir tarafından gelen yurttaşların desteğiyle, bugüne dek hiç olmadığı kadar geniş bir katılım ve sahiplenme ile gerçekleştirildi. Türk askerinin hiç bir zaman unutmadığı aziz şehitlerimiz, 90 yıldır ilk kez sivil yurttaşların da yoğun katılımıyla layık oldukları şekilde anıldılar.

1915 yılı, o güne dek dünyanın gördüğü en güçlü donanmayı 18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazı’nda durduran yiğit Türk askerini ve ardından dünyanın en kanlı savaşlarından birinin yaşandığı Gelibolu Savaşları’nda, askeri strateji, deha ve cesaretini, dünyanın en güçlü ordularına kabul ettiren o günün genç subayı, geleceğin devlet kurucusuMustafa Kemal’in ve emrindeki göğsümüzü her zaman kabartan Türk askerinin şahlandığı yıl olarak, bir daha hiç unutulmamacasına hafızalarımıza kazındı. 90 yıl öncesinin bu kahramanlık destanını ve bu vatan uğruna kendini feda eden o kahramanları anmak için, bu yıl 18 Mart 2005 tarihinde, hepimiz tek bir yürek ve tek bir ses olarak Çanakkale’de düzenlenecek etkinliklere katılmak için AKUT ailesi olarak orada olacağız.

Benzeri şekilde bu yıl, hepimizi yakından ilgilendiren, ancak ne yazık ki henüz tam olarak çözemediğimiz uluslararası ölçekte bir sorun karşımıza çıkmak üzere gün sayıyor. Ermeni diasporası, Türk Milletini dünya kamuoyunda özellikle son 30 yıldır rencide etmekte ve aşağılamaktadır. Tarihsel gerçekleri sadece kendi menfaatleri için saptırarak, bizleri bir soykırım uygulayıcıları olarak dünyaya tanıtmaya çalışmakta, hatta çeşitli politik ve ekonomik baskılarla bu yalan iddiaları için Batılı devletlerin parlamento ve bölge meclislerinden hiçbir anlamı olmayan onaylar ve yasalar çıkartmaktadır. Son derece fütursuzca, ama bugün için ciddiye alınarak bütün kaynaklarımızla mücadele edilmesi gereken bir ölçekte yalanlarını güçlendirmeye ve kendi lehlerinde bir dünya kamuoyu yaratmaya çalışmaktadırlar. 24 Nisan 1915’i sözde Ermeni Soykırım Günü ilan eden Ermeni diasporası, bu yıl 90. anma törenlerine hazırlanmaktadırlar. Oysa anılan gün, 1.Dünya Savaşı sırasında, Doğu Cephesi’nde Ruslarla savaşan Osmanlı Ordusu’nu her fırsatta arkadan vurarak ve casusluk yaparak devlet aleyhine faaliyette bulunan ve korumasız Müslüman köylerini basarak masum insanları katleden 2345 Ermeni komitecinin tutuklandığı gündür.

24 Nisan 2005’ten itibaren bizi, değil yapmak, aklımızdan bile geçirmediğimiz bir soykırım iddiası ile bütün dünyaya karşı küçük düşürme girişiminde bulunacak olan diaspora Ermenileri, iddialarını tanıtma, kabul ettirme ve en sonunda da Türkiye Cumhuriyeti’nden tazminat ve toprak talep etme planlarını da en güçlü şekilde karşımıza çıkartacaklarını söylemektedirler. 

İçinde bulunduğumuz şu günlerde, Türkiye’yi sıkıntıya sokan, herhangi bir belgeye dayanmayan ve yalnızca iddia boyutunda kalan soykırım suçlamaları karşısında daha dikkatli ve birbirimize daha bağlı olmamız gereken bir sürece giriyoruz. Türk düşmanlığını bir geçim kaynağı haline getiren ve varlıklarını sürdürebilmek için, her gün yeni yalanlar ve sahte belgelerle dünya kamuoyunu yalan - yanlış yönlendiren diaspora Ermenilerine karşı yapmamız gerekenler şunlardır:

1-     1.Dünya Savaşı yıllarında bu tür bir soykırımın yapılmadığını, ancak Doğu Cephesi’nde savaş sırasında Rus ordusuyla birlikte Ermeni çetelerinin Müslümanlara saldırması ve onları katletmeleri sonucu, Osmanlı Devleti tarafından uygulanmasına karar verilen tehcir (göç ettirme) sırasında, daha önceki Ermeni saldırılarından kurtulan, çoğunluğu Kürt Aşiretlerinden oluşan bölge halkının intikam almak üzere Ermenilere saldırması, göç sırasındaki bulaşıcı hastalıklar, yiyecek sıkıntıları ve o günün koşullarının ağırlığı gibi sebepler sonucunda, asla planlı bir soykırım uygulaması olmayan, ama savaş koşullarının getirdiği ve tüm tarafların yaşamak zorunda kaldığı acı olaylar olduğu her türlü platformda savunulmalıdır.
2-     Birleşmiş Milletler'in 1948'de kabul ettiği ve Türkiye'nin de 1950'de kabul ederek yürürlüğe koyduğu "Soykırım Yasası" özetle, “hiçbir ayrılıkçı hareketi olmayan, silahlı örgütlenme ve devlete karşı çatışmaya girmeyen masum bir ulusal, etnik ya da dini bir grubun, yalnızca o guruba ait olduğu için kısmen ya da tamamen egemen devletin hükümetince ortadan kaldırılması” biçiminde tanımlanmıştır. Bu tanıma en uygun örnek de, Nazi Almanyası’nın hükümet politikası olarak, devletin örgütlü gücü ile yahudilere karşı uyguladığı planlı, organize soykırımdır ve bütün dünyada da bu şekilde kabul edilmektedir. Doğu Cephesi’ndeki savaş sürecinde Kürtlerle - Ermeniler arasında yaşanan karşılıklı katliam ile soykırım kavramının birbirine karıştırılmaması anlatılmalı, 1918'de göç ettirilen Ermenilerin eski yerlerine geri dönmeleri için çıkarılan yasa sonucu Türkiye'ye kendi istekleriye dönmeyen ve şimdi diaspora Ermenisi adını alan kitlenin bu tutarsız iddiasının ardında, Mustafa Kemal’in o yıllarda dediği gibi, Doğu Anadolu üzerinde oynanan emperyalist çıkarlar aranmalıdır.
3-      1918'de İstanbul'da kurulan Divan-ı Harp'te yargılanarak tutuklanıp Malta'ya sürülen Ziya Gökalp başta olmak üzere çok sayıda kişi, İngiliz Kraliyet Savcısı’nın soykırıma ilişkin bir belge bulamaması ve olayları “karşılıklı katliam” olarak nitelemesi sonucu serbest bırakılmışlardır. Ayrıca, İttihat ve Terakki Hükümeti'nin başlattığı soruşturmayla, tehcir sırasında gerekli önlemleri yeterince almayan çok sayıda idari görevli, idam cezası dahil çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Özetle, Ermeni olaylarına ilişkin tüm sorunlar Cumhuriyet kurulmadan önce, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde sonuçlanmıştır.
4-     Bu konularda çalışma yapan resmi, özel, sivil, askeri, akademik, profesyonel veya gönüllü her gruba ve kişiye destek verilmelidir. Bu destek için de en önemli ve olmazsa olmaz şart, öncelikle doğruları öğrenmek ve öğretmektir.
5-     Olayların üzerinden daha ancak bir insan ömrü kadar süre geçmesine ve her türlü bilgi ve belgesi hala mevcut olmasına rağmen, özelde 1. Dünya Savaşı sürecini yaşayan dedelerimize, genelde ise ulus olarak bütün Türk Milletine karşı yapılan tüm bu yalan iddiaların ve haksız suçlamaların tam tersine, gerçek insan sevgisi ve hoşgörü duygusu üzerine kurulmuş olan Türk Kültürünün hiç haketmediği bu hakaretlerden bir an önce kurtarılması sağlanmalıdır.
6-     Son aşamada da, en az 30 yıldır hepimizi huzursuz eden, tereddüte düşüren, diğer devletler ve milletler karşısında küçük düşüren ve olmadık yerlere anıtlar diktirerek onurumuzu kıran bu süreci yaşamamıza sebep olan ve destek veren bütün kişi, kurum ve devletlerden, uluslararası hukuk kuralları doğrultusunda tazminat talep edeceğimizi dünya kamuoyuna duyurmak olmalıdır.
7-     Nitekim, Ermeni soykırım iddialarını kanıtlamak üzere Haziran 2005’te Viyana’da yapılacak toplantıya belge sunacağını açıklayanErmenistan, soykırım belgesi bulamadığı için toplantıya katılmaktan vazgeçmiş bulunmaktadır. Böylece soykırım iddialarının kendi kaynağından çürütüldüğü de tüm dünya kamuoyuna duyurulmalıdır.
8-     Unutmamak gerekir ki, 2. Dünya Savaşı çılgınlığında, Nazi Almanya’sı işgali ve baskısı altında 20 civarında Avrupa devletinde 15.000’den fazla Yahudi Toplama Kampı’nın kurulduğu ve neredeyse bütün Avrupa’nın Yahudi öldürme veya olanlara seyirci kalma çılgınlığına giriştiği bir süreçte bile, Türkler merhamet ve zorda olana yardım etme duygularını yitirmemişlerdir. Öyle ki, bu soykırımdan kurtarabildikleri kadarını kurtarmak için, o günün koşullarının bütün elverişsizliğine rağmen, kendi canlarını bile tehlikeye atarak her türlü zorluğa ve baskıya direnmişlerdir. Bugün bizi barbar veya soykırım uygulayıcısı olarak suçlayanlara karşı tek yapmamız gereken şey, bu ve daha pek çok benzeri gibi kendi geçmişlerinin insanlığa sığmayacak kirli uygulamalarını gözler önüne sermek olmalıdır.

Tarihleri boyunca Partlar’ın, Selefküsler’in, Ruslar’ın, Persler’in, Araplar’ın, Bizanslılar’ın ve Romalılar’ın yönetimleri altında sürekli baskı ve din değiştirmeleri için işkenceye uğrayan Ermeniler, Selçuklu İmparatorluğu’nun yönetiminde tarihlerinde ilk kez rahat bir yaşam sürdürme olanağına, Fatih Sultan Mehmet zamanında 1461’de özgürce ibadet edebilmeleri için Patrikhanelerine kavuşmuşlardır. Ermeniler, 900 yıl Türklerin yönetiminde uyum içinde yaşamış ve 20 bin Ermeni, Osmanlı Devleti’nin çeşitli katmanlarında kamu görevi yapmışlardır. Cumhuriyet’in kurulmasıyla, Lozan Antlaşması çerçevesinde azınlık statüsü elde eden ve bugün için sayıları 70.000’in üstünde olan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Ermenilerin günümüzde Türkiye sınırları içerisinde açık durumda 33 kilise, 16 okul, 11 dernek ve 8 gazeteleri bulunmaktadır.  

Ermenistan 1991’de bağımsızlığına kavuştuğunda toplam nüfusu 3.6 milyon iken, batılı ülkelere göç nedeniyle şimdilerde ancak 1.6 milyon nüfusa sahip bir ülkedir. Gerek 1918’de gerekse ikinci kez 1991’de bağımsızlığına kavuştuğunda, bir devlet olarak onu ilk tanıyan ve yardım eden Osmanlı hükümeti ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olmuştur.

Bu konuda yorumunu size bırakmak üzere, Amerikalı tarih profesörü Justin Mc. Carthy’nin “Sürgün ve Ölüm - Osmanlı Müslümanlarının Etnik Temizliği – 1821 / 1922” kitabında geçen bir cümleyi de sizlerle paylaşmak istiyoruz; “Eğer 15. yüzyıl Türkleri o kadar hoşgörülü olmasaydı, 19. yüzyıl Türkleri bu kadar acı çekmezdi.” 

AKUT ailesi olarak, herşeyden daha çok değer verdiğimiz devletimize, milletimize ve kültürümüze yapılan bu ağır hakaretlere karşı buçağrıyı yapmayı, Türkiye’nin en etkin ve güçlü sivil toplum örgütlerinden biri olma bilinci ve sorumluluğu ile, üzerimize düşen bir görev olarak değerlendiriyoruz.

Çağrımızın hepimize dostluk ve barış getirmesi dileğiyle,

Saygılarımızla,

AKUT

http://www.akut.org.tr/basin-bulteni/3/akut-ermeni-soykirim-yalanlarina-karsi-turk-ulusuna-cagri

Atatürk’ün Ermeni Konusuna Bakışı!… Batı’nın Türk düşmanlığı “Ermeni – Kürt meselesi” …

Batı’nın Türk düşmanlığı “Ermeni – Kürt meselesi” …
Oca 31, 2010
Atatürk’ün Ermeni Konusuna Bakışı!… “Kürt meselesi”
Atatürk’ün yazışma ve konuşmalarından Ermeni konusu üzerine neler dediğini tarayıp, bir kitapta topladım. Karşımıza önemli bir bilgi ve değerlendirme zenginliği çıktı. Bunlar konu başlıkları halinde şöyle sıralanabilir:

* Tehcir bir zorunluluktu.
* Tehcir’de Ermenilere katliam yapılmamıştır.
* Tehcir edilenler hayattadır.
* Tehcir, Ermeni çetelerinin Türklere yaptığı katliamlardan doğan kin ve düşmanlıktan dolayı, bir yönüyle Ermenilerin hayatını kurtarmıştır.
* Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşı sırasında katliama uğrayan, asıl soykırım girişimine tabi tutulan Türklerdir.
* Türkleri ve Ermenileri, birbirlerini kırmaları için Doğu’da önce Ruslar, sonra İngilizler, Güney’de Fransızlar kışkırtmışlardır.
* Ermeni kırımı yalandır, uydurmadır, iftiradır, İngiliz propagandasıdır.
* “Ermenilere kırım yaptınız” konulu saldırılar, tarihi gerçeklere değil, siyasi emellere dayanmaktadır.
* Siyasi emel topraktır, Türkiye’nin Doğusunda “Kafkas Seddi” oluşturmaktır.
* Bu projede, Kürtçülük ve Ermenicilik birer vasıtadır ve paralel kullanılmaktadırlar.
Bunlardan sadece son üçünü ana hatları ile ele alabileceğiz.
Türk ulusu, Ermenilere soykırım yaptınız iddialı saldırılara üçüncü kez muhatap olmaktadır. İlki 1915 Tehciri’nden sonra 1916′da başlar, 1918 Mondoros Mütarekesi’nden sonra yoğunlaşır.
İkincisi 1920′dedir. Türk ulusunun canını, namusunu, toprağını kurtarmak için Çukurova’da Antep, Maraş ve Urfa’da Fransız-Ermeni işgalcilerine karşı direnmesi üzerine ve özellikle Şubat 1920′de Maraş’tan Fransız-Ermeni işgalcilerini kovuncadır.
Üçüncüsü de 1965′te başlatılır ama asıl saldırı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin PKK terör örgütü ile ABD’nin ve AB’nin istediği şekilde bir diyaloğa girmeyip siyasi çözümü reddederek silahlı mücadeleyi sürdürme kararlılığı üzerine 1995′te başlatılır.
1995′e kadar, 30 yılda Türkler Ermenilere soykırım yapmıştır şeklinde karar alan veya bildiri yayınlayan sadece altıdır(1). 1995′ten 1998′e kadar karar alanlara dokuz ilave daha olur. 1999′da PKK başarısız olunca, Güneydoğu’yu Türkiye’den kopartamayınca yani PKK’ya verilen görev gerçekleşmeyince soykırımlı saldırılar bunaltıcı şekilde yoğunlaşır. Sadece 2000 yılında 7 karar çıkar. 2001 2006′da bunlara 17 karar daha eklenir.
1965′ten 2007′ye kadar toplam 39 karar çıkar, bunlara eyalet kararları dahil değildir. 39 kararın 6’sı 30 yılda, 1965-1994 arasında çıkar. 1995′te saldırılar yoğunlaştırılır, 4 yılda (1995-1998) 9 karar, 2000′de 1 yılda 7 karar, 2001 ve sonrasında ise 17 karar çıkartılır. 39 kararın 24′ü 1999 sonrasında, yani PKK başarısız kılındıktan, Türkiye AB’ye aday yapıldıktan sonradır. 1997′de adaylığı reddedilen Türkiye’nin 1999′da yani PKK başarısız kılındıktan sonra aday yapılmasının anlamı ve arkasından aday yapılan Türkiye’ye Ermeni soykırımı kartı ile siyasi saldırıların yoğunlaştırılması dikkat çekici ve uyarıcıdır.
Ayrıca 2000 yılında, soykırım suçlamasıyla yapılan siyasi saldırıların yanı sıra, Batılı sermayedarlarının çıkarttığı Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizleri ve sonuçları da göz önüne alındığında, Türkiye’nin planlı bir siyasi-ekonomik-sosyal tehditle karşı karşıya olduğu anlaşılmaktadır.
Saldırıların sürecine ve yoğunlaşma dönemlerine dikkat edilirse konunun tarihi bir hesaplaşma değil, siyasi bir hesap olduğu ortaya çıkmaktadır. Birinci ve ikinci saldırılar Sevr öncesidir. Üçüncü saldırı ise Kürdistan kurma öncesidir. Sözde Ermeni soykırımı konusu ile Kürdistan kurma konusunun ne ilgisi var denilebilir. İkiz konulardır. Tarihimizde paralel yürütülmüştür. Bu günde paralel yürütülmektedir.
Soykırımlı saldırılara Atatürk’ün bakışı, tarihi bir konu şeklinde değil, siyasi hedefleri gerçekleştirmede bir vasıta olarak kullanma şeklindedir. Yani mücadele alanı tarih değil, siyasettir demektedir. Ki kendisi de tarihle değil, siyasetle ve güçle çözmüştür.
Atatürk’ün sözde soykırım iddiaları üzerine tespit ve değerlendirmelerini sorularla açıklığa kavuşturalım. Biz soralım, O yanıtlasın.
Türkiye’ye yapmadığı ve yapmadığını bildikleri halde neden “Ermenilere soykırım yaptınız” suçlamaları ile saldırıyorlar. Bunları neden yapıyorlar?
“… Düşmanların bütün çalışması, barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak, istedikleri her şeyi kabul ettirmeyi amaçlıyor…” (24 Nisan 1920-TBMM)
O günlerde Sevr Anlaşması gündemdeydi. Sevr ile istediklerini kabul ettirmek için, “Ermenilere kırım yaptınız, yapıyorsunuz” saldırısı ile Türkiye’yi suçlu duruma düşürüp dıştan destek görmesini önlemeyi, hayır deme direncini kırmayı amaçlamışlardı.
Şimdi 1995′te yoğunlaşan, 2000′de doruğa çıkan saldırıların amacı daha iyi anlaşılmaktadır. 1995 yılı için Ata’nın açıklamasındaki, “barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda” ifadesinin yerine “PKK ile silahlı mücadeleyi bıraktırıp, siyasi çözümün dayatıldığı şu sıralarda” ifadesi konularak okunması yeterli olmaktadır. 2000′li yıllar için konulacak ifadeler çoğalmaktadır.Birkaçını sıralayalım.
* “Kendisine verilen görevi PKK başaramayınca, PKK’nın yapamadığını bizzat yaptırmak için AB adaylığına kabul edilen Türkiye ile adaylık koşullarının belirleneceği şu sıralarda…”
* “AB’ye uyum paketleri adı altında verdirilecek ödünlerin Türkiye’ye kabul ettirileceği şu sıralarda…”
* “İncirlik Üssü kullanım koşullarının görüşüleceği şu sıralarda (2000 Baharı-ABD için)…”
* “BOP’un gerçekleştirileceği şu yıllarda…”
* “Kuzey Irak’ta bir devlet yapılanmasına başlanacağı şu sıralarda (2002)…”
* İran’a karşı ABD’nin yanında yer almasının sağlanacağı şu sıralarda…”
* “Kuzey Irak’taki devlet ilanının yapılacağı şu sıralarda…”
Atatürk’ün aynı konuşmasında sorumuzla ilgili iki yanıtı daha vardır.
“Geleceğe yönelik çıkarlarını, çeşitli baskılarla bütün dış ülkeleri aleyhimize çevirmekte gören bütün unsurlar, tümüyle yalan olan en son Ermeni kırımı uydurmasını (1920′yi kastediyor) düzenlediler… İngilizler, dış durumumuzu yani toplu öldürme iftiraları ile sarsarak, … tasarladıkları İstanbul işgalini kolaylıkla uygulayabilecek bir ortam hazırlıyorlardı…” (24 Nisan 1920-TBMM)
Başka bir konuşmasından bir alıntı daha yapalım.
“… Düşmanlarımız hakkımızda icat ettikleri iftiralarını bir Aralık Paris Konferansı’na da kabul ettirir gibi oldular. İhtimal bunun neticesi olarak, daha savaş esnasında birbirleriyle yaptıkları gizli anlaşmaların ve karşılıklı verdikleri sözlerin tatbikatına başlanmış idi. İzmir, Antalya, Adana, Antep, Urfa ve Maraş’ın işgalleri hep bir karşılıklı taahhütler neticesi…” (31 Aralık 1919 Ankara)
Ata’nın bu üç açıklamasından, Ermeni kırımı konulu saldırıların basit bir suçlamadan çok öte bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye üzerine niyet besleyenler, bunu araç olarak kullanmışlar. Güncel çıkarlarını sağlamak için bir tehdit aracı, uzun vadeli planlarını gerçekleştirmede de bir alt yapı aracı olarak kullanmışlar. Bugün de Türkiye’ye yönelik planlarını ki planlarını gizlemeye de gerek görmüyorlar, gerçekleştirmede bir araç olarak kullanmaktadırlar.
Peki, bu soykırım iddiaları doğru mudur?
“Türkler tarafından Ermeniler aleyhinde katliam (İddiaları), uydurulmuş rivayetler ve bir takım yalan ve iftiralardan ibarettir.” (17 Ocak 1921-Demeç)
O halde Ermeni sorunu nedir?
“Ermeni sorunu, Ermeni milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin ekonomik yararlarına göre çözülmek istenen sorun(dur).” (1 Mart 1922-TBMM)
Ermeni sorununu dayandırdığınız Emperyalistlerin ekonomik çıkarları nedir?
“Ermeniler Van ve Bitlis’i ele geçirince, Irak’taki İngilizlerle birleşeceklerinden dolayı bütün Yakındoğu’da İngilizlerin yeri çok sağlamlık kazanacaktır.” (1 Aralık 1920)
“Ermenistan’ı Mezopotamya’da yerleşmiş İngilizlere yaklaştıracak surette uzatmak, Moskova ve Ankara hükümetlerine pek çok nahoş sürprizler yaratmak demek olur.” (27 Aralık 1920)
“Taşnakların, İtilaf devletlerinin entrikalarına alet olmaktan vazgeçmeyip… Sevr’de İstanbul hükümetine imza ettirilen anlaşma hükümlerine dayanarak Doğu vilayetlerimizi işgal için fırsat kollamaları, bu suretle Basra Körfezi’nden Karadeniz’e kadar Doğu ile Türkiye arasında itilaf devletleri nüfuz ve himayesi altında büyük bir kütle husule getirip Yunanistan’ın Rumeli ve Batı Anadolu’da oynadığı rolü Kafkasya, Doğu Anadolu ve İran’da oynamaya azmetmiş olmaları …” (6 Ekim 1920)
“Musul (Vilayeti-bugünkü Kuzey Irak) bizim için çok kıymetlidir… Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları vardır. İkincisi bunun kadar önemli olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti teşkil etmek istiyorlar. Bunu yaptıkları takdirde bu fikir bizim hududumuz dâhilindeki Kürtlere de sirayet edebilir. ” (16 Ocak 1923)
Atatürk’ün bu dört açıklamasını, Sevr haritasını ve 1918′den sonraki bilgileri yan yana getirdiğimizde emperyalistlerin ekonomik çıkarları ortaya çıkmaktadır.
İngiltere Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın elindeki tüm petrol yataklarını; Arabistan Yarımadası, Basra ve Musul’u; ele geçirir. Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan sonra, Osmanlının 1918 yazında işgal etmiş olduğu Bakü petrol bölgesini, Osmanlıya boşattırarak işgal eder.
Ele geçirdiği Hazar petrol bölgesi ile Ortadoğu petrol bölgesi arasını kendi kontrolünde tutup, iki bölge arasında fiziki bağı kurmak için, 1918′de kendisi tarafından kurulan Ermenistan’ı, Karadeniz kıyılarından Van Gölü’ne kadar uzatmak, Van Gölü güneyi ile Irak arasındaki boşluğu doldurmak için burada bir Kürdistan kurmak ister. Sevr haritasının doğusu işte bunu gerçekleştirmektedir.
Atatürk, bu planı anladığı içindir ki; Moskova’yı birkaç kez uyarır, uyarıları sonuç doğurur, Ankara – Moskova işbirliği gelişir ve senaryonun Ermeni ayağı kırılır.
Kürdistan’ın kurulmasını önlemek için de, Musul vilayetini Misak-ı Milli içine alır ve Türkiye’ye dâhil etmek ister. Musul alınamaz ama Sevr ile kurulmak istenen Kürdistan oyununu bozar.
Görüldüğü gibi emperyalistlerin ekonomik çıkarı, petroldür, Karadeniz’de egemenliktir. Diğer öğeler figürandır, kullanılandır. 1920′lerde bu senaryoyu Atatürk bozmuştur. Günümüzde de aynı senaryo oynanmakta, aynı figüranlar kullanılmaktadır. Sadece filmin esas oğlanı değişmiştir. O yıllarda İngiltere idi, bugün ABD’dir. İngiltere yardımcı oyuncu olmuştur. Amaçları arasına “su”ilave olmuştur.
Atatürk’e sorularımızı sürdürelim. Bu senaryo içersinde Ermenilerin rolü nedir?
“Rum ve Ermeni, Batı emperyalistlerinin hizmetçisi olan uluslar(dır).” (1 Aralık 1920-Ankara)
“Ermenistan, Doğu’da büyük bir inkılâp gayesi için çalışan mazlum milletler arasında, … bozguncu bir unsur vazifesi yapıyordu. Doğu milletlerinin temasına engel oluyordu. Doğu’da İngiliz emperyalistleri için bir dayanak noktası hizmeti görüyordu…
Ermenistan, Doğu ihtilal makinesinin iyi işlemesine mani olmak için, bu ihtilalden etkilenecek olacaklar tarafından makinenin çarkları arasına sıkıştırılmış ecnebi bir cisimden başka bir şey değildir…” (13 Kasım 1920-Hakimiyeti Milliye)
Atatürk, Ermenilerin emperyalistlerin bir maşası olduğunu, kullanıldıklarını tespit ediyor; ki bu tespitini sıkça tekrarlar, gerçeği gören Ermeniler de bu yönde açıklamalar yapar; kullanılma amaçlarının da bir siyasi hedefin gerçekleşmesi için olduğunu belirtiyor. Bu siyasi hedefin tam açıklamasını, hedefi belirleyenin ağzından verelim.
Sevr Anlaşması’nı hazırladıkları konferanslarda İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, 16 Şubat 1920′de şöyle diyor:
“Müttefiklerin uğrunda savaştıkları… Amaçları arasında bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması da vardır. Bu amacın gerçekleşmesine tüm müttefikler aynı derecede ant içmiş durumdadır.”
Aynı kişi, bu devletin kurulma amacını da, 22 Nisan 1920′de şöyle belirtir :
“Büyük bir Pan-İslam ya da Pan-Turan hareketi ortaya çıkabilir ve böyle bir halde, Londra Konferansı, genellikle dünya barışı bakımından, Türkiye Müslümanları ile daha doğudakiler arasına sokulmak üzere bir Hıristiyan toplumunun sıkıştırılmasının yerinde bir girişim ve bunun da yeni bir Ermeni devleti olabileceğini düşünmüştü.”
Atatürk; bu toplantı tutanaklarından haberi olmaksızın, emperyalistlerin Ermeniler üzerine neden oynadıklarını, siyasi hedeflerinin ne olduğunu tam isabetle tespit etmiş ve buna göre cephe tutmuş, bu plandan Türkiye kadar zarar görecek olan Rusya ile işbirliği yapmış ve planın gerçekleşmesini engellemiştir.
Bugün de Ermeni kartının tekrar Türkiye’nin önüne konulması, Ermenilerin tekrar kullanılmaya başlanmasının arkasında, daha önce açıklanan ekonomik çıkarlarının yanı sıra, L. Curzon’un ikinci sözündeki amaç aranmalıdır. Bundaki doğru tespit, Atatürk’ün yaptığı gibi, doğru cephe tutmayı, doğru hedefe saldırmayı sağlayacaktır.
“Kürtlerin devletten ayrılarak İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurmaları teorisini tasvip etmem. Çünkü bu teori, … Ermenistan lehine İngilizler tarafından tertip edilmiş bir plandır.” (16 Haziran 1919)
“… Kürtleri Osmanlı (Türk) camiasından ayırmak, İngiliz boyunduruğuna sevk etmek, neticede Doğu Anadolu’muzu Ermenilere çiğnetmeye yol açacak(tır).” (9 Kasım 1919)
“… Basra Körfezi’nden Karadeniz’e kadar Doğu ile Türkiye arasında İtilaf devletleri nüfuz ve himayesi altında büyük bir kütle husule getir(mek)…” (6 Ekim 1920)
İngiltere, Hazar ile Basra petrol havzaları arasını kendi kontrolünde bir coğrafi bağ ile birleştirmek ve Anadolu Türklüğünün Kafkas ve Orta Asya Türkleri ile fiziki bağını kesmek için, Ermenicilik ve Kürtçülük hareketini paralel yürütmüştü. Her iki hareketi kendi emperyalist politikaları için bir vasıta olarak kullanmıştı.
Atatürk, sözünü ettiği “Doğu ile Türkiye arasında büyük bir sed meydana getirme” projesini görmüş, Ermenicilik ve Kürtçülük hareketlerinin bu seddi oluşturmak için İtilaf devletleri (yani İngiltere) tarafından tezgâhlandığını ve Türkiye için tehlikelerini anlamış, inşa aşamasında seddi yıkmıştır.
Bu seddin yapılmasını önlemedeki kesin kararlılığını şöyle ifade eder :
“Kafkasya seddinin yapılmasını Türkiye’nin kati mahvı projesi sayıp, bu seddi İtilaf devletlerine yaptırmamak için en son vasıtalara müracaat etmek ve bu uğurda her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz.”
Bugün de emperyalizmin bu iki vasıtası, Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde aynı kaynaklardan, aynı amaçlarla ve yine paralel yürütülmektedir ve 2007 yılı itibarı ile önemli mesafe kat etmiştir. Türkiye, Atatürk’ün kesin kararlılığını gösterme zamanını geçirmektedir.

Bugün, Büyük Ortadoğu Projesi içinde oluşturulmak istenen Doğu Seddini önlemek için “her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetinde” olduğunu anlamalıdır. Varlığını devam ettirmek için buna zorunludur. Geç kalmanın bedelini halkına kanla ödettirmemek için zorunludur. Doğu Seddini önlemek zorundadır. Önlemenin nasılı, ne yapılacağı da Atatürk’tedir. Atatürk gibi önce bağımsızlığımızı kurtarmak gerekmekte ve bunu yapabilecek teslimiyetçi olmayan bir hükümeti iş başına getirmek, yurttaşlık görevimiz olmaktadır.
Yrd. Doç. Dr. İsmet Görgülü
Atatürkçü Düşünce Derneği
MUSTAFA KEMAL'İN ÇOCUKLARININ MESAJIDIR:

Bugün, Atamızla aynı iman ve katiyetle söylüyoruz ki,

Milli ülküye, herşeye rağmen tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milleti 'nin (ne mutlu Türküm diyenin) büyük millet olduğunu, bütün medeni alem az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.

Asla süphemiz yoktur ki, hızla inkişaf etmekte olan Türklüğün unutulmus büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, yarının yüksek medeniyet ufkundan yeni bir günes gibi doğacaktır!

Ne mutlu Türküm diyene!.





Bunları Biliyor muydunuz?

Bunları Biliyor muydunuz?

* 1-Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “Atatürk’ün... Büyük NUTKU’nun” çıktığını...”

* 2- Fidel Castro nun:12 Mayıs 1961 tarihinde Havana'da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir'den ABD NİN BİLGİSİ OLMAMASI şartıyla "Atatürk'ün Büyük Nutuk Kitabını" istediğini... Ve: "Devrimci M.Kemal ATATÜRK varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar?" dediğini,

* 3- 1935'teki Uzun Yürüyüş öncesinde Şankay Meydanı'nda toplanan binlerce Çinliye seslenen Mao'nun ilk sözlerinin : "Ben, Çin'in Atatürk'üyüm. ."olduğunu,

* 4- Yunan başkomutanı Trikopis`in, hiçbir zorlama ve baskı olmadan her Cumhuriyet bayramında Atina'daki Türk büyükelçiliğine giderek, Atatürk`ün resminin önüne geçtiğini ve saygı duruşunda bulunduğunu,

*5- 1938'de, General McArthur'un en zor, en problemli, en buhranlı döneminde, danışman, senatör ve bakanlarından oluşan yüz yirmiden fazla kişiye; "Şu anda hiçbirinizi değil, büyük istidadı ile Mustafa Kemal'i görmek için neler vermezdim" dediğini,

* 6- 1938'de Ata`nın ölümünde Tahran gazetesinde yayınlanan bir şiirde;"Allah bir ülkeye yardım etmek isterse, onun elinden tutmak isterse başına Mustafa Kemal gibi lider getirir" denildiğini,

* 7- 2006'da ise AB Uyum yasaları gereğince devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasının istendiğini ...